18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 21 ŞUBAT 2010 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Kitap Okumak! PENCERE Düşünen Kadın M enemen olayõnõn ar- dõndan kurulan ve yurdun dört bir ta- rafõna yayõlan Hal- kevlerinden, oradaki çok yönlü kültür sanat etkinliklerinden, ço- cukluğumda Urfa’da izlediğim tiyatrodan, yüzme yarõşlarõndan nostalji duygularõ içinde çok sõk söz ettim. Tabii o benzersiz eği- tim kurumlarõ Köy Enstitüleri- ni de çok andõm. Bunlar birer ay- dõnlanma odaklarõ idiler. Do- ğaldõr ki tutucular bu ikisinden de hiç hoşlanmadõlar. İlk fõrsatta harekete geçtiler. Önce o eşsiz insan, büyük eği- timci Hasan Âli Yücel harcan- dõ. Çok partili düzene adõm ata- cağõmõz günlerde doğunun güç- lü ağasõ Kinyas Kartal, gelip Cumhurbaşkanõ İnönü’ye “Pa- şam bu okulları kapat yoksa doğudan oy alamazsın” de- miştir. Milli Şef’in bu baskõlara karşõ tutumu tartõşma konusudur. Ama gerçek şu ki Lozan kahra- manõ bu baskõlara direneme- miştir ve Demokrat Parti’nin ik- tidara gelişiyle bu güzelim okul- lar Halkevleri ile birlikte kapa- tõlmõştõr. Dönüm noktası Bu iki kurumun yok edilişi Türkiye Cumhuriyeti için bir dönüm noktasõdõr ve geleceği- mizi karartan bir gelişmedir. Atatürk devrimlerinin, aydõn- lanmanõn önünün kesilmesidir, yõkõcõ bir karşõdevrim hareketi- dir ve bir çeşit halk ihanetidir. Türkiye’nin yakõn tarihini, bu- gününü ve yarõnõnõ TV ekranla- rõnda tartõşanlarõn buna önemle vurgu yapmamalarõnõ hayretle karşõlõyorum. Uzun bir hikâyenin özeti bu karşõdevrim bugüne kadar sağ ik- tidarlarca devam ettirilmiştir. Bu iktidarlar Atatürk’ün akõl ve bilim mirasõnõ hiçbir şekilde be- nimsemediler. Bilinçli yurttaş yetiştirmekten korkmuşlardõr de- mek abartma olmaz. Feodal dü- zene dokunmadõlar, toprak re- formu yapmadõlar. Bugün Cum- huriyetin 87’nci yõlõnda ortalama 4 yõl eğitim görmüş bir halka sa- hip olmamõz gibi bir utancõn açõklamasõ budur. Eğer iktidar- lar Atatürk’ün devrimlerine ve aydõnlanma mirasõna sadõk kal- salar ya da Köy Enstitülerini yok etmeyi başaramasalardõ bu- gün bu iç karartõcõ, yürek yakõ- cõ durumda olmayacak, ilkel bir toplum manzarasõ göstermeye- cek, böylesine bölük pörçük ve adeta düşman kamplara bölün- müş olmayacaktõk. Tuzağa düşmeyecekti Türkiye Cumhuriyeti vatan- daşlõğõ üst kimliğinde buluşan Türk ve Kürt halkõ etnik ayrõlõk tuzağõna düşmeyecekti. Ermeni, Yahudi, Çerkez, Süryani, Çeçen, Arap tüm farklõ etnik kökenden gelenler bilinçli yurttaşlar olarak bir arada sömürüye karşõ müca- dele edeceklerdi. Kalkõnan, ge- lişen, sosyal adalete öncelik ve- ren bir yönetimde genç çocuk- larõmõz dağlarda birbirini vur- mayacaktõ. Dağlardaki çocuklardan Mah- mut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mehmet Ba- şaran gibi şairler, yazarlar, ro- mancõlar çõkacaktõ. Memleket dahilinde iktidara sahip olanlar Cumhuriyet değerlerine bağlõ kalsalardõ, demokrasiyi araç değil amaç olarak görecek; 10 Kasõm’larda Cumhuriyetin ku- rucusu huzurunda sap gibi değil saygõ ile duracak; laikliği, çağ- daşlõğõ, aydõnlanmayõ benimse- yecek; cumhurbaşkanlõğõna din- dar kişi aramak için “İyi ki bunlarla savaşa girmedik” gi- bi yakõşõksõz ifadelerle Türk or- dusunu küçümsemeyecekti. Bu orduyu lağvedip yeni ordu kuralõm diyen profesör unvanlõ kişiler ve benzerlerine de hiç ama hiç tanõk olmayacaktõk. Dev- rimleri, laikliği, kalkõnmayõ, çağ- daşlaşmayõ benimseyen, Ata- türk’ü anlayan Türk ordusu da doğaldõr ki böyle bir ülkede dar- be planlarõ yapmak için hiçbir ge- rekçe ve bahane bulamayacaktõ. 12 Mart, 12 Eylül felaketleri- ni yaşamayacak, bugün bitmez tükenmez darbe tartõşmalarõyla darbe manyağõna dönmeyecek- tik. “Siz isterseniz halifeliği getirebilirsiniz”; “Bana sağ- cılar suç işliyor dedirtemezsi- niz”; “Eyi gitti eyi gitti” (Al- lende için); “Asmayıp besleye- lim mi”; “Demiryolları komü- nistliktir, benim memurum işini bilir”; “Kurşun atan da yi- yen de kahramandır”; “Bir insan hem laik hem Müslüman olamaz”; “Ulemaya soralım” söylemlerinin sahipleri siyaset sahnesinde yer alamayacaklardõ. Gelir dağõlõmõ bu kadar adaletsiz olmayacak, hükümetler ekono- mide bu derece dõşa bağõmlõ ve işbirlikçi olmayacaktõ, bağõm- sõzlõğõmõzõ koruyabilecektik. Anadolu’da töre cinayetleri utan- cõnõ, bu büyük ayõbõ yaşamaya- cak, kadõn erkek eşitliğini ger- çekleştirmiş olacaktõk. Kendi diniyle vurulmak Türk halkõ akla, bilime, hü- manizme dayanan, felsefeyi dõşlamayan bir eğitim görmüş olsaydõ, kafasõndaki İslamda batõl inançlar, hurafeler olma- yacak, Yaşar Nuri Öztürk’ün deyimi ile halk kendi dini ile vurulmayacak, Allah ile alda- tõlmayacaktõ. Yine o halk oyu- nu, aydõnlanmaya, emeğe kar- şõ olanlara değil toplumculuğu ilke edinen emeğe değer veren, o sõnõfõn çõkarlarõnõ savunan partilere verecekti. Ülkede bu kadar cahilce tra- fik kurbanlarõ vermeyecektik. İnsani gelişmişlikte, basõn öz- gürlüğünde, kadõn haklarõnda, yargõ bağõmsõzlõğõnda dünya ül- keleri arasõnda bu kadar geri- lerde yer almayacaktõk. El sõkmayan üniversite me- zunlarõ, kaymakam ve valiler hatta üniversite hocalarõ ol- mayacaktõ ülkemizde. İşsiz, yoksul, kömüre, pirince, bulgura muhtaç edilen ve kar- şõlõğõnda oy istenen insanla- rõmõz varsa bundan ötürü bü- yük vicdan azabõ ve suçluluk duyacaktõk. Köy Enstitüleri Kapatõlmasaydõ Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR Hesaplamışlar; Türkiye’de 2009 yılında tam 34 milyon kitap basılmış. 72 milyon nüfusa göre, kişi başına beş kitap düşüyor!.. O beş kitap okunuyor mu? Her vatandaş yılda beş kitap okusa önemli bir şey değil midir? Doğallıkla, o beş kitabın ne olduğu da ayrı bir sorun! Bilmem Batı ülkelerinde adam başına düşen kitap sayısı nedir? Bir de ona baksak!.. Böyle şeyleri düşünürken yeni çıkan kitaplar geldi. Yıllardır böyle... Ben gücüm yettiğince okumaya, anlamaya çalışırım. Daha iyi okumak için kitaplığımda saklarım. Bir bölümünü de kitaplıklara veririm. Öncelikle Muğla’nın Akyaka Kitaplığı’na... Önce Cumhuriyet yayınları: Mehmet Sucu “12 Eylül Yasakları”. Yakın günlerde yitirdiğimiz Sucu’nun yokluğunun acısını hep duyuyoruz. Gerçek bir gazeteci, sağlam bir aydındı. Bu kitabın konusu da 12 Eylül olayı ve yarattığı bunalımlar, korkular ve yasaklamalar! Tarihe belge bir kitap... Ataol Behramoğlu sevilen bir şair, bir devrimci... Bu kez “Başka Gökler Altında”da gezdiği, yaşadığı anılarını yazmış. Tadı olan yazılar. Okuru kendi dünyasına sürükleyen... İki yeni baskı... Server Tanilli’nin “Yaratıcı Aklın Sentezi”. Burhan Günel’in “Bütün Zamanlar” adlı romanı... Biri felsefe, biri roman. İkisi de eş zenginlikte, etkinlikte... Bir de masallar kitabı. Muhsine Helimoğlu Yavuz’un “Dünyanın Bir Yerinde”si... Değişik yayınlarda çıkan yeni yapıtlara geçersek bakın nelerle karşılaşıyoruz: “Kime Aydın Denir?” Ülkemizin önde gelen yazarlarından bir derleme. Derleyen Ahmet Köklügiller... (Kültür Sanat Yayını) Erkan Yukarıoğlu’nun “Dokun Bana”sı. Bir roman. Moulin Rouge’dan Mona Lisa’ya kadar okuru duyarlıklara sürükleyen... (Cinius Yayını). Bir de Erol Ertuğrul’un “Gerçekleri Gör Artık Halkım”ını (İleri Yayın) da anmak gerekiyor. Güncel ve hukuk değerlerini okura sunan bir çalışmalar toplamı... Yine şiir şiir şiir... Erkan Yukarıoğlu “Kırmızı Değirmen”. Burda da yine bizi düşlere götüren bir anlatım. Şenay Tanrıvermiş’in “Hayata Toslayan Şiir”leri. Bir tek kendi olmak isteyen tüm kadınlara sevgi ve saygıyla diye sunmuş şiirlerini... Sevdiğim bir yazarın, Atilla Birkiye’nin yeni romanı ve şiirleri. “İstanbul’da Aşktan İkmale Kalanlar” ve yeni şiirleri: “Ekim Issızlığı Saçların” (Özgü Yayını). Sevgili İlhan Selçuk hasta yatağında bile okurlarını unutmaz. Eskimeyen yazılarıyla her gün gazetede karşımızda. Cumhuriyet Kitapları’nda yeni kitabı “RTE XIV. Louis mi?” RTE için son günlerde neler denmedi ki; padişahlık, peygamberlik, şimdi de İlhan onu 14. Louis yapmış. İlhan’ı görmek, sağlıklı, dost, kardeş olarak yeniden güzel günlerde yaşamak... İşte kitaplarla geçen bir gün daha!.. Çocukluğumdan beri bizim eve ‘Büyük Saatli Maarif Takvimi’ alınır; sevimli, öğretici, anımsatıcı, uyarıcı bir takvimdir bu... Takvim 24 Şubat günlü yaprağının birinci sayfasına not düşmüştü: Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun vefatı. Yıl 1992. Takvim yaprağının arkasında Hocam Velidedeoğlu tanıtılıyordu: “11 yıl önce bugün Hukuk Profesörü ve devrimci yazar Velidedeoğlu İstanbul’da vefat etti. Hıfzı Veldet, Atatürk’e olan sevgisiyle, onun inkılaplarına içten bağlılığıyla büyük ün yaptı. Uzun yıllar Cumhuriyet’teki haftalık yazılarından başka çok sayıda makale ve kitabı çıktı. Hocalığının yanı sıra rektörlük de yapan Velidedeoğlu’nun yurtiçinde ve dışında alınmış çok sayıda mesleki ödülü vardır. Aşağıdaki ‘Düşünen Kadın’ başlıklı yazı Hoca’ya aittir.” Son günlerde savaş rüzgârlarıyla sarsılan ülkemizde Hocam’ı anmak fırsatını bulamamıştım; isterseniz onun ’Düşünen Kadın’ başlıklı yazısını birlikte okuyalım. “Michelangelo’dan sonra 16’ncı yüzyıldan beri en büyük yontuculardan (heykeltıraşlardan) sayılan Auguste Rodin’in (1840- 1917) Paris’teki müzesini, öğrencilik yıllarımda gezerken ’Düşünen Adam’ yontusu beni çok etkilemişti. Yontunun orijinali bahçedeki ayrı bir binanın içindeki yüksek balkonda, öne doğru eğilmiş olarak, zemin katta dolaşanlara bakıp gerçekten düşünüyor gibiydi; yontunun bir kopyası müzenin bahçesindeydi. Sonraki yıllarda Paris’e her gidişimde bu müzeyi tekrar tekrar ziyaret ettim. En son 1981’deki ziyaretimde ‘Düşünen Adam’ın orijinalinin, sanatçının öldüğü Meudon kasabasına götürüldüğünü, Paris’teki müzedeyse kopyasının kaldığını söylediler. Rodin Müzesi’ni ilk ziyaretimden beri hep düşünmüşümdür: Bu büyük sanatçı niçin bir ‘Düşünen Adam’ heykeli yaratmış da, ‘Düşünen Kadın’ yontusu yapmayı aklına getirmemiş! Acaba filozoflar hep erkekler arasından çıkmış da ondan mı? Oysa Rodin’in bu heykelinde hiç de klasik filozof tipi, fizyonomisi yok. Başının biçimi, geniş omuzları, kol ve ayak kaslarıyla daha çok bir madenciye benziyor. Maden işçisi düşünmez mi? Elini çenesine koyup gözlerini bir yere dikerek düşünceye dalmaz mı? Elbette dalar. O halde Rodin o ünlü ‘Düşünen Adam’ını yaratırken ayrım yapmamış, bu yontuyu düşünen her erkeği simgelemek, canlandırmak için yaratmış. Pekiyi, kadın düşünmez mi? Tehlikeli bir uçuşa çıkan pilotun ya da yerin yüzlerce metre derinliğindeki madene inen emekçinin karısı, annesi elini çenesine koyup düşünemez mi? Elbette düşünür. O halde bugüne değin ‘Düşünen Kadın’ adında bir yontunun yapılmamış olması iki nedene bağlanabilir. Birincisi bütün dünyada hâlâ erkek egemenliğinin sürmesi ve bütün simgelerin erkeklere göre ayarlanması, ikincisi de bir ‘Düşünen Kadın’ yontusunu yaratacak heykeltıraşın henüz yetişmemiş olması.” Hocamın yazısı bütünüyle bu köşeye sığacak boyutta değil; ama, bu kadarı bile Velidedeoğlu’nun ‘devrimci düşünür’ kimliğini tanıtmak için yeterli... Velidedeoğlu Cumhuriyet yazarlarının başında gelenlerdendi; demokrasiyi değil, karşıdevrimi tezgâhlayan çok partili rejimde, derin ve engin bilinciyle karanlığa karşı savaşımını yılmadan sürdürdü. Dün sabah Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Yıldız’la konuşuyorduk, sordum: - Cumhuriyet’in dış haberler masasında kaç erkek, kaç kız var... - Hiç erkek yok!.. Cumhuriyet’te çalışanların çoğunluğu kadın, erkekler azınlıkta kalıyorlar; demek ki dünyamızda düşünen kadın heykelinin yapılması yakın... (6 Mart 2003 tarihli yazısı)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle