22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
PERİHAN ERGUN 17 Nisan 1940’ta kurulan Köy Enstitülerinin 70. yılında o günden bu yana öğretimle eğitimin giderek çöküntüye düşürüldüğünü esefle görerek, çok acı duyuyorum. Hatırlanacağı gibi Köy Enstitülerinin mimarı İ. Hakkı Tonguç Baba, toplu çalışmayla üretmeyi yoksun ve yoksul köy çocuklarının eğitilmesinde uygulamak istemiyle enstitüleri projelendirdi. Övüncümüz olan o yılların Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel bu çalışmanın Atatürkçü Düşünce Işığındaki Eğitim politikasının ilkeleriyle örtüştüğünü görerek kabullendi. Böylece 1940’ta Doğu ve Güneydoğu’da başlanıp Ankara’ya, İzmir’de Kızılçullu’ya, devamla Trakya’ya kadar 18 yerde açılmalarını sağladı. Burada kastedilen Atatürk’ün Eğitim İlkeleri neydi? O nasıl bir Türk yurttaşı yetiştirilmesini istiyordu? Amaç ve hedef neydi? Cumhuriyet eğitimi çağdaş uygarlık düzeyine ancak yeniden yapılandırılmayla nasıl ulaştırılabilirdi? Bu yapılanma kesinlikle 1923 Aydınlanması’nın altyapısının harcı olmalıydı. Bu harcın ilkeleri: 1- Eğitim ulusal olmalıdır. Buna göre okulların öğretim ve eğitimde bu kurala oturtularak değerlendirilip, bağımsızlığı benimseyen, koruyan kuşakları yetiştirmesi sağlanmalıdır. 2- Eğitim bilimsel olmalıdır. Atatürk’te bilimsellik yaşam biçemidir. Bu bağlamdaki vasiyeti, dünü, bugünü, yarını aydınlatıcı nitelik taşır: “Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonra beni benimseyenler bu kuralı kabul ederlerse manevi mirasçılarım olurlar.” Tonguç’a göre; medreseli- mektepli ayırımından vazgeçilerek bu ikilem ortadan kaldırılabilirse ancak o zaman çağdaşlaşılabilir. İşte Köy Enstitüleri bu amacı taşır, öğretim birliğindeki tanım ve kavram da bu kapsamdadır. 3- Eğitim laik olmalıdır. Bu tanım, eğitimin sivil toplumla din toplumunun ayrılması ilkesine dayanır. Ayrıca bu düşünce bir yaşam biçimidir. Tüm yönetimi, hukuku, kültürle sanat konularını da içerir. 4- Eğitim karma olmalıdır. Cumhuriyet’ten önce kız ve erkek okulları ayrı ayrıydı. 17 Şubat 1926 Uygarlık Yasası’nın kabulüyle kadın- erkek eşitlenince iki cinsin aynı okulda eğitilmesi sağlandıysa da ülkemizdeki töreler nedeniyle bu kural güçlükle uygulanabiliyor. Kadınlarımız hâlâ ikinci sınıf yurttaş sayılarak, ayrımcılığı yansıtıyor. Işıklar içinde yattığına inandığım ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yüzlerce kız çocuğuna eğitim olanağı sağlayarak bu ateş çemberini kısmen de olsa söndürdü. Kızlarımız okutulunca, Arizona Üniversitesi’nde astrofizikçi Prof. Dr. Feryal Özel örneği, dünyanın en ünlü bilim insanlarıyla birlikte 20 kişilik “Büyük Fikirler” listesine adını yazdırabiliyor. Bizim üniversitelerimizde de kadın öğretim üyelerimiz erkekleri aşan yoğunluktadır... 5- Eğitim uygulamalı olmalıdır. Atatürk 1 Mart 1923 günü TBMM’de yaptığı konuşmada, “Eğitim ve öğretimde bilgi, insan için bir süs, tahakküm aracı veya medeni bir zevk yerine, yaşamda başarılı olmayı sağlayan bir araç olarak kabul edilmelidir” der. Bu konu da en canlı örnek Köy Enstitüleridir. Toplumumuzda fikir ve kültür alanında etkin ve yetkin kişilerden aklıma ilk gelenler; Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Ümit Kaftancıoğlu, Âli Yücel, Dursun Akçam, Mehmet Başaran’la eşi, Emin Özdemir, Talip Apaydın, Adnan Binyazar, Osman Şahin, Hasan Kıyafet, Behzat Ay gibi değerlerdir. Bunlardan evrenselleşenler de var. Bugüne gelince; içler acısı bir durumda olduğumuz yadsınamaz. Bizim dönemimizdeki eğitimin yetiştirilmemizde çok önemli bir etkenliği vardı. Şimdi uzman öğretmenliğin kökleri kurutuldu. İstanbul’un ilçelerinden birinde lise son sınıftaki bir öğrenciden duyduğum olay dudak uçuklatacak nitelikte. Öğrenci çağdaş Türk şiiri anlatılırken öğretmenden Nâzım Hikmet hakkında açıklama istemiş, öğretmenin cevabı “Fakültede bize onu öğretmediler” olmuş! Varın gerisini artık siz düşünün. Üç yüz binin üstünde gerçek öğretmenlere yıllardır kadro bekletilirken, geçici ücretlilere okullar teslim edilirse sonuç budur. Ekonomik yoksulluklarla ailelerinin düştüğü sorunlarla bunalıma giren onlarca öğrencinin son günlerdeki acı veren intiharları da Milli Eğitim’den sorumlu olanları uyandırmıyorsa, geriye söylenecek pek fazla söz kalmıyor!.. CMYB C M Y B ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com Eğitimde Verimsizlik HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 20 NİSAN 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Diyanet, Papalık gibi oluyor... Fetoş da papa olur inşallah! Yüz Hamza Saykan: “İkiyüzlü olduğunu söyleyecek ama söyleyemiyor; ‘Yüzümüz batıya dönük, sırtımız asla doğuya dönük değil’ diyor!” Rezervasyon Avni Kurtuldu: “Baykal, ‘Cennette hiçbir cemaate toplu rezervasyon yapma imkânı yoktur’ demiş. Referandum paketine rezervasyonları bölüp koyalım!” Doğum günü Muzaffer Tanrıkul: “Atatürk’ün 21 Nisan’da doğduğuna dair belge varmış. Doğum gününe kafa yoracağınıza, ‘iyi ki doğmuş’a kafa yorun!” YağmurDeniz DP’nin polisinden AKP’nin polisine EMEKLİ Albay Mahmut Erol, siyasilere yönelik saldırıların arttığı şu günleri, Demokrat Parti’nin son günlerine benzetiyor: “1950’li yılların sonunda DP gemi azıya almış ‘Ben her istediğimi yaparım’ zihniyetiyle hem hâkim, hem savcı gibi hareket ederek o zaman tek muhalefet olan CHP’yi İsmet İnönü’nün şahsında yok etmeyi amaçlamış, tahkikat komisyonları kurmuştu. O zamanki polis de tıpkı şimdiki gibi devletin, milletin polisi değil iktidarın polisiydi. İsmet Paşa’ya fiili saldırılar başlamıştı. Uşak’ta İnönü’nün başına taş attırdılar ve başını yardılar; polis seyirci kaldı. O zaman rahmetli Yusuf Ziya Ortaç, Akbaba dergisinin birinci sayfasında özet olarak ‘Bir eve tuz ne kadar lazımsa memlekete polis de o kadar lazımdır. Evimizde her şeye kokmasın diye özellikle ete tuz atılır ama ya tuz kokmuşsa ne atılır’ dedikten sonra yazısını ‘Uşak’ta İsmet Paşa’nın başına atlan taş DP’ye mezar taşı olacaktır’ diye bitirmişti. Öyle de oldu! Samsun’da da Ahmet Türk’ün burnuna yumruk atıldı. Yine polis seyirci kaldı. Elbette İsmet Paşa ile Ahmet Türk’ü kıyaslamak mümkün değil ama olaylar arasında ortak bir nokta var: İktidarın polisi! Ahmet Türk’ün burnunu kıran o yumruk AKP’nin omurgasını kırabilir!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” AMERİKAN casusluk örgütü CIA’ya bağlı çalışan Open Source Center yani Açık İstihbarat Merkezi, 22 sayfalık bir Ergenekon raporu hazırlamış. Hürriyet gazetesi geçen pazar bu raporu “Ergenekon’a CIA Rehberi” başlığı ile yayımladı. Haberde, olması gerektiği şekilde yorum yoktu. Yorumu, “CIA, malına sahip çıktı” diyen Bülent Esinoğlu’na bırakıyoruz: “Türkiye’nin içişlerini ilgilendiren bir konuda, başka bir devletin cinayetlere, şantajlara ve suikastlara adı karışan gizli servisi neden bir rapor hazırlar ve kamuoyuna açıklar? Böyle bir ihtiyacı neden duyar? Öncelikle Ergenekon tertibinin bir Gladyo operasyonu olduğunu söylemeliyiz. Türk ordusuna ve aydınlarına CIA tarafından bir operasyon yapıldığına inanmayanların bu raporu okumalarında bir yarar görmüyorum. Peki, CIA’nın bir rapor hazırlayarak kendi yapıp ettiklerine sahip çıkmasından daha normal ne olabilir? Gerçek durum budur. Bu raporun zamanlaması da en az kendisi kadar çok önemlidir. Önce zamanlamadan başlayalım. Ülke içinde Ergenekon tertibine karşı gelişen muhalefetin gittikçe kitleselleştiği bir zaman dilimindeyiz. Ülke bütünlüğüne ve onun güvenliğine operasyon yapılmasına halkımız karşıdır. Bunu CIA da biliyor. Hassas bir durumun olduğunu bilmesine karşın, neden böyle bir tavır almaktadır? Çok açık, talimatlar ile yönettiği F-tipi Gladyo operasyonları büyük çıkmazlara geldi. Raporun birinci amacı, F-tipi örgütlere biz sizin arkanızdayız, devam edin mesajı vermektir. CIA bu tavrı ile yeni bir yol açmaktadır. Eskiden şekli hassasiyetlere dikkat ederken, artık doğrudan müdahale etme gereğini duymaktadır. Raporun içeriğine gelince, iki yeni husus göze çarpmaktadır. Daha doğrusu CIA iki yeni hedef göstermektedir. Birincisi ana muhalefet partisinin başkanı Deniz Baykal’ın diğeri de Madımak felaketine uğrayanların yakınları ve çevresindekilerin Ergenekon tertibine dahil edilmesidir. CIA’nın siyasi iktidara da bir mesajı var: Benim belirlediğim stratejik hedeflerin dışına çıkma, ben ne diyorsam onu yap! Özetlersek; CIA bu raporu ile ‘Evet bu operasyonlar benim talimatlarımla yürümektedir. Ergenekon tertibinin asıl sahibi benim’ demektedir. CIA açıklamaya ihtiyaç bırakmayacak bir şekilde kendi malına sahip çıkmaktadır.” CIA Malı GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Munch’un Anti-Çığlığı Paris’ten Duyuldu! Yobazlarla ve “Kararanlar”la savaşımdan arta kalan zamanlarda, mesleğimi hatırlayıp sergilerimle uğraşıyorum! Bu akışı sizlerle paylaşmak, ortaçağ tartışmalarımızın göbeğinde her birimize dünyanın esas konularını hatırlatmak açısından faydalı... Edvard Munch, Norveç’in “milli” ressamı, en büyük gururları. Gauguin ve Van Gogh’la beraber modern sanat tarihinde dışavurumculuk akımının üç öncüsünden biri olarak kabul edilen efsanevi sanatçı, yoğun dramları ve kişisel gerilimleri tuvale taşıyarak “ilk dışavurumcu resmi yapan adam” olarak da tanınıyor. Tabii bir de ünü, ressamını sollayan bir yapıt var ortada: “Çığlık”. Munch, Mona Lisa ve Guernica ile beraber dünyada en çok tanınan iki-üç başyapıttan biri olan bu resmin, tüm diğer yapıtlarını gölgeleyecek kadar yaygın bir evrensel üne kavuşmasına acaba üzüldü mü? Onu bilemem. Bildiğim, Paris’te şubat ayında “Pinacotheque de Paris” Müzesi’nde açılan “Edvard Munch: Anti Çığlık” sergisinin, bu duruma el koymak istediği. Müze müdürü Marc Restellini sergiye bu adı vererek, resmin geri kalan başyapıtları gölgelemesini engellemek istediğini açıklıyor. Restellini, “Çığlık” dışında kalan resimlere de özel önem vererek, Norveçli efsanevi sanatçının kariyerinin bu yeni bakış açısıyla okunmasını sağlamış oluyor. Restellini ve yönettiği Pinacotheque de Paris, açtığı bu büyük ve tarihi sergilere paralel olarak, günümüzde yaşayan bir sanatçıya “açık çek” vererek ondan bu serginin yorumunu istiyor. Restellini, bu vesileyle sorumluluğu on ay öncesinden dünyadaki yeni dışavurumcu akımın onca ismi arasından benim omuzlarıma yükleyince, son altı ayda Munch’la yattım, Munch’la kalktım! Okuduğum onlarca kitaptan topladığım bilgilerin üstüne kara kışın göbeğinde, Norveç’e giderek hem Munch Müzesi’ni gezdim, hem yeni kitaplar aldım, hem de ünlü sanatçının en sevdiği yer olan küçük balıkçı kasabası Aasgarstrand’ı ziyaret edip, orada bu mevsimde bana özel olarak açılan evini gezdim. Belki toplam kırk metrekarelik bir evde, hayatın her zerresindeki zorluklarla boğuşan bir sanatçının işine nasıl yoğunlaştığını iliklerimde hissettim. Daha önce Munch Müzesi’nde sanatçının en değerli özel defterlerinin benim için korumalı arşiv odasından alınıp önüme konmasının ardından, bu sefer de dünya şekeri bir özel rehber, Adelita, Munch’un hayatıyla ilgili hiçbir yerde bulunamayacak bilgileri yatağının yanı başında bana aktardı. Sonunda hayatına dair yoğun bilgilerle yüklenmekten, okuduğum kimi yeni kitaplardaki hataları bile ortaya çıkarmaya başladığımda “bu kadarı yeter” diyerek araştırmayı bıraktım ve “4-D” yapıtları gerçekleştirmeye koyuldum. Geceli gündüzlü süren uzun çabalardan sonra 13 yapıt ortaya çıktı. Açılışa Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Sayın Tahsin Burcuoğlu, UNESCO daimi delegemiz Büyükelçi Sayın Gürcan Türkoğlu’na ek olarak, Komet, Ömer Kaleşi, Onay Akbaş, Pat Andrea, Chambas gibi sanatçı meslektaşlarım, galerici Dağhan Özil, Türkiye’den özel gelen koleksiyonerlerim ile birçok Fransız ve Amerikalı eleştirmen, gazeteci, galerici ve koleksiyoner katıldı. Bu sergi ile Fransızların lens yüzeyine gerçekleştirdiğim “4-D”leri ve yarattığı derinlikleri ilk defa keşfetmesi, yine çok ilginç sahneleri beraberinde getirdi. Şimdi neler yapıyorum? Paris’te bir yandan “yaşayan” sergimin işlerini yürütürken, bir yandan da volkan beş gün daha erken patlasa, sergimin “yetişemeyecek”ler listesine girecek olması riskini limitte atlattığını düşünüp dehşete düşüyorum! Yani anlayacağınız, yalnız siyasi yaşamımızda değil birçok sanatsal yaratım ve organizasyonda da dünya tesadüfen dönebilmeye devam ediyor. Taa ki bir volkan patlayana kadar! bedri.baykam@gmail.com www.bedribaykam.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Hz. Muham- med’in kõzõ, dama- dõ ve torunlarõnõ içine alan ailesine verilen ad. 2/ Se- lenyum elementi- nin simgesi... Trab- zon’daki “Merye- mana Manastı- rı”na verilen bir başka ad. 3/ Uyuş- turucu maddenin etkisinde olma, ke- yif hali... Manganez ele- mentinin simgesi. 4/ Kõ- zartõ, kaşõntõ, sulanma gi- bi özellikler gösteren de- ri hastalõğõ... Kenar süsü. 5/ Bir cetvel türü... Uzak- lõk işareti... Deriden sõzan tuzlu sõvõ. 6/ Uluslarara- sõ Çalõşma Örgütü’nün simgesi... Manisa’da, “ulusal park” kapsamõna alõnan dağ. 7/ Bir sorunun çözümünü bulmaya yönelik felsefe yöntemi. 8/ İktisat. 9/ Bir bölgede yetişen bitki- lerin tümü... Notada durak işareti. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Natüralizme tepki olarak ortaya çõkan ve “güzellik için güzellik” ilkesini savunan sanat ve edebiyat akõmõ. 2/ Bi- neğe ya da yük taşõmaya alõştõrõlmamõş at ya da eşek sü- rüsü. 3/ Belirti... Yolcu evi. 4/ Tanõt ve kanõt göstererek bir şeyin gerçek yönünü ortaya çõkarma... Yankõ. 5/ Bir gösterme sõfatõ... “Çok sarhoş” anlamõnda argo sözcük. 6/ Jane Austen’in, filme de aktarõlmõş bir romanõ... De- nizlerde yaşayan iki çenetli ve iri bedenli yumuşakça cin- si. 7/ Giysi kolu... “Peşin para” anlamõnda argo sözcük. 8/ Paramõzõ simgeleyen harfler... Su taşkõnõ... Kuzu se- si. 9/ İri bir hõyar cinsi... Bir müzik parçasõnõn, dinleyi- cilerin isteği üzerine bir kez daha çalõnmasõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 S E R P E N E O A K I Ş İ N İ K K Ü H E Y L A N I R R A Y E M R İ S K B İ B İ G U G O O Z A L A B A B U L A A R A A C U N A M E R İ K A A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com TÜRK KALP VAKFI Sigara içenler bugün kendinize bir fırsat yaratın sigarayı bırakın. 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: (212) 212 07 07 (pbx) http://www.tkv.org.tr TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ ELELE VAKFI “Gazilerimize yaşam sevinci” TC Ziraat Bankası Ankara Kızılay Ş. 39025990-5002 TL Tel: 0312 431 99 36 www.elele.org.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle