28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 ARALIK 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET DİZİ SAYFA 11 Özal, Türk dış politikasını değerlendirirken İsmet İnönü ve Atatürk’ün uygulamalarını ayırıyordu Dış politikanın iki çizgisi “D ışişleri Bakanlığı’nın görevi, Türkiye’nin durumunu ve çıkarlarını korumak... Türk sınırlarını muhafaza etmek... İnanmışlar ki, biz başımızı çıkartırsak, bizi muhakkak vururlar. Onun için, etliye, sütlüye karışmayalım... Dışişleri’ne göre, politika tespit edilirken, önce etrafı gözlemek geliyor... Herkes ne yapıyorsa, onun ortalamasını almak, en başarılı sayılıyor. Herkesin peşinden gitmek, akıllı olmak zannediliyor. İsmet İnönü’nün devrinden kalan korkunç temenni, bizim Dışişleri’nin hâkim çizgisi... Herkese uzun uzun anlatmaya çalıştım... Türk dış politikasında, iki çizgi var... Biri Atatürk’ün, biri İsmet Paşa’nın çizgisi... Atatürk, şartlar elverince, Hatay’ı alıyor, Boğazlar rejimini Montrö’de değiştiriyor... İtalya’ya ve Almanya’ya karşı, İngiltere’nin, Fransa’nın yanıma geçiyor... Fakat İnönü’nün çizgisi fevkalade tutucu... Sadece statükoyu devam ettiriyor. Alınabilecek şeyleri de almaya çekiniyor”. CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU Cumhuriyeti Kuran Dil Türkçedir Rakamlar tartışmalı olsa da dünya üzerinde (171’i Birleşmiş Milletler üyesi) 200’ün üzerinde ülke bulunuyor. Bu sayı, çeşitli nedenlerle, 200’ün altına inebildiği gibi 286’ya kadar çıkabiliyor… Diyelim ki dünya üzerinde, bağımsız birer devlet oldukları kabul edilen 300 ülke bulunsun. Buna karşılık, gezegenimizde 2000’e yakın farklı etnik köken, 3000’e yakın da farklı dil bulunuyor… Bu basit tablo bile, her etnik aidiyetin ve her farklı dilin ille de ayrı ve bağımsız bir devlet oluşturmanın tek belirleyici koşulu olmadığını gösteriyor. Bunun gibi, aynı dili konuşmalarına ve başlangıçta çoğunlukla aynı etnik kökene sahip olmalarına karşın, Amerikalılar, İngilizler, Avusturyalılar ayrı ayrı milletler ve devletlerdir. Bunun tam tersine, farklı etnik kökenler ve diller bir arada tek bir milleti ve devleti oluşturabilmektedir. Günümüzde bunun belirgin örneklerinden biri Amerika Birleşik Devletleri’dir. Örnekleri dilediğimizce çoğaltabiliriz… Demek ki ulus (millet) olmanın dil ve etnik köken birliği dışında başka koşulları da olmalıdır. Kaldı ki çağımızda ve günümüzde etnik kökenin kendisi ve etnik köken birliği tartışmaya çok açık bir konudur. Dil ise, yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, bir ulusa ait olmanın belirleyici tek koşulu değildir. Ülkemizde bugün iki dillilik dayatmasıyla karşı karşıyayız. Türkiye’nin esas olarak Türklerden ve Kürtlerden oluştuğu, devleti bu iki etnik kökenlilerin kurduğu, öyleyse bunun anayasada tanımlanması ve iki dilliliğin resmileştirilmesi isteniyor. Laf kalabalığı ne olursa olsun, bunun daha da ötesindeki hedef, ayrı dil ve ayrı etnik köken sahiplerinin ayrı devlet kurma hakkının kabul ettirilmesine yöneliktir. Üstelik bu hedef, zaman zaman dile getirildiği gibi, farklı ülkelerde yaşamakta olan Kürt kökenli halkların tümünü kapsayıcı Pankürdist bir nitelik de taşıyor… Ülkemize ilişkin olarak ise, önce özerk Kürdistan ve ardından bağımsız Kürdistan’la da yetinilmeyerek Kürt kökenli toplulukların yaşadığı her ilde ve bölgede özerklik taleplerinin geleceğini tahmin etmek kehanet sayılmamalıdır. Bütün bunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş gerçekliğinden habersiz, bilim dışı ve giderek çığırından çıkmakta olan, aynı ölçüde de ilkel dayatma ve zorlamalardır. Ulusal devletler, etnik aidiyetler kadar ve kimi kez onlardan daha çok toplumsal zorunlulukların, toplumsal gelişme ve bilinç düzeylerinin sonucu olan ideolojilerin eseridir… Türkiye Cumhuriyeti’nin omurgasını oluşturan ideoloji, Namık Kemal’ler kuşağının çalışmalarından başlayarak Ziya Gökalp kuşağına ulaşan bir gelişme ve evrimleşmede, Osmanlıcılık odağından Türkiye Cumhuriyeti’ne doğru evrilen çağdaş bir düşünce ve eylem birikiminin toplamıdır… Yoksa sadece ve basitçe, nüfusunun büyük çoğunluğunun Türk ya da İslam olması değil… Mustafa Kemal bu ideolojinin ürünü ve devamı; dehası ve öngörüsüyle ona evrensel bir kimlik kazandıran, eylemleriyle de onu yaşama geçirmeyi başaran devrimci önderdir… Burada altı çizilmesi gereken temel bir olgu (etnik aidiyetleri ille de ve her zaman Türk olması gerekmeyen) bütün bu düşünürlerin ve eylemci aydınların eseri olan bu kuruluş ideolojisinin dilinin, esası yine de Türkçe olan Osmanlıcadan yeni Türkçeye doğru evrilmiş olmasıdır… Çünkü Türkçe yüzyıllar süresince (çeşitli sosyokültürel etkenler ve nedenlerle) varlığını geliştirerek sürdürmüş, Cumhuriyeti kuran çağdaş ideolojinin dili olmayı başardığı gibi aynı başarıyı Cumhuriyetin kuruluşunu izleyen yüzyılı aşkın sürede de gerçekleştirerek günümüz dünyasının önde gelen bilim ve yazın dilleri arasında yer almaya hak kazanmıştır… Etnik köken ya da dil farklılığının ayrı ulus devlet oluşturmaya yeteceğini düşünenler, demagojik söylemleri bırakıp, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ideolojinin anlamı ve onun dili olan Türkiye Türkçesinin kapsayıcı gücü üzerinde kafa yormalıdırlar. Eğer bugün, günümüz Türkiye’sinde, anadilleri Kürtçe ve etnik aidiyetleri Kürt olan TC yurttaşları, başka ülkelerde yaşamakta olan “etnikdaş” ve “dildaş”larından daha farklı, daha çağdaş bir kimliğe sahiplerse, bunu, bu ülkenin yurttaşı olan herkes gibi, hepimiz gibi, Türkiye ulus devletini kuran ideolojiye ve onun diline borçludurlar. Ve bu dil, bu bağlamda ve bu anlamıyla, herhangi bir ortaklığı kabul etmesi her şeyden önce bilimsel gerçeklikle bağdaşmayacak olan Türkiye Türkçesidir. [email protected] Faks: (0212) 343 72 64 ÖZAL’IN SAVAŞ HAMLESİ Kuveyt’in işgalinden üç sonra Saddam Hüseyin,yakın yardımcısı Taha Ramadan’ı Ankara’ya gönderdi O günlere dek Çankaya Köşkü’nde yaşanmamış bir olay izlendi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanının huzuruna çölden gelen bir siyaset adamı, Taha Ramazan belinde tabanca ile girdi. Bu duruma basın fena halde öfkelendi. Özal, uzun zaman saklı tutulan bu görüşmeyi daha sonraki bir tarihte 24 Ocak 1991’de basına anlattı. Ramadan Kuveyt’i işgal etmelerine neden olan –kendilerine göre haklı nedenleri açıklayan konuşmasında Özal;işgalden önce Kuveyt Emiri ile neden konuşmadıklarını söyledi. Ramadan’ın yanıtı şu oldu: “Kuveyt Emiri Halâs” dedi: “Bitti!” Özal açıklamaları döndü dolaştı Cumhurbaşkanı’nın Kuveyt konusundaki tutumuna, adeta hükümet gibi hareket etmesine geldi. Özal’ın bu soru üzerine şunları söyledi: “Bunu, ‘Ben bunlara hiç karışmasaydım’ gibilerden soruyorsanız, ben vazife icabı buna karışmaya mecburdum, Türkiye Cumhuriyeti’nin başı olarak bu meselelerdeki tecrübemi de nazarı itibara alarak karışmasam, ben vazifemi yapmamış olurdum. Manevi olarak da bunun sorumluluğunu hissederdim. Çünkü, bu konunun çok ağır olarak analizini biliyorum. Birçok faktörlerini biliyorum. 6 sene Başbakanlığım var. Daha öncesi var. Şöyle bakarsanız, Batı’yı on senedir tanıyışım, Batı’daki birçok insanları tanıyışım gibi birçok faktörler var bu işin içerisinde. Bu o kadar basit bir konu değil. Doğu’yu tanımam. Onun için şu şunu söyler, bu bunu söyler ben aynı kanaatte değilim, onu da ifade ettim. Bu işin içerisinde bulunmak ve hatta devamlı bulunmak mecburiyeti vardır. Çünkü, bu hadiseler çok süratli değişen hadiselerdir. Yarın ne olacağını kimsenin şu anda çok iyi kestirmesi mümkün olmayan hadiselerdir. Çok değişiklikler bekleniyor. Irak’ın İran’a 8 senelik harbin kazancını bir gün içinde geri vereceğini hiç kimse tahmin edemezdi. Bu da sahneyi değiştiriyor. Derhal yeni yeni tahminler ortaya çıkarıyor, ‘Acaba bunlar birbirleriyle anlaştı mı?’ diye. Ve ona göre yeni yeni adımlar atılıyor veya atılmıyor. Onun için mümkün olduğu kadar sahnenin içinde kalarak devam etmek lazım.” nönü statükocu... Atatürk reformcudur’ “Şimdi herkes Atatürkçülükten bahseder, Atatürk’ü göklere çıkartır... Ama bürokrasi, bütün çizgisi ile İnönü çizgisindedir... Atatürk çizgisinde asla değildir... İsmet İnönü, bir nevi son Osmanlı Paşası’dır... Atatürk ise, statükoyu değiştirmeye çalışan bir reformcudur hep... Askeri, sivili, hariciyesi, dahiliyesi ile, Türk bürokrasisi, Atatürk’ün değil, İsmet İnönü’nün çizgisindedir... Dış politikada ve Körfez Krizi’nde bu tutumu devam ettirdiğiniz takdirde, hem zelil duruma düşeceksiniz, hem ondan sonra da hiçbir yaptığınız fedakârlığın karşılığını alamayacaksınız... Ben bunu gördüm, ama etrafa anlatmakta çok zorluk çektim... Ama bağıra çağıra, ikna ede ede, anlattığımızı sanıyorum...” riz başlayınca Bush bize’ “Körfez Krizi başlayınca, Başkan Bush, bize, ‘Boru hattını kapatır mısınız’ dedi. Kapatırsak, Türkiye’nin uğrayacağı zararı karşılayacağını falan söyledi. Onun üzerine kendisine, ‘Birleşmiş Milletlerden bu konuda, uyulması zorunlu kararı hemen aldır... O zaman yapabiliriz’ dedim... Zaten o kararı hemen aldılar Güvenlik Konseyi’nde... Şimdi bize, Dışişleri Bakanı Baker’ı, diğer ülkelere de Savunma Bakanı Cheney’yi yolluyor. Ben, Baker’in hangi tarihte geleceğini biliyorum.. Bizim Dışişleri de, ‘gizli haber’ diye veriyor. Halbuki aynı saatte, CNN televizyonu da, Baker’in geliş programını veriyor... Baker’in gelmesinden iki gün önce, Güvenlik Konseyi’nin zecri tedbirlerin Irak’a karşı alınması için karar çıktı... Ben hemen, Bakanlar Kurulu’nu toplantıya çağırdım, ‘Derhal TürkiyeIrak petrol boru hattını kapatıyoruz’ dedim. Tabii bu karar şok tesiri yaptı... Oysa ben Baker’in gelince, aynı şeyi isteyeceğini biliyorum... O söyledikten sonra kapatırsanız, ‘Amerika baskı yapıp, kapattı’ diyecekler... Nitekim Baker geldiği zaman bir talepte bulunamadı. Biz zaten kapatmıştık boru hattını. ‘Size şöyle yardım edeceğiz, böyle destek vereceğiz’ gibi laflar söyledi... Arkasından da, gülerek giderken, ‘President Özal... Eğer boru hattını kapatmasaydınız, biz de sizin limanlarınıza abluka uygulayacaktık’ dedi”. esela asker gönderebilseydik’ “Biz, zorlama olmadan boru hattını kapatarak, Saddam’a karşı kurulan Birleşmiş Milletler Koalisyonu’na ve Bush’a moral destek verip, onları toparlamış olduk... Boru hattını kapatmasaydık, Yumurtalık’a, açık limana abluka gelecek ve gemileri sokmayacaklardı. O duruma düşmek, bir ülke için zordur... Genel hatları ile Körfez Krizi’nde daha başka adımlar da atabilirdik... Mesela asker gönderebilseydik, daha iyi olurdu... Kanaatim öyle... Tecrübe sahibi olurduk... Subaylarımız, yüzyılın en ileri teknolojilerini yakından öğrenirdi... Zaten şu faraziyeyi yaptıktan sonra, korkacak bir şey yoktu: ‘Irak bu işi kaybedecek!... Saddam bu işi kaybedecek!...’ Ben bu işi başından gördüm.. Birçok insan, pek çok dışişleri mensubu ve bazı büyükelçilerimiz dahil, Amerika’nın bu işi yapamayacağını düşünüyorlardı. O yüzden de bana direniyorlardı. Ama ben hem adamları yakından tanıdığım, hem de huylarını bildiğim için, bu işin çıkışının ne olacağını görebildim. Bugün de aynı şeyi söyleyeceğim... Saddam gitmeden Amerika’nın Irak’la münasebetleri düzelmez. Diğer ülkelerin de, Irak’a herhangi bir yardımda bulunmasına mani olunur!... Yani kimse hesabı yanlış yapmasın... Saddam konusunda hata yapılmasın...” ‘İ ‘K Bush’a göre ‘tek adam’ 5 Ağustos 1990’dan sonraki günler: Irak’ın Kuveyt’i işgal ettiği gün Marmaris’teki konutundan alelacele Ankara’ya dönen Özal, aynı gün olağanüstü Milli Güvenlik Kurulu toplantısına başkanlık etti. O günden beri dizginleri elinde tutan Özal’ı; Bush, okşamaktan geri durmuyordu. Örneğin 7 Ağustos 1990 günü: Bush, basın toplantısındayken, kulağına söylenenleri dinliyor ve “Özal beni arıyor” diyerek gazetecilerle söyleşiyi yarıda kesiyordu. Başta CNN, Amerikan televizyonlarından yayımlanan bu gösterişli hareketler, Bush’un Özal’ın görüşlerinden yararlandığını içeren yorumlara ve övgülere yol açıyordu. Nitekim; Hürriyet’in manşeti; “CNN’nin yıldızı Cumhurbaşkanı Özal”dı. Ayın 8’inde gazete manşetleri Türkiye’nin Irak’a karşı Batı ambargosuna ‘tam’ katıldığını duyurdu. Özal, “Boru hattından yükleme ve boşaltma durduruldu” diyordu. Bir gün sonra muhalefetin sesi adamakıllı yükseldi. Deniz Baykal, “Türkiye, bölgenin jandarması değil” derken, Bülent Ecevit “Özal’ın ‘bunalımdan’ yararlandığını” söylüyordu. Özal ise, çizdiği yolda devam ediyordu. Arap ülkeleri başkanlarıyla telefon görüşmelerini sürdürüyordu. Gazeteler heyecanlı başlıklarla çıkıyordu. 9 Ağustos 1990’da ‘savaş alarmı’ veriyordu gazeteler. Kriz masası toplanmış, Özal, “En az 48 saat içinde savaş çıkacağını” söylemişti. Türkiye’nin izlediği ve izlemeyi düşündüğü politikalar Özal tarafından belirlenmişti. Her türden toplantı yapılmış, başta ABD, ilgili bütün devletlerin başkanlarıyla Turgut Özal ‘bizzat konuşarak’ gereken girişimlerde, görüşmelerde bulunmuştu. Krizin başladığı 2 Ağustos’un üzerinden 8 gün geçmişti. Özal, sadece devletin başı olarak değil, yürütmenin de başı ‘tek adam’ edasıyla, iki muhalefet partisini Çankaya’da toplantıya çağırdı. Amaç, muhalefetin görüşlerini almak değildi. Bilgi verecekti (10 Ağustos 1990). SHP lideri Erdal İnönü ile DYP lideri Demirel, çağrıyı reddettiler (11 Ağustos 1990). Oysa, verilecek ya da alınacak fazla bilgi yoktu. TBMM’de grubu olmadığı için Çankaya’ya çağrılmayan DSP lideri Ecevit, Özal’ı “Fiili başkan olmak istiyor” diye suçladı. Ne çare, Özal ‘fiili başkan olmuştu bile...’ Ecevit, “Kriz yönetiminin Özal’a bırakılamayacağını” öne sürüyordu. Akbulut hükümeti bu olanağı çoktan Özal’a vermişti. Muhalefetin, Özal’ın çağrısını geri çevirmesi genelde olumlu karşılandı. Tabii, ‘Özalist jurnalistler’ tersini savunuyorlardı. Özal saatler süren basın toplantıları yapıyor, krizi kullanarak Türkiye’yi ne denli büyük ülke konumuna getirdiğini anlatıyordu. “Tarafsız kalamayız” diyordu. “Rolümüz yatıştırıcılık. Umudum ambargonun sorunu çözmesi. Ama her şeye hazırız. Kaçınılmaz olursa çözüm savaş!” diyordu. (12 Ağustos 1990) YARIN: MUHALEFET ÖZAL’I SUÇLUYOR: YETKİSİ YOK ‘M ‘Sosyal Demokrat’ dergisi yeniden ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) “Sosyal Demokrat” dergisi yeniden yayımlanmaya başlıyor. Derginin ilk sayısında “Türkiye’de seçim sistemi” ele alınıyor. SODEV adına Erol Kızılelma’nın sahibi olduğu, genel koordinatörlüğünü Ercan Karakaş’ın yaptığı derginin genel yayın yönetmeni de Aydın Cıngı oldu. Cüppeli’den özel görüntü şikâyeti İstanbul Haber Servisi Cüppeli Ahmet Hoca olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü, uygunsuz görüntülerinin pazarlanmaya çalışıldığını söyleyerek yapanların yakalanmasını istedi. Ünlü, şikâyetiyle ilgili 2 saat ifade verdi. Ünlü’nün, görüntüleri çeken kişilerin bunları televizyon kanallarına satmaya çalıştığını anlattığı belirtildi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle