20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 EYLÜL 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Niteliksizlik POLİTİKA ille niteliksiz olmak zorunda mıdır? Bir siyasal sistem demokratikleştikçe, yani kitleleri içine alan, onlara söz ve yönetme hakkı, kamusal olana katılma yetkisi vermeye dönüştükçe mutlaka niteliğinden vazgeçmeli ya da niteliksizliğe sürüklenmeli midir? Demokrasinin iş, ekmek, hizmet, hak, özgürlük, saygı, kısacası iyi, doğru, güzel ne varsa onu vererek karşılığında oy almak biçiminde bir alışveriş, daha doğrusu önce bir veriş ve sonra alış mekanizması olduğu söyleniyor, öğretiliyor ve biliniyordu. Ama, niteliksizliğe karşı oy? Vallahi, insanı küçülten bir denklem bu. Hem kendini hem de karşısındakileri. Karşısındakilerin birkaç kişi değil, on binlerce, yüz binlerce kişiden oluşan büyük kalabalık oluşu bu kusuru ve ayıbı ortadan kaldırmıyor, büsbütün büyütüyor. Bugünlerde yanılıp radyonun ya da televizyonun düğmesine basarak bir siyasal mitinge rastlayınca, niteliksizlik karşısında mideniz bulanmıyor mu? Acımayla karışık bir bulantı. Bir yandan kalabalığa seslenenin basitliğinden, demagogluğundan, saygısızlığından iğrenmektesiniz, bir yandan da dinleyenlere acıyorsunuz: Alkışlamak, bayrak sallamak, olumlu sesler çıkarmak zorundadırlar. Beklenen odur, gelişleri de bunun için. Niçin böyle olsun? Doğru dürüst konuşarak, yüksek sesle ya da ses yükselticilere güvenerek haykırarak da olsa, açık, anlaşılır, ama mutlaka nitelikli bir konuşma yapmak mümkün değil midir? Elbet bir konferans değil, bir miting bu. Uzun tümcelere, anlaşılmaz terimlere gerek yok tabii. Ama lütfen nitelik. Yani kalite ulan, kalite. Karşındakiler, kurşun asker, kukla, korkuluk değil ki, insan. Birazcık insan gibi seslensen onlara; adam yerine koyarak konuşsan, habire basit duygularını, içgüdülerini kurcalamasan, karmakarışık simültane çeviri gibi değil, tane tane anlatsan. Farkındasınız herhalde ki, Türkçemizin “nitelik” sözü yetmiyor meramımızı anlatmaya ve ister istemez Frenkçenin “kalite” sözcüğüne kayıyoruz. Aynı şey olması gerekmez miydi? Dilbilimciler, anlambilimciler, toplumbilimciler, göstergebilimciler ve hatta ruhbilimciler, neredeyse bütün bilimciler bir araya gelip açıklamalılar bu durumu: Bizim niteliğimiz niçin kalite olmuyor? Neden tutturamıyoruz kaliteyi? PENCERE İslam Bankacılığı Çorumlu “Hindi Bankeri” Kâmil Karataş’ın öyküsünü bilmem ki bizim gazetede izlediniz mi? Sayın Karataş’a “Hindi Bankeri” adını takmışlar. Niçin? Kâmil Karataş, bankerlik firmasına 700 lira yatıran kişiye bir yıl sonra faiz olarak üç hindi ödüyormuş. İşlerini tıkır tıkır yürütürken kafasına bir soru takılmış: - Yaptığım iş caiz midir? Diyanet İşleri Başkanlığı’na bir dilekçeyle başvurmuş, İslamda faizciliğin caiz olmadığına ilişkin bir yanıt alınca Sayın Karataş şaşırmış. Sonunda emekliye ayrılmış bir din adamı bulmuşlar, konuyu “Hindi Bankeri”nin istediği biçimde yorumlayıp işin içinden çıkmışlar. Artık Kâmil Karataş firması, 700 lira karşılığında bir yıl sonra üç hindiyi “faiz” olarak değil, “ortaklık payı” olarak veriyor; yaptığı iş Müslümanlığa ters düşmüyormuş. Sayın Kâmil Karataş’ın öyküsünü bizim gazetede okuyunca benim de kafama bir soru takıldı. İstanbul’da İslam Kalkınma Bankası guvernörler toplantısı var. İslam Konferansı’na üye ülkelerin merkez bankalarının başkanları bir araya geldiler; sorunlarını konuşacaklar. - Peki, İslam Bankası nasıl oluyor? Bankacılık faizcilikle yürür; faiz haram değil mi? Kuran’da “Bakara Suresi” şu ayet-i kerime’yi içerir: “- Faiz yiyenler mahşerde şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların ‘zaten alışveriş faiz demektir’ demelerindendir. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah’a aittir. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir, onlar orada temelli kalacaklardır. Allah, faizi eksiltir, sadakaları bereketlendirir.” Kapitalizm, bankacılıkla gelişmiştir. İslam dünyasının kapitalizm sürecine girmekte geç kalışında, belki bu olayın da etkisi vardır. Ancak İslam Bankası nasıl kuruluyor? Çorumlu “Hindi Bankeri Kâmil Karataş” gibi dünyadaki 42 Müslüman devlet de bir yolunu bulup bankacılığı benimsemişlerdir. Ancak yeryüzündeki 42 İslam ülkesinin bir olmadığını biliyoruz. Kimileri yoksul, kimileri çok zengindir Müslüman toplumların ve bir örgütte buluşuyorlar. Petrol zengini Arap ülkeleri İslam bankacılığının patronudurlar. Bu devletleri şeyhler, emirler, krallar yönetirler. Sultanların aileleri de çok geniştir; oğul, yeğen, amca, bacanak binlerce kişiden oluşur egemen monarşinin üyeleri ve bunlar petro-dolarlarını Batı’nın “Katolik bankalarına, Protestan şirketlerine” yatırmakta birbirleriyle yarışırlar. Niçin? Basra Körfezi’nden başlayıp Arap çöllerine uzanan feodal sultanlıklarda temel ve ortak bir politika stratejisi oluşmuştur. Eğer petrol satışlarından sağlanan milyarlarca dolar ülke içinde sanayi yatırımlarına dönüşürse işçi sınıfı gelişir, sosyal fikirlerin tohumları atılır, cumhuriyetçilik akımı güçlenir, çağdaşlaşma süreci hızlanır. Bu süreç sultanlar için tehlikelidir. Bunun için petro-dolarlar Amerikan, İsviçre, İngiltere bankalarına ve çokuluslu şirketlere yatırılıyor. İslam ülkelerinde halk, şeriat koşullarında yaşasın, kadınlar çuvaldan çarşaftan çıkmasın diye... Ne var ki çağın gelişmesine karşı durulamaz. İslamda faizcilik yasak olsa da İslam Bankası kurulacak, sultanların işine gelmese de toplumlar değişecek, şeriat koşullarıyla çağdaşlaşma arasındaki çelişki çözülecek... Kaçınılmaz gidiş budur. İsterseniz bu gidişe yazgı diyebilirsiniz; ama, bilimsel yasaların gerçekleşmesi derseniz daha doğru olur. (24 Mayıs 1982 tarihli yazısı) S özü eğip büküp uzatmaya gerek yok. Ya da son söyleneceği baş- tan söylemeli; 12 Eylül referan- dumu tam bir Pamuk Prenses masalõdõr. Bu masalõn Pamuk Prensesi halkõmõz, onu ölümcül bir uykuya sokacak zehirli elma oylanacak değişiklik pa- keti, büyücü ise AKP iktidarõdõr. AKP ve çizgisinde olanlarõn tercihlerini an- lamak mümkün. Ama kendilerini o çizginin dõşõnda ve hatta karşõsõnda gören, hele de sol- culuk ve ilericilik iddialarõnõ sürdürenlere ne demeli? Ne imiş; geçici 15. maddeyi kal- dõrmakla cuntacõlõk ve darbe girişimleri ön- lenecek, demokrasi kapõsõnõ aralayacak bü- yük bir adõm atõlmõş olacakmõş. Bundan önceki darbeleri yapanlarõn önün- de anayasal engeller yok muydu? TCK’nin 146. maddesi neyi yasaklamaktaydõ? Gene de cuntalar kurulmadõ mõ, darbeler yapõlmadõ mõ? Talat Aydemir hakkõnda verilen ölüm cezasõnõn infaz edilmesi gerçeği bir ibret oluş- turabildi mi? Hiç kimse kendini aldatmasõn! Darbeleri internet sitelerindeki lafazanlõklar değil, ör- gütlü halk direnişleri; yani eylemli, etkin de- mokratlõklar önler. Milyonlar ve milyonla- rõn demokrasi için sokak direnişlerinden kor- kar cuntacõlar. Demokrasi Fransõz devriminde olduğu gibi çulsuzlarõn (sans culottes) sa- yesinde gelir, onlarõn eseri ve işidir. Posta- la karşõ takunyanõn iktidarõna, diktasõna su taşõyarak demokrasiye sahip çõkõlamaz. Üstelik eldeki tas, tas bile değil bir elek- tir. Onunla mõ demokrasi değirmeni çevri- lecek? Vah ki vah… Her neyse, polemiği bõrakõp biraz hukuk konuşalõm. Önce o çok sözü edilen Venedik Komisyonu ölçütlerine göre bu referandu- mun meşruiyetini mihenk taşõnda bir sõna- yalõm. Ne diyor Venedik Komisyonu 21 - 22 Ekim 2005 tarihli 64. oturumunda kabul edil- miş referandum raporunun Konuda Birlik başlõklõ 73. maddesinde? “Konuda birlik ilkesi, bir metnin tü- münün değiştirilmesi hali dışında, oya su- nulan metinde, aslında birbiriyle bağlantılı olmayan hükümlerin bir blok olarak ka- bul ya da reddinin istenmesi seçmenin oyunu özgürce kullanması güvencesine ay- kırılık anlamını ifade etmektedir.” Yani tek cümleyle, birbiriyle bağlantõlõ ol- mayan birçok konuyu toplu olarak halkoy- lamasõna sokup, evet ya da hayõr biçiminde tek yanõt istenemez. Yani 12 Eylül’de yapõlacak halkoylama- sõ Venedik Komisyonu ölçütlerine göre de- mokratik bir halkoylamasõ olmayacaktõr. Tersine şaibeli bir halkoylamasõ olacaktõr, ama ne gam! Hadi şimdilik bõrakalõm meşruiyet tartõş- masõnõ bir kenara, biraz da içerik üzerine ko- nuşalõm. 12 Eylül Anayasasõ’nõ değiştirmek isti- yoruz, değil mi? O zaman şu sorunun yanõ- tõnõ vermek gerekir: Bu paketin hangi mad- desi, değiştirilmesini istediğimiz ‘postal anayasası’nõn hangi kurum ve kuralõna de- ğinmektedir? YÖK’üyle, siyasi partilere ilişkin yasaklarõyla, seçim barajõyla, millet- vekili dokunulmazlõklarõyla, memurlara grev yasağõyla, cumhurbaşkanõna tanõnan sõ- nõrsõz yetki ve sorumsuzluklarõyla ve daha bir dizi antidemok-ratik hangi kuralõ ya da kurumu değiştirmekte, demokrasiye yöne- lik ne tür bir düzenleme getirmektedir? Birkaç örnekle ayrõntõlayõp somutlayalõm: Kanun önünde eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddede Türkiye’den beklenen fiili eşitliği sağlayacak bir düzenleme var mõ? Za- ten “kadın ve erkek eşitliğine inanmadı- ğını, Avrupa’nın her istediğini yapmak zo- runda olmadığını, siyasi partilerde kon- tenjan uygulamasına karşı olduğunu” söylemedi mi Başbakan? Göz boyama Telefon ve mekân dinlemelerinin insanlarõ konuşmaktan korkar hale getirdiği bu ortam- da özel hayatõn gizliliğini güvence altõna ala- cak bir düzenleme mi var bu pakette? Yok! Demokrasinin ayrõlmaz parçasõ olarak kabul edilen siyasi partiler ile ilgili ne gibi bir iyi- leştirme getiriliyor? Hiç! Seçim barajõnõ indirme ya da 1961’de olduğu gibi büsbütün kaldõrma yönünde atõlan bir adõm mõ var? O da yok! Grev hakkõndan yasaklõ memur sendikala- rõnõn, hakem kurulu kararlarõnõ kabul zorunda olacaklarõ toplusözleşme hakkõ, demokrasi yönünde bir kazanõm sayõlabilir mi? İşçi sen- dikalarõnõn kuruluş ve çalõşmalarõnõ kõsõtlayan kurallar muhafaza edilerek demokratik bir sen- dikacõlõk mõ getirilmiş oluyor? Grev hakkõnõ toplu iş sözleşmesinde ortaya çõkacak uyuş- mazlõkla tanõmlayõp sõnõrlandõrdõktan, usul ve kapsamõnõn kanunla düzenleneceğini söy- ledikten sonra siyasi ve dayanõşma amaçlõ grev- leri yasaklayan 54/son fõkranõn kaldõrõlmasõ göz boyama değil de nedir? Bu değişiklik paketi yargõ birliği konusun- da 12 Eylül’den farklõ nasõl bir düzenleme ge- tirmektedir? Askeri Yargõtay ve Askeri Yük- sek İdari Mahkemesi mi kaldõrõlõyor? Yargõda yõllardõr tartõşõlan irticai faaliyetler nedeniyle ordudan ihraçlara yargõ yolunu açarken idarenin yargõsal denetiminde yerin- delik ilkesini kaldõrõp kendine özgü bir de- mokratik açõlõm örneği verilmiş olmuyor mu? Açõk ve net olalõm; bu paketin asõl önemi ve amacõ, yargõ erkinin yürütmenin emrine ve- rilmesine olanak sağlayacak maddelerdedir. Amaç yargõç ve savcõlarõn daha da bağõmlõ- laştõrõlmasõ, emir ve kumanda zincirine bağ- lanmasõdõr. Gerek Anayasa Mahkemesi’ne ve gerekse HSYK’ye ilişkin düzenlemeler bu amacõ ortaya koymaktadõr. Böylece TBMM’de çoğunluğa sahip yürütmenin, gereksindiği yasa faaliyetlerinin Anayasa Mahkemesi en- geline takõlmasõnõn önü alõnacaktõr. HSYK ye- niden oluşturulmaktadõr. İlerleme raporlarõna aykõrõ olarak kurulda Adalet Bakanõ ve müs- teşarõnõn varlõğõ korunmaktadõr. Bakanlõğõn hâ- kimlerin ve savcõlarõn üzerindeki yetkileri ve denetimleri daha da güçlendirilmektedir. As- keri yargõçlarõn bağõmsõzlõğõna yönelik eleşti- riler bu düzenlemelerle şimdi fazlasõyla sivil yargõ için geçerlik kazanacaktõr. Artõk anaya- sal olarak Adalet Bakanõ’na bağlõ bir yargõ sis- temi oluşturulmaktadõr. Anõmsayalõm; “Yap- mak istediklerimize yargı engel oluyor” de- medi mi Başbakan? Böyle bir söylemi demo- kratik hukuk devleti anlayõşõ ile bağdaştõrmak olanaklõ mõdõr? Dahasõ yõğõnlarõn karşõsõnda “Yargıda dernekleşmek olur mu? Bu YAR- SAV’ı da ilk fırsatta halledeceğiz” dedi mi, demedi mi? Tüm demokratik ülkeleri sayma- ya gerek yok! Fransa’da yargõç ve savcõ sen- dikalarõnõn bile var olduğu gerçeğine gözleri- mizi kapatõp, bu anlayõş sahibinin ülkeyi de- mokrasiye götüreceğine mi inanacağõz?.. El- bette ki hayõr! Bütün bu düzenlemelerde söz konusu olan bir sistem ve rejim sorunudur. Amaç ‘Yasa- ma, Yürütme ve Yargı’yõ tek bir elde topla- maktõr. Böylesi bir anayasal altyapõnõn adõ baş- kanlõk rejimi de değil, diktatörlüktür. Artõk mõz- rak çuvalõ delmiş, görmeyen gözlere bile ba- tar olmuştur.12 Eylül’de yememiz için sunu- lan elma, halkõmõzõ ölümcül bir uykuya yatõ- racak, işte böylesi zehirli bir elmadõr. Yemek isteyene afiyet olsun. Ben, “Hayır! Teşekkür ederim” demeyi tercih ediyorum. Büyülü Elma Referandumu!.. Enis COŞKUN Avukat Amaç ‘Yasama, Yürütme ve Yargõ’yõ tek bir elde toplamaktõr. Böylesi bir anayasal altyapõnõn adõ başkanlõk rejimi de değil, diktatörlüktür. Artõk mõzrak çuvalõ delmiş, görmeyen gözlere bile batar olmuştur. 12 Eylül’de yememiz için sunulan elma, halkõmõzõ ölümcül bir uykuya yatõracak, işte böylesi zehirli bir elmadõr. Y argõ, odağõna kendisinin konulduğu bir anayasa değişikliği paketinin re- ferandum sürecinde, içerikten çok si- yasetin konuşulduğu bir tartõşma ortamõnda yeni bir yargõ yõlõna başlõyor. Her yargõ yõlõ açõlõşõnda en etkili ve veciz ifadelerle dile getirilmesine rağmen olumsuz fiziki koşullar ve altyapõ, yetersiz bütçe ve personel, iş yükü ve benzer sorunlarõ çö- zülmeyen yargõnõn, bağõmsõz ve etkin işle- yişini sağlayacak, halkõn adalete erişimini ko- laylaştõracak tedbirleri de içeren esaslõ bir yar- gõ reformu ihtiyacõ devam etmektedir. Yargõnõn sorunlarõna çözüm bulmakla gö- revli olan siyasi iktidar ise, sorunlarõ çözmek bir yana mevcut sorunlardan beslenerek yargõnõn kendisini bir sorun gibi göstermek çabasõndadõr. Her fõrsatta “Bu yargı anlayışına saygı duymam” diyerek kendi anlayõşõndaki bir yargõnõn özlemini dile getiren Başbakan, Ana- yasa Mahkemesi’nin iptal kararlarõ ve Da- nõştay’õn yürütmeyi durdurma kararlarõ ile yü- reğinin yandõğõnõ, içinin sõzladõğõnõ söylüyor ve sivil diktatörlüğe doğru attõğõ adõmlarõn önünde “pranga” saydõğõ yargõyõ, attõğõ her adõmõ onaylayacak bir kuruma dönüştürmek istiyor. Kendisi gibi düşünmeyen her kişi ve ku- rumu karşõsõna almak ve kendisine karşõ çõ- kanlarõ etkisiz hale getirmek ve yok etmek anlayõşõyla ülkeyi yöneten Başbakan ve ba- şõnda bulunduğu siyasi iktidar, kendisine kar- şõ olduğunu kabul ettiği yargõ kurumlarõ ve mensuplarõna karşõ, sürdürdüğü baskõlarõ geçen yargõ yõlõnda da devam ettirmiştir. HSYK’ye Adalet Bakanlõğõ’na bağlõ ola- rak çalõşan Türkiye Adalet Akademisi üye se- çebilmekte iken bu hak TBB ve barolara ve- rilmemiştir. Anayasa Mahkemesi üye seçi- minde, 12 Eylül rejiminin kurumu YÖK Cumhurbaşkanõ’na aday gösterme hakkõna sahipken bu hak avukatlarõn temsilcisi ve üst meslek örgütü TBB’ye tanõnmamõştõr. Anayasa Mahkemesi’ne seçilecek bir avu- kat üyenin seçimi, baro başkanlarõnõn serbest avukatlar arasõndan gösterecekleri üç aday arasõndan TBMM tarafõndan yapõlacaktõr. Anayasa Mahkemesi’ne avukatlar arasõn- dan üye seçiminin avukatlarõn üst meslek ör- gütlerine bõrakõlmamasõ, her baro başkanõnõn bir oy hakkõna sahip olduğu baro başkanla- rõ tarafõndan seçilmesinin öngörülmesi, AKP iktidarõnõn kendisi gibi düşünmediğini bildiği TBB ve başta İstanbul Barosu olmak üzere büyük barolarõ devre dõşõ bõrakma planõnõn sonucudur. AKP yalnõzca TBB’yi devre dõşõ bõrakmayõ planlamamõş; önerdiği, temsilde adalet il- kesine aykõrõ seçim sistemiyle kendisi gibi dü- şünmediğine inandõğõ başta İstanbul olmak üzere 3 büyük il barosunu da devre dõşõ bõ- rakmõştõr. Türkiye’de 78 baroya kayõtlõ 66 bin avu- kat görev yapmaktadõr. İstanbul Barosu’nun 24989, Ankara Barosu’nun 9437, İzmir Ba- rosu’nun 5627 üyesi vardõr. Bu üç ilin üye sayõsõ toplamõ 39963’tür ve toplam üye sa- yõsõnõn yüzde 60’õnõ oluşturmaktadõr. Bunun yanõnda 18 il barosunun üye sayõsõ 100’ün al- tõndadõr. En azõ 33, en çoğu 97 üyeye sahip bu 18 il barosunun toplam üye sayõsõ 1117’dir. Yapõlacak seçimde ülkedeki toplam avu- kat sayõsõnõn yüzde 60’õnõ oluşturan üç bü- yük il barosu birer oydan 3 oy, ülkedeki top- lam avukat sayõsõnõn binde birini oluşturan 18 küçük ilin barolarõ ise 18 oy hakkõna sa- hip olacaktõr. AKP yargõyõ teslim almak için elinden ge- len her şeyi yapõyor, Anayasa Değişiklik Pa- ketinde de olduğu bütün yasal düzenleme- lerde, özellikle ayrõntõlarda kendi hukukunu, kendi yargõsõnõ oluşturma hedefinin çakõl taş- larõnõ döşüyor. Ancak teslim olmak yok. Hukukun üs- tünlüğü, demokrasi ve insan haklarõ müca- delesinde en büyük görev hukukçulara ve özellikle avukatlara düşüyor. 12 Eylül’de “Hayır” diyerek sivil dikta gidişine set çe- kebiliriz. Tüm yargõ mensuplarõnõn yeni yargõ yõlõ “Hayırlı” olsun. Yargõ Yõlõ Başlarken Av. Uğur YETİMOĞLU Avukatlar Hukuk Araştõrmalarõ Vakfõ Başkanõ Koyun Olmamak Elimizde! B ir Batõlõ yazar (ABD siya- setini eleştiren J.H. Bo- yett) gördüğü demokrasi- yi şöyle tanõmlõyor: “Demokra- si iki kurtla bir koyunun ‘akşa- ma ne yiyelim’ üstüne oy kul- landıkları bir uygulamaya dö- nüştü.” Boynu bükük koyun ol- mayõ reddetmek elimizde! Zor- bayõ zorba yapan uşağõdõr. Önü- müzde bir halkoylamasõ, ardõndan genel seçimler sõrada. Seçmen olarak gücümüzün bilincinde ola- lõm, aldatõlma oyunlarõnõ tepme- sini bilelim, doğruyu bulma uğ- raşõna katlanõp koyun olmayalõm. Halkoylamasõ da, seçim de yasal fõrsatlardõr. Yanlõşõn, yalanõn yayõlmasõ için doğruyu bilenlerin gereğini yap- mamalarõ yeterlidir. Kimi alanla- rõn vali ve belediye başkanõ buy- ruklarõyla dolduğunu ve imamõn cemaatine gene bildiğini okudu- ğunu gördük. Gözleri doymadõğõ için kendileriyle halk arasõndaki farkõ uçuruma dönüştürenlerin takõyyelerine de tanõğõz. Ancak, oy hakkõnõ kullanacak- lara görev düşüyor. Gereğini yap- mazsak bir anlamda hak ettiğimiz yönetime kavuşuruz. Onlarõn as- kerlik yapmayan çocuklarõ, ge- linleriyle damatlarõ dolar milyar- deri olur ve bölgemiz sõnõrlarõnõ değiştirme tasarõsõnõn yerli eş- başkanlarõ dünyada en varlõklõ yöneticiler sõnõfõna girerken, sõ- radan yurttaşlar iş bulma kurum- larõnõn kapõlarõnõ boşuna aşõndõ- rõrlar. Onlarõn yanõltmalarõna kan- madõğõmõzõ oyumuzla belirtelim. Bizler seçmen, yurttaş ve insan olarak onlarõ daha da zengin ve buyurgan etmekle yükümlü kul- lar değiliz. Onlarõ kendilerinin bil- giç ve kurnaz olduklarõna inan- dõranlar yanlõş ata oynayan kimi seçmenlerdir. Kişi yenilmekle hünerli, yanõlmakla bilgin olur, ama adam olan hiç değilse birden fazla aldanmaz. Oysa, gerçek erk bizdedir. Halk olmasa ne yönetim olur, ne ona bağõmlõ kõlõnmak istenen kamu kurumlarõ, ne de onlarõn yüksek temsil maaşlarõ ve tüm yakõnlarõ- nõn trilyonlara varan hastane har- camalarõ. Bunlarõn karşõsõnda gü- cümüzü bilelim. Ağacõn yumu- şağõnõ kurt yer derler. Onlar biz ol- madan var olamaz. Hasta ağaç ne denli uzarsa uzasõn, dibinde bal- ta hazõr olmalõdõr. Halka birçok şeyin sözünü verip kendi ceplerini dolduran, ama “küreyi yöneten G8 bizi tutuyor, Obama’yla bu- run buruna oturdum, Allah’tan icazetliyiz” yaygarasõnõn göz- bağcõlarõna siyasetin de bir “mal” gibi satõlamayacağõnõ gösterelim. Onlar satõcõ, satmayõ biliyor. Ama sonuçta olan bizlere olur. Atas- özümüz “Açlıkta darı ekmeği helvadan âlâ gelir” der, ama helvayõ yapõp yeme hakkõmõz za- ten bizim elimizde. Bizi önce yoksulluğa sürükleyip paramõzla iftar sofrasõ açan, zehirli kömür- le kimi zaman bozuk yiyecek dağõtanlara kanmayalõm. “Deği- şim” mi? Onun gerçeğine “dev- rim” denir. Biz onu da gördük, sahtesiyle gerçeğini ayõrabiliriz. Bu dar boğazlarõ atlatalõm, her şe- yin gerçeğine de sõra gelecek. Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle