19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 20 HAZİRAN 2010 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL PENCERE D ış politika, bir devle- tin uluslararasõ ilişki- lerinde izleyeceği te- mel yolu gösterir. Dõş politika, diplomasi- nin amaçlarõnõ ve görevlerini be- lirler. Diplomasi ise dõş politikanõn uygulanmasõna ilişkin araçlarõ, yöntemleri içerir. Diplomasi, uluslararasõ ilişkilerin barõşçõ yol ve araçlarla yürütülme- si sanatõdõr. Başka bir deyişle, dip- lomasi, devletler arasõndaki ilişki- lerin görüşmeler aracõlõğõyla yürü- tülmesidir. 18. yüzyõl diplomasi yazarlarõndan François de Calliè- res, “Hükümdarlarla Görüşme Sanatı” isimli yapõtõnda şöyle yaz- maktadõr: “Görüşme sanatı o den- li bir öneme sahiptir ki, en büyük devletlerin yazgıları, genellikle görüşmelerin iyi ya da kötü bir bi- çimde yürütülmesine ve görüş- mecilerin niteliklerine ve yete- neklerine bağlıdır. Görüşmeler yoluyla nelerin kazanılıp nelerin yitirildiğinin örnekleri tarihte bulunabilir. Bizler bunun somut sonuçlarını, bir devletin yararına ya da zararına oluşturulan ani devrimlerde, uluslararasında sa- çılan nefret tohumlarında, ulus- ların birbirlerine karşı silahlan- masında, devletler arasındaki güçlü birliklerin yıkılmasında ve çatışan çıkarlara sahip hüküm- darlar arasında birliklerin ku- rulması ve anlaşmaların yapıl- masında görüyoruz.” İşte, devletler arasõnda bu denli karmaşõk ve sonuçlarõ yaşamsal sa- yõlabilecek ilişkileri yürütenler, Sa- yõn Başbakan’õn küçümseyerek ni- telendirdiği “monşer”lerdir. Diplomatlarõn görevlerinin ba- şõnda, devletlerini yurtdõşõnda tem- sil etmek gelir, hiç kuşkusuz. İkin- ci olarak, bir diplomat görüşmecidir, yani devletiyle öteki devletlerin ara- sõnda yürütülen görüşmelerde baş- rolü oynar. Diplomatlarõn bu gö- rüşmeleri başarõyla yürütüp yürüte- memeleri, onlarõn yeteneklerine, mesleki bilgilerine ve yõllar boyun- ca diplomasi mesleğinde elde etmiş olduklarõ deneyimlerine bağlõdõr. “Ülkemizde diplomat olabil- mek için, siyasal bilgiler, hukuk, ekonomi ya da işletme alanların- da öğrenim görmüş olmak şart- tır.” Bunlarõn dõşõndaki alanlarda öğ- renim görmüş olanlar diplomat ola- mazlar. AKP hükümeti, Cumhuri- yetin kuruluşundan itibaren geçerli olan bu kuralõ değiştirmek, yani diplomasi mesleğini, yukarõda say- dõğõm alanlarõn dõşõndan gelenlere de açmak yolunda girişimlerde bulun- maktadõr. Bu, doğru bir yaklaşõm de- ğildir. Her mesleğin olduğu gibi, dip- lomasi mesleğinin de kendine özgü kurallarõ vardõr ve bu kurallarõn ba- şõnda, bu dalõn öğrenimini görmek gelmektedir. Büyükelçi olabilmek için, diplo- masi mesleğinden gelmek gerekir. Zaman zaman çok az sayõda olmak üzere, diplomasi mesleğinden ol- mayanlar da büyükelçi olarak yurt- dõşõna atanabilmiştir; ancak, bu uy- gulama, giderek terk edilmektedir. Diplomasi, bir uzlaşma sanatı- dır. Bu sanatı, ancak diplomasi mesleğinde yoğrularak yetişen kişiler uygulayabilirler. Uzlaşma sanatõnõn, yani diplomasi dilinin in- celiklerini bilmeden ağõzdan çõkan sözler ya da diplomasi sanatõna Diplomasi ‘Monşerlerin’ İşidir Doç. Dr. Hüner TUNCER Diplomatlarõmõz, yalnõzca dõş politikayõ uygulamakla kal- mazlar; aynõ zamanda, diplomasi alanõnda yeterli bilgiye ve deneyime sahip olmayan hükümetlere de danõşmanlõk görevini yaparlar. Ancak, AKP iktidarõ döneminde, bu çok yararlõ uy- gulamadan da sapmalar saptanmõştõr. Bir şair arkadaşım, “Bana bir sözcük ver, sana bir şiir yazayım” derdi. Yazardı da! Necatigil miydi, Dağlarca mı, İlhan Berk mi?.. Esin beklemez kimi şairler. Esin içlerindedir. Yaşamalarındadır. Soluk almalarındadır... Az önce güneş battı! Yavaş yavaş ufka gömüldü. Birden gökyüzünü bir kızıllık kapladı. Ne demişti şair, benim gençlik şairim Necip Fazıl? “Güneş çekildi demin - Doğdu bir renk akşamı - Bu bütün günlerimin - İçime denk akşamı.” Onu düşündüm. Gençlik şiirlerinin şairini... Yirmili yaşlarda tanımıştım. 1944’e kadar dergisinde öykülerim çıkmıştı. Göztepe’de komşuyduk. Sabahları Kadıköy vapurunda birlikte olurduk... Sonra her şey değişti. Tan Basımevi yıkıldığı gün gerçek yüzü ortaya çıktı. Bir bildiri hazırlamıştı. İmzalamamı istiyordu. Olmaz, dedim. Benimle birlikte dergi yazarlarından Burhan Belge de imzalamadı. Birlikte çıktık ordan, bir daha dönmedim. “Şairliği cücelere bıraktım” diye bir şiir yazarak bambaşka bir dünyanın insanı oldu. “Büyük Doğu” 1943’lerde önemli bir edebiyat sanat dergisiydi. Sait Faik, Bedri Rahmi, Cahit Sıtkı, Fazıl Hüsnü, Özdemir Asaf vb. ünlü şairlerin şiirleri çıkardı. Şimdilerde bazı kişiler,o yılları iyi bilmediklerinden bu dergide yazanları Necip Fazıl’ın çizgisinde sanıyorlar! Güneş batışını izlerken bütün bunlar canlandı. O güzel şiirler!.. Ne var ki Necip Fazıl daha sonra bu şiirleri de bozdu, dinsel anlamlar vererek şiirsizleştirdi. Hele “Kadın bacakları, kadın kadın diye içimi oydum” diye başlayan şiirleri yok saydı, kitaplarından çıkardı. Şairliği reddetti. Süper mürşitliğe kalkıştı... Nahit Sırrı Örik’in dediği gibi: Hem edebiyat tarihinde, hem kumarbazlık tarihinde hem de politika tarihinde yer aldı... Ama o şiirler konuşur. Şairiyle ilgisiz de olsa, onlar sevenlerindir. Şairi istediği kadar reddetse de bir şey değişmez... Bir akşam güneşi, bakın beni nerelere götürdü... uygun olmayan davra- nõşlar, yalnõzca bu sözle- ri sarf eden ya da bu dav- ranõşlarda bulunan kişileri uluslararasõ toplum nez- dinde itibar kaybõna uğ- ratmakla kalmaz; ayrõca, o kişilerin temsil ettikle- ri devletlerini de uluslar- arasõ toplumun gözün- den düşürür. Cumhuriyet diploma- sisinin temelleri, büyük Atatürk zamanında biz- zat onun tarafından atıl- mıştı. Dış politikada sü- reklilik esastır. Nitekim, şimdiye değin iktidara geçen değişik hükümetler de iç politika anlayõşla- rõnda birbirlerinden fark- lõlõk göstermekle birlikte, Dõşişleri Bakanlõğõmõzõn uzmanlõk alanõna dokun- mamakta özen göster- mişler ve geleneksel Cumhuriyet diplomasi- sini uygulamayõ sürdür- müşlerdir. Daha doğrusu, şimdiye değin hükümet- ler, diplomasinin uygu- lanmasõnõ Dõşişleri Ba- kanlõğõ diplomatlarõna bõ- rakmõşlardõr. Diplomatlarõmõz, yal- nõzca dõş politikayõ uy- gulamakla kalmazlar; ay- nõ zamanda, diplomasi alanõnda yeterli bilgiye ve deneyime sahip ol- mayan hükümetlere de danõşmanlõk görevini ya- parlar. Ancak, AKP ikti- darõ döneminde, bu çok yararlõ uygulamadan da sapmalar saptanmõştõr. AKP hükümeti, diplo- masiyi, Dõşişleri Bakan- lõğõmõzõn değerli diplo- matlarõ yerine, kendi özel danõşmanlarõyla yürüt- me yolunu seçmiştir. Oy- sa, diplomasi, bu alanda bilgisi ve deneyimi ol- mayan kişiler eliyle yü- rütülürse, vahim sonuç- lar doğurabilir. Türkiye-İsrail ilişki- leri, Sayın Başbakan’ın Davos Zirvesi’nde bir anki kızgınlığıyla, İsra- il Cumhurbaşkanı’na diplomasi diline yakış- mayan bir ifadeyle ba- zı sözler söylemesi, bu iki devletin diplomatik ilişkilerini büyük ölçü- de zedelemiştir. Oysa, diplomatlarõn en başta gelen niteliklerinden biri de sabõrlõ olmalarõ, duy- gularõnõ denetleyebilme- leri ve ağõzlarõndan çõkan sözlerin sonuçlarõnõ gö- rebilecek sağduyuya sa- hip olabilmeleridir. Sayın Başbakan’a, diplomatlarımızı kü- çümseyerek ve adeta onlarla alay edercesi- ne, onları ‘monşerler’ olarak nitelendirmesi yerine, diplomatların danışmanlığı altında dış politikamızı yürütme- sini ve böylelikle, dev- letimizin başka devlet- lerle olan ilişkilerinde telafisi mümkün olma- yan yanlışlıklara düş- memesini salık veririm. 2. BASKI İstanbul, neresinden bakarsan bak, insanın aklını başından alan bir kent... Altyapısı yokmuş, biraz yağmurda ortalığı seller götürürmüş, trafiği keşmekeşmiş, pahalılığı cana tak demiş, pislikten geçilmezmiş, her mahallesini mafiozi sarmış, varoşları taşralaşmış, betonlarla kuşatılmış, aparkondularla çirkinleşmiş, gökdelenlerle kendine yabancılaşmış, İstanbullu diye bir kimse kalmamış... Ne olursa olsun... Geçen gün bir dar sokağı dönerken, köşebaşın- da bir evliya ile burun buruna geldim, içimden bir ses: - Merhaba!.. dedi. Kim bilir yatır dile gelse, neler söylerdi?.. Avuç içi kadar bir yere sığışmış, kaç yüzyıldan beri yatıyor?.. Küçücük mezar, demir parmaklıklarla sokaktan ayrılıyor. Adak için dikilmiş mumlar yarı yanmış, birbirine yapışmış, yıvışmış, kirli renklere bürünmüş, soyut bir resim gibi yatırın ayak ucunda keramet bekliyorlar. Kim yaktı bu mumları?.. İstanbul’un bu daracık sokağını dönerken bu ya- tır nasıl karşıma çıktı?.. Ne bileyim. İstanbul bu!.. Neresinde ne var, ne yok, ne ola- cak, kimse bilemez. Yatıra mum dikmek çok eski bir görenek; her dinde yeri var mum dikmenin. Mum, oldum olası ilgi çeken bir sözcük: Sağdan da okusan, soldan da okusan bir!.. Ateşe tapan insanın gönlünde yanan mumu hiçbir peygamber söndürememiş... Ya mumun ne işi var edebiyatta?.. Eski ozanlar mum ile pervane üzerine şiir yazmaktan bıkmamışlar... Niçin?.. Çünkü pervane, mumun çevresinden ayrılamaz, döner de döner, ölünceye değin sürer bu dönen- ce... Eski yüzyılların şairlerinde ‘gül’ ile ‘bülbül’ bir iki- lemdir... Mum ile pervane ikinci ikilem... Çözülemeyen iki ikilem... İkilem zaten bağdaşmaz iki önerme arasındaki almaşıklıktır. Sözcüğün felsefi içeriği bir yana, ne mum ile pervane bağdaşır, ne de gül ile bülbül!.. Aralarında bir türlü kavuşamayanların çekiminden doğan sevda sürüp gitmiştir. Pervane neden mum alevinin çekim gücünden kurtulamıyor, yaşamı pahasına sürdürdüğü ölüm dönencesinin yörüngesinden çıkamıyor?.. Yanıt vermek güç... Pervane mumun alevine âşık, ama, mum da ale- vinin ışığını ancak kendisini tüketmek pahasına sürdürebiliyor. Eriyip tükenen, sararıp solan insana “Mum gibi eriyor” denir. Ama mumun ancak yandıkça eridiği unutulma- sın!.. Pervaneyi mumun alevine çeken, belki de alevin mumu yiyip bitiren sıcaklığıdır. Sönük bir mum, ne çevresini aydınlatabilir ne de bir sevdanın gizemini yaratabilir. Kimi insan bir yatıra adanmış mum gibi yaşamını bir amaca bağlıyor; sözcüklerle, tümcelerle, di- zelerle uğraşıyor; laboratuvarlarda mikroskopların başında ömrünü tüketiyor; bilgisayarların ekranları karşısında gecelerini harcıyor; insanlar arasında eşitlik ve adalet istiyor, her tür sömürüye ve zulme karşı yürüyüşlere, toplantılara gerekli gereksiz ka- tılıyor; düşkünleri, yoksunları kendisine dert ediniyor; yer yuvarlağının ta öteki ucundaki insanların davalarını üstleniyor... Neden?.. Nedenini pervaneye sormalı!.. (25 Ekim 1996 tarihli yazısı)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle