19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 ARALIK 2010 PAZAR KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA [email protected] 21 Dinçer Erimez’in toplu sergisi 11 Aralık’a kadar rh+ art gallery’de izlenebilir ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Biçimsel ve renksel istifleme KAYA ÖZSEZGİN ‘Cinayeti Gördüm’ Bu ülkeden, bu devletten nefret etmemenin yollarını nasıl bulacağız? Televizyonda onu izlediğimden beri bu soruyu soruyorum kendi kendime! Banu Güven’in sorularını yanıtlıyordu. “Cinayeti gördüm” diyordu. O dediğim, Kemal Türkler’in kızı Nilgün Soydan! 1980 yılının bir Temmuz sabahı, babasına, balkondan el sallarken cinayeti, katliamı gördü… 1819 yaşındaydı… DİSK Genel Başkanı, işçi lideri babasının, üçlü çarpraz ateşle yere yığılışını 30 yıl boyunca her gün gördü, hep yeniden yeniden yaşadı. Katillerin 19 yıl yakalanmadığını; 16 yıl boyunca dava açılmadığını; dava açıldığında dosyanın Ankara’dan İstanbul’a tam altı yılda gelebildiğini; teşhis ettiği katilin nasıl devlet tarafından korunduğunu (hapiste değil, ihaleyle ‘Milli Park’ta işletmecilik işi alarak korunduğunu…) ve 30 yılın sonunda zamanaşımı nedeniyle davanın düştüğünü gördü, yaşadı Nilgün Soydan. Onun ekrandan bana bakan gözleriyle, sayfalardan taşan sözleriyle, ben de gördüm cinayeti hepimiz gördük. “Ben artık bu ülkede yaşamaktan utanıyorum” diyor Nilgün Soydan. Ben de, ben de, ben de diye haykırmak geliyor içimden. suçsuzluğunuzu ispat edin” denildiğini bilmiyorlar mı??? 3) İsviçre bankalarında hesabı olmadığını söyleyen Başbakan “masumiyetini” ispatlamak için “Daha önce ‘Erdoğan’ın bir milyar doları var’ diyen kişi bugün Ergenekon’dan içeride!” diye haykırıyordu. Yani Tuncay Özkan’ı kastediyordu. Başbakan’ın kurduğu bu cümle sizce Ergenekon hakkında mı; dava hakkında mı, hukuk ve adalet hakkında mı yoksa ahlak anlayışı hakkında mı yeterli ipucu veriyor??? Gözlerden uzak yaşamak, toplu sergilere katılma dışında neredeyse sergi yapmamak, alışılmış bir sanatçı tutumu değil. Böyle bir tutumda ısrarlı davrananlar, ürettikleri yapıtların zaman içindeki oluşumlar karşısındaki konumunu ve buna ilişkin iç gözlemlerini muhasebe masasına yatırarak gizli sonuçlar elde etmeyi tercih eden sanatçılar arasından çıkar. Kimisinde bu iç gözlem, zamanla “narsist” bir olguya dönüşür, kiminde de gözden uzak bir birikimi kendi köşesinde içten içe mayalandırır. Dinçer Erimez, ikinci gruba giren sanatçılardan. Onun Akademi’den Cemal Tollu ve Nurullah Berk gibi hocaların yanında edindiği deneyim, 1960’lardan bu yana herhangi bir sapmaya uğramadan günümüze kadar gelebilmişse, bunda söz konusu hocaların görüş açılarını ve çağdaşlık ölçütlerini kendi sanatına uygulamaktaki kararlı duruşunun büyük payı var. Aynı dönemde Akademi’den mezun olanlar, gelişen ortamın koşullarını, okulda aldıkları eğitimle dengeleyici bir tavır çevresinde genellikle birleşmişlerdir. Sonradan edinilen gözlem ve argümanlar açısından baktığımızda, bu sanatçıların bugün temsil ettikleri kimlikler, eğitim döneminin sınırlarını oldukça zorlar. Ama inanç kapsamına girdiği andan itibaren ilkesel bazda bazı değerler, içten içe varlığını sürdürmüştür gene de. Sergide yer alan çalışmalar, Dinçer Erimez’in farklı tarihlerde yaptığı kompozisyonlar dan oluşuyor. Tamamına yakınının büyük boyutlar taşıması, onun mekânla bağlantılı bir espri üzerinde odaklandığının bir başka kanıtı olarak alınabilir. Dinçer Erimez’le kendi kuşağının ressamları arasında birtakım ilişkiler kurmak mümkün. Gene de bu ilişkiler, Erimez’in sanatında belirleyici olabilen sadakat sınırlarıyla bağımlı kalır. Söz konusu sadakat, Doğu kültürü içinden gelen bir sanatçının, Batılılaşma kültürünün yaratmış olduğu kimliksellik bunalımı karşısında hangi seçeneklerden yola çıkılması gerektiğine ilişkin sorgulama mantığından kaynaklanıyor. Gerek Tollu, gerek Nurullah Berk, yaşadıkları sürece böyle bir sorgulamanın gereğine inanmış sanatçılar olarak gündemdeki yerlerini almışlar, bu tutumları nedeniyle de karşı kutbu temsil eden kişiler olarak görülmüşlerdi. Halil Dikmen ve Bedri Rahmi de bu grubun üyeleri arasında yer alıyordu. Bugün de süren bu tartışma bağlamında Dinçer Erimez, söz konusu karşı kutba eklemlenmiş isimler arasında yer alır. Bir yandan boyasal (pentür) değerler, süslemesel (dekoratif) değerlerin egemenliğini silerken, bir yandan da yüzeyden derine doğru katmanlaşan, ama Doğu resmindeki geleneksel tadı saklı tutmakta direnen bir biçim kav Yalın form disiplini rayışı, resminde varlığını sürdüregelmiştir. Biçim parçalarını yüzeyde istifleme, geometrik bağlamda bütünleştirme ve kompozisyonu bu anlayış çerçevesinde ana hedeften saptırmama endişesi olarak özetleyebileceğimiz bu eğilim, aynı zamanda yalın form disiplini için de geçerli olmuştur. Boyanın yanında yer yer yaldız da devreye girmiş, ama kullanılma dozunu belli ölçülerde korumuş, istiflenmiş biçim yapısını renklendirme işlevinin ötesinde fazla bir katkısı olmamıştır bu yeni malzemenin. Daha çok portre düzeyinde kompozisyona karışmış olan figür ve figür gruplarına bakarak Dinçer Erimez’i bu konuya ağırlık veren bir sanatçı kapsamında düşünmek doğru olmaz. Onun resminde figür, sadece kompozisyonu bu yönde tamamlayan bir ayrıntı olarak vardır. O nedenle de düzlemsel resim örgüsüne bu yönde katkıda bulunur. Sergideki çalışmalar, sanatçının farklı tarihlerde yaptığı kompozisyonlardan oluşuyor. Tamamına yakınının büyük boyutlar taşıması, mekânla bağlantılı bir espri üzerinde odaklandığının bir başka kanıtı olarak alınabilir. Bugüne kadar kendini unutturmuş görünse de, sanatçının kendi koleksiyonundaki resimlerden oluşan bu sergi, Dinçer Erimez’in biraz da bu nedenle ihmale uğramış olan sanatçı kimliğini gündemden çıkaranları uyarıcı niteliktedir. ([email protected]) Kitapla yoldan çıkarma Geçen perşembe “Türkan Saylan’a Borcumuz” başlıklı yazım üzerine elektronik postama küfürler yağdı. O yobazların, o hasta kafaların Cumhuriyet gazetesini okuduklarını sanmıyorum. Tanrı bilir içlerinden biri yazıma rast geldi, kendi gibi bildiklerini harekete geçirdi… Kullandıkları sözcükler aynıydı, şimdiye dek söylediklerini tekrarlıyorlardı. Tümü “Türkan Saylan’ın ne mal olduğunu çok iyi biliyoruz” diye başlayıp Türkiye Cumhuriyeti’ni dininden uzaklaştırma ve Hıristiyanlaştırma çabasını anlatıyordu. Sen ne güçlü kadınmışsın Sevgili Türkan Saylan! Ölümünden sonra bile bunca öfke yaratıyor, düşmanlarını bunca korkutuyorsun! Türkan Saylan’ın “suçları” arasında benim bile aklıma gelmeyen biri var ki müthiş: Öfkeli bir mektup sahibinin deyişiyle “Çıkardıkları kışkırtıcı kitapları çocuklara ücretsiz dağıtıp onları yoldan çıkarma!” Şimdi sevgili okurlar ben de sizleri suça kışkırtacağım. Van Başkale’den kitap isteği var! Yokluk ve yoksulluk içindeki öğrencilere yollayacağınız bir adet kitap bile sonsuz makbule geçecek: Adres: Berrin Damgacı Başkale İ.M.K.B Çok Programlı Lisesi BAŞKALE / VAN (Tel: 0537 8611682) Kitap göndermek isteyenleriniz olursa PTT Kargo hem oraya gönderim yapıyor hem de çok ekonomik. Çocuklarınızın geçen seneki öğrenim kitapları, çevrenizdeki eğitmen, okul veya dershane sahiplerinin katkıları romanlar, klasikler, özellikle isteniyor! Haydi gelin, ülkedeki tüm çocukları kitaplarla baştan çıkartalım! Belki o zaman artık bu ülkede yaşamaktan utanç duymaz oluruz! www.zeyneporal.com Aklımı kurcalayan sorular Başbakan için sorun yok. Bence o her yerde hiç utanmadan yaşayabilir. Baksanıza hoşuna gitmeyen bir şey oldu mu, öfkesini kusup, sağı solu azarlayıp rahatlıyor. WikiLeaks belgeleriyle ortalık kaynıyor. Dünyanın tüm basın yayın organlarıyla karşılaştıracak olsanız, bizim ülkemizde bu konuya ayrılan yer, dış dünyaya oranla çok az. Ama yine de Başbakan, bu belgeleri yayınlayan basını ve muhalefeti “ahlaksızlık ve alçaklıkla” suçluyor! Şimdi aklımı kurcalayan sorulara geçiyorum: 1) WikiLeaks belgelerini yayınlayan, sorgulayan, diline alan ahlaksız ve alçak, ama Kanada’da yaşayan ve haham olduğunu söyleyen bir meczubun ya da kaynağı belirsiz imzasız bir belgeyi yayınlayan aslan, kaplan ve de vatansever, öyle mi??? 2) Başbakan (ve iktidar partisindekiler) her fırsatta “Sıkıysa suçlu olduğumuzu ispatlayın” diyorlar… Peki suçlarının ne olduğunu bilmeden aylardır, yıllardır hapiste olanlara “Sıkıysa Şükran Moral’ın sergisi ‘güvenlik’ gerekçesiyle iptal edildi Kültür Servisi Şükran Moral’ın 2 Aralık’ta Casa Dell Arte’de gerçekleştirdiği performansın fotoğraflarından ve video çalışmasından oluşan “Amemus” adlı sergisi başlamadan iptal edildi. Serginin 9 Aralık’ta yapılması planlanan açılış kokteyli ve 10 31 Aralık tarihleri arasındaki gösterimi, sanatçının isteği üzerine güvenlik nedenleriyle iptal edildi. İki kadının sevişmesini içeren performansta “ahlak” anlayışını ele alan Moral, iktidarların beden üzerindeki hegemonyasını eleştiriyordu. Basında performansla ilgili yer alan haber ve yazıların bir ahlak olayına dönüştürülmesini eleştiren Moral, ahlaksızlıkla suçlandığını ve güvenlik gerekçesiyle sergiyi iptal ettiğini açıkladı. Çalışmalarında “tabu” konuları ele alan Moral, cinselliği masaya yatırdığı “Amemus” adlı performansı “Örtük olarak masa altına süpürülen ‘heteroseksüel’ ilişkilerin varlığının yanında, yüz çevrilen ‘gay/lezbiyen’ ilişkilerin normal dışı olarak kodlanması dikkat çekmek istediğim önemli bir konu” sözleriyle tanımlıyordu. Moral, iptal kararının ardından “Üzgünüm ama diğer yandan çalışmam hedefine ulaştı ve var olan sorunu, tahammülsüzlüğü bir kez daha ortaya koydu. Kabahati çalışmamı magazinleştiren basında görüyorum” dedi. Casa Dell Arte’deki performanstan bir kare C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle