18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 7 ŞUBAT 2010 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI [email protected] İki koyunla dört yumurtanõn hesabõ... Ortaçağ kentinde zaman yolculuğu 1905 yõlõ onun yaşamõnda önemli bir dönüm noktasõ oldu. Doktorasõnõ o yõl aldõ. Aralarõnda İzafiyet Teorisi’nin de bulunduğu ve bilim dünyasõnõ altüst edecek tezlerini hazõrladõ. Hayatõnõn en verimli yõlõnõ yaşadõğõnõn farkõndaydõ. Yaşamõ boyunca 1905’i mucizelerin yõlõ anlamõna gelen Annus Mirabilis olarak anacaktõ. Eşi Mileva ile birlikte Avru- pa’nõn göbeğinde, ortaçağ mimarisiyle ünlü bir kente taşõndõlar. Kentin tarihi yapõlarõ arasõnda uzanan bir caddede iki odalõ küçük bir apartman dairesine yer- leştiler. Dünyanõn geleceğini değiştire- ceğinin henüz farkõnda olmayan bu bi- lim insanõnõn adõ Albert Einstein, ona hayatõnõn fõrsatlarõnõ sunan kent ise Bern’di. Bern’deki yaşamõnõ devam ettirebilme- si için iş bulmasõ gerekiyor- du. Bir yandan matematik ve fizik dersleri veriyor, bir yandan da kalõcõ bir iş arõ- yordu. Kõsa süre içinde İs- viçre Patent Ofisi’nde teknik asistan olarak göreve başla- dõ. 1905 yõlõnda Zürich Üni- versitesi’nden doktor unvanõnõ almasõna neden olacak tezlerini birbiri ardõna ya- yõmlõyordu. “Annus Mirabilis Papers” adlõ bu çalõşmalarõ birçok üniversitede tartõşõlmaya başladõ. Makalelerden üçü Nobel Ödülü’ne aday gösterildi. Modern fizikte ortaya atõlan problemleri çözer- ken atomun yapõsõ ve kuantum teorisi ile de ilgileniyordu. Albert Einstein ve eşi Mileva’nõn yaşa- dõğõ apartman dairesi, kentin simgelerin- den biri olan ünlü saat kulesi Zytglog- ge’ye birkaç adõm mesafedeydi. İşe gi- derken evinin önünden geçen tramvaya biniyor, dönüşte Bern’in tarihi sokakla- rõndaki küçük dükkânlarõn vitrinlerine bakarak Kramgasse caddesindeki 49 nu- maralõ apartmanõna ulaşõyordu. Binanõn ağõr kapõsõnõ açõp dar merdivenden ikin- ci kata çõkarken belki de evrenin sõnõrla- rõna ulaşmaya çalõştõğõ yeni yolculuklara hazõrlanõyordu. Girişin tam karşõsõnda, caddeye bakan iki pencere bulunuyordu. Kentin buram buram tarih kokan havasõ- nõ bu pencerelerden solurken bir yandan da zaman yolculuğu, uzay ve evren gibi konularda derin düşüncelere dalõyordu. Einstein’õn yaklaşõk altõ yõl yaşadõğõ bu küçük apartman dairesi bugün Bern’i zi- yaret eden turistlerin uğrak yeri. Einste- in, İsviçre’nin başkenti Bern ile özdeş- leşmiş durumda. Onun adõna düzenlenen törenler, anma toplantõlarõ ve paneller Bern’in en aktif etkinliklerinden kabul ediliyor ve kent yönetimi bu etkinliklere son derece önem veriyor. Bü- tün bu ilginin odak noktasõ da Einstein’õn Bern’de yaşadõğõ yõllar boyunca kaldõğõ apart- man dairesi. 2005 yõlõnda bü- yük bir restorasyondan sonra tekrar ziyarete açõlan Einste- in’õn evine gelen misafirler önce dar bir merdivenle ikin- ci kata ulaşõyor. Beyaz yağlõ- boyalõ ahşap kapõdan girdik- ten sonra aslõna uygun olarak döşenmiş mobilyalardan oluşan salona geçiyorlar. Aile fotoğraflarõ ve mektuplarõn da ser- gilendiği oturma odasõ caddeye bakõyor. Sokak aynõ sokak ama tabelalar ve vit- rindeki malzemeler farklõ. Apartmanõn giriş katõnda yer alan ve Einstein’õn sõk sõk uğradõğõ çikolatacõda bugün bir inter- net kafe hizmet veriyor. Einstein, Bern’de 6 yõl yaşadõ. 1909 yõ- lõnda sevdiği bu kenti terk edip Zürich’e yerleşti. Sonraki yõllarõnda çok daha uzaklara yolculuklar yaptõ ancak yaşadõ- ğõ hiçbir kent onu Bern kadar etkileme- di. “Hayatımın en mutlu yılları” dedi- ği zaman dilimini geçirdiği Bern de onu hiç unutmadõ. [email protected] Fazõl Say, hükümetten özür bekliyor Paris Anadolu Kültür Merkezi’nden acilen aramõşlar. Fazıl Say önemli bir basõn soh- beti düzenleyecekmiş. İlk albümü “Mozart”tan beri tanõdõğõm ve 3 kez söyleşi yapõp uluslar- arasõ kariyerini elimden geldiğince yakõndan iz- lediğim genç sanatçõnõn pek böyle bir âdeti yoktu. Ne demeye ille de Fransa’daki Türk ba- sõn mensuplarõyla sohbet etmeyi arzu ediyordu, meraklanmõştõm. 23 Ocak Cumartesi günü der- neğin La Fayette caddesindeki merkezinde top- landõğõmõzda 5-6 gazeteci arkadaşõn dõşõnda ko- nuyla ilgisi olan 15-20 kişi daha heyecanla Fa- zõl’õn söyleyeceklerini bekliyorduk. 9-10 Şubat’ta Théâtre Champs Elysées salonun- da iki konser verecek Fazõl Say’õn Fransalõ Türklere iki mesajõ vardõ. Birincisi Türkiye kö- kenli göçmenlerin yaşadõğõ AB ülkelerinde ver- diği konserlerde Türk seyircinin yok denecek kadar azlõğõydõ. Salon doldurmak gibi bir kaygõ taşõmadõğõnõ, zira genellikle kapalõ gişe konser- ler verdiğini, gerçek üzüntüsünün yüz binlerce Türk’ün yaşadõğõ Paris, Berlin gibi kentlerde bir avuç seçkin veya davetli dõşõnda kendi insanla- rõnõ görememek olduğunu belirtti. Sanatçõ Ham- burg’da yerel derneklerin katkõlarõyla hazõrla- nan bir konserde 1000 kişilik salonun yarõsõnõ Türklerin doldurduğu örneğini aktardõ. Sohbete katõlanlardan elbirliğiyle vatandaşlarõmõzõn kon- serlerine gelmesine destek sağlamalarõnõ rica et- ti. Fransa’daki Türk göçünün eğitim se- viyesi, siyasi zõtlõklar, dağõnõklõk ve ör- gütleşemeyen (örgütlenemeyen değil) bir topluluğun varlõğõ böyle bir dileğin pek kõsa sürede gerçekleşemeyeceğine dair getirilen cevaplardõ. Ancak Fa- zõl’õn verdiği ikinci mesaj içinde bulun- duğumuz bağlamda çok daha önemliy- di. Zira 400’ün üstünde faaliyetin yer aldõğõ, 9 aylõk “Fransa’da Türkiye Mevsimi” çerçevesinde niçin hiçbir konser ver(e)mediğini açõklõyordu. Öncelikle 2009- 2010 sezonu şahsi programõnõn 2 yõl önceden (dünya çapõndaki gerçek profesyoneller gibi) belirlendiğini, halbuki o tarihlerde Türkiye Mevsimi’ne dair hiçbir bilginin kesinleşmemiş olduğunu hatõrlattõ. Ayrõca AKP hükümetiyle çelişkilerinin bilindiğini, fakat bardağõ taşõran damlalardan sonuncusunun bizzat Kültür Baka- nõ Ertuğrul Günay’dan geldiğini anlattõ. Günay’õn kendisine “Nâzım Hikmet’in sırtın- dan para kazanıyor” şeklinde hakaret ettiğini kaydetti. Sanatçõ, tepkisini “Özür dilemedikle- ri sürece, ben bu adamlarla iş yapmayaca- ğım” sözleriyle dile getirdi. 1987 yõlõnda Al- manya’da eğitim görürken bazõ Almanlarõn “Türkiye’de piyano var mı?” diyebilecek ka- dar ülkesini küçük gördükleri ve bu konuda ca- hil olduklarõnõ belirten Say, “Artık hiçbir mü- ziksever Alman veya Fransız böyle bir soru sormaya cesaret edemez” şeklinde konuştu. Bu- güne kadar 9 özgün albümü çõ- kan sanatçõnõn ilk albümü “Mo- zart” 1998 yõlõnda Fransa’da plak satõşlarõnda benzersiz bir başarõya imza atmõş ve tüm kate- gorilerden en çok satan 30 al- büm arasõna giren ilk klasik CD olmuştu. Yõlda 100’ün üstünde konser veren Fazõl’õ konser dünyasõ paylaşamõyor. Albümleri daima klasik CD ortalamalarõnõn üstünde satõ- yor. Nâzım dahil kimsenin sõrtõndan para ka- zanmaya tenezzül etmeyeceğini bilmek isteme- yenler acaba şu fani dünyadan göçtükten sonra isimlerinin dahi hatõrlanmayacağõnõn bilincin- deler mi? Fazõl’õn 39 yaşõnda dünya kültür tari- hinin hepimizi gururlandõrmasõ gereken bir kö- şesine yerleştiğinin farkõndalar mõ? Bir an dü- şündüm, dünya tarihine adõnõ yazdõrmõş kaç kültür bakanõ var, diye. Aynõ zamanda yazarlõk- larõyla tanõnan André Malraux ve Jorge Sem- prun veya şarkõcõ-oyuncu Melina Mercouri dõşõnda kültür bakanõ olarak bildiğimiz tek isim Jack Lang’dõ. Yarattõğõ çok sayõda kültür faaliyetiyle Avrupa ve dünyaya örnek bu Fransõz devlet adamõndan başka hiçbir siyasetçinin esamesi okunmazdõ. Küçük bir taramayla bu görevi Türkiye’de yap- mõş isimleri hatõrlamak istedim. Bizde ilk kez 1975’te ihdas edilen kültür bakanlõğõ, şimdi ol- duğu gibi hep turizm bakanlõğõna yamanmõş bir ek bakanlõk şeklinde algõlanmõş, 1975-81 ve 1989-2003 dönemleri hariç. Talat Sait Hal- man (1971’de 6 ay) ve rahmetli Ahmet Taner Kışlalı (1978-79) dõşõnda iz bõrakan bir isim hatõrlamak zor. İsmail Cem (1995’te 3.5 ay) ve Fikri Sağlar (1995-6’da 4 ay) isimleriniyse farklõ ortamlardan biliyoruz. Dünkünü kim ha- tõrlõyor, bugünkünü yarõn kaç kişi hatõrlayacak acaba? Anadolu Kültür Merkezi’ndeki toplantõda ko- nuşan Erkan Özerman, “Fazıl sen Türki- ye’nin dünya çapındaki gerçek tek yıldızısın, senin de değerini bilmiyorlar” diyerek duru- mu gayet güzel özetledi. Ama biz yine de büyüklüğün ve kalõcõlõğõn sim- gesinin “makam koltuğu” olduğunu sananlara Fransõz şair, yazar, radyo ve televizyon prog- ramcõsõ Alain Duault’ün Fazõl Say hakkõnda Le Figaro Magazine dergisinde yazdõklarõnõ ha- tõrlatalõm: “Say yalnızca dâhi bir piyanist de- ğil. O kuşkusuz 21. yüzyılın en büyük sanat- çılarından biri.” Beyler, büyüklüğün bir yolu daha vardõr, ama biz Türkiye’de pek bilmeyiz. Özür dilemek... [email protected] Dõşarõdan bakõldõğõnda toz duman bir medya görüntüsü. Yargõsõz infaz- lar; hem savcõ, hem yargõç görünümün- de konumlanmalar. “Sizde tekzip ya- yımlama etiği ne durumda; gazeteci- ler, savlarını kanıtlama sorumluluğu- nu yerine getiriyorlar mı” diye soran, Türkiye’deki medya-iktidar ilişkilerini anlamaya çalõşan yabancõ gazetecilere yanõt verme güçlüğü... Artõk zamanõ gelen o hikâyeyi anlatma- nõn sõrasõdõr: 1970’ li yõllarda, iki Türk gazeteci, valizlerini sõrtlayõp soluğu Stockholm’de alõrlar. Bir süre işsiz güç- süz dolaştõktan sonra, gazeteci olarak iş bulma güçlüğünü anlar, sonunda bir çiftlikte çalõşmaya karar verirler. Çiftlik sahibi, onlara yapacaklarõ işi anlatõr: “Ahırdaki şu hayvan gübrelerini el arabasıyla buradan alıp şuraya bo- şaltacaksınız!” Bizimkiler, işe dört elle sarõlõrlar. Akşam olmadan ahõrõ tertemiz ederler. Çiftlik sahibi, yapõlan işi çok beğenir, paralarõnõ hemen ödemekle ye- tinmez, onlara yatacak yer ve üç öğün yemek de verir. Çiftlikte yapõlacak daha çok iş vardõr. Ertesi gün, yeni işlerini anlatõr: “Şu koyun sürüsünü, her ak- şam tek tek sayıp ahıra koyacaksı- nız.” Eski ga- zeteciler, ahõra giren koyunla- rõn hesabõnõ bir türlü tuttura- mazlar. Biri, “150 koyun girdi” derken diğeri, “Hayır, 163 koyun gir- di!” der. Her defasõnda koyunlarõ ahõr- dan çõkarõp yeniden sayarlar. Durumu gören çiftlik sahibi: “Bırakın, bu işi beceremediniz” diyerek onlara başka bir iş vereceğini söyler. Diğer gün, gazetecileri bir yumurta ban- dõnõn başõna oturtur ve görevlerini anla- tõr: “Bakın, yumurtalar şu banttan gelecek. Siz, iri yumurtaları şu koliye, küçüklerini de öteki koliye yerleştire- ceksiniz!” Bant dönmeye, yumurtalar gelmeye başlar. Bizimkiler, gelen yumurtalardan birini ellerine alõr, başlarlar tartõşmaya: “Bu yumurta, büyük koliye girecek.” “Hayır, küçük koliye.” “Büyük!” “Küçük!” O arada, banttan gelen yumurtalar koli- lere yerleştirilmediği için çöpe gider... Çiftlik sahibi, saçõnõ, başõnõ yolarak ge- lir. Hemen o anda ikisinin de işine son verir. Kapõdan çõkarlarken de arkalarõn- dan merakla sorar: “Siz, Türkiye’de ne iş yapıyordu- nuz?” İkisi birden: “Gazeteciydik!” “Belli oluyor ” der, çiftlik sahibi: “Bok atmasını çok iyi beceriyorsunuz; ama, iki koyunla dört yumurtanın hesabını tutturamıyorsunuz...” [email protected] AB’nin yüzyõla armağanõ: Kadõn 27ülkenin temsil edildiği Avrupa Parla- mentosu’nun yüzde 35’ini oluşturu- yorlar. (Gerçi bunu da beğenmiyorlar ya...) Aralarõnda 20’li yaşlarõnda gencecik, ince- cik kõzlar, torun torbaya karõşmõş ak saçlõ hanõmlar, gayrimeşru çocuğu olanlar, yasak aşklarõyla gündeme gelenler, bol çocuklu anneler var. Çoğu şõk, bakõmlõ ve kendine güvenli. Birkaç dilin canbazlõğõnda usta, başka başka meslek gruplarõndan, arka planlardan gelmiş, bütün dünya parlamento- larõna elle tutulur gözle görülür bir hayal sunuyorlar. Bu rengârenk kadõnlar hantal dünyanõn yavaş yavaş kadõnlardan yana dönmeye başlayacağõnõn habercileri gibiler. Binanõn geniş koridorlarõnda topuk sesleri öylesine tok çõnlõyor ki, sanki bu yüzyõla Avrupa’nõn en önemli hediyesi “kadın” olacak gibi geliyor insana. Ama belli ki o zamana kadar daha yapõlacak çok iş var. Geçenlerde parlamentodaki Kadõn Haklarõ ve Cinsiyet Eşitliği Komitesi’nin hazõrladõğõ rapor tartõşõlõrken bir kez daha dile getirildi: Kadõn denen varlõk, memesinde bebesiyle yeryüzünün maddi zenginliklerinden yarar sağlama mücadelesi verirken “şimdilik” Avrupa’da da erkek denen varlõğõn epeyce gerisinde. Neyse ki makasõ kapatmak için çaba sarf eden hatõrõ sayõlõr erk sahipleri mevcut. Kadõn istihdamõ için raporda yer alan bir saptama işverenlerle dalga geçiyor adeta; Ceram Business School’un yürüttüğü “firmaların dişileşmesi” ko- nulu bir araştõrma sonucuna göre yönetiminde kadõn oran- larõnõn yüksek olduğu firma- larda hisse senedi fiyatlarõn- daki düşüş, diğerlerine göre daha az oluyormuş. Rapor di- yor ki; “Burada amaçlanan kadınların erkeklerin işleri- ni ellerinden almaları değil. Ancak geçmişteki hataların tekrarlanma- sının önüne geçebilmek için işte ve toplun genelinde kadın müdahalesinin artırıl- ması gerekiyor.” 2008 verilerine göre Av- rupa’da kadõn istihdamõ kadõn nüfusunun yüzde 59.1’ine denk düşüyor. Oysa AB’de verilen üniversite diplomalarõnõn tamamõnõn yüzde 58.9’unu kadõnlar alõyor. Yani üni- versite mezunu kadõn çok, çalõşan kadõn az. Raporda dikkatleri çeken başka bir yara ise ücretlere yansõyan haksõzlõk; 1957’den bu yana alõnan bütün önlemlere karşõn “eşit işe eşit ücret” politikasõ yõllardõr başarõya ulaş- tõrõlamõyor. Ne acõdõr ki aynõ işi yapan ka- dõnlarla erkeklerin aldõğõ ücret arasõnda yüzde 14-17 civarõnda bir fark söz konusu. Bununla ilgili çarpõcõ bir açõklamaya da yer verilmiş; “Hâlâ bir kadının, aynı işte çalışan bir erkeğin bir yılda kazandığı kadar para kazanabilmesi için bir yılı devirip üstüne bir de 22 Şubat’a kadar çalışmaya devam etmesi gerekiyor!” İnsanõn adalet duygu- suna ok gibi saplanan bir tespit. Ço- cuk bakõmõ da Avrupalõlarõn dünyanõn baş- ka yerlerine göre açõk farkla didikleyip dur- duklarõ bir alan. 2002’deki Avrupa Konse- yi’nde, 2010 yõlõna kadar 3 yaş ile ilköğre- tim yaşõ arasõndaki çocuklarõn en az yüzde 90’õna bakõm olanaklarõ yaratõlmasõ kararõ alõnmõş. Ne var ki bu hedeflerin yarõsõna bi- le ulaşõlamamõş. Çabalar tam gaz sürüyor. Shakespeare’in kõzlarõnõn en hõrçõnõ “Hır- çın Kız” piyesindeki Katherine’dir. Daha 1590’larõn başõnda kahramanõm Katherine, “Anlaşılan sesini çıkarmadı mı kadını aptal yerine koyuyorlar” diye haykõrõr. Geçtiğimiz ay AB’nin en önemli pozisyon- larõndan biri olan Dõşişleri Bakanlõğõ koltu- ğuna sõrf kadõn olduğu için Catherine Ash- ton oturtuldu. Lady Catherine de, “aptal yerine konulmak” istemeyen başka bir İn- giliz kadõnõ olsa gerek ilk basõn toplantõsõn- da taşõ gediğine koydu. Bir kadõn gazeteci dõşişleri alanõnda hiçbir deneyimi olmayan Catherine’e, “sırf kadın olduğu için mi” bu göreve seçildiğini sorunca çağdaşõmõz Catherine’den gelen yanõt tam da Shakes- peare’in Katherine’ine yakõşõr türdendi: “Birçok defalar erkekler sadece erkek ol- dukları için seçildiler!” Catherine’in “cool” halinden belli oluyor. Geçip giden yüzyõllar Katherine’leri çoğalt- mõş. En azõndan AB’li kadõnlar “aptal yeri- ne konulmak” istemiyorlar artõk. [email protected] BERN REMZİ GÖKDAĞ MALMÖ ALİ HAYDAR NERGİS PARİS UĞUR HÜKÜM BRÜKSEL ÇİMEN TURUNÇ BATURALP Nüfus cüzdanõmõ kaybettim. Hükümsüzdür. Tunca KAYGISIZ ŞİŞLİ 1. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN DÜZELTME İLANI Dosya No: 2009/2846 Tal. Bir borçtan dolayõ ipotekli ve ipoteğin paraya çevrilme- si yolu ile takibe konu taşõnmazlarõn yapõlacak açõk artõr- masõ için İİK.m.114 gereği, 27.12.2009 tarihli CUMHU- RİYET gazetesinin 16. sahifesinde yayõnlanan satõş ilanõ- nõn başlõk metninde “Dosya No:2009/2846 Esas” olan kõ- sõm, aşağõdaki şekilde düzeltilmiştir; “Dosya No:2009/2846 Talimat” İİK.m. 126/1 uyarõnca ilan olunur. (Basõn:7817)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle