20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 6 EYLÜL 2010 PAZARTESİ 16 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL ‘Bilgisayarlõ Seçime Dünya Kuşkuyla Bakõyor’ Bilgisayar ortamõnda yapõlan seçimlerin “hiç de güvenilir ol- madığı” çeşitli kaynaklarca açõklanmaktadõr. Konuyu, Uluslararasõ İlişkiler Uzmanõ Sayõn Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün ABD’de yapõlan başkanlõk seçimleriyle ilgili açõkla- malarõna bõrakõyoruz. “Cumhuriyet’in 24 Ağustos günlü (2004 sayfa 17) sayısında karmaşık ABD başkanlık seçimlerini genel çizgileriyle özet- lemiştim. Ancak bunun kuraldışı uygulamaları, üstelik hile- leri var. Bu yazıda 2004 seçimleri için Bush ve bağlantılarının yeni hile hazırlıklarını kısaca anlatmak istiyorum. Hileleri tasarlayanlara göre, Beyaz Saray’a (ve Kongre’ye) egemen olmak, trilyonlarca dolarlık yararlar sağladığından her türlü dalavereye değer. Bush önceden hesaplanmış türlü aldatmacalardan sonra, 2000’de ancak 537 oyla öne çıkabil- mişti. Ufak bir hile bile dengeyi değiştirebilir. Ancak bugün- kü hazırlıkların çok daha kapsamlı olduğu söylenebilir.(…) Seçim bilgisayarlarını satmış olan Cumhuriyetçi şirketler on- lara diledikleri gibi el atacak durumdalar. Hile ağının teme- linde bu var. Makineleri dört özel şirket dağıttı. Onların uz- manlarıyla görevliler, sonucu bir parmak hareketiyle değiş- tirebilir. Oyların yarısını ES-S şirketi sayacak. İkincisi, Bush’u milyoner yapan T. Hicks’in büyük pay sahibi olduğu Diebold adlı bir Teksas kuruluşu. Üçüncüsü, Kaliforni- ya’daki sayımda makineleri yanlış çalışmış olan, Bush dostu başka bir Teksas şirketi. Dördüncüsü, bilgisayarları ‘güve- nilmez’ diye New York’ta 1990’larda reddedilmiş olan özel bir İngiliz grubu. ES-S’nin sahibi, Omaha’daki tek tutucu gazeteyi çıkarıyor. Bu bilgisayar düzeniyle yakından bağlantılı C. Hegel’in gön- lünde 2008 Cumhuriyetçi başkan adaylığı olduğu yazıldı. 1995’te Nebraska senatörlüğüne soyunmuş, aldığı oylar itiraza uğrayınca sayım kendi makinelerinde yapılmıştı. ‘Kişi kendi davasõnda yargõç olur mu’ diye soran çıktıysa da sonuç değiş- medi. (…) Diebold’dan 54 milyon dolarlık makine almış olan Georgia federe devletinin bazı bilgisayarları çalındı. Gizli sayım anah- tarlarını da içeren bu makinelerin önce oy çalmaya prog- ramlanıp sonra özellikle kritik bölgelerde seçime sokularak so- nuçları değiştirmede kullanılacakları yaygın bir kuşkudur. (…) Bu nedenle, kimi sivil toplum örgütleri oyların pusulaya da yazılı biçimde geçirilmesinde ayak diriyor. Yeniden sayılabi- lir, yani denetlenebilir oy pusulası kullanımına karşı çıkanların başında Bush’un kardeşi Florida Valisi geliyor. Orada oyla- rın yarısı bilgisayarlara dokunmakla kayda geçecek. Elektronik oy yönteminde adayın adı görüntüye yazılıyor; itiraz olursa, elle tutulur pusula yok. Oyların tümü bilgisayarda toplandıktan sonra bir uzman görevlinin düğmeye basmasıyla topu öteki ada- yın hanesine geçer mi? Eski makineleri kullanan da, tercihi- ni pusulaya yazan da olacak. Ama oyların çok yüksek yüzdesi asla denetlenemeyecek. Bilgisayardan ikinci basım da alına- bilir. Ne var ki hile yapıldıktan ve oylar değiştikten sonra, ikin- ci basım bir ‘yeniden sayma’ işlemi değil, önceki hileyi yüzde 100 ‘doğrulayan’ bir aldatmacadır. (…) Kullanılan yöntemler güvensizlik yaratıyor. Egemen güç, hal- kın sonuçları gözü kapalı benimsemesini bekliyor.” 2 Eylül 2002 günlü Cumhuriyet Ankara Bürosu’nun birinci say- fadan verilen haberinde, CHP Adana Milletvekili Tacidar Sey- han’õn konuyu TBMM’ye götürdüğü aktarõlmaktadõr. Konuyla ilgili olarak, sayõn Seyhan şöyle demiş: “Türkiye’de kullanılan 2007 ve 2009 seçimlerinde uygulanan ‘SEÇSİS’ se- çim sitemine benzer sistemlerin Amerika ve Yunanistan’da kul- lanılmış olduğu ve seçim güvenliği tartışmalarından dolayı bu sistemlerin kullanılmasından vazgeçildiği bilinmektedir.” 14 Mayõs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin seçim afişle- rinde şöyle yazardõ: “Bir dakikalık cesaretinle milletini kurtarabilirsin.” Şimdiki zamansa, 14 Mayõs 1950 günü başlayan “ılımlı İslam devletine” gidişi durdurma zamanõdõr. Bunun için, 12 Eylül 2010 günü de õlõmlõ İslam devletine “ha- yır” demek zamanõdõr. İki 12 Eylül Çiğdem Sezer-İbrahim Dizman, “12 Eylül’ün 30. Yı- lında 30 Yıl 30 Hayat”ı kita- plaştırdılar. Sorduk onlara: - Kitapta 12 Eylül çekm- işleri var. Yaralı yanları bu- güne nasıl yansımış sizce? - Yazdıklarımızın tümünün yaralı yanları kanamaya de- vam ediyor. Bir örnek KTÜ Rektörü Prof. Dr. Erdem Ak- soy’dur. Darbe yapılınca bü- tün üniversiteler Evren’e fah- ri doktora verme kuyruğuna girerler. Evren Trabzon’a git- tiğinde de üniversiteyi ziyaret eder. Orada da fahri doktora töreni yapılacağını düşün- mektedir. Ama Rektör Erdem Aksoy, cuntanın beşibiryer- de’lerine “Üniversiteler ne- den özerk olmalıdır?” konulu bir brifing verir, ayrıca Evren’in kolunun altına bir de bu ko- nuda bir rapor sıkıştırır. Evren, toplantı salonundan alı al mo- ru mor çıkar. Ancak hemen ardından Erdem Aksoy’un yaşamı karartılır; görevine son verilir, bütün unvanları elinden alınır ve cezaevine tıkılır! Yazdığımız adların hepsi 12 Eylül zulmünü yaşamışlar. Şenal Sarıhan, Turgut Ka- zan, Gülçin Çaylıgil gibi hu- kukçular da var Celalettin Can gibi Diyarbakır Ceza- evi’ni yaşayanlar da. Vecihi Timuroğlu iki çocuğunu kay- bediyor bu süreç nedeniyle. Şenal Sarıhan, Meral Be- kar küçücük bebeklerini bı- rakıyorlar dışarıda. Memeleri süt dolan ama o sütü boşal- tacak pompa bile bulamayan bir anne düşünün hapisha- nede. Ve bir yerlerde anne sü- tü yokluğuyla ağlayan be- bekler... Tüm bunların bugüne yan- sımaması düşünülemez el- bette. Yalnızca kendileri de- ğil aileleri de bedel ödemek durumunda kaldı çünkü. Ki- minin çocuğu yükseköğre- nimden mahrum kaldı. Kimi tamamen anne babasız ya- şamak durumunda kaldı. Dik- kat çeken bir şey, 30 yıl geç- miş olmasına karşın kendi aralarında bile bu konuda açık açık konuşamıyor olma- ları. Bu bile yeterli aslında nasıl bir ruh hali içinde ol- duklarını anlatmaya. - Yazdığınız 12 Eylül ile bugünkü 12 Eylül arasında benzerlikler görüyor mu- sunuz? - 30 yıl önceki 12 Eylül de- neyimi, hukukun iğdiş edil- mesi halinde neler yaşanabi- leceğini gösteren çok acı bir deneyim. Yüz binlerle ifade edilen sayıda insan kişisel bedeller ödedi ama asıl sonuç toplumsal alanda yaşandı; amaç da buydu zaten. 12 Eylül darbesi tam bir aydın kı- rımıydı. Bugün daha demok- ratik görünen bir ortamda seçme hakkı sunulduğu söy- leniyor. Bize göre aradaki fark; o gün açık açık, göste- re göstere bedel ödetilme- siydi; bugünse demokrasi ve “yargı” kılıfına sarılarak be- deller dayatılıyor. Ayrıca, o dö- nemde hukuk ve insan hakları ayaklar altındaydı, hepimizin bildiği gibi. 30 yıl sonra da hu- kuksuzluklar yok mu? Benzer davranışlar yok mu? 12 Ey- lül’de kapıya polisler, asker- ler dayanıyor ve alıp götürü- yorlardı insanları. Suçunun ne olduğunu aylarca öğrene- miyordu insanlar. Buna ben- zer görüntüleri yaşamıyor mu bu ülke? Benziyor ne yazık ki. Niçin? Tıpkı 30 yıl önce olduğu gibi, yine bir 12 Eylül’de niçin “Hayır” diyeceğimizi özetleyen bir kampanya metninden: “Anayasanın değiştirilemez laiklik ilkesine aykırı fiillerin odağı AKP’nin, bundan sonra bu fillerin hepsini rahatça işlemesini sağladığı için. AKP ve o zihniyetteki partilerin hangi eylemi yaparlarsa yapsınlar kapatılmalarını yasakladığı için. Başta genel başkanı, birçok AKP’liyi yargılayacak Anayasa Mahkemesi’ni AKP’nin istediği gibi kurmasına olanak sağladığı için. Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısından fazlasını AKP’li cumhurbaşkanının AKP’lilerden atayabilmesini sağladığı için. Çocukların yine ‘gemicik’ sahibi olmasına, bakan çocuklarının mısır ya da yumurta ithal etmesine olanak tanıdığı, ancak bunun TBMM’de yazılı ya da sözlü soruyla dahi öğrenilmesini engellediği için.” Hemen karşımızda üç top akasya vardı. Birileri her nedense akasyalardan çok rahatsızdı. Her ne olduysa, üçü de birdenbire kurudu. Gittik baktık, ağaçların yükseldiği toprakta tek bir ot bile yoktu. Belli ki ağaçların dibine bir şeyler dökülmüştü, kurusunlar diye... Eh, baştaki Cumhuriyet çınarına takarsa eğer, vatandaş da evinin önündeki gariban akasyayla uğraşmayı kendine görev bilir. Yüksek Orman Mühendisi Ahmet Demirtaş, Çevre ve Orman Bakanı’na bir mektup göndermiş, Ankara’daki ağaç kırımından yakınıyor: “Ahlatlıbel-Gölbaşı yoluna 2004’te altuni serviler dikildi. Ağaçlar kuruduğu için yerlerine 2005 yılında çınar dikildi. Onlar da (498 adet) kurudu. Yerlerine yalancı akasya ve at kestanesi dikildi. Belediyenin verdiği bilgiye göre bir adet çınarın fiyatı 879 liraydı. Eskişehir yolu ve Söğütözü ile Ümitköy kavşağı arasındaki refüjde, leylandi servilerden oluşan ağaç kümeleri vardı. Hepsi kurudu, söküldü. Pursaklar ile Esenboğa Havalimanı arasında kalan refüje dikilmiş servi kümeleri de kurudu. Her birisi 240 lira olan leylandi servilerin binlercesi kurudu. Yabancı tür ağaçların Ankara’nın ekolojik koşullarına uymadığı, yerli türlerimizin seçilmesi gerektiği her ortamda söylendiyse de dinleyen olmadı. Bakanlığınız; 8 yıldır bu ağaçların ithaline izin verdi. Şimdi ise belediyelerin ithal ağaç alımını yasakladınız. İthal ağacın yasaklanması için on binlerce ağacın ithal edilmesi, onların kuruması ve deyim yerindeyse paramızın çöpe atılması mı gerekiyordu? Halkın vergisiyle karşılanan bu parayı savurganca kullanan ve kullandıranlar, hesap vermeyecek mi?” Ağaçların hesabı PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Dayak Yemeden Şu İşi Bitirsek… Bu yaşıma kadar onca seçim, iki de halkoylaması gördüm, toplumun gelecek pazar yapılacak referandum öncesinde olduğu kadar azarlandığını, korkutulduğunu, sindirilmeye çalışıldığını anımsamıyorum. Başbakan çıkıyor, işadamlarına, “Oyunuzu açıklayın” diyor ve ekliyor: “Bitaraf olan bertaraf olur!” Yani “yok olursunuz”, “silinirsiniz”, “gidersiniz” demeye getiriyor. Sanayi Bakanı kükrüyor: “Eğer ‘hayır’ diyecekseniz bir daha yanıma gelmeyin!” Uluslararası ün yapmış iki pop sanatçımızdan biri olan Tarkan Allianoi’ye sahip çıkacak oluyor, bu kez Çevre ve Orman Bakanı kaşlarını kaldırıyor: “O her işe burnunu sokmasın, kendi işine baksın!” Kısacası her ağzını açan azarlanıyor, bir dayak yemediği kalıyor. Bu üç örneğin dışında başka “fırçalamalar” da var tabii. Sözgelimi, “Alevi dedeleri”, “Türk soyundan olmayanlar” da paylarını alıyorlar atılan fırçalardan. AKP’liler bu “fırça düzeni”ni demokrasi sanıyorlar. Belki onlar da kendi açılarından haklılar, çünkü sarmalandıkları dogmalar bu kadarına izin veriyor. Haksız oldukları nokta demokrasi sandıkları bu ucubeliği toplumun geneline dayatma arzuları. Bu köşede birçok kez yinelendiği gibi AKP’lilerin gönüllerinde yatan düzen Orta Anadolu otokratizmi. Bir liderin ve çevresindeki oligarşik yapılanmanın bu hot-zot düzenini Türkiye’nin geneline yaymak istiyorlar. Başbakan yıllar önce demokrasinin son hedefe varma yolunda ilerleyen bir tramvay olduğunu söylemişti. Gerçekten de “demokrasi tramvayı” son durak olan otokratik egemenliğe doğru hızla yol alıyor. 12 Eylül referandumu bu nedenle çok önemli; çoğunluk “evet” derse tramvay hedefi doğrultusunda daha da hızlanacak, çoğunluk “hayır” derse bu makas değişikliğine yol açacak. Bu referandum işi bir bakıma iyi oldu, çünkü toplumun bakmasını değil ama görmesini bilebilen kesimi AKP’nin niyetinin ne olduğunu daha açık olarak algılayabildi. Anlaşıldı ki “din” bunların elinde bir oyalama aracıymış. Türban falan fasa fisoymuş. “Din”i bilinçli olarak umacılaştırarak laik kesimlerin tüm güçlerini bu alanda yoğunlaştırmalarını sağlarlarken, hedefleri doğrultusunda devleti alttan alta ele geçirmeyi büyük ölçüde başarmışlar. Geriye bir tek yüksek yargı kalmış. Gelecek haftaki referandumda da esas oylanacak olan yargıyla ilgili iki madde zaten. Bir de AKP’ye yandaş medyada düzen çığırtkanlığı yapan sonradan olma liberal bir kesim var. Referandum sürecinde şaşkın tavuklara döndüler. Televizyonlardaki açık oturumlarda hâlâ yüzleri patlıcan moru, avurtları şişik, ağızlarından tükürükler saçarak canhıraş bir şekilde AKP politikalarını savunmaya çalışıyorlar, ama söylediklerine kendileri de pek inanmıyorlar. AKP yöneticilerinin “fırça harekâtı”ndan onlar da rahatsızlar. Ama bir ikisi dışında bunu dile getirmeye yürekleri yetmiyor. Kıvırtıyorlar. Geçenlerde bir TV kanalında Eser Karakaş’ı izledim. AKP’nin “ekonomik büyüme” politikasını yere göğe sığdıramadı. Bir de, “Ekonomiyi büyütmek en büyük milliyetçiliktir!” gibi bir söz etti. Eh be kardeşim, sen ekonomi profesörüsün, ekonomik büyüme kazanımlarında adil paylaşım söz konusu olmadığında ne anlam taşır? Yoksa 19. yüzyılın İngilteresi’nde mi yaşıyoruz? Bak, “milliyetçilik”i olumlandırmak gibi gerçek özgürlükçüleri/liberalleri mezarlarında ters döndüren o apriori saçmalığa bir şey demiyorum. Sorularıma yanıt ver, yeter. Neyse, biz yine başa dönelim ve yazımızı, “Şu referandum işini dayak yemeden bir bitirsek” diyerek bitirelim. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Eski Anadolu halklarõnõn en önemli ana tanrõ- çasõ... İlaç. 2/ Er- zurum’un bir il- çesi... Ekinlere zararlõ bir böcek. 3/ Burun iltihabõ. 4/ Yön göster- mek için belli yerlere konulan işaret... Genel- likle içine sulu şeyler konulan kap... Suudi Arabistan’õn plaka imi. 5/ Kilit dili. 6/ Engebe- li bir yerde, bir yolu ge- çirmek için açõlmõş yer... Küçük erkek kardeş. 7/ Serbest meslek adamla- rõnõ içinde toplayan res- mi birlik... Yaşlõ, ihtiyar. 8/ Tilki, samur, tavşan gibi hayvanlarõn karõn taraflarõndan elde edilen kürk... Bir içki. 9/ Gücünü ve hõ- zõnõ kaybetmek, gevşemek. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Metallerde, havanõn ve suyun etkisiyle oluşan kimya- sal değişiklik. 2/ Gördek balõğõna verilen bir başka ad... Faize temel oluşturacak miktar ile günlerin çarpõmõ so- nucunda bulunan rakam. 3/ Sõkõntõ, gam... Üç kişiyle oy- nanan bir iskambil oyunu. 4/ Tõp dilinde derinin kanlan- masõna verilen ad... Konut. 5/ Kabuklarõ yuvarlak ve yel- paze biçiminde bir deniz yumuşakçasõ. 6/ Notada durak işareti... Bir nota... En küçük izci kuruluşu. 7/ Ses... En- siz olarak dokunmuş parçalarõn yan yana eklenmesiyle olu- şan nakõşlõ ince kilim. 8/ Hayvanlara vurulan damga... Bü- yük zoka. 9/ Moliere’in “Hastalõk Hastasõ” adlõ oyunun- dan Ahmet Vefik Paşa’nõn yaptõğõ uyarlama... Bir renk. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B U C A K A L A N İ R İ N K A M E S A V A N L İ F İ B İ K G E M O L A L A O S A T S T A R S A P A R İ Z A A C İ L E F A L T I N A Z T E P E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle