19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Dubai Dubaracılığı MERİÇ VELİDEDEOĞLU Süleyman Nazif, ozanlığının yanı sıra “sivri dilli” oluşuyla, tam yerine oturan eleştirel özdeyişleriyle de tanınır. Dilinin 2. Abdülhamit’e dek uzanması Bursa’ya sürülmesine neden olur. İstanbul’un işgalinde de -aynı nedenden- bu kez İngilizler tarafından Malta’ya sürülür. Kurtulup da İstanbul’a dönünce, dostu ünlü şair Ahmet Haşim’e, sıcağı sıcağına Malta anılarını anlatmadan duramaz. Söyleşi sırasında, A. Haşim’in: “Size orada et veriyorlar mıydı?” sorusuna, S. Nazif, “konserve et verdiklerini” söyleyince; A. Haşim: “İnsan eti mi?” biçiminde kışkırtıcı bir soru daha sorar. S. Nazif: “A aziz dostum!” dedikten sonra: “İnsan etini hiç başkasına yedirirler mi?” diye yanıtlar. Yüz yıl önce; “emperyalizm”in “acımasız”lığının ölçüsünü bu denli somut; ama bu denli insanın içini ürperten bir anlatımla ortaya koyabilmek için, ancak S. Nazif olmak gerekirdi sanırım. İki ozanımızın böyle konuştuğu sıralarda, “emperyalizm” de yalnızca “kendi” yemekle kalmayıp, birlikte yaşayan toplulukları “birbirine yedirtme” yöntemini de geliştirme çabası içine girer. Bu yöntemin Türkiye’ye yönelik ve günümüze dek ulaşacak adımının atılmasında Musul halkının -ayrımında olmadan- payı olduğundan söz edilir. Yüzyıllardır Osmanlı yönetimindeki Musul, “Birinci Paylaşım Savaşı” sonunda usulsüzce işgal edilmişti. Büyük çoğunluğu Türk ve Kürtlerden oluşan Musul halkı, bu işgalden kısa bir süre sonra açılan “TBMM”ye başvurup, “Musul’un Türkiye’nin tamamlayıcı bir parçası olarak kalmasını istediklerini” bildirmişler. Bu başvuru daha TBMM’ye ulaşmadan, Türklerle Kürtlerin aralarının açılması, birbirine “yedirtilmesi” için İngiliz emperyalizmi kolları sıvamıştır bile. İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra, “emperyalizm”in “yeni patronu” artık iyiden iyiye “ABD”dir. Bu birbirine “yedirtme” yöntemini ABD de “türlü bağlamlar”da geliştirerek sürdürecek, Türkiye’ye de uygulayacaktır. Örneğin; “laiklik” ilkesini, “laik yaşamı” henüz yerleştirmeye çalışan bir “İslam” ülkesinde, bu “dönüşüm”ün karşısına çıkarılarak, ülke insanlarını birbirine “yedirtme”yi sağlayacak ilk etkenin, ilk kurumun “din” olduğu bir gerçekti. ABD de, bu gerçekten yola çıkar. İlk adımda, “din”i, “din”selliği kullanarak halkı kışkırtacak bir partinin oluşumunu sağlar; “Demokrat Parti”yi salıverir Türkiye’nin siyasi yaşamına. On yıl içinde, Türkiye’nin ekseni yalnızca kaymakla kalmaz, çığrından çıkar. “27 Mayıs 1960” müdahalesi olur. “Asker”, dönemin kimi Batı ülkelerinde bile olmayan, ileri, çağdaş -yer yer günümüzde bile aranılan- “1961 Anayasası”nın yapılmasını sağlar. Kuşkusuz ABD, bu durumu tüm boyutlarıyla inceleyip kavrayacaktı. Ve bundan böyle “din” etkeninin kullanılmasına, “askerin yıpratılması” etkeninin de eklenmesi uygun bulunacak, gerekenler yapılacaktı. Ne var ki, yıllar boyu bu “yıpratma” doğrultusunda yaratılan, “Silahlı Kuvvetler”le ilgili olumsuzlukların, “halk” üzerindeki etkisini ölçmek için yaptırdıkları anketler, hiçbir zaman “bekledikleri” sonucu vermeyecekti. Tüm anketlerde, Türk halkının en sevdiği, en beğendiği kurum olarak karşılarına çıkan hep “Silahlı Kuvvetler” olacaktı. Bu durumda “asker”i halka -ya da birbirine- “yedirtemeyince”, başka istekleriyle birlikte bunu da sağlayacak bir “siyasi oluşumu” yaratmakta yine gecikmediler. “Yok”tan “var” edilen “AKP”, 2002’den bu yana iktidardadır. “Yasama”, “yürütme” “erk”leri AKP’nin avucundadır. Üçüncü güç “yargı” “erk”i de artık -bir bölümüyle de olsa- iktidarın dümen suyuna girmiştir. Bu durum iyice olgunlaşınca kullanılacaktır. Zamanı gelmiş ki, işe Başsavcısı Başbakan olan “Ergenekon Davası” ile başlanıldı. “Terör”le dağda canı pahasına savaşan “komutan”lar, askerler “terör suçlusu” diye damgalattırılarak bu “erk”e yedirtilmeye çalışılıyordu. Ama bu yetmezdi; küçük bir lokmaydı; “zaman ayarı” yapılarak dev bir adım atılmalıydı; böylece “Balyoz” indirildi. “77”si görev başında, “terör” peşinde, “kilit” noktalarda olan “general ve amiral”den başlayarak tüm rütbelerdeki komutanları kapsayan “102” askerin tutuklanmasını ve davanın dört buçuk ay sonra görülmesini istiyordu “10. Ağır Ceza Mahkemesi”... Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, üniversitede hukuk eğitiminin “son” yılının “son” dersinde “vicdani kanaat”ten söz ettikten sonra, bunun anlamını, önemini iyice vurgulamak ve geleceğin hukukçularında silinmez bir iz bırakması için, “son” söz olarak şöyle dermiş: “Vicdanı olmayanlar yargıç olmasın!..” İnsan Yemek ve Yedirtmek! [email protected] 30 TEMMUZ 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Taş atan çocuklar pişman değil. Çünkü taşları bağlamışlar! Maşalar Deniz Tuncay Akkapılı: “Eskiden aslanları çakallara doğdururlardı, Yeni Dünya Düzeni’nde aslan gibi paşaları, çakal gibi maşalara!” Serum Soner Önal: “Recep ile İlker Başbuğ, gece yarısı Balyoz Zirvesi’ni masaya yatırmış. Ölüme serum mu takmışlar!” Mevlit Avni Kurtuldu: “Recep’in Malatya mitinginden önce cadde ve sokaklar gül suyu ile yıkanmış. 12 Eylül Referandum Mevlidi’ne hazırlık!” YağmurDeniz Bostan tarlasının bile bekçisi vardır! “DİNDEN imandan çıkardınız iyice” diyor Hilmi Kayıhan ve soruyor: “Kurtuluş Savaşı’nda kaç ordu komutanı, kaç kolordu, tümen ve tugay komutanı esir düşmüştü? Cephede görev başındayken kaç orgeneral, korgeneral, kaç tümgeneral, tuğgeneral ve albay tutuklanıp esir kampına gönderilmişti? İngiliz işbirlikçisi Damat Ferit’in aklına gelmiş miydi acaba Kuvayı Milliye’nin içinden kuvayı inzibatiye çıkarmak? Kaç general Nemrut Mustafa Paşa Divanı’nın yakalama emrine, idam fermanına uyup kellesini teslim etmişti? Mustafa Kemal Paşa ve yurtsever arkadaşlarının kendileri hakkında yakalama emri çıkartan Nemrut Mustafa Paşa alçağının İngiliz işgalcilerinin emrinde çalışan ve özel olarak kurulmuş bir mahkeme olduğunu bilmemeleri olası mı? Bostan tarlasını bile koruyup kollayan bekçisi varken, Atatürk cumhuriyetinin bekçisi yok mu? Geriye dönüp bir bakın; ne bostan tarlası kaldı, ne Atatürk’ün bıraktığı bağımsız bir devlet, ne de laik cumhuriyet. Kaldı mı? Cumhuriyet yıkıcılığı Anayasa Mahkemesi’nce tescillenmiş ve daha da vahimi Türkiye'nin parçalanmasına hizmet eden Büyük Ortadoğu Projesi’nde eşbaşkan olduğunu söyleyen bir hükümetin emrinde gönül rahatlığıyla görev yapmanız hangi yasa maddesine dayanıyor?” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ASKERİ ve sivil güvenlik birimlerinde, her türlü nükleer ve kozmik haberleşme ortamında kod adı FBY-01 olarak geçiyor olmalı. Örneğin “merkez” konuşuyor: “Tüm birimlerin dikkatine. Az sonra FBY-01 bulunduğu FB mevkisinden çıkış yapacaktır. Bölgedeki tüm ekipler görev başına! FBY-01, cıvanımın padişahi Fatih Sultan Mehmet’in sırdaşı mütekait Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın altına hükümet tarafından çekilen zırhlı makam otomobilinin plakası: 34 FBY 01. Audi’nin A 8 Quattro modeli, 4 ton ağırlığında, 6000 cc motor, 4500 beygir gücünde, dünyada sadece 100 kişide var; 1.5 milyon lira değerinde. Bu özelliklerde bir zırhlı makam otomobili mütekait genelkurmay başkanlarından kimseye verilmemiş. Türk askerinin başına çuval geçirilmesini seyreden mütekaitlerden Hilmi Özkök bile mütevazı bir zırhsız otomobille geziyor. Bir ay sonra müstakbel mütekait olacak İlker Başbuğ’a ise yerli bir otomobil peylemişler. Bundan anlaşılacağı üzere kod adı FBY-01 kodlu Yaşar Büyükanıt gerek hükümet bünyesinde gerekse Türk Silahlı Kuvvetleri’nin her kademesinde çok büyük bir sevgi ve saygı görüyor. FBY-01 kodunun çözümüne gelince... Herkes koyu bir Fenerbahçe taraftarı olan Yaşar Büyükanıt’ın, Fenerbahçe’ye gönderme yaptığını sanıyor; Fenerbahçe Youngs, Fenerbahçe Yengeçler, Fenerbahçe Yakamoz gibi yeni bir taraftar grubu kuracağını düşünüyor. Oysa bunların hiçbirinin doğru olmadığını Büyükanıt açıklıyor ve beklenen sırrı veriyor: “Plakadaki harflerden F’nin karşılığı değerli eşim Filiz’dir, B’nin karşılığı biricik kızım Bengü’dür ve Y’nin karşılığı da benim çok sevdiğim adımdır.” Çok duygusal bir yaklaşım; hatta tamamen duygusal da denebilir. Yok, yok o kadar abartmamak gerek. Plakayı örneğin OSM-2067 de seçebilirdi. Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı sırasında şehit olan toplam asker sayısı ve aynı dönemde şehit olan ilk askerimizin adı Osman! Onlar, vatan için savaştılar ve dört kolluya binip gittiler... Bunların bir tek saltanat kayığı eksik! Olsun, Osman’ın ruhu şad olsun! FBY-01 ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Hõristiyan ve Musevilerde gelinin güveye verdiği para ya da mal. 2/ Bir makinenin gör- evini istenilen ölçüde tutup ayarlayabilen aygõt. 3/ Nâ- zım Hikmet’in bir oyunu... Kocaeli Yarõmada- sõ’nõn en büyük akar- suyu. 4/ Bir aydõnlat- ma aracõ... Yabancõ. 5/ Bir nota... Kuzu sesi... Olaylarõ anla- ma, ele alma biçimi. 6/ Asya’da bir õr- mak... Yunan mito- lojisinde çobanlarõn tanrõsõ. 7/ Gökküreyi gösteren araç. 8/ Kömür ocaklarõnda ortaya çõkan ve patlamasõ büyük zararlara yol açan gaz... Sür- yanilerde azizlere verilen san. 9/ Azerbaycan’õn pla- ka imi... Örülerek dokunan bir tür yün kumaş. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ “Topla birlikte koşma” anlamõnda kullanõlan spor terimi. 2/ Batõ Avrupa’da bir õrmak... Akdeniz Böl- gesi’nde bir akarsu. 3/ Arap erkeklerinin kefiyele- rinin üzerine geçirdikleri kalõn çember bağ... Kan emici bir sinek. 4/ “Ben sende yaşõyorum/Sen bende --- sürmektesin” (C.S.Tarancõ)... İşaret, ni- şan. 5/ “O” gösterme sõfatõnõn eski biçimi... Balõ- kesir’in bir ilçesi. 6/ Roma mitolojisinde savaş tan- rõsõ... Bağõşlama. 7/ Gelecek... Kansõzlõk. 8/ İki ya da üç yaşõnda erkek koyun... Satrançta özel bir ha- reket. 9/ Iğdõr’õn bir ilçesi... Romanya’nõn plaka imi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 P A R P A R S İ A T U N U T U K T A B L A T U R A P L O L İ T A A T E R İ N A T T A İ T K Ü R P İ İ Z R A K A R A K U C A K İ S İ S M A T E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Hocası ve lideri Erbakan’ın kaybettiği 1 milyon TL idi. Ceza ev hapsine çevrildi. Çarptırıldığı 12.5 milyon TL nakit para cezası ise haciz sürecinde. Bizimkinin buhar ettirdiklerini saymak için ise Sayıştay’ın kadroları yetmeyecek. Uygun bir cumhurbaşkanı bulur ve o da çarptırılabileceği cezayı “havuzlu villa hapsi”ne çevirirse ne âlâ.. Yoksa hali duman. Önüne geleni mahkemeye veriyor. Çoğu yandaşı ve yoldaşı olduğu için artık gazetecileri mahkemeye vermiyor. Siftah için CHP liderine yöneldi. Kemal Kılıçdaroğlu’ndan da 50 bin TL tazminat istiyor. Demek aşağısı kesmiyor. CHP lideri, Dubai’deki kredi dubaracılığını sorguladı diye çok alınmış. Mahkemeye koşacağını ilan etti. İyi de yaptı. Dubai’deki kredi-hibe dubaracılığı böylece gözler önüne serilecektir. Halk TV’de Medya Çivisi programında Sabri Duransoy ile birlikte seslendirdiğimiz Dubai Dubaracılığı’ndan bir küçük kesit sunalım: Amerikan Hazine Bakanlığı’nın resmi sitesinde bu bilgiler açık seçik sergileniyor. ABD-Türkiye 8.5 milyar dolarlık kredi anlaşması imzaladılar. (22 Eylül 2003) Kredinin amacı “Türkiye’nin devam eden ekonomik reform sürecini desteklemek” diye açıklanıyor. 10 yıl vadeli anlaşmanın ana parası 4 yıl geri ödemesiz olacağı belirtiliyor.. Türkiye’nin ABD hukukuna uyması şart koşulan anlaşmanın iki koşulu var: 1- Türkiye güçlü ekonomik politikalar uygulamalıdır. 2- Irak’ta, ABD ile işbirliği yapmalıdır! Kredinin şartı, faiz vesairesi olur. Kredi veren bir ülke işgal ettiği ülke için, borç verdiği Türkiye’den “İşbirliği yapmayı şart koşmuş” ise.. Böyle bir koşulu da bu ülkenin hükümeti kabul edip imzalamışsa bunun adı bir başka şey olur. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun dediği ise tam da budur. Dubai’deki kredi dubaracılığını örtmek için AKP hükümeti çok çaba harcamıştır. Açıklama üstüne açıklama yapmıştır: “Her ödeme talebinin zamanına, nakit akışı ve iç- dış borç ödemelerini göz önüne alarak karar verecektir!” “Türkiye isterse, son iki ödeme hibe şekline dönüştürülecektir”. “Anlaşma, yasal ve teknik prosedürler tamamlandığında yürürlüğe girecektir.” Dönemin Hazine Bakanı John Snow ise 8.5 milyar dolarlık krediden bahsederken Irak’ta işbirliği şartını yineleyip durmuştur. Bizim Dışişleri Bakanlığı ise (4 Temmuz 2007) hem 8.5 milyar dolarlık krediden, hem 1 milyar dolarlık hibeden bahsetmekle yetinmiş ama açıklamalar hep muğlak bırakılmıştır. Örneğin, ödemelerin ABD’nin takdirine bırakıldığı yani ABD Türkiye’nin tavrını beğenmezse ödemeyebileceğinden söz edilmiştir. Ne demekse! Özet: Bu anlaşma ile AKP iktidarı’na “Irak işgaline ve oradaki duruma size para verelim de ses çıkarmayın!” deniyor. Ancak Dubai’deki dubaracılık ortaya çıkınca, “Ekonomimiz düzeldi, kredi almaya gerek kalmadı” diye bir açıklama ile konu kapatılıyor… Demek ki durum ortaya çıkmasaydı… ABD ile birlikte, Irak’ta önü arkası belli olmayan kanlı bir maceraya atılmamız gerekecekti. Keşke Kılıçdaroğlu’na açtığı davayı Başbakan bizzat kendisi takip etse daha kazançlı çıkar.. Yüce Divan için antrenman olur. UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle