20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 EYLÜL 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ 9 CMYB C M Y B SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Taraf ve Tarafsızlık Bundan iki üç yıl önce başlayan ve çok yakın bir döneme kadar süren bir olgu vardı. Bilmem hatırlıyor musunuz? Hani sabahın köründe, saatin 5’inde, 6’sında İlhan Selçuk’lar gözaltına alınıyordu. Hani 1 yıla yakın bir süreden beri tutukluluklar devam ediyordu. Ama daha iddianame bile düzenlenmemişti. Ve insanlar neden olduğunu bilmeden, daha haklarındaki kanıtları bile bilmeden içeride yatıyordu. Hani telefon dinlemeler tüm hızı ile sürüyordu. Hani bazı aydınlar, profesörler, gazeteciler içeri alınıyordu. Hani “belli yargıçlar” isimsiz arama kararlarına, isimsiz dinleme kararlarına imza atıyordu. Hani Türkan Saylan’ın evi, ÇYDD ve ADD binaları, inanılması güç genişlikte arama kararları ile aranıyordu. Hani sözüm ona Boğaz’a atılmış(!) bazı mermiler, atıldıktan 4-5 yıl sonra, bir isimsiz ihbar(!) sonucunda, atıldıkları yerde, akıntıda bir metre bile kaymadan, arama yapan yetkililer tarafından yüzde yüz(!) isabetle bulunuyordu. Hani Ankara’da AKP il binasının 10 metre ötesinde, darbe olduğunda çıkarılacağı ve kullanılacağı düşünülen silahlar, yerin on beş metre altından, iş makineleri ile ancak iki tam gün kazılarak çıkarılıyordu. Hani toprak altında nasıl olduysa 5-6 yıldır gıcır gıcır kalmış silahlar. Hani Kuddusi Okkır o hastalığa yakalanmıştı, herkesin gözü önünde yaşamını yitiriyordu da, bazı doktorlar, bazı savcılar, bazı yargıçlar, “Yok yok yalan yapıyor, o para kasasıdır, tahliyesine gerek yok” diyorlardı. İşte tam bu süreç içerisinde, bazı aydın ve bazı gazetecilerde çok sık rastlanan bir tavır oluşmuştu. Neydi o tavır? Bu uygulamalara, bu isimsiz aramalara, gizli tanıklara, isimsiz ihbar mektuplarına, bu hukuksuz gözaltılara, tüm bu hukuksuzluklara karşı çıkanlara karşı, tümü bir ağızdan “Yok yok, bu konularda taraf olmamak gerekir. Tarafsız olmak gerekir” diyorlardı. Hatırlıyorsunuzdur. Kim olduklarını da hatırlıyorsunuzdur. Hayır yanlış anlamayın, Başbakan’ın kendi deyimi ile Başbakan’ın silahşorları olanlardan söz etmiyorum. Başbakan yanağı okşayıp, sırtını sıvazlayıp, gazeteci olanlardan da söz etmiyorum. 2002’den bu yana gazeteci olanlardan, köşe yazarı olanlardan da söz etmiyorum. Soldan sağa, sağdan Neo Osmanlıcılığa, oradan Özalcılığa, oradan AKP yandaşlığına geçenlerden de söz etmiyorum. Daha ABD açılımının hiçbir şeyi, ne içeriği, ne kapsamı bilinmeden, sizleri, bizleri, hepimizi, “Açılıma katılmayanlar iki cihanda lekelidir” diyerek, sözüm ona lekelemeye kalkışan sanatçılardan da söz etmiyorum. Ben “tarafsız olunması gerektiğini söyleyen”, belki de inanan gazeteci ve aydınlardan söz ediyorum. Pekiyi ama bir şeyi de çok merak ediyorum. Başbakan, çok açıklıkla “bitaraf olan bertaraf olur” dedi. Hem de “görüşünü açıklamayan olur” demedi. Açıkça söyledi. “Daha önce evet anayasa değişmeli diyordunuz, bugün neden evet demiyorsunuz, tarafsızım demeyin, evet demeyen, bitarafım diyen, bertaraf olur” dedi. Şimdi soruyorum sevgili dostlar, bizleri eleştiren, tarafsız olmamakla suçlayan, taraf olmakla suçlayan bu tarafsız(!) aydınlar, gazeteciler, Başbakan’ın bu sözüne karşı ne yaptılar, ne eleştiride bulundular, ne dediler? Nerede yazdılar ve ne yazdılar? Dikkat ederseniz, “sevgili dostlar” diye sizlere soruyorum. Çünkü kendilerine sormaya cesaret bile edemiyorum. Neden mi? Hayır hayır, yanlış anlamayın, başka bir şeyden değil! Onlardan alacağım yanıttan korkuyorum da ondan. Maalesef, bu yanıtı, bırakın bir aydını, bir gazeteciyi, “ben özgür bireyim” diyen hiç kimseye yakıştıramayacağımı düşünüyorum da ondan. Bir şeyi daha merak ediyorum. Başbakan “Yargıda dedelerden talimat alma dönemi bitiyor” dedi. Daha önce de söylemiştim. Yani kastettiği Seyfi Oktay. Yani Alevi. Yani yargıçlar Alevi oldukları için, Alevi dedesinden talimat alıyorlardı. Şimdi artık Sünni iktidar temsilcileri etkili olacak. Şimdi siz bundan daha yaralayıcı, daha ayırıcı, daha Alevi – Sünni ayrımını körükleyen bir ifade duydunuz mu? Bugüne kadar bir tek Başbakan’dan böyle bir söz duydunuz mu? Ve soruyorum sevgili dostlar, bizleri tarafsız olmamakla suçlayan bu tarafsız(!) aydınlar, gazeteciler, Başbakan’ın bu sözüne karşı ne yaptılar? Ne yazdılar, nerede yazdılar? Ne dediler? Değerli dostlar, bakıyorum da “ben tarafım”. Açıkça tarafım. Demokrasiden yana tarafım, Atatürk Cumhuriyeti’nden yana tarafım. Çağdaş, demokratik, laik, hukukun üstünlüğüne dayalı, sosyal adalete dayalı, eşitlikçi, gerçek anlamda hukukun üstünlüğüne dayalı, bağımsız bir Cumhuriyetten yana tarafım. Ve bakıyorum da, ne kadar gerçek, bağımsız, inandığım, güvendiğim hukukçu varsa, avukat varsa, yargıç varsa, savcı varsa, anayasacı varsa, tümüyle aynı taraftayım. Ne kadar gerçek sanatçı varsa, aynı taraftayım. Ne kadar gerçek anlamda hukukun üstünlüğünü savunan gazeteci varsa, aynı taraftayım. Ne kadar dürüst, sevdiğim, inandığım siyasetçi varsa, aynı taraftayım, hem de partilerimiz ne olursa olsun. Ne mutlu bana! Ve ne yazık diğerlerine! “Bence İstanbul insanlardan dolayı büyük hayal kırıklığı yaşıyor. İstanbul’a baktığımız zaman insanın ne kadar bencil ve saldırgan genlere sahip olduğunu görüyoruz. İnsanoğlu kendini dünyanın efendisi zannediyor, ama dünyayı yok ediyor.” “Bu romanda Başkomiser Nevzat, suçluya, bir polis, yargıç gibi değil, bir insan, bir yazar gibi bakmaya çalışıyor. Suçu ve suçluyu yaratan ortamı anlamaya çalışıyor. Ben de okura bunu anlatmaya çalışıyorum. Suç nedir, suçu yaratan nedir, sorularını soruyorum.” SEDA SARI “Sana dün bir tepeden baktım aziz İs- tanbul…” Evet, Yahya Kemal’in bu güzel dizesiyle başlõyordu “İstanbul Hatırası”; Byzantion’dan İstanbul’a uzanan bu heyecan yüklü, tarihsel serüven. Yõllardõr birlikte yaşadõğõnõz, tanõdõğõnõzõ sandõğõnõz ama aslõnda hiç tanõmadõğõnõzõ fark edeceğiniz gerçek İstanbul’u anlatõyor bu güzel kitap. Hep o size kucak açtõ, dertlerinizi dinledi, gözyaşlarõnõzõ sildi. Her anõnõza tanõk oldu. Sõr tutmasõnõ bildi. Ama şimdi roller de- ğişiyor. Bu kitapta İstanbul konuşuyor ve siz dinliyorsunuz. İstanbul âşõğõ Ahmet Ümit ile İstanbul’u, son romanõ “İstanbul Hatırası”nõ ve gün- deme düşenleri konuştuk. Bu sohbete bir ku- lak verin derim. - Selim İleri ve birçok yazar arkadaşınız “İstanbul Hatırası” için Ahmet Ümit’in ol- gunluk çağı eseridir diyor. Siz de böyle mi yorumluyorsunuz?.. - Benim ilk kitabõmdan bu yana geçen ki- taplarla olan ilişkilerim duygusal ilişkilerdir. Bir eser yazdõm ve muhteşem oldu demek bi- raz zor. Bence yazarõn bunu söylemesi de sa- kõncalõ. Yapõtlarõmõzla kurduğumuz duygu- sal ilişkilerden ötürü onlarõn kusurlarõnõ gör- memiz çok zor oluyor. Dolayõsõyla Selim gibi usta bir yazar ya da başka usta bir eleştirmenin, dõşarõdan bakan birinin değerlendirmesini daha doğru bulu- yorum. Çünkü ben ne dersem diyeyim hep öz- nel bir şey barõndõracaktõr içinde. Yani duy- gusallõk ön planda olacaktõr.. - “İstanbul Hatırası”nda sizi yazmaya iten ne oldu?. Neden İstanbul? - Birinci sebep burada ya- şõyor olmam. 18 yaşõmda geldim. 32 yõldõr da bu şe- hirdeyim. Beni biçimlendi- ren ikinci şehir. İlk şehir doğduğum yer olan Gazi- antep. 18 yaşõma kadar ora- da yaşadõm. Hâlâ da o kül- türle bağõmõ sürdürürüm. Ama öte yandan yaşadõ- ğõm her şey İstanbul’da oldu diyebilirim. Bütün büyük olaylarõ, hayatõmdaki trajedi- leri, dramlarõ, başarõlarõ, ba- şarõsõzlõklarõ, mutluluklarõ, mutsuzluklarõ bu şehirde tat- tõm. Burada âşõk oldum, bu- rada evlendim, burada kõzõm ve torunum oldu. Kõsacasõ bu şehir bana çok yoğun bir hayat verdi. 50 ya- şõndayõm ama üç ömür yaşa- mõş insanlardan daha fazla şey gördüm. Bunlardan neler çõkarttõm bilmiyorum ama çok sõkõştõrõlmõş yoğun bir hayattõ yaşadõğõm. O yüzden birinci neden bu şehri yaz- mak, bu şehre olan borcu ödemek düşüncesi. İkincisi ise bu şehir hem do- ğa hem de tarih olarak yeryü- zünün en benzersiz şehri. İs- tisnasõz bunu söyleyebilirim. Böyle bir şehir yok ve ne ya- zõk ki üzerinde yaşayan in- sanlar bu şehre çok kötü dav- ranõyorlar, yağmalõyorlar, ta- lan ediyorlar, yok ediyorlar ve kõymetini bilmi- yorlar. Ve bunlarõn hepsi gözümün önünde oluyor. Ben de bunlardan biriyim. Belki ben de yağ- malõyorum, talan ediyorum. Hiç değilse borcu- mu ödeyeyim, bir katkõda bulunayõm diye, en azõndan kendimi rahatlatayõm duygusuyla ya- zõlmõş bir romandõr “İstanbul Hatırası”. - Şu andaki ruh hali nasıl İstanbul’un? - Bence İstanbul şu anda insanlardan dolayõ büyük hayal kõrõklõğõ yaşõyor. Stephen Haw- king’in bir açõklamasõ vardõr. Eğer başka bir ge- zegene gidemezsek insan türü yok olacak çün- kü genlerimizde bencillik ve saldõrganlõk var. Bu açõklamaya aynen katõlõyorum. Bunu anlamak için İstanbul’a bakmak yeter- li. İstanbul’a baktõğõmõz zaman insanõn ne kadar bencil ve saldõrgan genlere sahip olduğunu gö- rüyoruz. Bunun üstüne bir de aptallõk koydu- ğumuz zaman, günümüzü gün edelim mantõğõ ol- duğu zaman bitiyor. İnsan türü ortadan kalkabilir. Aynõ şey İstanbul için de geçerli. Bu kadar güzel bir şehri mahvediyoruz; vic- dansõzca, acõmasõzca, hiçbir sorumluluk duy- madan talan ediyoruz, yok ediyoruz. İnsanoğlu kendini dünyanõn efendisi zannediyor ama dün- yayõ yok ediyor. Böyle olunca aslõnda kendi yok olacak farkõnda değil. Ondan sonra bir din uyduru- yorlar. O dinle de cennete ce- henneme gidileceğini söy- lüyorlar. Cennet de cehen- nem de hepsi bu dünyada aslõnda. - Kitabınızı yazarken edindiğiniz bilgiler içinde sizi en çok şaşırtan şey ne oldu? - Roma, Osmanlõ, Hristiyan, Müslüman, Yahudi, Türk diye ayõrõyoruz topluluklarõ. Aslõnda bu şehirde hepsinin beraber ol- duğunu gördüm. Örneğin Büyük Konstantin çok önemli bir hü- kümdardõr Roma için. Ve bu adamla Fatih arasõnda büyük benzerlikler var. Şöyle ki Fatih Gebze’de, Konstantin ise İz- mit’te ölmüştür. İkisinin mezar yeri de aynõ yerdedir. Daha önce Fatih Camisi’nin olduğu yer Havarium Kilisesi’ydi. Konstantin orada gömülüydü. Daha sonra Fatih de orada gö- müldü. Bu bilgiler beni çok şa- şõrttõ aynõ zamanda da se- vindirdi. Biz insanlarõ ayõ- rõyoruz, bölüyoruz. Aslõn- da değişmeyen şey, bu uygarlõk için ne yaptõn. Soru bu. Çünkü bu şehri Roma’nõn başkenti ya- pan kişi Büyük Kons- tantin. Ama Fatih de çok büyük. Çünkü bu şehir bitmiş bir haldeyken yepye- ni payitaht çõkar- tõyor. Bu iki insan bu anlamda bakarsanõz çok büyük iki insan. Birinin Osmanlõ diğe- rinin Romalõ olmasõnõn hiçbir önemi yok. Dini- niz, diliniz, õrkõnõzõn bir önemi yok. İnsan olarak iyi misiniz kötü müsünüz, ha- yata ne veriyorsunuz, öteki insanlara ne yapõyorsunuz, ne yaptõnõz, sorun bu yani. - Romanda 7 hükümdar, 7 sikke, 7 mekân ve 7 gizemli olay anlatılıyor. Neden 7? - Pisagor sayõlarõn bir anlamda hayata dair anlamlar ifade ettiğini söylüyor. 7 sayõsõ da bu anlamlõ sa- yõlardan birisi. Sürecin dönmesi, sü- recin olgunlaşmasõ ve kendini ta- mamlamasõ anlamõna geliyor. Eski Hipodrom şimdiki adõyla Sulta- nahmet Meydanõ’nda at yarõşla- rõ yapõlõrken 7 kere dönüyorlar- mõş. Müslümanlõkta Kâbe’nin et- rafõnda 7 kere dönmek kavramõ vardõr. Gökyüzünün 7 katõndan bahsedi- lir. Bu anlamda 7 bir çevirim, mito- lojik bir durumdur. Bu çevirim in- sanlar üzerinde de yerleşmiş tabii. Bir de İstanbul yedi tepe üzerine kurulmuştur. Ama insanlar ye- di tepe denilince Taksim, Çam- lõca gibi tepeler zannediyorlar. Yedi tepe surlarõn kapsa- dõğõ yerlerde olan yedi te- pedir. Birinci tepe Aya- sofya’nõn bulunduğu yer- dedir. İkinci tepe Çem- berlitaş sütunun olduğu yerde. Üçüncü tepe Süleymaniye Bölge- si’nin olduğu mekânda- dõr. Dördüncü tepe Fatih, beşinci te- pe Yavuz Selim civarõ, altõncõ tepe Edirnekapõ ve yedinci tepe ise Cer- rahpaşa civarõnda olan tepedir. Bütün bunlar 7 sayõsõnõ kullan- mamõ sağladõ. Bu anlamda 7 mistik bir özellik taşõyor, roman 2700 yõllõk bir döneme gönderme yaptõğõ için. Bu tür mitolojik öğeleri romanlarõmda kullanmayõ severim. - Romanda Başkomiser Nevzat ve ekibini aslında resmi düşünce- nin dışladığı insanlar olarak yo- rumluyorsunuz. Bahsettiğiniz res- mi düşünce nedir? - Normalde bir polis tipine baktõğõmõz zaman devletin kolluk gücüdür ve o devletin de bir bakõş açõsõ vardõr. Suç- luyu yakalarõz ve biter. Hayõr. Nev- zat böyle düşünmüyor. Suçluyu yakalamakla mesele bitmiyor. Önemli olan suçu kurutmak. Yakalanan her suçlunun da insan olduğunu gözardõ etme- mek gerekir. Onlar gerçekten kötü mü yoksa hayatõn kendi- sinde var olan birçok adalet- sizlik mi suç? Nevzat da suç- luya bakarken bir polis, yargõç gibi değil; bir insan gibi, bir yazar gibi bakmaya çalõşõyor. O suçu ve suçluyu yaratan sosyoekonomik, psikolojik, ta- rihsel durumu anlamaya çalõ- şõyor. Ben de okura bunu an- latmaya çalõşõyorum. Suç ne- dir, suçu yaratan nedir sorularõnõ soruyorum. - Peki sırada nasıl bir macera bekliyor bizi? - Osmanlõ dönemine ait bir roman ya- zõyorum. Biliyorsunuz, hem Osmanlõ hem Roma döneminde sarayda bol bol cina- yet var. İktidar için kendi öz kardeşlerini, anne- lerini, babalarõnõ, oğullarõnõ öldürdüler gözleri- ni kõrpmadan. Osmanlõ için çok önemli bir ci- nayeti anlatõyorum. Osmanlõ İmparatorluğu’nun gidişatõnõ, kaderini etkileyebilecek önemli bir ci- nayet. - Bir de geçmişte 12 Eylül maceranız var. Yaklaşık 1 yıl yurtdışında kaldınız. O süreç- te neler yaşandı? - O süreçte çok acõ şeyler yaşadõm. 12 Eylül ön- cesinde de çok korkunç olaylar yaşadõk. Pek çok arkadaşõm yanõmda öldürüldü, kucağõmda ölen arkadaşlarõm oldu. Ben yaralandõm, bõçaklandõm. Bir bomba sonucu paramparça olan arkadaşlarõm oldu. Çok sert ve acõmasõz bir dönemdi. Öte yan- dan çok şey öğreten bir dönemdi. Yazarlõk sürecinde yansõtabildiğim şeyler varsa hayata, insan psikolojisine dair, o dö- nemden de kaynaklanmaktadõr. 12 Eylül döne- mini ise yeraltõnda geçirdim. Bu dönem boyunca örgütlü bir mücadele sürdürdüm. Türkiye Ko- münist Partisi’nde gençlik örgütünde yönetici ola- rak çalõştõm. Politikayõ yasaklayan generallere karşõ politika yaptõk onlara inat. O dönemde de tutuklamalar, tutuklanmanõn eşiğinden döndüğüm anlar oldu. Ailem bunun acõsõnõ çok çekti. Ama dediğim gibi çok öğre- tici bir süreçti. Bir zekânõn, bir ahlakõn, cesare- tin sõnandõğõ bir dönemdi. O sõnavdan fena çõk- madõğõmõ söyleyebilirim. O dönemi o şekilde ya- şadõğõm için gurur duyuyorum. - Peki size o dönemin en çok öğrettiği şey ne oldu? - Hayatõn ne kadar değerli olduğu. ‘Cennet cehennem bu dünyada’ Ahmet Ümit’le son romanı “İstanbul Hatırası”, İstanbul kenti, 12 Eylül dönemi ve 12 Eylül referandumu üzerine “12 Eylül öncesinde çok korkunç olaylar yaşadõk. Pek çok arkadaşõm yanõmda öldürüldü. Çok sert ve acõmasõz bir dönemdi. Öte yandan, çok şey öğreten bir dönemdi. 12 Eylül dönemini yeraltõnda geçirdim. Politikayõ yasaklayan generallere karşõ politika yaptõk onlara inat.” Yılın filmi Polanski’den Kültür Servisi - Roman Polanski’nin, başrolünde Ewan McGregor’un yer aldõğõ, politik-gerilim sõnõfõndaki yeni yapõtõ “The Ghost Writer” Uuslararasõ Film Eleştirmenleri Derneği FIPRESCI tarafõndan “yõlõn filmi” seçildi. 296 film eleştirmeninin katõldõğõ değerlendirme sonucu birinciliği alan “The Ghost Writer”a ödülü 17 Eylül’de San Sebastian Film Festivali’nde verilecek. FIPRESCI’nin bu ödüle önceki yõllarda layõk gördüğü isimler arasõnda ülkemizden Nuri Bilge Ceylan da yer alõyor. - Şu anda gündemimizde olan 12 Eylül referan- dumu için ne düşünü- yorsunuz? - Ne tür bir oy vereceğim konusundaki düşüncem henüz netleşmedi. Ka- rarsõzõm. Şu an AKP’nin sunduğu şey samimi bir şekilde ülke- ye demokrasi getirmek ve var olan anayasayõ bu sebepten ortadan kaldõrmak mõ yoksa kendileri için hüküme- tin var oluş testi mi on- dan emin değilim. Mesela tüm partiler anlaş- mõş olsalardõ, hep bera- ber demokratik bir ana- yasa kuruyoruz deseler- di. Meydanlara çõkar bunu savunur anlatõr- dõm. Ama şu andaki sa- mimiyetten emin olma- dõğõm için belki oy bile kullanmayabilirim. Bu da bir tavõrdõr sonuçta. ‘ Oy konusunda kararsõzõm’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle