Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 6 EYLÜL 2010 PAZARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Niteliksizlik
POLİTİKA ille niteliksiz olmak zorunda
mıdır? Bir siyasal sistem demokratikleştikçe,
yani kitleleri içine alan, onlara söz ve yönetme
hakkı, kamusal olana katılma yetkisi vermeye
dönüştükçe mutlaka niteliğinden vazgeçmeli
ya da niteliksizliğe sürüklenmeli midir?
Demokrasinin iş, ekmek, hizmet, hak,
özgürlük, saygı, kısacası iyi, doğru, güzel ne
varsa onu vererek karşılığında oy almak
biçiminde bir alışveriş, daha doğrusu önce bir
veriş ve sonra alış mekanizması olduğu
söyleniyor, öğretiliyor ve biliniyordu.
Ama, niteliksizliğe karşı oy?
Vallahi, insanı küçülten bir denklem bu.
Hem kendini hem de karşısındakileri.
Karşısındakilerin birkaç kişi değil, on
binlerce, yüz binlerce kişiden oluşan büyük
kalabalık oluşu bu kusuru ve ayıbı ortadan
kaldırmıyor, büsbütün büyütüyor.
Bugünlerde yanılıp radyonun ya da
televizyonun düğmesine basarak bir
siyasal mitinge rastlayınca, niteliksizlik
karşısında mideniz bulanmıyor mu?
Acımayla karışık bir bulantı.
Bir yandan kalabalığa seslenenin
basitliğinden, demagogluğundan,
saygısızlığından iğrenmektesiniz, bir yandan
da dinleyenlere acıyorsunuz: Alkışlamak,
bayrak sallamak, olumlu sesler çıkarmak
zorundadırlar.
Beklenen odur, gelişleri de bunun için.
Niçin böyle olsun? Doğru dürüst
konuşarak, yüksek sesle ya da ses
yükselticilere güvenerek haykırarak da olsa,
açık, anlaşılır, ama mutlaka nitelikli bir
konuşma yapmak mümkün değil midir?
Elbet bir konferans değil, bir miting bu.
Uzun tümcelere, anlaşılmaz terimlere gerek
yok tabii.
Ama lütfen nitelik.
Yani kalite ulan, kalite.
Karşındakiler, kurşun asker, kukla, korkuluk
değil ki, insan. Birazcık insan gibi seslensen
onlara; adam yerine koyarak konuşsan,
habire basit duygularını, içgüdülerini
kurcalamasan, karmakarışık simültane çeviri
gibi değil, tane tane anlatsan.
Farkındasınız herhalde ki, Türkçemizin
“nitelik” sözü yetmiyor meramımızı
anlatmaya ve ister istemez Frenkçenin “kalite”
sözcüğüne kayıyoruz. Aynı şey olması
gerekmez miydi? Dilbilimciler,
anlambilimciler, toplumbilimciler,
göstergebilimciler ve hatta ruhbilimciler,
neredeyse bütün bilimciler bir araya gelip
açıklamalılar bu durumu: Bizim niteliğimiz
niçin kalite olmuyor? Neden tutturamıyoruz
kaliteyi?
PENCERE
İslam Bankacılığı
Çorumlu “Hindi Bankeri” Kâmil Karataş’ın
öyküsünü bilmem ki bizim gazetede izlediniz
mi? Sayın Karataş’a “Hindi Bankeri” adını
takmışlar. Niçin? Kâmil Karataş, bankerlik
firmasına 700 lira yatıran kişiye bir yıl sonra faiz
olarak üç hindi ödüyormuş. İşlerini tıkır tıkır
yürütürken kafasına bir soru takılmış:
- Yaptığım iş caiz midir?
Diyanet İşleri Başkanlığı’na bir dilekçeyle
başvurmuş, İslamda faizciliğin caiz olmadığına
ilişkin bir yanıt alınca Sayın Karataş şaşırmış.
Sonunda emekliye ayrılmış bir din adamı
bulmuşlar, konuyu “Hindi Bankeri”nin istediği
biçimde yorumlayıp işin içinden çıkmışlar. Artık
Kâmil Karataş firması, 700 lira karşılığında bir yıl
sonra üç hindiyi “faiz” olarak değil, “ortaklık
payı” olarak veriyor; yaptığı iş Müslümanlığa ters
düşmüyormuş.
Sayın Kâmil Karataş’ın öyküsünü bizim
gazetede okuyunca benim de kafama bir soru
takıldı. İstanbul’da İslam Kalkınma Bankası
guvernörler toplantısı var. İslam Konferansı’na
üye ülkelerin merkez bankalarının başkanları bir
araya geldiler; sorunlarını konuşacaklar.
- Peki, İslam Bankası nasıl oluyor? Bankacılık
faizcilikle yürür; faiz haram değil mi?
Kuran’da “Bakara Suresi” şu ayet-i kerime’yi
içerir:
“- Faiz yiyenler mahşerde şeytanın çarptığı
kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların ‘zaten
alışveriş faiz demektir’ demelerindendir. Oysa
Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı. Kime
Rabbinden bir öğüt gelir de faizcilikten geri
durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah’a
aittir. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar
cehennemliktir, onlar orada temelli kalacaklardır.
Allah, faizi eksiltir, sadakaları bereketlendirir.”
Kapitalizm, bankacılıkla gelişmiştir. İslam
dünyasının kapitalizm sürecine girmekte geç
kalışında, belki bu olayın da etkisi vardır. Ancak
İslam Bankası nasıl kuruluyor?
Çorumlu “Hindi Bankeri Kâmil Karataş” gibi
dünyadaki 42 Müslüman devlet de bir yolunu
bulup bankacılığı benimsemişlerdir.
Ancak yeryüzündeki 42 İslam ülkesinin bir
olmadığını biliyoruz. Kimileri yoksul, kimileri çok
zengindir Müslüman toplumların ve bir örgütte
buluşuyorlar. Petrol zengini Arap ülkeleri İslam
bankacılığının patronudurlar. Bu devletleri
şeyhler, emirler, krallar yönetirler. Sultanların
aileleri de çok geniştir; oğul, yeğen, amca,
bacanak binlerce kişiden oluşur egemen
monarşinin üyeleri ve bunlar petro-dolarlarını
Batı’nın “Katolik bankalarına, Protestan
şirketlerine” yatırmakta birbirleriyle yarışırlar.
Niçin?
Basra Körfezi’nden başlayıp Arap çöllerine
uzanan feodal sultanlıklarda temel ve ortak bir
politika stratejisi oluşmuştur. Eğer petrol
satışlarından sağlanan milyarlarca dolar ülke
içinde sanayi yatırımlarına dönüşürse işçi sınıfı
gelişir, sosyal fikirlerin tohumları atılır,
cumhuriyetçilik akımı güçlenir, çağdaşlaşma
süreci hızlanır. Bu süreç sultanlar için tehlikelidir.
Bunun için petro-dolarlar Amerikan, İsviçre,
İngiltere bankalarına ve çokuluslu şirketlere
yatırılıyor.
İslam ülkelerinde halk, şeriat koşullarında
yaşasın, kadınlar çuvaldan çarşaftan çıkmasın
diye...
Ne var ki çağın gelişmesine karşı durulamaz.
İslamda faizcilik yasak olsa da İslam Bankası
kurulacak, sultanların işine gelmese de
toplumlar değişecek, şeriat koşullarıyla
çağdaşlaşma arasındaki çelişki çözülecek...
Kaçınılmaz gidiş budur. İsterseniz bu gidişe
yazgı diyebilirsiniz; ama, bilimsel yasaların
gerçekleşmesi derseniz daha doğru olur.
(24 Mayıs 1982 tarihli yazısı)
S
özü eğip büküp uzatmaya gerek
yok. Ya da son söyleneceği baş-
tan söylemeli; 12 Eylül referan-
dumu tam bir Pamuk Prenses
masalõdõr. Bu masalõn Pamuk
Prensesi halkõmõz, onu ölümcül bir uykuya
sokacak zehirli elma oylanacak değişiklik pa-
keti, büyücü ise AKP iktidarõdõr.
AKP ve çizgisinde olanlarõn tercihlerini an-
lamak mümkün. Ama kendilerini o çizginin
dõşõnda ve hatta karşõsõnda gören, hele de sol-
culuk ve ilericilik iddialarõnõ sürdürenlere ne
demeli? Ne imiş; geçici 15. maddeyi kal-
dõrmakla cuntacõlõk ve darbe girişimleri ön-
lenecek, demokrasi kapõsõnõ aralayacak bü-
yük bir adõm atõlmõş olacakmõş.
Bundan önceki darbeleri yapanlarõn önün-
de anayasal engeller yok muydu? TCK’nin
146. maddesi neyi yasaklamaktaydõ? Gene
de cuntalar kurulmadõ mõ, darbeler yapõlmadõ
mõ? Talat Aydemir hakkõnda verilen ölüm
cezasõnõn infaz edilmesi gerçeği bir ibret oluş-
turabildi mi?
Hiç kimse kendini aldatmasõn! Darbeleri
internet sitelerindeki lafazanlõklar değil, ör-
gütlü halk direnişleri; yani eylemli, etkin de-
mokratlõklar önler. Milyonlar ve milyonla-
rõn demokrasi için sokak direnişlerinden kor-
kar cuntacõlar. Demokrasi Fransõz devriminde
olduğu gibi çulsuzlarõn (sans culottes) sa-
yesinde gelir, onlarõn eseri ve işidir. Posta-
la karşõ takunyanõn iktidarõna, diktasõna su
taşõyarak demokrasiye sahip çõkõlamaz.
Üstelik eldeki tas, tas bile değil bir elek-
tir. Onunla mõ demokrasi değirmeni çevri-
lecek? Vah ki vah…
Her neyse, polemiği bõrakõp biraz hukuk
konuşalõm. Önce o çok sözü edilen Venedik
Komisyonu ölçütlerine göre bu referandu-
mun meşruiyetini mihenk taşõnda bir sõna-
yalõm. Ne diyor Venedik Komisyonu 21 - 22
Ekim 2005 tarihli 64. oturumunda kabul edil-
miş referandum raporunun Konuda Birlik
başlõklõ 73. maddesinde?
“Konuda birlik ilkesi, bir metnin tü-
münün değiştirilmesi hali dışında, oya su-
nulan metinde, aslında birbiriyle bağlantılı
olmayan hükümlerin bir blok olarak ka-
bul ya da reddinin istenmesi seçmenin
oyunu özgürce kullanması güvencesine ay-
kırılık anlamını ifade etmektedir.”
Yani tek cümleyle, birbiriyle bağlantõlõ ol-
mayan birçok konuyu toplu olarak halkoy-
lamasõna sokup, evet ya da hayõr biçiminde
tek yanõt istenemez.
Yani 12 Eylül’de yapõlacak halkoylama-
sõ Venedik Komisyonu ölçütlerine göre de-
mokratik bir halkoylamasõ olmayacaktõr.
Tersine şaibeli bir halkoylamasõ olacaktõr,
ama ne gam!
Hadi şimdilik bõrakalõm meşruiyet tartõş-
masõnõ bir kenara, biraz da içerik üzerine ko-
nuşalõm.
12 Eylül Anayasasõ’nõ değiştirmek isti-
yoruz, değil mi? O zaman şu sorunun yanõ-
tõnõ vermek gerekir: Bu paketin hangi mad-
desi, değiştirilmesini istediğimiz ‘postal
anayasası’nõn hangi kurum ve kuralõna de-
ğinmektedir? YÖK’üyle, siyasi partilere
ilişkin yasaklarõyla, seçim barajõyla, millet-
vekili dokunulmazlõklarõyla, memurlara
grev yasağõyla, cumhurbaşkanõna tanõnan sõ-
nõrsõz yetki ve sorumsuzluklarõyla ve daha
bir dizi antidemok-ratik hangi kuralõ ya da
kurumu değiştirmekte, demokrasiye yöne-
lik ne tür bir düzenleme getirmektedir?
Birkaç örnekle ayrõntõlayõp somutlayalõm:
Kanun önünde eşitlik ilkesini düzenleyen
10. maddede Türkiye’den beklenen fiili
eşitliği sağlayacak bir düzenleme var mõ? Za-
ten “kadın ve erkek eşitliğine inanmadı-
ğını, Avrupa’nın her istediğini yapmak zo-
runda olmadığını, siyasi partilerde kon-
tenjan uygulamasına karşı olduğunu”
söylemedi mi Başbakan?
Göz boyama
Telefon ve mekân dinlemelerinin insanlarõ
konuşmaktan korkar hale getirdiği bu ortam-
da özel hayatõn gizliliğini güvence altõna ala-
cak bir düzenleme mi var bu pakette? Yok!
Demokrasinin ayrõlmaz parçasõ olarak kabul
edilen siyasi partiler ile ilgili ne gibi bir iyi-
leştirme getiriliyor? Hiç! Seçim barajõnõ indirme
ya da 1961’de olduğu gibi büsbütün kaldõrma
yönünde atõlan bir adõm mõ var? O da yok!
Grev hakkõndan yasaklõ memur sendikala-
rõnõn, hakem kurulu kararlarõnõ kabul zorunda
olacaklarõ toplusözleşme hakkõ, demokrasi
yönünde bir kazanõm sayõlabilir mi? İşçi sen-
dikalarõnõn kuruluş ve çalõşmalarõnõ kõsõtlayan
kurallar muhafaza edilerek demokratik bir sen-
dikacõlõk mõ getirilmiş oluyor? Grev hakkõnõ
toplu iş sözleşmesinde ortaya çõkacak uyuş-
mazlõkla tanõmlayõp sõnõrlandõrdõktan, usul
ve kapsamõnõn kanunla düzenleneceğini söy-
ledikten sonra siyasi ve dayanõşma amaçlõ grev-
leri yasaklayan 54/son fõkranõn kaldõrõlmasõ göz
boyama değil de nedir?
Bu değişiklik paketi yargõ birliği konusun-
da 12 Eylül’den farklõ nasõl bir düzenleme ge-
tirmektedir? Askeri Yargõtay ve Askeri Yük-
sek İdari Mahkemesi mi kaldõrõlõyor?
Yargõda yõllardõr tartõşõlan irticai faaliyetler
nedeniyle ordudan ihraçlara yargõ yolunu
açarken idarenin yargõsal denetiminde yerin-
delik ilkesini kaldõrõp kendine özgü bir de-
mokratik açõlõm örneği verilmiş olmuyor mu?
Açõk ve net olalõm; bu paketin asõl önemi ve
amacõ, yargõ erkinin yürütmenin emrine ve-
rilmesine olanak sağlayacak maddelerdedir.
Amaç yargõç ve savcõlarõn daha da bağõmlõ-
laştõrõlmasõ, emir ve kumanda zincirine bağ-
lanmasõdõr. Gerek Anayasa Mahkemesi’ne
ve gerekse HSYK’ye ilişkin düzenlemeler bu
amacõ ortaya koymaktadõr. Böylece TBMM’de
çoğunluğa sahip yürütmenin, gereksindiği
yasa faaliyetlerinin Anayasa Mahkemesi en-
geline takõlmasõnõn önü alõnacaktõr. HSYK ye-
niden oluşturulmaktadõr. İlerleme raporlarõna
aykõrõ olarak kurulda Adalet Bakanõ ve müs-
teşarõnõn varlõğõ korunmaktadõr. Bakanlõğõn hâ-
kimlerin ve savcõlarõn üzerindeki yetkileri ve
denetimleri daha da güçlendirilmektedir. As-
keri yargõçlarõn bağõmsõzlõğõna yönelik eleşti-
riler bu düzenlemelerle şimdi fazlasõyla sivil
yargõ için geçerlik kazanacaktõr. Artõk anaya-
sal olarak Adalet Bakanõ’na bağlõ bir yargõ sis-
temi oluşturulmaktadõr. Anõmsayalõm; “Yap-
mak istediklerimize yargı engel oluyor” de-
medi mi Başbakan? Böyle bir söylemi demo-
kratik hukuk devleti anlayõşõ ile bağdaştõrmak
olanaklõ mõdõr? Dahasõ yõğõnlarõn karşõsõnda
“Yargıda dernekleşmek olur mu? Bu YAR-
SAV’ı da ilk fırsatta halledeceğiz” dedi mi,
demedi mi? Tüm demokratik ülkeleri sayma-
ya gerek yok! Fransa’da yargõç ve savcõ sen-
dikalarõnõn bile var olduğu gerçeğine gözleri-
mizi kapatõp, bu anlayõş sahibinin ülkeyi de-
mokrasiye götüreceğine mi inanacağõz?.. El-
bette ki hayõr!
Bütün bu düzenlemelerde söz konusu olan
bir sistem ve rejim sorunudur. Amaç ‘Yasa-
ma, Yürütme ve Yargı’yõ tek bir elde topla-
maktõr. Böylesi bir anayasal altyapõnõn adõ baş-
kanlõk rejimi de değil, diktatörlüktür. Artõk mõz-
rak çuvalõ delmiş, görmeyen gözlere bile ba-
tar olmuştur.12 Eylül’de yememiz için sunu-
lan elma, halkõmõzõ ölümcül bir uykuya yatõ-
racak, işte böylesi zehirli bir elmadõr. Yemek
isteyene afiyet olsun. Ben, “Hayır! Teşekkür
ederim” demeyi tercih ediyorum.
Büyülü Elma Referandumu!..
Enis COŞKUN Avukat
Amaç ‘Yasama, Yürütme ve Yargõ’yõ tek bir elde toplamaktõr. Böylesi bir
anayasal altyapõnõn adõ başkanlõk rejimi de değil, diktatörlüktür. Artõk
mõzrak çuvalõ delmiş, görmeyen gözlere bile batar olmuştur.
12 Eylül’de yememiz için sunulan elma, halkõmõzõ ölümcül bir uykuya
yatõracak, işte böylesi zehirli bir elmadõr.
Y
argõ, odağõna kendisinin konulduğu
bir anayasa değişikliği paketinin re-
ferandum sürecinde, içerikten çok si-
yasetin konuşulduğu bir tartõşma ortamõnda
yeni bir yargõ yõlõna başlõyor.
Her yargõ yõlõ açõlõşõnda en etkili ve veciz
ifadelerle dile getirilmesine rağmen olumsuz
fiziki koşullar ve altyapõ, yetersiz bütçe ve
personel, iş yükü ve benzer sorunlarõ çö-
zülmeyen yargõnõn, bağõmsõz ve etkin işle-
yişini sağlayacak, halkõn adalete erişimini ko-
laylaştõracak tedbirleri de içeren esaslõ bir yar-
gõ reformu ihtiyacõ devam etmektedir.
Yargõnõn sorunlarõna çözüm bulmakla gö-
revli olan siyasi iktidar ise, sorunlarõ çözmek
bir yana mevcut sorunlardan beslenerek
yargõnõn kendisini bir sorun gibi göstermek
çabasõndadõr.
Her fõrsatta “Bu yargı anlayışına saygı
duymam” diyerek kendi anlayõşõndaki bir
yargõnõn özlemini dile getiren Başbakan, Ana-
yasa Mahkemesi’nin iptal kararlarõ ve Da-
nõştay’õn yürütmeyi durdurma kararlarõ ile yü-
reğinin yandõğõnõ, içinin sõzladõğõnõ söylüyor
ve sivil diktatörlüğe doğru attõğõ adõmlarõn
önünde “pranga” saydõğõ yargõyõ, attõğõ her
adõmõ onaylayacak bir kuruma dönüştürmek
istiyor.
Kendisi gibi düşünmeyen her kişi ve ku-
rumu karşõsõna almak ve kendisine karşõ çõ-
kanlarõ etkisiz hale getirmek ve yok etmek
anlayõşõyla ülkeyi yöneten Başbakan ve ba-
şõnda bulunduğu siyasi iktidar, kendisine kar-
şõ olduğunu kabul ettiği yargõ kurumlarõ ve
mensuplarõna karşõ, sürdürdüğü baskõlarõ
geçen yargõ yõlõnda da devam ettirmiştir.
HSYK’ye Adalet Bakanlõğõ’na bağlõ ola-
rak çalõşan Türkiye Adalet Akademisi üye se-
çebilmekte iken bu hak TBB ve barolara ve-
rilmemiştir. Anayasa Mahkemesi üye seçi-
minde, 12 Eylül rejiminin kurumu YÖK
Cumhurbaşkanõ’na aday gösterme hakkõna
sahipken bu hak avukatlarõn temsilcisi ve üst
meslek örgütü TBB’ye tanõnmamõştõr.
Anayasa Mahkemesi’ne seçilecek bir avu-
kat üyenin seçimi, baro başkanlarõnõn serbest
avukatlar arasõndan gösterecekleri üç aday
arasõndan TBMM tarafõndan yapõlacaktõr.
Anayasa Mahkemesi’ne avukatlar arasõn-
dan üye seçiminin avukatlarõn üst meslek ör-
gütlerine bõrakõlmamasõ, her baro başkanõnõn
bir oy hakkõna sahip olduğu baro başkanla-
rõ tarafõndan seçilmesinin öngörülmesi, AKP
iktidarõnõn kendisi gibi düşünmediğini bildiği
TBB ve başta İstanbul Barosu olmak üzere
büyük barolarõ devre dõşõ bõrakma planõnõn
sonucudur.
AKP yalnõzca TBB’yi devre dõşõ bõrakmayõ
planlamamõş; önerdiği, temsilde adalet il-
kesine aykõrõ seçim sistemiyle kendisi gibi dü-
şünmediğine inandõğõ başta İstanbul olmak
üzere 3 büyük il barosunu da devre dõşõ bõ-
rakmõştõr.
Türkiye’de 78 baroya kayõtlõ 66 bin avu-
kat görev yapmaktadõr. İstanbul Barosu’nun
24989, Ankara Barosu’nun 9437, İzmir Ba-
rosu’nun 5627 üyesi vardõr. Bu üç ilin üye
sayõsõ toplamõ 39963’tür ve toplam üye sa-
yõsõnõn yüzde 60’õnõ oluşturmaktadõr. Bunun
yanõnda 18 il barosunun üye sayõsõ 100’ün al-
tõndadõr. En azõ 33, en çoğu 97 üyeye sahip
bu 18 il barosunun toplam üye sayõsõ
1117’dir.
Yapõlacak seçimde ülkedeki toplam avu-
kat sayõsõnõn yüzde 60’õnõ oluşturan üç bü-
yük il barosu birer oydan 3 oy, ülkedeki top-
lam avukat sayõsõnõn binde birini oluşturan
18 küçük ilin barolarõ ise 18 oy hakkõna sa-
hip olacaktõr.
AKP yargõyõ teslim almak için elinden ge-
len her şeyi yapõyor, Anayasa Değişiklik Pa-
ketinde de olduğu bütün yasal düzenleme-
lerde, özellikle ayrõntõlarda kendi hukukunu,
kendi yargõsõnõ oluşturma hedefinin çakõl taş-
larõnõ döşüyor.
Ancak teslim olmak yok. Hukukun üs-
tünlüğü, demokrasi ve insan haklarõ müca-
delesinde en büyük görev hukukçulara ve
özellikle avukatlara düşüyor. 12 Eylül’de
“Hayır” diyerek sivil dikta gidişine set çe-
kebiliriz. Tüm yargõ mensuplarõnõn yeni
yargõ yõlõ “Hayırlı” olsun.
Yargõ Yõlõ Başlarken
Av. Uğur YETİMOĞLU Avukatlar Hukuk Araştõrmalarõ Vakfõ Başkanõ
Koyun Olmamak Elimizde!
B
ir Batõlõ yazar (ABD siya-
setini eleştiren J.H. Bo-
yett) gördüğü demokrasi-
yi şöyle tanõmlõyor: “Demokra-
si iki kurtla bir koyunun ‘akşa-
ma ne yiyelim’ üstüne oy kul-
landıkları bir uygulamaya dö-
nüştü.” Boynu bükük koyun ol-
mayõ reddetmek elimizde! Zor-
bayõ zorba yapan uşağõdõr. Önü-
müzde bir halkoylamasõ, ardõndan
genel seçimler sõrada. Seçmen
olarak gücümüzün bilincinde ola-
lõm, aldatõlma oyunlarõnõ tepme-
sini bilelim, doğruyu bulma uğ-
raşõna katlanõp koyun olmayalõm.
Halkoylamasõ da, seçim de yasal
fõrsatlardõr.
Yanlõşõn, yalanõn yayõlmasõ için
doğruyu bilenlerin gereğini yap-
mamalarõ yeterlidir. Kimi alanla-
rõn vali ve belediye başkanõ buy-
ruklarõyla dolduğunu ve imamõn
cemaatine gene bildiğini okudu-
ğunu gördük. Gözleri doymadõğõ
için kendileriyle halk arasõndaki
farkõ uçuruma dönüştürenlerin
takõyyelerine de tanõğõz.
Ancak, oy hakkõnõ kullanacak-
lara görev düşüyor. Gereğini yap-
mazsak bir anlamda hak ettiğimiz
yönetime kavuşuruz. Onlarõn as-
kerlik yapmayan çocuklarõ, ge-
linleriyle damatlarõ dolar milyar-
deri olur ve bölgemiz sõnõrlarõnõ
değiştirme tasarõsõnõn yerli eş-
başkanlarõ dünyada en varlõklõ
yöneticiler sõnõfõna girerken, sõ-
radan yurttaşlar iş bulma kurum-
larõnõn kapõlarõnõ boşuna aşõndõ-
rõrlar. Onlarõn yanõltmalarõna kan-
madõğõmõzõ oyumuzla belirtelim.
Bizler seçmen, yurttaş ve insan
olarak onlarõ daha da zengin ve
buyurgan etmekle yükümlü kul-
lar değiliz. Onlarõ kendilerinin bil-
giç ve kurnaz olduklarõna inan-
dõranlar yanlõş ata oynayan kimi
seçmenlerdir. Kişi yenilmekle
hünerli, yanõlmakla bilgin olur,
ama adam olan hiç değilse birden
fazla aldanmaz.
Oysa, gerçek erk bizdedir. Halk
olmasa ne yönetim olur, ne ona
bağõmlõ kõlõnmak istenen kamu
kurumlarõ, ne de onlarõn yüksek
temsil maaşlarõ ve tüm yakõnlarõ-
nõn trilyonlara varan hastane har-
camalarõ. Bunlarõn karşõsõnda gü-
cümüzü bilelim. Ağacõn yumu-
şağõnõ kurt yer derler. Onlar biz ol-
madan var olamaz. Hasta ağaç ne
denli uzarsa uzasõn, dibinde bal-
ta hazõr olmalõdõr. Halka birçok
şeyin sözünü verip kendi ceplerini
dolduran, ama “küreyi yöneten
G8 bizi tutuyor, Obama’yla bu-
run buruna oturdum, Allah’tan
icazetliyiz” yaygarasõnõn göz-
bağcõlarõna siyasetin de bir “mal”
gibi satõlamayacağõnõ gösterelim.
Onlar satõcõ, satmayõ biliyor. Ama
sonuçta olan bizlere olur. Atas-
özümüz “Açlıkta darı ekmeği
helvadan âlâ gelir” der, ama
helvayõ yapõp yeme hakkõmõz za-
ten bizim elimizde. Bizi önce
yoksulluğa sürükleyip paramõzla
iftar sofrasõ açan, zehirli kömür-
le kimi zaman bozuk yiyecek
dağõtanlara kanmayalõm. “Deği-
şim” mi? Onun gerçeğine “dev-
rim” denir. Biz onu da gördük,
sahtesiyle gerçeğini ayõrabiliriz.
Bu dar boğazlarõ atlatalõm, her şe-
yin gerçeğine de sõra gelecek.
Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV
mumtazsoysal@gmail.com