Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 EYLÜL 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ 9
CMYB
C M Y B
SÖZDEN YAZIYA
SÜHEYL BATUM
Taraf ve Tarafsızlık
Bundan iki üç yıl önce başlayan ve çok yakın
bir döneme kadar süren bir olgu vardı. Bilmem
hatırlıyor musunuz? Hani sabahın köründe,
saatin 5’inde, 6’sında İlhan Selçuk’lar
gözaltına alınıyordu. Hani 1 yıla yakın bir
süreden beri tutukluluklar devam ediyordu.
Ama daha iddianame bile düzenlenmemişti.
Ve insanlar neden olduğunu bilmeden, daha
haklarındaki kanıtları bile bilmeden içeride
yatıyordu. Hani telefon dinlemeler tüm hızı ile
sürüyordu. Hani bazı aydınlar, profesörler,
gazeteciler içeri alınıyordu. Hani “belli
yargıçlar” isimsiz arama kararlarına, isimsiz
dinleme kararlarına imza atıyordu. Hani Türkan
Saylan’ın evi, ÇYDD ve ADD binaları,
inanılması güç genişlikte arama kararları ile
aranıyordu. Hani sözüm ona Boğaz’a atılmış(!)
bazı mermiler, atıldıktan 4-5 yıl sonra, bir
isimsiz ihbar(!) sonucunda, atıldıkları yerde,
akıntıda bir metre bile kaymadan, arama yapan
yetkililer tarafından yüzde yüz(!) isabetle
bulunuyordu. Hani Ankara’da AKP il binasının
10 metre ötesinde, darbe olduğunda
çıkarılacağı ve kullanılacağı düşünülen silahlar,
yerin on beş metre altından, iş makineleri ile
ancak iki tam gün kazılarak çıkarılıyordu.
Hani toprak altında nasıl olduysa 5-6 yıldır gıcır
gıcır kalmış silahlar. Hani Kuddusi Okkır o
hastalığa yakalanmıştı, herkesin gözü önünde
yaşamını yitiriyordu da, bazı doktorlar, bazı
savcılar, bazı yargıçlar, “Yok yok yalan yapıyor,
o para kasasıdır, tahliyesine gerek yok”
diyorlardı.
İşte tam bu süreç içerisinde, bazı aydın ve
bazı gazetecilerde çok sık rastlanan bir tavır
oluşmuştu. Neydi o tavır? Bu uygulamalara, bu
isimsiz aramalara, gizli tanıklara, isimsiz ihbar
mektuplarına, bu hukuksuz gözaltılara, tüm bu
hukuksuzluklara karşı çıkanlara karşı, tümü bir
ağızdan “Yok yok, bu konularda taraf
olmamak gerekir. Tarafsız olmak gerekir”
diyorlardı.
Hatırlıyorsunuzdur. Kim olduklarını da
hatırlıyorsunuzdur. Hayır yanlış anlamayın,
Başbakan’ın kendi deyimi ile Başbakan’ın
silahşorları olanlardan söz etmiyorum.
Başbakan yanağı okşayıp, sırtını sıvazlayıp,
gazeteci olanlardan da söz etmiyorum.
2002’den bu yana gazeteci olanlardan, köşe
yazarı olanlardan da söz etmiyorum. Soldan
sağa, sağdan Neo Osmanlıcılığa, oradan
Özalcılığa, oradan AKP yandaşlığına
geçenlerden de söz etmiyorum. Daha ABD
açılımının hiçbir şeyi, ne içeriği, ne kapsamı
bilinmeden, sizleri, bizleri, hepimizi, “Açılıma
katılmayanlar iki cihanda lekelidir” diyerek,
sözüm ona lekelemeye kalkışan sanatçılardan
da söz etmiyorum. Ben “tarafsız olunması
gerektiğini söyleyen”, belki de inanan gazeteci
ve aydınlardan söz ediyorum.
Pekiyi ama bir şeyi de çok merak ediyorum.
Başbakan, çok açıklıkla “bitaraf olan bertaraf
olur” dedi. Hem de “görüşünü açıklamayan
olur” demedi. Açıkça söyledi. “Daha önce evet
anayasa değişmeli diyordunuz, bugün neden
evet demiyorsunuz, tarafsızım demeyin, evet
demeyen, bitarafım diyen, bertaraf olur” dedi.
Şimdi soruyorum sevgili dostlar, bizleri
eleştiren, tarafsız olmamakla suçlayan, taraf
olmakla suçlayan bu tarafsız(!) aydınlar,
gazeteciler, Başbakan’ın bu sözüne karşı ne
yaptılar, ne eleştiride bulundular, ne dediler?
Nerede yazdılar ve ne yazdılar?
Dikkat ederseniz, “sevgili dostlar” diye sizlere
soruyorum. Çünkü kendilerine sormaya
cesaret bile edemiyorum. Neden mi? Hayır
hayır, yanlış anlamayın, başka bir şeyden değil!
Onlardan alacağım yanıttan korkuyorum da
ondan. Maalesef, bu yanıtı, bırakın bir aydını,
bir gazeteciyi, “ben özgür bireyim” diyen hiç
kimseye yakıştıramayacağımı düşünüyorum da
ondan.
Bir şeyi daha merak ediyorum. Başbakan
“Yargıda dedelerden talimat alma dönemi
bitiyor” dedi. Daha önce de söylemiştim. Yani
kastettiği Seyfi Oktay. Yani Alevi. Yani
yargıçlar Alevi oldukları için, Alevi dedesinden
talimat alıyorlardı. Şimdi artık Sünni iktidar
temsilcileri etkili olacak. Şimdi siz bundan
daha yaralayıcı, daha ayırıcı, daha Alevi –
Sünni ayrımını körükleyen bir ifade duydunuz
mu? Bugüne kadar bir tek Başbakan’dan
böyle bir söz duydunuz mu?
Ve soruyorum sevgili dostlar, bizleri tarafsız
olmamakla suçlayan bu tarafsız(!) aydınlar,
gazeteciler, Başbakan’ın bu sözüne karşı ne
yaptılar? Ne yazdılar, nerede yazdılar? Ne
dediler?
Değerli dostlar, bakıyorum da “ben tarafım”.
Açıkça tarafım. Demokrasiden yana tarafım,
Atatürk Cumhuriyeti’nden yana tarafım.
Çağdaş, demokratik, laik, hukukun
üstünlüğüne dayalı, sosyal adalete dayalı,
eşitlikçi, gerçek anlamda hukukun üstünlüğüne
dayalı, bağımsız bir Cumhuriyetten yana
tarafım. Ve bakıyorum da, ne kadar gerçek,
bağımsız, inandığım, güvendiğim hukukçu
varsa, avukat varsa, yargıç varsa, savcı varsa,
anayasacı varsa, tümüyle aynı taraftayım. Ne
kadar gerçek sanatçı varsa, aynı taraftayım.
Ne kadar gerçek anlamda hukukun
üstünlüğünü savunan gazeteci varsa, aynı
taraftayım. Ne kadar dürüst, sevdiğim,
inandığım siyasetçi varsa, aynı taraftayım,
hem de partilerimiz ne olursa olsun. Ne mutlu
bana! Ve ne yazık diğerlerine!
“Bence
İstanbul
insanlardan
dolayı büyük
hayal kırıklığı
yaşıyor.
İstanbul’a
baktığımız
zaman insanın
ne kadar bencil
ve saldırgan
genlere sahip
olduğunu
görüyoruz.
İnsanoğlu
kendini
dünyanın
efendisi
zannediyor, ama
dünyayı yok
ediyor.”
“Bu
romanda
Başkomiser
Nevzat,
suçluya, bir
polis, yargıç
gibi değil, bir
insan, bir yazar
gibi bakmaya
çalışıyor. Suçu
ve suçluyu
yaratan ortamı
anlamaya
çalışıyor. Ben
de okura bunu
anlatmaya
çalışıyorum.
Suç nedir, suçu
yaratan nedir,
sorularını
soruyorum.”
SEDA SARI
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İs-
tanbul…” Evet, Yahya Kemal’in bu güzel
dizesiyle başlõyordu “İstanbul Hatırası”;
Byzantion’dan İstanbul’a uzanan bu heyecan
yüklü, tarihsel serüven.
Yõllardõr birlikte yaşadõğõnõz, tanõdõğõnõzõ
sandõğõnõz ama aslõnda hiç tanõmadõğõnõzõ fark
edeceğiniz gerçek İstanbul’u anlatõyor bu
güzel kitap. Hep o size kucak açtõ, dertlerinizi
dinledi, gözyaşlarõnõzõ sildi. Her anõnõza tanõk
oldu. Sõr tutmasõnõ bildi. Ama şimdi roller de-
ğişiyor. Bu kitapta İstanbul konuşuyor ve siz
dinliyorsunuz.
İstanbul âşõğõ Ahmet Ümit ile İstanbul’u,
son romanõ “İstanbul Hatırası”nõ ve gün-
deme düşenleri konuştuk. Bu sohbete bir ku-
lak verin derim.
- Selim İleri ve birçok yazar arkadaşınız
“İstanbul Hatırası” için Ahmet Ümit’in ol-
gunluk çağı eseridir diyor. Siz de böyle mi
yorumluyorsunuz?..
- Benim ilk kitabõmdan bu yana geçen ki-
taplarla olan ilişkilerim duygusal ilişkilerdir.
Bir eser yazdõm ve muhteşem oldu demek bi-
raz zor. Bence yazarõn bunu söylemesi de sa-
kõncalõ. Yapõtlarõmõzla kurduğumuz duygu-
sal ilişkilerden ötürü onlarõn kusurlarõnõ gör-
memiz çok zor oluyor.
Dolayõsõyla Selim gibi usta bir yazar ya da
başka usta bir eleştirmenin, dõşarõdan bakan
birinin değerlendirmesini daha doğru bulu-
yorum. Çünkü ben ne dersem diyeyim hep öz-
nel bir şey barõndõracaktõr içinde. Yani duy-
gusallõk ön planda olacaktõr..
- “İstanbul Hatırası”nda
sizi yazmaya iten ne oldu?.
Neden İstanbul?
- Birinci sebep burada ya-
şõyor olmam. 18 yaşõmda
geldim. 32 yõldõr da bu şe-
hirdeyim. Beni biçimlendi-
ren ikinci şehir. İlk şehir
doğduğum yer olan Gazi-
antep. 18 yaşõma kadar ora-
da yaşadõm. Hâlâ da o kül-
türle bağõmõ sürdürürüm.
Ama öte yandan yaşadõ-
ğõm her şey İstanbul’da oldu
diyebilirim. Bütün büyük
olaylarõ, hayatõmdaki trajedi-
leri, dramlarõ, başarõlarõ, ba-
şarõsõzlõklarõ, mutluluklarõ,
mutsuzluklarõ bu şehirde tat-
tõm. Burada âşõk oldum, bu-
rada evlendim, burada kõzõm
ve torunum oldu.
Kõsacasõ bu şehir bana çok
yoğun bir hayat verdi. 50 ya-
şõndayõm ama üç ömür yaşa-
mõş insanlardan daha fazla
şey gördüm. Bunlardan neler
çõkarttõm bilmiyorum ama
çok sõkõştõrõlmõş yoğun bir
hayattõ yaşadõğõm. O yüzden
birinci neden bu şehri yaz-
mak, bu şehre olan borcu
ödemek düşüncesi.
İkincisi ise bu şehir hem do-
ğa hem de tarih olarak yeryü-
zünün en benzersiz şehri. İs-
tisnasõz bunu söyleyebilirim.
Böyle bir şehir yok ve ne ya-
zõk ki üzerinde yaşayan in-
sanlar bu şehre çok kötü dav-
ranõyorlar, yağmalõyorlar, ta-
lan ediyorlar, yok ediyorlar ve kõymetini bilmi-
yorlar.
Ve bunlarõn hepsi gözümün önünde oluyor.
Ben de bunlardan biriyim. Belki ben de yağ-
malõyorum, talan ediyorum. Hiç değilse borcu-
mu ödeyeyim, bir katkõda bulunayõm diye, en
azõndan kendimi rahatlatayõm duygusuyla ya-
zõlmõş bir romandõr “İstanbul Hatırası”.
- Şu andaki ruh hali nasıl İstanbul’un?
- Bence İstanbul şu anda insanlardan dolayõ
büyük hayal kõrõklõğõ yaşõyor. Stephen Haw-
king’in bir açõklamasõ vardõr. Eğer başka bir ge-
zegene gidemezsek insan türü yok olacak çün-
kü genlerimizde bencillik ve saldõrganlõk var. Bu
açõklamaya aynen katõlõyorum.
Bunu anlamak için İstanbul’a bakmak yeter-
li. İstanbul’a baktõğõmõz zaman insanõn ne kadar
bencil ve saldõrgan genlere sahip olduğunu gö-
rüyoruz. Bunun üstüne bir de aptallõk koydu-
ğumuz zaman, günümüzü gün edelim mantõğõ ol-
duğu zaman bitiyor. İnsan türü ortadan kalkabilir.
Aynõ şey İstanbul için de geçerli.
Bu kadar güzel bir şehri mahvediyoruz; vic-
dansõzca, acõmasõzca, hiçbir sorumluluk duy-
madan talan ediyoruz, yok ediyoruz. İnsanoğlu
kendini dünyanõn efendisi zannediyor ama dün-
yayõ yok ediyor. Böyle olunca aslõnda
kendi yok olacak farkõnda değil.
Ondan sonra bir din uyduru-
yorlar. O dinle de cennete ce-
henneme gidileceğini söy-
lüyorlar. Cennet de cehen-
nem de hepsi bu dünyada
aslõnda.
- Kitabınızı yazarken
edindiğiniz bilgiler içinde sizi
en çok şaşırtan şey ne oldu?
- Roma, Osmanlõ, Hristiyan,
Müslüman, Yahudi, Türk diye
ayõrõyoruz topluluklarõ. Aslõnda
bu şehirde hepsinin beraber ol-
duğunu gördüm. Örneğin Büyük
Konstantin çok önemli bir hü-
kümdardõr Roma için. Ve bu
adamla Fatih arasõnda büyük
benzerlikler var. Şöyle ki Fatih
Gebze’de, Konstantin ise İz-
mit’te ölmüştür. İkisinin mezar
yeri de aynõ yerdedir.
Daha önce Fatih Camisi’nin
olduğu yer Havarium Kilisesi’ydi.
Konstantin orada gömülüydü.
Daha sonra Fatih de orada gö-
müldü. Bu bilgiler beni çok şa-
şõrttõ aynõ zamanda da se-
vindirdi. Biz insanlarõ ayõ-
rõyoruz, bölüyoruz. Aslõn-
da değişmeyen şey, bu
uygarlõk için ne yaptõn.
Soru bu. Çünkü bu şehri
Roma’nõn başkenti ya-
pan kişi Büyük Kons-
tantin. Ama Fatih de
çok büyük. Çünkü
bu şehir bitmiş bir
haldeyken yepye-
ni payitaht çõkar-
tõyor.
Bu iki insan bu
anlamda bakarsanõz
çok büyük iki insan.
Birinin Osmanlõ diğe-
rinin Romalõ olmasõnõn
hiçbir önemi yok. Dini-
niz, diliniz, õrkõnõzõn bir
önemi yok. İnsan olarak iyi
misiniz kötü müsünüz, ha-
yata ne veriyorsunuz, öteki
insanlara ne yapõyorsunuz, ne
yaptõnõz, sorun bu yani.
- Romanda 7 hükümdar, 7
sikke, 7 mekân ve 7 gizemli
olay anlatılıyor. Neden 7?
- Pisagor sayõlarõn bir anlamda
hayata dair anlamlar ifade ettiğini
söylüyor. 7 sayõsõ da bu anlamlõ sa-
yõlardan birisi. Sürecin dönmesi, sü-
recin olgunlaşmasõ ve kendini ta-
mamlamasõ anlamõna geliyor. Eski
Hipodrom şimdiki adõyla Sulta-
nahmet Meydanõ’nda at yarõşla-
rõ yapõlõrken 7 kere dönüyorlar-
mõş. Müslümanlõkta Kâbe’nin et-
rafõnda 7 kere dönmek kavramõ
vardõr.
Gökyüzünün 7 katõndan bahsedi-
lir. Bu anlamda 7 bir çevirim, mito-
lojik bir durumdur. Bu çevirim in-
sanlar üzerinde de yerleşmiş tabii.
Bir de İstanbul yedi tepe üzerine
kurulmuştur. Ama insanlar ye-
di tepe denilince Taksim, Çam-
lõca gibi tepeler zannediyorlar.
Yedi tepe surlarõn kapsa-
dõğõ yerlerde olan yedi te-
pedir. Birinci tepe Aya-
sofya’nõn bulunduğu yer-
dedir. İkinci tepe Çem-
berlitaş sütunun olduğu
yerde. Üçüncü tepe
Süleymaniye Bölge-
si’nin olduğu mekânda-
dõr. Dördüncü tepe Fatih, beşinci te-
pe Yavuz Selim civarõ, altõncõ tepe
Edirnekapõ ve yedinci tepe ise Cer-
rahpaşa civarõnda olan tepedir.
Bütün bunlar 7 sayõsõnõ kullan-
mamõ sağladõ. Bu anlamda 7 mistik
bir özellik taşõyor, roman 2700 yõllõk
bir döneme gönderme yaptõğõ için. Bu
tür mitolojik öğeleri romanlarõmda
kullanmayõ severim.
- Romanda Başkomiser Nevzat
ve ekibini aslında resmi düşünce-
nin dışladığı insanlar olarak yo-
rumluyorsunuz. Bahsettiğiniz res-
mi düşünce nedir?
- Normalde bir polis tipine baktõğõmõz
zaman devletin kolluk gücüdür ve o
devletin de bir bakõş açõsõ vardõr. Suç-
luyu yakalarõz ve biter. Hayõr. Nev-
zat böyle düşünmüyor. Suçluyu
yakalamakla mesele bitmiyor.
Önemli olan suçu kurutmak.
Yakalanan her suçlunun da
insan olduğunu gözardõ etme-
mek gerekir. Onlar gerçekten
kötü mü yoksa hayatõn kendi-
sinde var olan birçok adalet-
sizlik mi suç? Nevzat da suç-
luya bakarken bir polis, yargõç
gibi değil; bir insan gibi, bir
yazar gibi bakmaya çalõşõyor.
O suçu ve suçluyu yaratan
sosyoekonomik, psikolojik, ta-
rihsel durumu anlamaya çalõ-
şõyor. Ben de okura bunu an-
latmaya çalõşõyorum. Suç ne-
dir, suçu yaratan nedir sorularõnõ
soruyorum.
- Peki sırada nasıl bir macera
bekliyor bizi?
- Osmanlõ dönemine ait bir roman ya-
zõyorum. Biliyorsunuz, hem Osmanlõ
hem Roma döneminde sarayda bol bol cina-
yet var. İktidar için kendi öz kardeşlerini, anne-
lerini, babalarõnõ, oğullarõnõ öldürdüler gözleri-
ni kõrpmadan. Osmanlõ için çok önemli bir ci-
nayeti anlatõyorum. Osmanlõ İmparatorluğu’nun
gidişatõnõ, kaderini etkileyebilecek önemli bir ci-
nayet.
- Bir de geçmişte 12 Eylül maceranız var.
Yaklaşık 1 yıl yurtdışında kaldınız. O süreç-
te neler yaşandı?
- O süreçte çok acõ şeyler yaşadõm. 12 Eylül ön-
cesinde de çok korkunç olaylar yaşadõk. Pek çok
arkadaşõm yanõmda öldürüldü, kucağõmda ölen
arkadaşlarõm oldu. Ben yaralandõm, bõçaklandõm.
Bir bomba sonucu paramparça olan arkadaşlarõm
oldu. Çok sert ve acõmasõz bir dönemdi. Öte yan-
dan çok şey öğreten bir dönemdi.
Yazarlõk sürecinde yansõtabildiğim şeyler
varsa hayata, insan psikolojisine dair, o dö-
nemden de kaynaklanmaktadõr. 12 Eylül döne-
mini ise yeraltõnda geçirdim. Bu dönem boyunca
örgütlü bir mücadele sürdürdüm. Türkiye Ko-
münist Partisi’nde gençlik örgütünde yönetici ola-
rak çalõştõm. Politikayõ yasaklayan generallere
karşõ politika yaptõk onlara inat.
O dönemde de tutuklamalar, tutuklanmanõn
eşiğinden döndüğüm anlar oldu. Ailem bunun
acõsõnõ çok çekti. Ama dediğim gibi çok öğre-
tici bir süreçti. Bir zekânõn, bir ahlakõn, cesare-
tin sõnandõğõ bir dönemdi. O sõnavdan fena çõk-
madõğõmõ söyleyebilirim. O dönemi o şekilde ya-
şadõğõm için gurur duyuyorum.
- Peki size o dönemin en çok öğrettiği şey
ne oldu?
- Hayatõn ne kadar değerli olduğu.
‘Cennet cehennem bu
dünyada’ Ahmet Ümit’le son romanı “İstanbul
Hatırası”, İstanbul kenti, 12 Eylül dönemi
ve 12 Eylül referandumu üzerine
“12 Eylül
öncesinde çok
korkunç olaylar
yaşadõk. Pek çok
arkadaşõm yanõmda
öldürüldü. Çok sert ve
acõmasõz bir dönemdi.
Öte yandan, çok şey
öğreten bir dönemdi.
12 Eylül dönemini
yeraltõnda geçirdim.
Politikayõ yasaklayan
generallere karşõ
politika yaptõk
onlara inat.”
Yılın filmi Polanski’den
Kültür Servisi - Roman Polanski’nin,
başrolünde Ewan McGregor’un yer aldõğõ,
politik-gerilim sõnõfõndaki yeni yapõtõ “The
Ghost Writer” Uuslararasõ Film
Eleştirmenleri Derneği FIPRESCI
tarafõndan “yõlõn filmi” seçildi. 296 film
eleştirmeninin katõldõğõ değerlendirme
sonucu birinciliği alan “The Ghost
Writer”a ödülü 17 Eylül’de San Sebastian
Film Festivali’nde verilecek.
FIPRESCI’nin bu ödüle önceki yõllarda
layõk gördüğü isimler arasõnda ülkemizden
Nuri Bilge Ceylan da yer alõyor.
- Şu anda gündemimizde
olan 12 Eylül referan-
dumu için ne düşünü-
yorsunuz?
- Ne tür bir oy vereceğim
konusundaki düşüncem
henüz netleşmedi. Ka-
rarsõzõm. Şu an
AKP’nin sunduğu şey
samimi bir şekilde ülke-
ye demokrasi getirmek
ve var olan anayasayõ
bu sebepten ortadan
kaldõrmak mõ yoksa
kendileri için hüküme-
tin var oluş testi mi on-
dan emin değilim.
Mesela tüm partiler anlaş-
mõş olsalardõ, hep bera-
ber demokratik bir ana-
yasa kuruyoruz deseler-
di. Meydanlara çõkar
bunu savunur anlatõr-
dõm. Ama şu andaki sa-
mimiyetten emin olma-
dõğõm için belki oy bile
kullanmayabilirim. Bu
da bir tavõrdõr sonuçta.
‘ Oy
konusunda
kararsõzõm’