23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 27 MART 2011 PAZAR 18 Küçük kasabanın birindeki caminin tam karşısında arazisi olan adam, bir gece kulübü inşa etmeye başlamış. İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler. Ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine istediği türde işyeri açmasına da yasal olarak karşı çıkamamışlar. Tüm cemaatin tek yapabildiği şey, imamın öncülüğünde bu gece kulübü için her gün beddua etmekten öteye geçememiş. İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala, her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu gece kulübü yerle bir olmuş. Caminin cemaati olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek görmemiş. Gece kulübü sahibi adam cami imamının ve cemaatin doğrudan ya da dolaylı olarak gece kulübünün yıkımından sorumlu oldukları gerekçesiyle camiye karşı tazminat davası açmış. Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler. Bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler. Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkeme günü geldiğinde hâkim dosyayı dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp: “Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum,” demiş. “Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tarafından ihbar edilince, kendi evini yakması emredilir. Montag, elindeki alev makinesini birliğin komutanına çevirir ve kaçar. “Kitap insanları”nın, başka bir deyişle “okurların” gizlendiği ormana sığınır. Bu insanlar, “suç kanıtı” kitapları yok etmeden önce, tek tek ezberlemektedirler… Montag, yasa dışına düşen kitap okurları arasında komşusu Clarisse’e rastlar ve o da bir kitabı ezberlemeye başlarken roman biter. Tarih, antikçağdan günümüze dinlerin ve despotların, her zaman “topluma zararlı” oldukları gerekçesiyle ve daima “toplum yararına” yaktıkları kitaplar, yıktıkları kitaplıklar, yok ettikleri düşünce yapıtlarıyla dolup taşar, sevgili okurlar. Heinrich Heine, “Kitapların yakıldığı yerde, insanları da yakarlar,” derken yanılmamış, Naziler önce meydanlarda kitapları, ardından gaz odalarında insanları yakmışlardır. Günümüz Türkiye’sinde kitap, daha basılmadan, yayınlanmadan, sanal ortamda imha edildiğine göre, tuhaf bir durumla karşı karşıyayız: Taraflardan biri, kitabın gücüne inandığı için imha eden bir cemaat, diğeri cemaatin gücüne inandığı için imha edilen bir kitap… Üstelik, hiç olmazsa aklımızı bu hışımdan korusun diye gidebileceğimiz tarafsız bir yargı organı bile yok! “Bana birinin üç satır ya zısını verin, size onu astıracak gerekçeyi vereyim!” RICHELIEU Dua, Beddua ve Fahrenheit tuhaf bir durum var. Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir gece kulübü sahibi, diğeri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam ve cemaati!..” FAHRENHEIT, anglosakson ülkelerinde kullanılan ısı ölçüsü olup, bu ölçüde 451’inci kademe, bir kitabın yandığı sıcaklık derecesidir. Ray Bradbury, FAHRENHEIT 451 adlı bilimkurgu romanını yazdığında 25 yaşındaydı. 1952 yılında yayınlanan roman, belirsiz bir gelecekte kitapların insanlık için “yıkıcı” sayılması üzerine kurgulanmıştır. Totaliter bir devlette, okumak yasaklanmış ve kitaplar, bu iş için özel eğitilen “çakıcı itfaiye” birlikleri tarafından yakılıyordur. Çakıcı Montag, kendi birliğinin en deneyimli kitap yakıcılarından biridir. Yaşamından hoşnut ve yaptığı işin doğruluğundan emindir. Ta ki güzel komşusu Clarisse’in kendisine yönelttiği varoluşcu sorularla karşılaşıncaya kadar… Başlangıçta, genç kadını “bir tahtası eksik” diye Fotoğraf: DANIEL COLAGROSSI Sözün Bittiği Yere Geldik Saatli Maarif* göz göre göre yitirdin helal süt emmiş gerçeklerini söz vere vere bitirdin kadir kıymet bilenlerini sana baştan demişlerdi kendin ol, gerçek ol, tek ol diye seni çoktan silmişlerdi çıkarcı, taraflı, bencilsin diye yanıldığın hayat bunaldığın hayat sabrına yenilen kavgalardır! darıldığın hayat suç olduğun hayat dişinin kovuğunda lokmalardır! kaçırdığın hayat kuruttuğun hayat saatli maarife yazılandır! acıttığın hayat sır olduğun hayat aynada kalbine yansıyandır! *Nerhan Hepşen’in söz ve müziklerini yazdığı “Bi’Özet Bu” adlı taptaze albümünden alınmıştır. Yargının basılmamış bir kitabın bilgisayarlarda imha edilmesi, o kitabın kopyalarını evinde, işyerinde, bilgisayarında, üzerinde bulunduranlar hakkında “terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlamasıyla soruşturma açılacağı kararını vermesiyle hiç kimsenin aklına getiremeyeceği bir durumla karşı karşıya getirildik. Burası hep söylenen fakat bir türlü somutlaştırılamayan o “sözün bittiği” denen yerdir. Çünkü önümüzde şimdi yaşadığımıza benzer tek bir örnek yoktur. Basılmamış, henüz taslak halindeki bir kitaba el koyup imha etmek Hitler’den Mussolini’ye, Salazar’dan Franco’ya, Pinochet’den İdi Amin’e kadar hiçbir diktatörün aklına gelmemiş bir uygulamadır. Alman, İtalyan, Portekiz, İspanyol, Şili, Uganda diktatörlüklerinde aynı bizim 12 Mart, 12 Eylül diktatörlüklerinde olduğu gibi kitaplar yasaklanmış, toplatılmış, yayınevleri kapatılmış, yazarlar ve yayıncılar tutuklanmış, işkencelerden geçirilmiş, hatta Sevgili İlhan Erdost gibi öldürülenler de olmuş, fakat kitap taslaklarını toplamak gibi bir uygulama hiçbir yerde görülmemiştir. Durum yazarlarımız, yayıncılarımız, okurlarımız için çok vahimdir. Örneğin, ben 17 kitabı bulunan bir yazarım. Ne yapacağım? Birçok konu üzerinde düşünüyorum ve düşündüklerimi okurlarımla paylaşmak istiyorum. Yazdığım her sayfayı önceden savcılığa postalayıp icazet mi alacağım? Bu köşede belki yüzlerce kez dile getirdim; AKP iktidarını Damat Ferit’ten bu yana ülkemizin başına gelmiş en büyük “sivil” talihsizlik olarak görüyorum. Bu iktidarın hiçbir sözüne, hiçbir vaadine inanmıyorum. AKP’yi, Türkiye’yi hızla karanlık bir uçuruma sürükleyen otoriter, İslamofaşizan bir siyasal örgütlenme olarak değerlendiriyorum. Eğer Türkiye üzerine bir kitap yazacak olursam kaleme alacağım eleştiri, düşünce ve önerilerimi doğaldır ki bu değerlendirme üzerinde yapılandıracağım. Öte yanda ise bir ahtapot gibi kollarını hayatın her alanına uzatan Ergenekon davası var, yürüyen ve bir türlü bir yere varamayan. Bu dava ilerledikçe çetrefilleşiyor, muammalaşıyor, yükselen bir korku imparatorluğunun toplumu sindirme, yıldırma aracına dönüşüyor. Bir yazar olarak yazdığım satırların Ergenekon davasının soruşturma alanına girip girmediğini nereden bileceğim? “Ergenekonculuk” nerede başlıyor, nerede bitiyor? Bunu bana kim söyleyecek? Ya da bunu ancak içeri tıkıldığımızda mı öğreneceğiz? Hoş içeride de söylenmiyor; Mustafa Balbay, Tuncay Özkan yıllardır, Nedim Şener, Ahmet Şık günlerdir yatıyorlar içeride, onlar da öğrenemiyorlar. Bu durumda ne yapmalıyım? Yazmaktan vaz mı geçmeliyim? Nasıl davranmalıyım? Bilgisayarımın tuşlarına basamasınlar diye parmaklarımı kırıp, ağzıma kilit mi vurmalıyım? İstenen, arzu edilen bu mudur? AKP, her kuşun etini bugüne dek tıkındığı kuşların etleri gibi yenebilir sanıyor. Çevresine topladığı, uçaklara bindirip gezilere götürdüğü, emrindeki medyada boy göstermelerini sağladığı, ulufeler dağıttığı, ceplerinin dolmasına aracılık ettiği yalakalarına bakıp herkesi onlar gibi sanıyor. Yooo, Türkiye henüz herkesin bir bedelinin olduğu, satın alınabilir olduğu bir ülke değildir! Bu ülkede seninle de senin “ileri demokrasi” yalakalarınla da dişe diş kavgaya hazır ve senin havsalanın almaya yetmeyeceği sayıda erdemli, dürüst, namuslu, dik duruşlu insan vardır. Ahmet Hakan dostumun önerisinden yola çıkarak soruyorum: Küresel bir rezalete neden olan Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” kitabı “anonim” bir matbaada ya da yürekli bir yayınevi tarafından “bin imza ile” basılıp yayımlansa, 150 bin bilgisayar sahibi okur da “Bende de var!” dese ne yapacaksın? Belki sizin için zor olacak ama biraz kafanızı çalıştırın; burası Hotanto değil, nice badirelerden geçmiş Türkiye Cumhuriyeti’dir. “Sivil itaatsizlik” sözün bittiği yerde ortaya çıkan bir eylem türüdür. İstediğiniz buysa bekleyin; el mi yamanmış, yoksa bey mi, görüp öğreneceksiniz. değerlendiren Montag’ın düşünceleri, tanık olduğu korkunç bir sahneyle değişir. Kitaplığını sakladığı ortaya çıkan yaşlı bir kadın, evini terk etmeyi reddederek kitaplarıyla birlikte yanmayı yeğleyince, Montag düşünmeye başlar. İnsanların yok edilmelerine bunca direndikleri kitaplarda cayılmayacak ne vardır? Çakıcı Montag, gizli gizli okumaya başlar. Kendisini “suçüstü” yakalayan karısı K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] ‘Koalisyon’daki Katar! “Katar savaş uçaklarının Fransız jetleriyle operasyona katılacakları açıklandı. Katar da Libya’da sivillerin korunması çabalarına destek vereceğini belirtti.” (20 Martajanslar) Artık biliyoruz ki “sivillerin korunması”, Libya’yı vurmanın “sözde neden”i... Haberi okuyanların şöyle düşündüklerini duyar gibiydim: “Sömürgecileri anladık da Katar’a ne oluyor?” Öyle ya; saldırıda başı çeken Fransa’nın emperyalist “gen”leri biliniyor… Sarkozy’nin bu genleri “tek başına” taşımadığı, hükümetin ve parlamentonun bilgisi ve onayıyla düğmeye bastığını da bilmeyen yok; ama kimse söylemiyor… ABD’nin jandarmalığını konuşmak ise yersiz. Nitekim Obama’yla değişeceğini sananlar hüsran içinde. Ama Yılmaz Özdil yazmıştı; Obama “siyahımsı” olsa bile oturduğu saray yine de “beyaz”. İngiltere, zaten ABD’nin Avrupa’daki tetikçisi değil mi? İtalya’nın Libya’yı köleleştirAl Sani ailesinin erkekleri Osmanlı’nın kaymakamları olmuşlar... Başkenti Doha, aslında “Kal’atü’tTürk” denilen Osmanlı kalesinin yerleşmesi… 1. Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere’nin işgal ettiği Katar balıkçılık ve inci avcılığı ile geçinirken, 40’larda petrol ve gaz rezervleriyle buluşunca, “üretmeden yaşanılan” zenginliğine kavuşmuş... Giysiden gıdaya tüm gereksinimlerini “ithalat”la karşılayan, sosyal refahını petrol ve gaz satarak sağlayan bu çöl ülkesini Batılılar öylesine seviyor(!) ki 2022 Dünya Futbol Şampiyonası bile Katar’da yapılacak... Katar ise bu sevgiye Batı’yı memnun edecek “jest”lerle karşılık veriyor! Libya’ya saldıranlarla birlikteliği buna son örnek ama; geçen yıl Yunanistan’da yaşanan ekonomik krizden olumsuz etkilenen Güney Kıbrıs da Katar’dan büyük destek görmüştü… Emir Sani kalkıp Güney Kıbrıs’a giderek, krizden etkilenen yatırımlara kaynak aktarmak üzere Rum yönetimiyle anlaşmalar imzalamıştı. Batı’nın Katar’la bu aşkını ülkemizi yönetenlerin de paylaştıklarını söylemek yanlış olmaz. Katar, gerek Erdoğan’ın, gerekse Gül’ün en çok ziyaret ettikleri ülkeler arasında... Emir Sani de Türkiye’ye geldiğinde yüksek ilgi görüyor. Ünlü Arap medyası El Cezire’nin destekçiOsmanlı Kalesi’nde “petrol mimarisi”... si Emir’in, ülkemizdeki iktime emelleri ise 19. yy’dan geliyor. dar yanlısı SabahATV’ye de orMustafa Kemal’in bu ülkeye kar tak olduğu söyleniyor... şı özgürlük mücadelesi veren Libleri karakol yalılara efsanevi desteği, bugünlerde yeniden anımsanıyor. ABD’nin Ortadoğu’daki önem“Özgürlük ülkesi” denen Ka li askeri üslerini ağırlayan Katar, nada’yı, hatta “insan hakları ve denebilir ki emperyalizmin Arap demokrasi kalesi” sayılan Dani coğrafyasındaki “ileri karamarka ve Norveç’i de “düşen kol”u... maskeler”iyle baş başa bırakırBu bilgilere, ülkede her 3 erkesak, ya şu “Müslüman” Katar? ğe 1 kadın düştüğünü, yani “erkek egemen” düzenin “sayısal” smanlı’dan bugüne olarak da dorukta yaşandığını ekSuudi Arabistan’dan Basra’ya lersek, Libya’yı vuran koalisyonuzanan yarımadadaki bu kumla da Katar’ın da anılmasına şaşırkaplı ülke hakkında küçük bir araş mamak gerek... Peki, ya “iki cami arasında bitırma yaptım. Halkı eski “göçebe kabile”lerden gelen ve hep aşiret namaz” kalan bizimkilerin şu beylerince yönetilen Katar, “çok boyutlu katkı” tezkeresiy1971’de bağımsız(!) devlet, yani le başlattıkları “Sivillerin korun“diktatörlük” olabilmiş. Bugünkü masında insanlık adına biz de 1.4 milyon nüfusun yaklaşık yarı varız” sürecine ne demeli? Kars’taki “İnsanlık Anıtı”na sını Araplar, diğer yarısını Pakistan, Hindistan, İran ve Bangla bile tahammül edemeyenlerin taa Kuzey Afrika’daki insanlığı deş göçmenleri oluşturuyor. Tarihindeki “Türk dönemi” anımsamaları tarihe nasıl geçecek ise şimdiki emir Şeyh Hamid Bin bilemem. Bu kararın Libyalılara Halife El Tani’nin dedesi Mu mı yoksa sömürgecilere mi yarahammed al Sani’nin 19. yy’da yacağını ise yaşayarak göreceOsmanlıları “davet” etmesiyle ğiz… TV dizisinin adı gibi; “Öyle bir geçer zaman ki…” başlamış; 1913’e dek sürmüş... Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARB SEM H POROY O UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Rize’nin Ayder 1 Yaylası yakınında bir şelale. 2/ Bön, 2 görgüsüz ve yete 3 neksiz kimse... Bir 4 tür yabanmersini. 3/ Pokerde her oyuncu 5 tarafından ortaya 6 konan para... Dinsel bayramlardan bir 7 önceki gün. 4/ No 8 tada durak işareti... 9 Myanmar’ın (Bir1 2 3 4 5 6 7 8 9 manya) para birimi. 5/ Akya balığına verilen bir 1 H A V A C I V A başka ad... İnsanın düşün 2 A R A K A İ N İ me yeteneklerinin tümü. 6/ 3 V A H M A R A Z İyi bir şeye erişme duru 4 A K K A K A Ç mu... “Yetmedi mi sustu 5 C AMA D A N F ğun/Artık bayraklar6A A K A D EM İ la/Söz büyümeli” (F.H. A R Dağlarca). 7/ Tropikal böl 7 V İ R A N E gelerde yaşayan iri gaga 8 A N A Ç M A K İ İ Z F İ R İ K lı bir kuş... Temel, esas. 8/ 9 Osmanlılarda gece bekçisi... Diyarbakır’ın eski adı. 9/ Kayseri’nin Yahyalı ilçesinde, “Aladağlar Ulusal Parkı”nda yer alan, doğal güzelliğiyle tanınmış şelaleler. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde bir kaplıca... Yağmur suyunun biriktiği çukur yer. 2/ Canlı ve değişik renklerle dokunmuş, büyük kareli bir kumaş... Üstün bir yetkinin gücünü simgeleyen değnek. 3/ Hiç emek vermeden ele geçirilen şey... Büyük iplik çilesi. 4/ Belirti... Sakarya ilinde bir ilçe. 5/ Bir zaman birimi... Çin ve Japonya’dan tüm dünyaya yayılmış bir strateji oyunu. 6/ Bir burç adı... Evrensel alıcı olan kan grubu. 7/ Bir çokluğu oluşturan varlıkların her biri... Gözleri görmeyen. 8/ Doku teli... Uzun tüylü bir köpek cinsi. 9/ Vücutta biriken azotlu madde... “Acele, ivedi” anlamında yerel bir sözcük. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle