Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 21 ŞUBAT 2010 PAZAR
12 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Prado’da
öğle yemeği
Madrid... Kastilya
İspanyasõ’nõn
başkenti... 5 yõl sonra yine
yolum düşüyor... Hain
saldõrõnõn gerçekleştiği
Attoca’dan, Puerta Del
Sol’a, Via Mercedes’ten
Anton Martin’e
turluyorum... Bir zamanlar
içeri girmek için neredeyse
sõra beklediğim El Corte
Ingles sinek avlõyor. Keza
koca koca markalõ ürün
satan mağazalar da yüzde
70, hatta 80’lere varan
indirimlere karşõn müşteri
bulamõyor. Ara sokaklardan
birindeki bir butiğin önü ise
hõnca hõnç dolu.
Soruyorum, meğerse 2. el
pantolon, ayakkabõ, kazak,
mont türü eşyalarõn satõldõğõ
bir işletmeymiş... Yani
bizim bit pazarõ gibi bir yer.
2 Avro’ya kot pantolon, 3
Avro’ya aşõnmõş bir çift
spor ayakkabõ, 10 Avro’ya
da kollarõ çizik deri ceket...
Gez-dolaş derken birden
karşõma Prado’nun
önündeki dev anõt
çõkõveriyor tüm ihtişamõ ile.
Avrupa’nõn en görkemli
resim ve heykel müzesinin
kapõsõndayõm. Giriş 18
Avro. Biletimi alõp,
havaalanõndaki kontrol
cihazlarõnõ
andõran bir
turnikeden
geçtikten sonra
bir anda tarihle
burun buruna
geliyorum.
Koca koca
bilboard’larda
“Hollandalılar
İspanya’da” yazõsõ var.
Özel bir bölümde
Hollandalõ ressamlarõn
eserleri sergileniyor. Işõğõn
üstadõ Rembrant’tan,
deniz savaşlarõnõ resmeden
Adam Willaerts’e,
Matthias Stom’dan
Phillips Wouwerman’a
onlarca eşsiz tablo önünde
akõp giden dakikalar... O
salondan Goya’nõn
eserlerinin toplandõğõ
bölüme, oradan Greco’nun
tablolarõna, Tiziano derken
Velazguez’in fõrça-tuval
buluşmasõna...
Elbette içinde binlerce
yõllõk heykellerin,
kõlõçlarõn, mõzraklarõn
bulunduğu kraliyet
koleksiyonu...
Yoruluyor insan, bunca
yõllõk kültürel zenginlik
karşõsõnda. Artõk bir şeyler
yemek ya da içmek
kaçõnõlmaz. Müzenin
kafeteryasõnda balõklõ
sandviç, bir su ve bir filtre
kahveden oluşan mönü
belki çok sõradan ama
Goya’yla, Rembrant’la,
Velazguez’le yenen öğle
yemeğinin “tadı” neyle
ölçülebilir ki...
Ardõndan bir tur, bir tur
daha... Ayaklarõm çõkõş
kapõsõna yönleniyor ama
aklõm da, mantõğõm da,
duygularõm da hâlâ
Prado’nun taş
merdivenlerinde...
Bu uzunca kültür turunun
ardõndan yine Madrid
gerçeğiyle burun
burunayõm. Ama kentin
gerçekten havasõ yok.
Futbol müzesi Bernabeu
bile sessiz. Metro vagonlarõ
eskimiş, otobüsler
bakõmsõz, taksiler boş...
Gazetelerde ve
televizyonlarda İspanya
ekonomisi için söylenenler
sanki gerçek. İnsanlar
mutsuz, tõpkõ İstanbullu,
Ankaralõ gibi gözleri yere
bakõyor, marketlerde,
mağazalarda “1 cent”in
hesabõnõ yapõyorlar. Ve
elbette kötü ekonominin
sokaktaki “çirkin” sinyali
de yanõp duruyor. Hava
biraz kararõnca çoğunluğu
Doğu Avrupalõ ve Afrikalõ
genç kõzlar, “müşteri”
peşinde. Üstelik sadece 20-
25 Avro için... Plansõz,
projesiz politikacõlarõn,
ekonomistlerin faturasõnõ
gencecik bedenler ödüyor,
aç kalmama uğruna.
Bunca iç karartõcõ
görüntünün
ardõndan hoş bir
Madrid vedasõ
için Mercedes
Caddesi’ndeki
Asador
Restaurant’ta
alõyoruz soluğu
dostlarla.
Önceden
rezervasyon yaptõrdõğõmõz
için rahatõz, masalara
yönleniyoruz ki şef garson
Jose, “birer aperatif alın”
diyor bozuk İngilizcesiyle.
Servis 21.00’de
başlõyormuş çünkü...
Derken gong vurduğunda,
daha önce Roberto
Carlos’la, Julio Iglesias’õn
oturduğu masaya
yerleşiyoruz. Giriş
yemeğinde jambon, sosis
ve keçi peyniri var.
Ardõndan, kõrmõzõ
Protos Reserva açõlõyor
sommelier tarafõndan. Ve
müthiş bir et şöleni.
Bizdeki “kendin pişir
kendin ye” tarzõ, etler
masaya çiğ geliyor.
Hani mangal derken,
garson büyükçe bir õsõtõlmõş
toprak tabağõ getirip
yağlõyor, etleri atõyor içine.
Alev yok, ateş yok, duman
hiç yok... Nar gibi kõzaran
biftekler, gecenin sonunda
parfe-şampanya karõşõmõ
bir tür midevi içki ve
yenenleri eritme adõna
yapõlan otel yürüyüşü..
İşte bir Madrid günü, işte
bir Madrid gecesi...
akizilyalin@yahoo.com
Fransa’yõ ‘oy sineği’ soktu...
Geçmişte birbirini tanõmayan iki Türk,
(‘siyaseten efendi’ olmak gerekirse!) iki
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşõ yabancõ bir
ortamda karşõlaştõklarõnda ikinci sözleri
genellikle, “Memleket nere?” diye sormak
olurdu. Başta geldiği köy veya kent olmak
üzere din, dil üzerinden bir ortaklõk, yakõnlõk
yakalamaya çalõşõrlardõ. Son 30 yõlda etnik,
cemaat, çete, siyaset, şirket gibi bağlar zaten bu
masum ve doğal yakõnlaşmayõ katbekat aştõ.
Dolayõsõyla Türkiye’de de bir “Ulusal Kimlik”
tartõşmasõ başlasa belki yerinde olabilir. Ama
hangi temelde, hangi ölçütlere göre yapõlacağõ
önceden sõkõca belirlenmezse “iç savaş” bile
çõkabilir hani yani!.. Peki, daha 1789’da İnsan
Haklarõ devrimini, 1887 yõlõnda filozof, tarihçi
Ernest Renan’õn (1823-1892) “Millet
Nedir?” kitabõyla çağdaş ulus kavramõnõn en
“optimum” (iyi-olgun-uygun) tanõmõnõ yapmõş
bir topluma, Fransõzlara ne oldu birdenbire?
Fransõzca deyişiyle “Hangi sinek soktu” da,
üç ay boyu “ulusal kimlik” kapõşmasõyla
ortalõğõ tozduman götürdü. “Oy sineği” tabii
ki... Günümüzde halk, cemaat, yönetim ve
bireylerin “ilkelliğinin” turnusol kâğõdõ
cinsiyet, milliyet ve dine dair takõndõklarõ tavõr
artõk. Bu noktalarda gerici ve tutucu olanlar
genellikle “En geri kalmışlar”... Zira bunlar
karar vericiler ve siyasi yöneticiler tarafõndan
en kolay suiistimal edilen hususlar. Sõkõşmaya
görsünler, “Allah, vatan, millet ve namus”u
sömür sömürebildiğin kadar...
Fransa’da bir ay sonra bölge seçimleri var.
Mevcut 22 bölgeden 20’si sol muhalefette.
Kamuoyu yoklamalarõ da, sağõn oylarõnõ bölen
aşõrõ sağcõ parti FN’in uzlaşmaz tutumu
nedeniyle sol cepheyi favori gösteriyor. Artõ:
2012 Cumhurbaşkanlõğõ seçimlerinde
sosyalistlerin olasõ adayõ Dominique Strauss-
Kahn 4-5 puan farkla Nicolas Sarkozy’nin
önünde gidiyor. Sarkozy ve sadõk
kurmaylarõnõn “sineğin yağını” çõkarmak
isterken “sinek” tarafõndan sokulmalarõ biraz
kaçõnõlmaz değil mi yani? İktidar
“Güvensizlik-emniyet” öcüsü
bayatladõğõndan, gerçek gündem maddesi
“Eşitsizlik-işsizlik-kriz” açmazõndan
sõyõrabilmek amacõyla “Kimlik-İslam-
milliyet” üçlemi içerisinde “Kim daha
Fransız?” soru(su)nu pazarladõ. “Fransızlık”
atõlõmõ Sarkozy’nin seçim vaatlerinden biriydi.
Gençlik, özellikle de yabancõ kökenli gençler
arasõnda Fransa’yõ benimsememek, sevmemek
hatta belli vesilerle şiddet, nefret biçiminde
tezahür eden duygularõn yaygõn olduğu kanõsõ
hâkimdi. Çözüm için bir “Ulusal Kimlik”
tartõşmasõ başlatõlacak, ardõndan da bizzat
Cumhurbaşkanõ’nõn katõlacağõ görkemli bir
kolokyumda gerekli
önlemler açõklanacaktõ.
Bu “onurlu” hedefi
gerçekleştirmek de eski
sosyalist, yeni “Koyu
Sarkozyist” Göç, Uyum
ve Ulusal Kimlik Bakanõ
Eric Besson’a düşmüştü.
İktidarõn sadõk bendeleri
ve de özellikle
muhafazakâr Le Figaro
gazetesinin katõksõz Sarkozyistleri dõşõnda
hiçbir gazeteci, basõn organõ, akademik kurum,
kişilik, sivil toplum kuruluşu, siyasi parti, aydõn
“tasarı” diye ortaya konanõ destekle(ye)medi.
Böylesi oybirlikli bir “red cephesi”ne rağmen
2 Kasõm’da (2009) Fransa çapõnda valilikler,
emniyet müdürlerince örgütlenen “Ulusal
Kimlik” tartõşmasõ “harekete geçti”. Ocak
sonuna kadar 340 toplantõ düzenlendi. Kurulan
internet sitesindeki
(http://www.debatidentitenationale.fr/) 200
sorulu anket etrafõnda 750 bin giriş, 58 bin
müdahale yapõldõ. Sonuçta “Dağ fare
doğurdu”. Fiyaskoya kõlõf hazõrlama görevi bir
kez daha “itfaiyeci” Başbakan François
Fillon’a düştü. Tantanalõ, geniş katõlõmlõ,
Cumhurbaşkanlõ bir sentez kolokyumu
öngörülmüşken sorumlu bakan bir kenarda
durup ağzõnõ bile açmadõğõ kõsmi bir bakanlar
kurulunu andõrõr bir toplantõyla yetinildi. Fillon
“Büyük Tartışma”dan çõkartõlan “dersler”i
(!) 14 noktada toparladõ. Belli başlõlarõnõ
özetlemek gerekirse, “Tartışmayı
derinleştirmek amacıyla ‘İleri Gelen’
(kişilik)ler komisyonu oluşturulacak”,
“Okullara bayrak, sınıflara İnsan ve
Yurttaşlık Hakları Bildirgesi asılacak”,
“Öğrencilere yılda en azından bir kez milli
marş söylettirilecek, Yurttaşlık Karnesi
eşliğinde Yurttaşlık Bilgisi eğitimi
güçlendirilecek”, “Öğretmenlerin okuldaki
yetkileri arttırılacak, ebeveynler (özellikle de
yabancı kökenli) eğitilecek”, “Askerliğin
yerini alan üç günlük eğitim Cumhuriyetçi
değerleri vurgulayacak”, ‘Ulusal
bayramlarda ‘Fransõzlõktan gurur
duyulmasõnõ’ sağlayacak sivil güçlerin
katılımı sağlanacak”, “Fransa’ya girecek ve
yaşayan yabancıların, uyum amacıyla
Fransızca öğrenmeleri şart koşulacak” ve
“Vatandaşlığa geçişe töresel ve törensel bir
hava kazandırılacak.” Şu anda sağduyulu da
sol duyulu da kamuoyunun hemfikir olduğu
gibi “Ulusal Kimlik” artõk yalnõzca “Bayrak-
marş-tarih-dil-din” ile tanõmlanmõyor. Kişi bu
kimliğinden gurur duyacaksa öncelikle sahip
olduğu “Söz, inanç, örgütlenme, eğitim,
sağlık, çalışma hakları”nõn düzeyi kadar
duyacak. Günün birinde “Memleket nere”nin
yerini “Hakların ne” alabilir mi, bilemeyiz.
Ancak yarõnlar eşitlik ve özgürlük üzerine
kurulmazsa, memleketi ne olursa olsun
insanoğlu sömürü ve mutsuzluğun sonu için
kõyameti beklemek zorunda galiba!
ugur.hukum@gmail.com
MADRİD
ARİF
KIZILYALIN
ABD üniversitelerinin olur
olmaz her şeye araştõrma
yaptõğõnõ evvel eski bilirdik, ne ki
böylesine rast gelmek de varmõş:
“Kadınların yarısı cinsel ilişkiden
önce alkol almak istiyormuş!”
Hõmmm... Önemli bir araştõrmanõn
sonucu olmalõdõr bu; öğrendik, iyi
oldu. Purdue Üniversitesi’nin 3 bin
kadõn üzerinde, iki yõl boyunca
yaptõğõ seksüel taramalar sonucu bu
gerçeğe ulaşõlmõştõr. Kutlarõz! Üç
bin hanõmefendiye soruyorlar,
yatağa girmeden evvel ne alõrdõnõz?
“Votka lütfen, sek olsun... Rus
votkası olmazsa katiyen olmaz!”
Purdue Üniversitesi’nde Sağlõk
Bilimleri Merkezi’nde Prof.
Kathlyn Wilkinson başkanlõğõnda
sürdürülen çalõşma geçenlerde
sonuç verdi: Kadõnlar içki alõnca
kendilerini sekse hazõr hissediyor
ve eşleriyle daha iyi ilişki
kurabiliyorlarmõş. The Exponent
gazetesinde Laura Hoffman
tarafõndan kaleme alõnan haberden
haberdar olduktan sonra
üniversitenin ilgili web sayfalarõna
başvurarak öğrenmiş bulunuyoruz
ki kadõnlarõn alkol almaksõzõn
kalkõştõklarõ cinsel ilişkiler,
özgüven eksikliği yahut bireysel
kuşkular nedeniyle olumlu
sonuçlanmamaktadõr. Olumlu
sonuçtan kast edilen, herhalde,
kadõn orgazmõ olmalõydõ. Kadõnlar
bu durumda, sahte olarak doyuma
ulaşmõş gibi davranõyor, böylece
hem kendilerini hem de
“partnerlerini” kandõrõyorlarmõş.
Kadõnlarõn cinsel ilişkiye hazõr
olmalarõnõ sağlayan içki ölçüsü ise
bir ya da iki kadeh olarak
belirtilmiştir, bu ciddi
araştõrmada... Araştõrmayõ
hazõrlayan ekibe bakõlõrsa kadõnlar
alkolün bedenlerindeki rahatlatõcõ
etkisini önceden bilerek daha ilk
yudumda buna hazõr davranõyor,
erkekler ise alkolü baştan çõkarõcõ
bir araç olarak kullanõyor. Bu
durum, bizim Yeşilçam
sinemamõzda “Tecavüzcü
Coşkun” yahut gazozla kandõrõlan
genç kõzlar senaryolarõna tõpa tõp
uymaktadõr.
Amerikan üniversitelerinin geçen
yõllarda bu türden galat-õ
meşhurlar, öteki deyişle bilinenin
tekrarõ üzerine araştõrmalar
yapmasõ yadõrganmazdõ. Ancak
küresel krizden sonra tüm
üniversitelerin bütçelerinde ciddi
kõsõtlamalara gidilmektedir. Öyle
görünüyor ki bundan böyle otun
sapõna uzanan
araştõrmalarõ
üniversitelerde
görmek olanağõ
olmayacaktõr.
Belli ki
Purdue’nün bu
araştõrmasõ
birkaç yõl
evveline
dayanmaktadõr.
“Hazır bu kadar alkol aldılar,
bari şu işin sonunu bekleyelim”
diye araştõrmaya ket vurulmamõştõr.
Oysa, Purdue’nün Rektörü, Bayan
Prof. France Córdova’nõn
sömestir açõlõş konuşmasõnda
belirttiği gibi, artõk “Dış kapının
mandalı ne tarafa açılıyor”
şeklindeki “Zihni Sinir
Procelerine” üniversite zõrnõk
vermeyecektir.
Bundan önceki yõllarda, diğer
deyişle bol keseden yapõlan
harcamalar döneminde,
üniversitelerin abuk subuk
araştõrmalara milyonlarca dolar
harcadõğõ biliniyor ve bu sõk sõk
şikâyet konusu oluyordu. Örneğin,
ABD başkanlarõnõn geçmişteki
söylevleri içinde yer almõş “ve”
bağlacõnõn kaç kere tekrarlandõğõ
üzerine yapõlan bir taramanõn
doktora tezi olarak yayõmlanmõş
olmasõ; yahut ABD seçimlerinde
kuzey-güney vurgusunun niye
kullanõldõğõna dair bir araştõrmanõn
akademik değer bulmasõ, dalga
geçilen anekdotlara dönüşmüştü.
Kadõnlarõn seksten evvel alkole
sarõlõp sarõlmadõklarõnõ anlamak
için üniversite araştõrmasõna gerek
duyulmasõ da bugünlerde
tartõşõlõyor. Konuya ilgi duyan
akademisyen araştõrmacõlarõn yahut
buna heves edenlerin önce alkol
satõlan marketlere gitmesinde yarar
var: Kaç hanõmefendi alkol
rafõnda göz gezdiriyorsa, bu, o
gece o kadar sayõda ilişki
anlamõna mõ gelecek, yoksa
kadõnlarõn alkolik olduğu
sonucunu mu verecek, doğrusu
bu da merak ediliyor... Elbette,
Purdue Üniversitesi’nin
bulunduğu eyalette, Indiana’da
bu araştõrmayõ yapacaksanõz,
pazar günlerini õskalayõnõz:
Zira, eyalet yasasõ gereği, pazarlarõ
alkol satõlmaz; cumartesi
akşamõndan tedarikli olmak
gerekir... Pazarlarõ Asla (Never on
Sunday) adlõ, 1960 yapõmõ Yunan
filmindeki fahişe rolüyle ünlenen,
sonradan Yunanistan Kültür
Bakanlõğõ’na kadar yükselmiş
sanatçõ Melina Mercouri’nin
filmde söylediği gibi, “Her zaman
hazırım, ama pazarları asla!”
lakõrdõsõ bu eyalete pek yakõşõyor...
Pazar sabahlarõ kilise kapõlarõnda
toplanan kalabalõğa herkes
karõşõyor; alkollüsü de,
alkolsüzü de...
msenol34@yahoo.com
Yanõk ekmek
kokusu
Oturduklarõ apartmanõn
koridorlarõna günün
belirli saatlerinde yanõk
ekmek kokusu yayõlõyordu.
Komşularõ, apartman
boşluğundan üst katlara
yayõlan kokunun kaynağõnõ
araştõrdõ, buldular.
Malatyalõ yaşlõ karõ-
kocanõn kapõsõnõ
çaldõklarõnda, onlarõ,
mutfak tezgâhõnõn üzerine
yerleştirdikleri elektrikli
sacda köy ekmeği
pişirirken buldular.
Elektrikli sacdan yayõlan
yüksek õsõ, köydeki tezeğin,
meşe odununun sõcaklõğõnõ
yakalayamõyordu. Daha
pişmeden yanmaya
başlayan ekmekler, bütün
apartmanõ kokuya
boğmuştu. Komşularõ,
onlarõ polise şikâyet
etmedi, ev kurumuna
bildirmediler. Sadece
uyardõlar, “Bir daha
yapmayın!” dediler.
Hiõkâyenin esas kahramanõ
Zarife Hanõm (gerçek adõ
değil) ev hanõmõydõ. Eşi,
Türkiye’de uzun yõllar
öğretmenlik yapmõş, 12
Eylül’den sonra birlikte
çõkõp gelmişlerdi. Görüşme
isteğime önce olumsuz
yanõt verdiler, “Bizim
neyimizi
yazacaksın;
yazacak başka
bir şey
bulamadın mı?”
dediler. Sonra,
Arif Bey (gerçek
adõ değil),
Cumhuriyet adõnõ
duydu,
“Cumhuriyet,
bizi kötüleyici yazı
yazmaz” dedi. Sonra, bir
an anõlara gitti, geldi;
“Cumhuriyet, Zeki (Ön)
Hoca’nın okuduğu
gazeteydi. Herkes,
bayiden gazete almaya
çekinirken, O,
Cumhuriyet başlığı
görünecek şekilde
gazeteyi ceketinin cebinde
taşırdı; Zeki Hoca’yı,
12 Eylül’den önce
öldürdüler!” Balkonun bir
köşesine attõklarõ
paslanmaya terk edilmiş
sacõ gösterirken; “İşte
bizim hanımın emektar
sacı!” dedi. Zarife Hanõm,
İsveç’te, kendine küçük bir
Malatya kurmuştu. Yazlarõ,
sütü, naylon bidonlarla
yakõndaki çiftlikten satõn
alõyor, yoğurdu, peyniri
kendisi yapõyordu. Hatta,
bunlarõ komşulara sattõğõ da
oluyordu. Ama tanõdõklarõ
onu çabuk korkuttular:
“Sen, düpedüz ticaret
yapıyorsun. Firma
kurmamışsın, fatura
kesmiyorsun. Bu
memlekette, vergi
kaçırmak, adam
öldürmekle eşdeğerdir.
Yaşlılık günlerinizde
başınız belaya girer,
mahkeme kapılarında
sürünürsünüz” dediler.
Şimdi, kendi
gereksinmeleri kadar
yapõyor, yoğurdu, peyniri...
Yaz günlerinde kimse evde
tutamaz onlarõ. Azõklarõnõ,
ekmek çõkõnlarõnõ alõr, evin
yakõnõndaki ormana,
derelere tepelere vururlar
kendilerini. Geyiklerle,
ceylanlarla aynõ derelerden
su içerler. Akşamlarõ,
torbalar dolusu mantar,
ebegümeci, õsõrgan otuyla
dönerler eve. Kimsenin
ulaşamadõğõ kuytulardaki
cevizlerin, fõndõk,
kuşburnu, kõzõlcõk
çalõlõklarõnõn yerini en iyi
onlar bilir. Yõlõn her
ayõnda, evlerinin bodrumu,
Zarife Hanõm’õn elinden
çõkma turşu ve reçel
kavanozlarõyla doludur...
Su deposunun yanõnda,
belediyeden kiraladõklarõ
bir de bahçeleri var.
Derelerden, tepelerden arta
kalan zamanlarõnõ, bu
bahçede, toprakla zorlu bir
uğraş içinde geçirirler.
İlkbaharda, fasulye,
patates, nane, soğan,
maydanoz, domates,
salatalõk ekerler. Zarife
Hanõm,
salatalõğõn,
domatesin
tohumunu
Türkiye’den
getirmiş.
Ancak, kõrmõzõ
kõrmõzõ
domatesler
yetiştirmeyi bir
türlü
başaramamõş; “Buraların
güneşi ısıtmıyor;
domatesler, daha
sararmadan dalında
çürüyor” diyor.
Arif Bey, bu uğraşõlarõn
kendileri için bir “terapi”
işlevi de gördüğünü
söylüyor. Farklõ
kültürlerden, hareketli
toplumlardan gelen
insanlar, İsveç’te
yaşadõklarõ dört duvar ve
durağanlõk karşõsõnda
çabucak bunalõma düşüyor,
ruh ve bedensel sağlõklarõnõ
yitiriyorlar. Arif Bey’le,
Zarife Hanõm, bu
uğraşlarõyla, ruh ve beden
sağlõklarõnõ da korumaya
çalõşõyorlar. Kendi
dünyasõnda Anadolu
geleneklerini de yaşatmaya
çalõsan Zarife Hanõm,
ayrõlõrken elime bir reçel
kavanozuyla küçük bir
torba fasulye tutuşturuyor:
“Reçeli kahvaltıda
yersiniz. Fasulyeyi
bahçede, kendi ellerimle
yetiştirdim. Hanımın
becerikli biri mi, götür,
pişirsin, ye!” diyor.
alinergis@yahoo.se
PARİS
UĞUR HÜKÜM
MALMÖ
ALİ HAYDAR
NERGİS
Pazarlarõ asla...
PURDUE
MAHMUT
ŞENOL