25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 27 MART 2011 PAZAR 14 PAZAR YAZILARI Kaddafi Belçika’yı birleştirir mi? ibya konusuna girmeden önce hatırlatmakta yarar var. Brüksel bugünden itibaren “tarihin en uzun sürede hükümet kurma” rekorunu Bağdat’ın elinden alabilir. Dünya rekorunu elinde tutan Irak 2010 Mart seçimlerinden ancak 288 gün sonra hükümet kurabilmişti. Belçika’nın Haziran 2010’da sandığa gidişinden bu yana ise tam 289 gün, yani 9 ay 17 gün geçti. Ama ne sezeryan, ne normal doğum! Seçimlerden yeni bir hükümet doğamıyor. Zira, Volonlarla Flamanlar katiyen anlaşamıyorlar. Belçika, bugünden sonra bir hükümet kurulabilirse Guinness Dünya Rekorları kitabına adını yazdıracak. Kurulamazsa da ki bu ihtimal her geçen gün daha ağır basıyorbölünmek suretiyle belki de adını ilkokul atlaslarından bile sildirecek. İşte bu yüzden birbirini yiyen partilerin meclisindeki 126 milletvekilinin 125’i “Kaddafi güçlerine karşı sivilleri korumak” adına günlerdir Libya’ya bomba yağdırmakta olan koalisyon güçlerine katılmaktan yana el kaldırınca Fransız Haber Ajansı AFP inceden dalgasını geçti matrak ülkeyle... Şöyle verdi haberi AFP: “Belçika Libya’ya müdahale etmek amacıyla birliğini onardı.” Oysa Kaddafi’ye karşı “birlik” içinde kalkan ellerden bazıları çok değil daha 2004 yılında Libyalı albayın “ağır” elini muhabbetle sıkmışlardı. Üstelik Kaddafi’nin 1988 yılında Lockerbie’ye düşürülen Panam uçağının vebalini üstlendiği 2003 yılından, bir yıl gibi, kısacık bir süre sonra... Kaddafi’yi ilk defa bir Avrupa ülkesine getiren ziyaretin davetiyesi ise o zamanın AB Komisyonu Başkanı İtalyan Romana Prodi tarafından imzalandı. Bu vesileyle de Kaddafi’nin görkemli çadırı Paris’teki Elysee Sarayı’nın bahçesine kurulmadan çok önce Avrupa’nın başkenti Brüksel’deki Val Duchesse Şato’sunun bahçesine kurulmuş oldu. Kaddafi bu ilk Avrupa ziyareti sırasında şimdilerde AP liberal grup BRÜKSEL başkanı olan o zamanın Belçika Başbakanı Guy Verhofsdat, AB Komisyonu Başkanı ÇİMEN TURUNÇ Romana Prodi ve BATURALP Dışişleri Bakanı Louis Michel tarafından kabul edildi. Ziyaretin, becerikli liberal Michel’in şubat ayında Libya liderinin doğduğu yer olan Syrte’e yaptığı gezi sayesinde gerçekleştiği ileri sürülüyor. Bugün AP milletvekili olan Michel, Belçika’nın koalisyon güçlerine katılarak Libya’da aktif bir rol oynamasını hararetle savunan politikacılardan biri. (Oysa ben aynı Michel’i dışişleri bakanıyken Afganistan’a müdahale edilmesin diye yürüyen yüzlerce insanla kol kola görmüştüm ve o gün bir “bakanı” müthiş bir kalabalığın arasında korumasız yürürken görebildiğim için çok heyecanlanmıştım!) Bugün koalisyon güçleri, Libya’ya sorti yaparak Kaddafi’nin 2004’teki Belçika ziyaretinde atılan tohumların zehirli meyvelerini toplar gibi görünüyor. Albay, Val Düşes’in bahçesindeki çadırını toplayıp döndükten altı ay sonra beklenen iyi haber gidiyor Libya’ya; AB 18 yıl boyunca Libya’ya uygulanan ambargoyu Ekim 2004’te kaldırıyor. Gerekçe Kaddafi’yi Brüksel’e davet eden AB Komisyonu Başkanı Prodi’nin ülkesi İtalya’dan geliyor; Kaddafi’den Avrupa ülkelerinden aldığı silahlarla Libya sahillerini koruyarak İtalya’ya musallat olmuş yasadışı göçmenleri engellemesi isteniyor. Geçenlerde, bizim gazetelerin Libya’daki krizi manşetlerine taşıdığı günlerden birinde Belçika gazetesi Le Soir şu başlığı attı: “Libya Belçika’ya 12 milyona patlayacak”... Belçika “sembolik” bir bütçeyle “Libya’daki sivilleri korumak için” koalisyon güçlerinin arasında olmanın hesabını yapmış olmalı. Yoksa malda mülkte anlaşamadığı için bir türlü hükümet kuramayan Belçikalı milletvekilleri Libya’ya gitmek için asla “birlik” olmazlardı. cimenbaturalp@skynet.be Klasik balenin karanlık yüzü M ariafrancesca Garritano, Scala’nın yıldız balerini. 16 yaşından bu yana sahnede. Scala’nın bale okulundan en yüksek notlarla mezun olan bir yetenek. Marygarret adıyla kaleme aldığı “Dansın Gerçeği” adlı kitabında okuru klasik bale dünyasının loş koridorlarında sürüklerken Scala’nın sahne ışıkları altında süren bale uğraşısının karanlık yüzüyle baş başa bırakıyor. “Klasik bale eşsiz bir sanat ama balerinin kanını son damlasına dek emen, ruhunu öldüren bir uğraş” diye yazıyor Scala’nın yıldızı. Öncelikle dansın temel kurallarını uygulayan bedenlerin özgür olmadıklarını, tatilde bile tutsak düştüklerini anlatıyor. büyüsü, müziğin ezgileri, Sahnede izlediğimiz esnek M LANO salınan bedenler, kulis bedenlerin sahilde yarım heyecanı, dekorların kokusu, saatten fazla güneş yüzü ucunda kalkılan puantlar, görmesi, balerinlerin tülden tütüler düşler ve kumsalda çıplak ayak kâbuslarla örülü bir dünyada gezmeleri yasak, yemek çevreliyor dansçıları. Disiplin konusundaki kurallar listesine ASLI KAYABAL ve yoğun bir egzersiz hiç girmesek daha iyi. Öylesine gerektiren klasik bale, çoğu katı diyetlere uymak zorundalar kez tiran rolüne soyunurken ki Scala’nın dansçılarında artık bu dünyanın kurallarına uyum anoreksi, bulimia (kusma hastalığı) gibi göstermekle yükümlü dansçı ona boyun psikolojik kökenli rahatsızlıklar meslek eğen bir köleye dönüşüyor. hastalığı kabul ediliyor. Mariafrancesca Marygarret takma adıyla çıktığı dans da birçok balerin arkadaşı gibi geçmişte anoreksi ile mücadele ettiğini saklamıyor. yolculuğunda karşılaştığı güçlükleri, uymak zorunda olduğu katı kuralları 43 kiloya düştüğü günlerde kendisine “mozzarella” gibisin diyenler anlatırken içini döküyor Scala’nın anılarında saklı. Sahne ışıkları, dansın yıldızı. Bedenin, dansçıları her an beklenmedik bir nedenle aldatabileceğini gizlemiyor Mariafrancesca. İp cambazı gibi kırılgan dengeler üzerinde dans eden balerinlerin gerçekte kendi bedenlerinin tutsağı olduklarını anlatıyor. Geçen yıl Venedik Film Festivali’nde sunulan Darren Aronofsky’nin “Black Swan” filminde Siyah Kuğu’yu canlandıran Natalie Portman’ın çizdiği balerin portresi, Scala’nın prima balerini Mariafrancesca’nın anlattığı balerin profiliyle birebir örtüşüyor. Bu sezon Scala’da Kuğu Gölü balesinde Odette’i canlandıran Marygarret’in bizlere fisıldadığı gibi, bu da madalyonun öteki yüzü olsa gerek. aslikayabal@hotmail.com L Balıklar ölüyor, kuşlar dönmüyor İ sveç’te toplu kuş ölümlerinden sonra çevreci kuruluşlarca hazırlanan bilgiler çoktandır elimin altındaydı. Kuzey ülkelerinde, son yıllarda küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği nedeniyle, ilkbahar ve sonbaharda kuşların geliş gidiş trafiklerinde kayda geçen tuhaflıklar yaşanıyordu. Kuş gözlemevlerinin raporlarına göre, sonbahar dönemlerinde hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde gitmesi nedeniyle birçok kuş türü yanılarak sıcak ülkelere zamanında hareket etmekte geç kalmıştı. Havaların aniden soğumasından sonra çıktıklarında ise yollarda kalarak ölmüşlerdi. Ben de geçen yıl kış ortasında ikide bir gelip camın önüne konan sığırcık kuşunun garip davranışlarından anlamıştım bir terslik olduğunu. O da sürüden kopmuş, zamanında uçup sıcak iklimlere gitmemiş olmalı ki kış boyunca, çaresiz bir şekilde camın önüne konup durdu. Pencerenin kenarına ekmek ve kuş yemi bırakarak onu yaza çıkarmayı başardım. Birkaç yıldır ilkbaharda, kuşların gelişlerinde de bir tuhaflık var. Eskiden daha kalabalık sürüler halinde gelirlerdi. Gölün çevresi, kilisenin etrafındaki ormanlık alan kuş sesleriyle inlerdi. Nedenlerini sorgularken gölde yaz kış yaşayan kuş türlerinin de azaldığını fark ettim. Onlara ekmek kırıntısı atmaya gittiğimde burnumun dibine kadar sokulan, pantolonumun paçalarını gagalayan ördek sürülerinden de eser kalmamıştı. Sonbaharda toplu halde neden kaybolduklarını anlayamadım. İlkbahar geldi, karlar eridi, buzlar çözüldü, hâlâ dönmediler. Ocak ayında, İsveç başta olmak üzere, Kuzey ülkelerinde meydana gelen toplu kuş ölümlerinin nedeni havai fişeklere bağlanmıştı. Resmi açıklamalara göre, yılbaşı gecesi atılan havai fişeklerin gürültüsüyle yuvalarından fırlayan binlerce kuş, karanlıkta duvarlara, hükümeti tarafından engelleniyor. İsveç, geriye kalan ağaçlara, otomobillere çarparak ölmüşlerdi. atom santrallarında sıkı bir denetim sürdürüyor. 2006 Ancak güneyde, kuşların geçiş yolu üzerindeki yılında Forsmarks ve Oskarshamn bölgelerindeki 3 ormanlık alanlarda, karların erimesiyle ortaya çıkan atom santralının çalışması durdurularak bakımdan toplu kuş ölümlerinin nedeni açıklanamadı. geçirildi. MALMÖ İsveç’teki çevreci kuruluşların Yıllar önce Landskrona kenti yakınlarındaki açıklamalarına göre, son yıllarda balina Barsebäcks atom santralına düzenlenen bir intiharları, toplu halde kuş ve balık ölümleri çevre gezisine katılmıştım... Santraldan çıkan gelecekteki depremlerin, tsunamilerin ve suların denize karıştığı yeri su kuşları ve diğer doğa felaketlerinin habercisiydi. balıkların barınağı haline getirmişlerdi. Hayvanların doğadaki değişimler Zaman zaman yiyecekler atarak kuşları ve ALİ HAYDAR karşısında insanların sahip olamadıkları bir balıkları orada sürekli tutmaya NERGİS iç duyarlılıkları var. Hava ve denizlerdeki çalışıyorlardı. Bu bir “erken uyarı” manyetik titreşimlerden etkileniyor, yöntemiydi. meydana gelebilecek doğa felaketini önceden algılıyor; Bu yöntemle suya radyasyon sızıntısı karışıp ya o bölgeden uzaklaşmaya çalışıyor veya toplu intihar karışmadığı denetleniyordu. Bir sızıntı olması halinde yolunu seçiyorlar... Kuşların, balıkların doğasıyla kuşların ve balıkların ölmesiyle tehlike anında fark barışık ülkeler, zamanında aldıkları önlemlerle edilecek ve önlem alınacaktı. Barsebäcks santralı, yaklaşan tehlikelerin etkisini azaltmaya çalışıyorlar. 2005 yılında tamamen kapatıldı. Şimdi aynı bölgede İsveç’te 1980 yılında yapılan bir halkoylamasıyla, halkın “rüzgâr gülü” adını verdiği, rüzgâr gücüyle ülkedeki bütün atom santrallarının 30 yıl içinde çalışan elektrik üreteçlerinin pervaneleri dönüyor. kapatılması kararlaştırıldı. Bu karar, sosyal demokrat İsveç’te doğalgaz kullanılmıyor. Mutfaklarda ve hükümetler tarafından başarıyla uygulandı. evlerin ısıtılmasında elektrikten yararlanılıyor. Tüpgaz Öngörülen süre dolmadan önce ülkedeki atom yüzde 23 oranında, sadece restoranlarda ve çok eski santrallarının tamamına yakını kapatıldı. Geriye kalan yapılarda kullanıldığı için bir “tehlike” 3 atom santralı ve ona bağlı 10 reaktörün kapatılması oluşturmuyor... ise halen iktidarda bulunan sağcı Fredrik Reinfeldt alinergis@yahoo.se Almanya’da nükleer endişe aponya’da yaşanan ve ediyorlar. Acı olanda bu yüzyılın felaketi olarak zaten! zihinlere yerleşip binlerce Sürekli yağmurlar altında insanın yaşamını yitirdiği yaşamanın getirdiği ruh deprem ve tsunaminin hali içinde güneşli kıyıları ardından patlayan özleyen bir Egeli olarak reaktörlerin yarattığı panik eski bir İtalyan kahvesinde ve korku Almanya’da Vivaldi tınıları ile günlerdir herkesi “şok”a kahvemi yudumlarken cep soktu... Ülkedeki 17 telefonum çalıyor... santraldan 7’sinin devre Münih’te epeydir sesi dışı bırakılacağı kararına soluğu çıkmayan Nokta rağmen halkın kaygısı tiyatrosunun yönetmeni dinmiyor. Protesto ve Ercan Koca arayan. 11 yürüyüşler peş peşe... Haziran’a kadar sürecek Özellikle ilk günlerde bir program içinde Nokta Münih’te yaşayanların tiyatrosunun Aziz bakışları şehre 90 km. Nesin’in “Azizname”sini uzaklıktaki Landshut oynayacakları müjdesini kasabasına çevrilmişti. veriyor. Kentte zar zor Burada ülkenin en eski ayakta tutulan iki santrallarından biri “Isar tiyatronun varlığı bile I” ya da diğer adıyla sevindirici. “Ohu” adlı santral Japonya’daki felaket yükseliyordu. Ve hedef tabloları ile yaşanan tahtasıydı. Üst üste şaşkınlıklar bütün dünyada düzenlenen yürüyüşlerle radyasyon korkusunu da binlerce insan “Nükleer beraberinde getirdi. Santrallara Hayır” Marien Meydanı’nda dediler ve “Ohu” günlerdir tek bir Japon öncelikle kapatıldı. turist göremezken Japonya’da yaşanan şehirdeki bazı kiliselerin felakettten ders alınmasını kapılarında Japon isteyen politikacılar ve bayraklarına rastlıyorum. uzmanlar TV İnce ince yağmur atıştıran ekranlarından eksik bir akşam alacasında olmuyor. Marien Meydanı’na Her şeyin hızla değiştiği yürüyorum. Belediye gergin günlerde binasının altındaki yaşıyoruz... TV revakların içine sığınmış ekranlarında yoksul savaş akordeoncular MÜN H uçaklarının ve dilenciler, Libya’yı biraz ilerde ise bombalamasını Greenpeace ve Ortadoğu’da örgütünün bir olup bitenleri çadırı gözüme anında ilişiyor. EROL ÖZKAN izliyoruz. Münih’teki Adeta her şey çevreciler her bir oyun gibi... yerdeler bugünlerde. Bir taraftan da ilkyaz Bütün dünya Japonya’da kendini en çok parklarda yaşanan deprem ve hissettiriyor. Münih gelin tsunamiden çok nükleer gibi süslenip tehlikenin ürkütücü güzelleştiriliyor. Yağmur gerçeklerini konuşuyor... altındaki hafta sonlarında Bütün dünya nükleerlere tramvaya atlayıp gezmeye karşı çıkarken biz ise bayılıyorum. Ve merkez Ecemiş fay hattına 25 km. istasyonundan uzaklıktaki Akkuyu gazetelerimi alıyorum. Bu santralını devreye arada ünlü tren sokuyoruz ve “artık istasyonuna açılan Goethe kazmayı vuracağız...” Caddesi’ni sorarsanız mesajını duyuruyoruz! cumartesileri yine tıklım Yıllar yılı Kaz tıklım göçmen kaynıyor. Dağları’nın, Kozak Çoğu Münih’te yaşayan Yaylası’nın Kışla Dağı’nın yabancılar ve Türkler. kültürel değerlerini Kızmaca darılmaca yok. korumak için çırpınırken Münih’in “arabesk” yüzü doğal güzelliklerin burada karşımıza çıkıyor. elimizden kayıp gideceğini Vitrin camlarında “helal uzmanların dilinden kebap” yazan dönerciler öğrenmiştik... Şimdi ise ve tipik bir Orta Anadolu Japonya olayından sonra kasabası görünümü veren uzun uzun nükleer eksportçuların “kitch” reaktörlerin başımıza neler camekânları ile içki getireceğini düşüneceğiz. satmayan Türk Zira TV haber marketleriyle (!) kanallarında her gün Araplaşmış bir estetikle tartışılan o açık Türkiye imajını yansıtıp oturumlarda konuşan duruyorlar. Caddelerde uzmanların görüşleri bir yaratılan varoş ve eski yana komşumuz mekânlar ile manzaraları Yunanistan bile bizi bu gören Almanlar da konuda uyarıyor, ne cebinde Türk pasaportu diyelim? taşıyan herkesi aynı kefede tartıp kategorize erolozkan66@hotmail.com J C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle