18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Jean Genet, Üniversite ve Küreselleşme Kültürü Ünlü Fransız yazarı Jean Genet (1910-1986), yetmişli yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde zencilere karşı ayrımcılığa son vermeyi amaçlayan ‘Kara Panterler’ hareketine büyük destek vermişti. Genet, Kara Panterler’in çağrısı üzerine, vize verilmemesi nedeniyle Kanada sınırından gizlice girdiği ABD’de, 1-3 Mayıs 1970 tarihleri arasında New Haven’daki Yale Üniversitesi kampusunda, zenci lider Bobby Seale’in hapse atılması nedeniyle düzenlenen büyük protesto gösterisi sırasında, çok kalabalık bir kitleye sonradan ‘May Day Speech’ (Mayıs Konuşması) adıyla ünlenen konuşmasını yaptı. Yazar, 1 Mayıs günü yaptığı bu konuşmasında basın, kilise, hayır kurumları, sendikalar, reklam verenler ve polis gibi çok önemli kurumları eleştirirken, üniversiteyi de unutmadı. Genet, Metis Seçkileri arasında Sosi Dolanoğlu çevirisiyle yayımlanan “Açık Düşman” başlıklı kitapta yer alan bu ünlü konuşmasında, ABD’li üniversite gençliğine şöyle sesleniyor : “Üniversite’yi unutmuyorum. Üniversiteler. Size sahte bir kültür öğretiyorlar, kabul edilen tek değerin nicel mahiyette olduğu bir kültür. Üniversite sizi bir sayıdaki bir rakam haline getirmekle yetinmeyip, mesela beş yüz bin mühendis yetiştirdiğinde, sizde güvenlik, rahatlık ihtiyacını geliştiriyor ve, doğal olarak, sizi patronlara, ve onların da ötesinde, zihinsel vasatlığını bildiğiniz siyasetçilere hizmet edecek şekilde eğitiyor. Öyle ki, bilgin olmak isteyen sizler, sonunda vasat bir siyasetçinin masasındaki -ama masanın ucunda- bir sandalyede oturacaksınız. Ve bundan gurur duyacaksınız…” Genet’nin bu konuşmayı yapışının üzerinden kırk yıl geçti, ve bu süre içersinde olup bitenler, yazarın o zamanlar belki ‘kehanet’ sayılmış fikirlerinin aslında gerçeğin ta kendisi olduğunu kanıtladı. Bugün Avrupa’da ve ABD’de üniversiteler bağlamındaki yaygın eğitim politikası, toplumlardaki ‘üniversiteli’ oranını çeşitli önlemler aracılığıyla -ve bu arada üniversitede öğrenim süresini ortalama üç yıla indirip öğrenci kontenjanlarını yükselterek- arttırmayı, böylece de hayata ‘üniversiteli’ gözüyle bakanların sayısını çoğaltmayı hedeflemektedir. Ancak gerçekte bu, madalyonun yalnızca bir yüzüdür ve yukarıda sözünü ettiğim eğitim politikası, kitlelere, özellikle de üniversite çağına varmış gençlere madalyonun sadece bu yüzünü göstermek, şimdi sözünü edeceğim ve Genet’nin atıfta bulunduğu öteki yüzünü ise yoksaymak için elinden geleni yapmaktadır. Tarihsel gelişmesinin başlangıcında üniversite, bilindiği ve bilinmesi gerektiği üzere, bilim üretmek ve bilim üretebilecek kafalar yetiştirmek amacıyla oluşturulmuş bir kurumdur. Hedef bilim olunca, eleştirel tutumun ve eleştirel düşünmenin sürekli geliştirilmesinin üniversitenin doğal temeltaşları arasında yer alması, elbette kaçınılmaz sonuçtur. Bu özellik, yani bilimsel ve eleştirel düşüncenin kalesi olma özelliği, tarihsel süreç içersinde üniversiteyi kaçınılmaz olarak belli bir seçkinlik noktasına getirmiştir. Bunun nedeni, bilim yapmanın, bilimsel yaratıcılık sergilemenin ve ayrıca eleştirel düşünebilmenin herkesin harcı olmaması, bu uğraşlara soyunmanın ödün tanımaz bir bilim ve düşünme ahlakının varlığını gerekli kılmasıdır. Zaten bu yüzdendir ki üniversite, tarihi boyunca hemen her toplumda aydın kafalar bağlamında, deyiş yerindeyse, birincil fidanlık olagelmiştir. Öte yandan küreselleşmenin (globalleşmenin) görünen ve, daha da çok olmak üzere görünmeyen hedeflerinin, dünyada artık tek tek devletlerin değil, ama çokuluslu şirketlerin -ve dolayısıyla elbette böyle şirketleri bünyelerinde en fazla barındıran devletlerin!- hedefleri ile tam anlamıyla örtüştüğü de bilinen bir gerçektir. Bu hedeflerin gerçekleşme yolu, doğal olarak klasik üniversite anlayışının öngördüğü eleştirellikten değil, ama dev şirketlerin güçlenme ve büyüme politikalarından geçmektedir. Bugün Batı’da artık iyice yaygınlaşmış olan ve başlangıçta ‘üniversiteyi bitiren gençlerin kolay iş bulabilmeleri’ şeklindeki masum sayılabilecek bir amacın sınırlarını çoktan aşmış bulunan üniversite- özel sektör yakınlaşması, gerçekte bu gençleri artık, tam da Genet’nin uyarısında dile getirdiği gibi, egemen kılınmak istenen sistemle eleştirisiz ve itirazsız kaynaştırmayı hedeflemektedir. [email protected] Y azar Nick Hornby’nin, İngiliz gazeteci Lynn Barber’õn gençlik anõ- larõna dayanan senaryosundan, 2000’li yõllarõn başõndaki “Yeni Başlayanlar için İtal- yanca”yla “Wilbur Ölmek İstiyor” gibi iki şi- rin filmiyle tanõdõğõmõz Danimarkalõ, 1959 do- ğumlu, Dogma’cõ kadõn yönetmen Lone Scher- fig’in İngiltere’de çektiği “An Education-Aşk Dersi”, ailesince Oxford’da okumak üzere yön- lendirilen 16 yaşõndaki çalõşkan öğrenci Jenny’nin (Carey Mulligan) hikâyesi. 1960’larõn muha- fazakâr İngiltere’sinde, meraklõ kõz arkadaşlarõyla Camus’nün “Yabancı”sõnõ tartõşan, Fransõz di- line ve kültürüne, varoluşçuluk akõmõna, bohem Paris yaşamõna hayran, Juliette Greco şarkõla- rõna, Yeni Dalga filmlerine tutkun, çello çalan, burjuvazi karşõtõ, yeniyetme asiliğiyle babasõy- la da (Alfred Molina pinti babada yine döktü- rüyor) çatõşan Jenny’nin aile ve okul arasõnda sõnõrlandõrõlmõş, sõkõcõ ve tekdüze yaşamõ, yağ- murda onu arabasõna alõp bir dediğini ikiletme- yen, ‘hayat üniversitesinden mezun’, 30’lu yaş- larõndaki kibar ve zengin David’le (Peter Sars- gaard) tanõşmasõyla iyice renkleniyor. Kõkõrdak kõz arkadaşlarõnõn alaya aldõğõ, keman çalan tõ- fõl oğlan Graham’õ boşlayan Jenny, iki katõ ya- şõndaki gizemli Yahudi David’le romantik bir iliş- kiye girişiyor. Birtakõm kirli ilişkiler çeviren David, konser- lere, gece kulüplerine, pahalõ restoranlara, müzayedelere, hatta bir hafta sonu Paris’e bile gö- türüp gezdirdiği (ve tabii ki fena halde sulandõğõ) genç kõza yeni bir dünyanõn kapõlarõnõ aralõyor. David’in dostu olan Danny-Helen çiftinin (Dominic Cooper, Rosamund Pike) de katõldõğõ bu parõltõlõ âlemlere, seksi bir küçük kadõn havala- rõnda ‘akan’, içkiye sigaraya da başlayan, saf- torik ama yeni yaşamõndan memnun mesut Jenny’nin kafasõ giderek iyice karõşõyor. Zor ve sõkõcõ eğitim sistemi yerine, yeni, eğlenceli ve lüks bir yaşantõnõn nimetleriyle zaten başõ dönmüş Jenny’nin David’in evlilik önerisiyle ayaklarõ yer- den kesiliyor. Üstelik aradaki yaş farkõnõ hiç önemse- meyen annesiyle babasõ da sõcak bakõyor bu aykõrõ evliliğe. Ancak eyyamcõ müdire ha- nõmla örnek aldõğõ edebiyat öğretmeninin (Em- ma Thompson, Olivia Williams) karşõ çõkma- larõna karşõn anõnda Oxford’dan vazgeçip nişan yüzüğünü takõveren Jenny’yi, esrarengiz Da- vid’deki muammayõ öğrenince büyük bir hayal kõrõklõğõ bekliyor finalde. Komediyle dramõ harmanlayan, oldukça klasik bir yapõda kurulmuş “Aşk Dersi”, Jenny’nin yaşam de- neyimlerini hikâye etmesinin ya- nõ sõra 1960’larõn ilk yõllarõndaki baskõcõ, tutucu İngiltere atmosfe- rini de yansõtan, başarõlõ bir dö- nem filmi olarak ilgiyle seyredi- liyor baştan sona. Yahudi karşõtõ İngiliz toplu- munun çeşitli õrkçõ tepkilerinden dönemin kõlõk kõyafetlerine ve hu- lahup furyasõna kadar kimi ay- rõntõlarõ da göz ardõ etmeyen “Aşk Dersi”ni, yalancõlõğõnõ keşfedinceye kadar yere bakõp yürek yakan, fõrsatçõ David’in dümen suyuna gönüllü olarak girmiş, yeniyet- meliğin masumiyetini de gittikçe yitiren, dünyayõ bir an önce keşfedip fethetmenin telaş ve heye- canõ içindeki Jenny rolünü üstlenmiş, (Oscar adaylõklarõnda da adõ geçen) gamzeli yetenek Ca- rey Mulligan sürüklüyor başarõlõ oyunuyla. 2009 Sundance’da keşfedilmiş, pazar günü so- na erecek !f-Bağõmsõz Filmler Festivali’nde de gösterilmiş “Aşk Dersi”, kanlõ, korku ve dehşet hikâyelerinin ağõr bastõğõ, yeni haftanõn eli yüzü düzgün, ilgiye ve seyre değer, Anglosakson yapõmõ bir başka ba- ğõmsõz filmi sayõlabilir. BABALAR VE OĞULLAR’IN KURT ADAM VERSİYONU Fantastik sinemanõn 1930-40’lõ yõllardan iti- baren çok popüler olmuş, korkunç kahraman dörtlüsünün (Frankenstein, Mumya, Drakula ve Kurt Adam) belki de en yõrtõcõsõ diyebileceği- miz Kurt Adam’õn, vampirlerin rağbet gördü- ğü son dönemde Hollywood’da yeniden hatõr- lanõşõnõn ürünü “The Wolfman”i, öncelikle sev- diğimiz oyunculardan Meksikalõ Benicio Del Toro başrolde diye gittik gördük. Kaynaklarda bütün zamanlarõn en iyi korku (horror) filmle- rinden biri sayõlan, George Waggner’in Lon Chaney, Jr. Claude Rains, Evelyn Ankers’i yönettiği, 1941-Universal yapõmõ, ünlü klasik “The Wolf Man”in günümüzün olanaklarõyla çekilmiş, iki saatlik, görkemli bir yeniden çev- rimi “Kurt Adam”. Viktorya dönemi İngiltere’sinde geçen film, ikiz kardeşinin ortadan kayboluşu üzerine onu bulmak için yõllar sonra taşradaki ‘lanetli’ ba- ba evine dönen, bir Çingene kampõnda yöreye dehşet salmõş bir canavar tarafõndan õsõrõlõnca da kurt adama dönüşen, (bu arada kardeşinin ni- şanlõsõna da tutulan) bir aktörün (B. Del Toro) dramõnõ ve gitgide ‘kötü’leşen, münzevi yara- tõk-babasõyla (Sir Anthony Hopkins usta yine otomatiğe bağlamõşçasõna oynuyor) kapõşõp ölü- müne hesaplaşmasõnõ aktarõyor özetle. Eskiden olduğu gibi sadece dolunay zamanõ değil, artõk öfkelendiği ya da istediği bir anda kurt adama dö- nüşüyor kahramanõmõz. Bildik “Kurt Adam” efsanesini õsõtõp yõllar sonra bir kez daha önümüze süren bu yeniden çevrim, özellikle baba-oğulun kurt adama dö- nüştüğü, çarpõcõ değişim görüntüleri, özel efekt- leri ve Oscar’lõ makyaj sihirbazõ Rick Baker’in yine sanatõnõ konuşturduğu etkileyici sahneleriyle göz alõyor. Gerçeklik duygusunu yitirmeden, gös- terişli bilgisayarlõ özel efektlerin ve Paul Has- linger imzalõ, ara vermeyen müziklerin de kat- kõsõyla süregelen, sõkõ bir gerilime sahip, korku- dehşet özünün yanõ sõra romantik bir aşk hikâ- yesine de yaslanan, Hollywood’un malum ak- siyon çõtasõnõ daha da yükseğe çõkaran, büyük stüdyo özeniyle kotarõlmõş, yer yer görkemli bir etkileyiciliğe eriştiği söylenebilecek bu yeni “Wolf Man” versiyonu, kuşkusuz yeni kuşak si- nemaseverlere “Kurt Adam” efsanesini sev- dirmese de tanõtacak nitelikte, esaslõ bir seyirlik. Vaktiyle “Jumanj”yle (1995) dikkatimizi çek- miş memur yönetmen Joe Johnston’õn imzala- dõğõ filmde baba-oğul (Del Toro-Hopkins) iki- lisine Emily Blunt, Hugo Weaving, Geraldi- ne Chaplin, Art Malik eşlik ediyor. Oxford mu duygusal eğitim mi? Komediyle dramõ harmanlayan, oldukça klasik bir yapõda kurulmuş ‘Aşk Dersi’, başarõlõ bir dönem filmi Kültür Servisi - Suna ve İnan Kõraç Vakfõ Pera Müzesi, geçen günlerde açõ- lan 20. yüzyõl sanatõnõn büyük ustasõ İs- panyol ressam Pablo Picasso’nun “Sui- te Vollard” adlõ gravür sergisi kapsa- mõnda “Suite Vollard Günleri ve Pab- lo Picasso” başlõklõ bir söyleşi düzenle- di. Söyleşide, Picasso’nun yakõn arkada- şõ Werner Spies, Mapfre Vakfõ yöneti- cilerinden Nadia Arroyo’nun ve izleyi- cilerin sorularõnõ yanõtladõ. Picasso ile heykeller sayesinde tanõştõ- ğõnõ söyleyen Werner Spies, dönemin sa- nat simsarlarõndan Ambroise Vollard ta- rafõndan sipariş edilen ve Picasso’nun 1930-1937 yõllarõ arasõnda yaptõğõ 100 gra- vürden oluşan “Suite Vollard”õn, sanat- çõnõn başyapõtlarõ arasõnda yer aldõğõnõ, bu gravürlerin Picasso’nun ‘sakinlik dö- nemini’ yansõttõğõnõ dile getirdi. “Suite Vollard”ta, insan vücuduna, kla- sik güzellik anlayõşõna ve klasik dönem ressamlarõna bir saygõ duruşu olduğunun görüldüğünü dile getiren Spies, “20. yüzyıl sanatını, Picasso’ya yönelen po- zitif ve negatif yaklaşımlar şekillen- dirmiştir” diye konuştu. Picasso için 1930’lu yõllarõn çok sõkõntõlõ olduğunu anlatan Spies, aynõ zamanda bu yõllarõn, sanatçõnõn heykel çalõşmalarõ yaptõğõ ve çok güzel sonuçlar elde ettiği yõllar olduğunu kaydetti. Picasso’nun heykellerinin arşiv çalõşmasõnda sanatçõnõn 700’den fazla heykel yaptõğõnõn ortaya çõktõğõnõ, bunun Picasso’yu bile dehşete düşürdüğünü anlatan Spies, Picasso’nun zamana karşõ yarõşarak yapõtlarõnõ hazõr- ladõğõnõ belirtti. Spies’in gözünden Picasso Kültür Servisi - Cemal Reşit Rey Konser Salonu, bugün piyanist Fazõl Say ve müzisyen arkadaşlarõnõ ağõrlõyor. “Fa- zõl Say ve Arkadaşlarõ” başlõklõ kon- serde Say ve arkadaşlarõ İstanbul bes- tecilerinin eserlerini yorumlayacak. Konserde Fazõl Say’a kemanda Cihat Aşkõn, viyolonselde Çağ Erçağ, viyo- lada Atilla Aldemir, neyde Burcu Ka- radağ, bariton Güvenç Dağüstün, pi- yanoda Iraz Yõldõz, kemanda Sevil Ulucan ve Berfin Aksu eşlik edecek. Konserde seslendirilecek yapõtlar ara- sõnda Fazõl Say’dan Nasreddin Ho- ca’nõn Danslarõ, Fantezi Parçalarõ, Ka- ra Toprak, İstanbul’u Dinliyorum, Bu- gün Pazar, Piyano ve Keman İçin So- nat Op. 7 yer alõyor. ‘Fazıl Say ve Arkadaşları’ CRR’de U S T A R E S S A M I D O S T U A N L A T T I Oxford mu duygusal eğitim mi? [email protected] 19 ŞUBAT 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle