18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 21 ŞUBAT 2010 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI [email protected] Prado’da öğle yemeği Madrid... Kastilya İspanyasõ’nõn başkenti... 5 yõl sonra yine yolum düşüyor... Hain saldõrõnõn gerçekleştiği Attoca’dan, Puerta Del Sol’a, Via Mercedes’ten Anton Martin’e turluyorum... Bir zamanlar içeri girmek için neredeyse sõra beklediğim El Corte Ingles sinek avlõyor. Keza koca koca markalõ ürün satan mağazalar da yüzde 70, hatta 80’lere varan indirimlere karşõn müşteri bulamõyor. Ara sokaklardan birindeki bir butiğin önü ise hõnca hõnç dolu. Soruyorum, meğerse 2. el pantolon, ayakkabõ, kazak, mont türü eşyalarõn satõldõğõ bir işletmeymiş... Yani bizim bit pazarõ gibi bir yer. 2 Avro’ya kot pantolon, 3 Avro’ya aşõnmõş bir çift spor ayakkabõ, 10 Avro’ya da kollarõ çizik deri ceket... Gez-dolaş derken birden karşõma Prado’nun önündeki dev anõt çõkõveriyor tüm ihtişamõ ile. Avrupa’nõn en görkemli resim ve heykel müzesinin kapõsõndayõm. Giriş 18 Avro. Biletimi alõp, havaalanõndaki kontrol cihazlarõnõ andõran bir turnikeden geçtikten sonra bir anda tarihle burun buruna geliyorum. Koca koca bilboard’larda “Hollandalılar İspanya’da” yazõsõ var. Özel bir bölümde Hollandalõ ressamlarõn eserleri sergileniyor. Işõğõn üstadõ Rembrant’tan, deniz savaşlarõnõ resmeden Adam Willaerts’e, Matthias Stom’dan Phillips Wouwerman’a onlarca eşsiz tablo önünde akõp giden dakikalar... O salondan Goya’nõn eserlerinin toplandõğõ bölüme, oradan Greco’nun tablolarõna, Tiziano derken Velazguez’in fõrça-tuval buluşmasõna... Elbette içinde binlerce yõllõk heykellerin, kõlõçlarõn, mõzraklarõn bulunduğu kraliyet koleksiyonu... Yoruluyor insan, bunca yõllõk kültürel zenginlik karşõsõnda. Artõk bir şeyler yemek ya da içmek kaçõnõlmaz. Müzenin kafeteryasõnda balõklõ sandviç, bir su ve bir filtre kahveden oluşan mönü belki çok sõradan ama Goya’yla, Rembrant’la, Velazguez’le yenen öğle yemeğinin “tadı” neyle ölçülebilir ki... Ardõndan bir tur, bir tur daha... Ayaklarõm çõkõş kapõsõna yönleniyor ama aklõm da, mantõğõm da, duygularõm da hâlâ Prado’nun taş merdivenlerinde... Bu uzunca kültür turunun ardõndan yine Madrid gerçeğiyle burun burunayõm. Ama kentin gerçekten havasõ yok. Futbol müzesi Bernabeu bile sessiz. Metro vagonlarõ eskimiş, otobüsler bakõmsõz, taksiler boş... Gazetelerde ve televizyonlarda İspanya ekonomisi için söylenenler sanki gerçek. İnsanlar mutsuz, tõpkõ İstanbullu, Ankaralõ gibi gözleri yere bakõyor, marketlerde, mağazalarda “1 cent”in hesabõnõ yapõyorlar. Ve elbette kötü ekonominin sokaktaki “çirkin” sinyali de yanõp duruyor. Hava biraz kararõnca çoğunluğu Doğu Avrupalõ ve Afrikalõ genç kõzlar, “müşteri” peşinde. Üstelik sadece 20- 25 Avro için... Plansõz, projesiz politikacõlarõn, ekonomistlerin faturasõnõ gencecik bedenler ödüyor, aç kalmama uğruna. Bunca iç karartõcõ görüntünün ardõndan hoş bir Madrid vedasõ için Mercedes Caddesi’ndeki Asador Restaurant’ta alõyoruz soluğu dostlarla. Önceden rezervasyon yaptõrdõğõmõz için rahatõz, masalara yönleniyoruz ki şef garson Jose, “birer aperatif alın” diyor bozuk İngilizcesiyle. Servis 21.00’de başlõyormuş çünkü... Derken gong vurduğunda, daha önce Roberto Carlos’la, Julio Iglesias’õn oturduğu masaya yerleşiyoruz. Giriş yemeğinde jambon, sosis ve keçi peyniri var. Ardõndan, kõrmõzõ Protos Reserva açõlõyor sommelier tarafõndan. Ve müthiş bir et şöleni. Bizdeki “kendin pişir kendin ye” tarzõ, etler masaya çiğ geliyor. Hani mangal derken, garson büyükçe bir õsõtõlmõş toprak tabağõ getirip yağlõyor, etleri atõyor içine. Alev yok, ateş yok, duman hiç yok... Nar gibi kõzaran biftekler, gecenin sonunda parfe-şampanya karõşõmõ bir tür midevi içki ve yenenleri eritme adõna yapõlan otel yürüyüşü.. İşte bir Madrid günü, işte bir Madrid gecesi... [email protected] Fransa’yõ ‘oy sineği’ soktu... Geçmişte birbirini tanõmayan iki Türk, (‘siyaseten efendi’ olmak gerekirse!) iki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşõ yabancõ bir ortamda karşõlaştõklarõnda ikinci sözleri genellikle, “Memleket nere?” diye sormak olurdu. Başta geldiği köy veya kent olmak üzere din, dil üzerinden bir ortaklõk, yakõnlõk yakalamaya çalõşõrlardõ. Son 30 yõlda etnik, cemaat, çete, siyaset, şirket gibi bağlar zaten bu masum ve doğal yakõnlaşmayõ katbekat aştõ. Dolayõsõyla Türkiye’de de bir “Ulusal Kimlik” tartõşmasõ başlasa belki yerinde olabilir. Ama hangi temelde, hangi ölçütlere göre yapõlacağõ önceden sõkõca belirlenmezse “iç savaş” bile çõkabilir hani yani!.. Peki, daha 1789’da İnsan Haklarõ devrimini, 1887 yõlõnda filozof, tarihçi Ernest Renan’õn (1823-1892) “Millet Nedir?” kitabõyla çağdaş ulus kavramõnõn en “optimum” (iyi-olgun-uygun) tanõmõnõ yapmõş bir topluma, Fransõzlara ne oldu birdenbire? Fransõzca deyişiyle “Hangi sinek soktu” da, üç ay boyu “ulusal kimlik” kapõşmasõyla ortalõğõ tozduman götürdü. “Oy sineği” tabii ki... Günümüzde halk, cemaat, yönetim ve bireylerin “ilkelliğinin” turnusol kâğõdõ cinsiyet, milliyet ve dine dair takõndõklarõ tavõr artõk. Bu noktalarda gerici ve tutucu olanlar genellikle “En geri kalmışlar”... Zira bunlar karar vericiler ve siyasi yöneticiler tarafõndan en kolay suiistimal edilen hususlar. Sõkõşmaya görsünler, “Allah, vatan, millet ve namus”u sömür sömürebildiğin kadar... Fransa’da bir ay sonra bölge seçimleri var. Mevcut 22 bölgeden 20’si sol muhalefette. Kamuoyu yoklamalarõ da, sağõn oylarõnõ bölen aşõrõ sağcõ parti FN’in uzlaşmaz tutumu nedeniyle sol cepheyi favori gösteriyor. Artõ: 2012 Cumhurbaşkanlõğõ seçimlerinde sosyalistlerin olasõ adayõ Dominique Strauss- Kahn 4-5 puan farkla Nicolas Sarkozy’nin önünde gidiyor. Sarkozy ve sadõk kurmaylarõnõn “sineğin yağını” çõkarmak isterken “sinek” tarafõndan sokulmalarõ biraz kaçõnõlmaz değil mi yani? İktidar “Güvensizlik-emniyet” öcüsü bayatladõğõndan, gerçek gündem maddesi “Eşitsizlik-işsizlik-kriz” açmazõndan sõyõrabilmek amacõyla “Kimlik-İslam- milliyet” üçlemi içerisinde “Kim daha Fransız?” soru(su)nu pazarladõ. “Fransızlık” atõlõmõ Sarkozy’nin seçim vaatlerinden biriydi. Gençlik, özellikle de yabancõ kökenli gençler arasõnda Fransa’yõ benimsememek, sevmemek hatta belli vesilerle şiddet, nefret biçiminde tezahür eden duygularõn yaygõn olduğu kanõsõ hâkimdi. Çözüm için bir “Ulusal Kimlik” tartõşmasõ başlatõlacak, ardõndan da bizzat Cumhurbaşkanõ’nõn katõlacağõ görkemli bir kolokyumda gerekli önlemler açõklanacaktõ. Bu “onurlu” hedefi gerçekleştirmek de eski sosyalist, yeni “Koyu Sarkozyist” Göç, Uyum ve Ulusal Kimlik Bakanõ Eric Besson’a düşmüştü. İktidarõn sadõk bendeleri ve de özellikle muhafazakâr Le Figaro gazetesinin katõksõz Sarkozyistleri dõşõnda hiçbir gazeteci, basõn organõ, akademik kurum, kişilik, sivil toplum kuruluşu, siyasi parti, aydõn “tasarı” diye ortaya konanõ destekle(ye)medi. Böylesi oybirlikli bir “red cephesi”ne rağmen 2 Kasõm’da (2009) Fransa çapõnda valilikler, emniyet müdürlerince örgütlenen “Ulusal Kimlik” tartõşmasõ “harekete geçti”. Ocak sonuna kadar 340 toplantõ düzenlendi. Kurulan internet sitesindeki (http://www.debatidentitenationale.fr/) 200 sorulu anket etrafõnda 750 bin giriş, 58 bin müdahale yapõldõ. Sonuçta “Dağ fare doğurdu”. Fiyaskoya kõlõf hazõrlama görevi bir kez daha “itfaiyeci” Başbakan François Fillon’a düştü. Tantanalõ, geniş katõlõmlõ, Cumhurbaşkanlõ bir sentez kolokyumu öngörülmüşken sorumlu bakan bir kenarda durup ağzõnõ bile açmadõğõ kõsmi bir bakanlar kurulunu andõrõr bir toplantõyla yetinildi. Fillon “Büyük Tartışma”dan çõkartõlan “dersler”i (!) 14 noktada toparladõ. Belli başlõlarõnõ özetlemek gerekirse, “Tartışmayı derinleştirmek amacıyla ‘İleri Gelen’ (kişilik)ler komisyonu oluşturulacak”, “Okullara bayrak, sınıflara İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirgesi asılacak”, “Öğrencilere yılda en azından bir kez milli marş söylettirilecek, Yurttaşlık Karnesi eşliğinde Yurttaşlık Bilgisi eğitimi güçlendirilecek”, “Öğretmenlerin okuldaki yetkileri arttırılacak, ebeveynler (özellikle de yabancı kökenli) eğitilecek”, “Askerliğin yerini alan üç günlük eğitim Cumhuriyetçi değerleri vurgulayacak”, ‘Ulusal bayramlarda ‘Fransõzlõktan gurur duyulmasõnõ’ sağlayacak sivil güçlerin katılımı sağlanacak”, “Fransa’ya girecek ve yaşayan yabancıların, uyum amacıyla Fransızca öğrenmeleri şart koşulacak” ve “Vatandaşlığa geçişe töresel ve törensel bir hava kazandırılacak.” Şu anda sağduyulu da sol duyulu da kamuoyunun hemfikir olduğu gibi “Ulusal Kimlik” artõk yalnõzca “Bayrak- marş-tarih-dil-din” ile tanõmlanmõyor. Kişi bu kimliğinden gurur duyacaksa öncelikle sahip olduğu “Söz, inanç, örgütlenme, eğitim, sağlık, çalışma hakları”nõn düzeyi kadar duyacak. Günün birinde “Memleket nere”nin yerini “Hakların ne” alabilir mi, bilemeyiz. Ancak yarõnlar eşitlik ve özgürlük üzerine kurulmazsa, memleketi ne olursa olsun insanoğlu sömürü ve mutsuzluğun sonu için kõyameti beklemek zorunda galiba! [email protected] MADRİD ARİF KIZILYALIN ABD üniversitelerinin olur olmaz her şeye araştõrma yaptõğõnõ evvel eski bilirdik, ne ki böylesine rast gelmek de varmõş: “Kadınların yarısı cinsel ilişkiden önce alkol almak istiyormuş!” Hõmmm... Önemli bir araştõrmanõn sonucu olmalõdõr bu; öğrendik, iyi oldu. Purdue Üniversitesi’nin 3 bin kadõn üzerinde, iki yõl boyunca yaptõğõ seksüel taramalar sonucu bu gerçeğe ulaşõlmõştõr. Kutlarõz! Üç bin hanõmefendiye soruyorlar, yatağa girmeden evvel ne alõrdõnõz? “Votka lütfen, sek olsun... Rus votkası olmazsa katiyen olmaz!” Purdue Üniversitesi’nde Sağlõk Bilimleri Merkezi’nde Prof. Kathlyn Wilkinson başkanlõğõnda sürdürülen çalõşma geçenlerde sonuç verdi: Kadõnlar içki alõnca kendilerini sekse hazõr hissediyor ve eşleriyle daha iyi ilişki kurabiliyorlarmõş. The Exponent gazetesinde Laura Hoffman tarafõndan kaleme alõnan haberden haberdar olduktan sonra üniversitenin ilgili web sayfalarõna başvurarak öğrenmiş bulunuyoruz ki kadõnlarõn alkol almaksõzõn kalkõştõklarõ cinsel ilişkiler, özgüven eksikliği yahut bireysel kuşkular nedeniyle olumlu sonuçlanmamaktadõr. Olumlu sonuçtan kast edilen, herhalde, kadõn orgazmõ olmalõydõ. Kadõnlar bu durumda, sahte olarak doyuma ulaşmõş gibi davranõyor, böylece hem kendilerini hem de “partnerlerini” kandõrõyorlarmõş. Kadõnlarõn cinsel ilişkiye hazõr olmalarõnõ sağlayan içki ölçüsü ise bir ya da iki kadeh olarak belirtilmiştir, bu ciddi araştõrmada... Araştõrmayõ hazõrlayan ekibe bakõlõrsa kadõnlar alkolün bedenlerindeki rahatlatõcõ etkisini önceden bilerek daha ilk yudumda buna hazõr davranõyor, erkekler ise alkolü baştan çõkarõcõ bir araç olarak kullanõyor. Bu durum, bizim Yeşilçam sinemamõzda “Tecavüzcü Coşkun” yahut gazozla kandõrõlan genç kõzlar senaryolarõna tõpa tõp uymaktadõr. Amerikan üniversitelerinin geçen yõllarda bu türden galat-õ meşhurlar, öteki deyişle bilinenin tekrarõ üzerine araştõrmalar yapmasõ yadõrganmazdõ. Ancak küresel krizden sonra tüm üniversitelerin bütçelerinde ciddi kõsõtlamalara gidilmektedir. Öyle görünüyor ki bundan böyle otun sapõna uzanan araştõrmalarõ üniversitelerde görmek olanağõ olmayacaktõr. Belli ki Purdue’nün bu araştõrmasõ birkaç yõl evveline dayanmaktadõr. “Hazır bu kadar alkol aldılar, bari şu işin sonunu bekleyelim” diye araştõrmaya ket vurulmamõştõr. Oysa, Purdue’nün Rektörü, Bayan Prof. France Córdova’nõn sömestir açõlõş konuşmasõnda belirttiği gibi, artõk “Dış kapının mandalı ne tarafa açılıyor” şeklindeki “Zihni Sinir Procelerine” üniversite zõrnõk vermeyecektir. Bundan önceki yõllarda, diğer deyişle bol keseden yapõlan harcamalar döneminde, üniversitelerin abuk subuk araştõrmalara milyonlarca dolar harcadõğõ biliniyor ve bu sõk sõk şikâyet konusu oluyordu. Örneğin, ABD başkanlarõnõn geçmişteki söylevleri içinde yer almõş “ve” bağlacõnõn kaç kere tekrarlandõğõ üzerine yapõlan bir taramanõn doktora tezi olarak yayõmlanmõş olmasõ; yahut ABD seçimlerinde kuzey-güney vurgusunun niye kullanõldõğõna dair bir araştõrmanõn akademik değer bulmasõ, dalga geçilen anekdotlara dönüşmüştü. Kadõnlarõn seksten evvel alkole sarõlõp sarõlmadõklarõnõ anlamak için üniversite araştõrmasõna gerek duyulmasõ da bugünlerde tartõşõlõyor. Konuya ilgi duyan akademisyen araştõrmacõlarõn yahut buna heves edenlerin önce alkol satõlan marketlere gitmesinde yarar var: Kaç hanõmefendi alkol rafõnda göz gezdiriyorsa, bu, o gece o kadar sayõda ilişki anlamõna mõ gelecek, yoksa kadõnlarõn alkolik olduğu sonucunu mu verecek, doğrusu bu da merak ediliyor... Elbette, Purdue Üniversitesi’nin bulunduğu eyalette, Indiana’da bu araştõrmayõ yapacaksanõz, pazar günlerini õskalayõnõz: Zira, eyalet yasasõ gereği, pazarlarõ alkol satõlmaz; cumartesi akşamõndan tedarikli olmak gerekir... Pazarlarõ Asla (Never on Sunday) adlõ, 1960 yapõmõ Yunan filmindeki fahişe rolüyle ünlenen, sonradan Yunanistan Kültür Bakanlõğõ’na kadar yükselmiş sanatçõ Melina Mercouri’nin filmde söylediği gibi, “Her zaman hazırım, ama pazarları asla!” lakõrdõsõ bu eyalete pek yakõşõyor... Pazar sabahlarõ kilise kapõlarõnda toplanan kalabalõğa herkes karõşõyor; alkollüsü de, alkolsüzü de... [email protected] Yanõk ekmek kokusu Oturduklarõ apartmanõn koridorlarõna günün belirli saatlerinde yanõk ekmek kokusu yayõlõyordu. Komşularõ, apartman boşluğundan üst katlara yayõlan kokunun kaynağõnõ araştõrdõ, buldular. Malatyalõ yaşlõ karõ- kocanõn kapõsõnõ çaldõklarõnda, onlarõ, mutfak tezgâhõnõn üzerine yerleştirdikleri elektrikli sacda köy ekmeği pişirirken buldular. Elektrikli sacdan yayõlan yüksek õsõ, köydeki tezeğin, meşe odununun sõcaklõğõnõ yakalayamõyordu. Daha pişmeden yanmaya başlayan ekmekler, bütün apartmanõ kokuya boğmuştu. Komşularõ, onlarõ polise şikâyet etmedi, ev kurumuna bildirmediler. Sadece uyardõlar, “Bir daha yapmayın!” dediler. Hiõkâyenin esas kahramanõ Zarife Hanõm (gerçek adõ değil) ev hanõmõydõ. Eşi, Türkiye’de uzun yõllar öğretmenlik yapmõş, 12 Eylül’den sonra birlikte çõkõp gelmişlerdi. Görüşme isteğime önce olumsuz yanõt verdiler, “Bizim neyimizi yazacaksın; yazacak başka bir şey bulamadın mı?” dediler. Sonra, Arif Bey (gerçek adõ değil), Cumhuriyet adõnõ duydu, “Cumhuriyet, bizi kötüleyici yazı yazmaz” dedi. Sonra, bir an anõlara gitti, geldi; “Cumhuriyet, Zeki (Ön) Hoca’nın okuduğu gazeteydi. Herkes, bayiden gazete almaya çekinirken, O, Cumhuriyet başlığı görünecek şekilde gazeteyi ceketinin cebinde taşırdı; Zeki Hoca’yı, 12 Eylül’den önce öldürdüler!” Balkonun bir köşesine attõklarõ paslanmaya terk edilmiş sacõ gösterirken; “İşte bizim hanımın emektar sacı!” dedi. Zarife Hanõm, İsveç’te, kendine küçük bir Malatya kurmuştu. Yazlarõ, sütü, naylon bidonlarla yakõndaki çiftlikten satõn alõyor, yoğurdu, peyniri kendisi yapõyordu. Hatta, bunlarõ komşulara sattõğõ da oluyordu. Ama tanõdõklarõ onu çabuk korkuttular: “Sen, düpedüz ticaret yapıyorsun. Firma kurmamışsın, fatura kesmiyorsun. Bu memlekette, vergi kaçırmak, adam öldürmekle eşdeğerdir. Yaşlılık günlerinizde başınız belaya girer, mahkeme kapılarında sürünürsünüz” dediler. Şimdi, kendi gereksinmeleri kadar yapõyor, yoğurdu, peyniri... Yaz günlerinde kimse evde tutamaz onlarõ. Azõklarõnõ, ekmek çõkõnlarõnõ alõr, evin yakõnõndaki ormana, derelere tepelere vururlar kendilerini. Geyiklerle, ceylanlarla aynõ derelerden su içerler. Akşamlarõ, torbalar dolusu mantar, ebegümeci, õsõrgan otuyla dönerler eve. Kimsenin ulaşamadõğõ kuytulardaki cevizlerin, fõndõk, kuşburnu, kõzõlcõk çalõlõklarõnõn yerini en iyi onlar bilir. Yõlõn her ayõnda, evlerinin bodrumu, Zarife Hanõm’õn elinden çõkma turşu ve reçel kavanozlarõyla doludur... Su deposunun yanõnda, belediyeden kiraladõklarõ bir de bahçeleri var. Derelerden, tepelerden arta kalan zamanlarõnõ, bu bahçede, toprakla zorlu bir uğraş içinde geçirirler. İlkbaharda, fasulye, patates, nane, soğan, maydanoz, domates, salatalõk ekerler. Zarife Hanõm, salatalõğõn, domatesin tohumunu Türkiye’den getirmiş. Ancak, kõrmõzõ kõrmõzõ domatesler yetiştirmeyi bir türlü başaramamõş; “Buraların güneşi ısıtmıyor; domatesler, daha sararmadan dalında çürüyor” diyor. Arif Bey, bu uğraşõlarõn kendileri için bir “terapi” işlevi de gördüğünü söylüyor. Farklõ kültürlerden, hareketli toplumlardan gelen insanlar, İsveç’te yaşadõklarõ dört duvar ve durağanlõk karşõsõnda çabucak bunalõma düşüyor, ruh ve bedensel sağlõklarõnõ yitiriyorlar. Arif Bey’le, Zarife Hanõm, bu uğraşlarõyla, ruh ve beden sağlõklarõnõ da korumaya çalõşõyorlar. Kendi dünyasõnda Anadolu geleneklerini de yaşatmaya çalõsan Zarife Hanõm, ayrõlõrken elime bir reçel kavanozuyla küçük bir torba fasulye tutuşturuyor: “Reçeli kahvaltıda yersiniz. Fasulyeyi bahçede, kendi ellerimle yetiştirdim. Hanımın becerikli biri mi, götür, pişirsin, ye!” diyor. [email protected] PARİS UĞUR HÜKÜM MALMÖ ALİ HAYDAR NERGİS Pazarlarõ asla... PURDUE MAHMUT ŞENOL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle