19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 22 ARALIK 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Gecikmeyle Başlayan Bir Umut Yarışı... CHP’nin önümüzdeki altı ayı çok iyi kullanarak yoğun ve verimli bir yarış temposu içinde oy oranını yüzde 35’lerin de ötesine çıkarabilmesi ve MHP’nin de hem konum hem de coğrafya olarak biraz daha yaygın alanlı bir muhalefet yürütebilmesi halinde CHP’nin güçlü bir koalisyon ortağı olması söz konusu olabilir. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Uçukluk... SON günlerde Güneydoğu’nun bazı genç politikacıları tedirgin edici birtakım sözler etmeye, garip demeçler vermeye ya da yandaşlarına tuhaf kararlar aldırmaya başladı. Bir kısmı parti ya da belediye başkanı, bir kısmı da milletvekili ya da yerel meclislerden birinin üyesi. Ettikleri sözler, verdikleri demeçler ve kendi kuruluşlarına aldırdıkları kararlar, köy ya da kasaba adı değiştirmekten bölgesel özerkliğe, anadilde öğretimden iki resmi dilli yönetimler kurmaya kadar uzanan ve çoğu zaman düpedüz suça teşvik ya da kalkışmaya hazırlık niteliği taşıma sınırlarında dolaşan türden. Şiddet kullanımını savunmak dışında sınırsız olması gereken ifade özgürlüğüne bile sığdırmakta tereddüt geçiriyor insan. Kim bilir, neyin savunulabilir olduğunu ve neler söylenerek neler yapılabileceğini sınamak için sondaj yapıyor ve zemin arıyor olabilirler belki de sadece. ataların en büyüğü, kendini herkesten daha akıllı ve herkesi de dünyanın aptalı saymaktır. Güneydoğu’nun o bazı genç politikacıları inşallah böyle bir hataya düşmüş değildir. Çünkü bu ülkede biraz aklı olan ve birazcık tarih okumuş olan bilir ki, Osmanlı tarihi milliyetçiliklerin nasıl başladığını, hangi aşamalardan geçerek geliştiğini ve ulusdevletlerin nasıl doğduğunu az çok öğrenmiştir. Bir Kürt milliyetçiliğinin varlığı da eskiden beri bilinir. Nitekim, Kuzey Irak’ta bu milliyetçilik, dıştan yardımla geliştirilen elverişli koşullarda gerçekleştirilmek ve bir Kürt devletine dönüşmek üzeredir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırları içinde ve bugünkü nüfus yapısıyla böyle ayrı bir bağımsız devletin gerçekleştirilmesi artık olanaksız olduğu gibi, etnik kökenli ve ayrı bayraklı bir bölge devleti kurup onu Cumhuriyete “federe” etmenin vakti de çoktan geçmiştir. Demokratik ve laik bir ulusdevlet içinde etnik ve dinsel kimlik, eğer varsa ya da böyle bir kavramdan söz ediliyorsa, o kimlik devletçe korunması gereken ve bireysel ya da toplu biçimde kullanımı yasayla düzenlenebilecek olan bir özgürlük hakkıdır; ama siyasal statü farklılığı yaratmamalıdır ve yaratamaz. Aslına bakılırsa, Lozan’ın “gayrimüslim”lere tanıdığı azınlık statüsü bile Cumhuriyetin ulusdevletinde “fuzuli”leşmiş sayılabilmelidir. umhuriyetimizin anayasadaki “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” niteliklerini henüz tam anlamıyla kazanmadığı, hatta bazı bakımlardan geri bile gittiği elbet yadsınamaz. Ama ekonomide ve sosyal düzende doğru atılımlarla bu geriliği giderip eğitimli, donanımlı, ayrıcalıksız bir ulusdevlet yaratmayı sürdürmek varken sonu bilinmez etnik köken ve mezhep farklılıkları peşinde koşma uçukluğu, kendi dilini ve bağımsız yaşama direncini koruyarak tarihin derinliklerinden yirmi birinci yüzyıla kadar gelen yetmiş beş milyonluk koskoca bir topluma yakışıyor mu? Erhan KARAESMEN S H eçim var, seçim... Haydi insanlar uyanın ve silkelenin; bir büyük koşu başlıyor. Sadece altı ay kaldı. Bunu dramlaştırmayalım. Ama, yoğunluğu çok yüksek bir dönem yaşamaya hazırlanıyoruz. İşleri yolunda gitmeyen iktidarlar ülkeyi ve toplumu doğru dürüst yönetemeyen hükümetler, bu tür harekete geçiş gecikmelerinden keyif duyarlar. Günümüz Türkiyesi’nde de aynen bu oluyor. İnsanlarımız “hiçbir şeylerin” çevresinde yapay olarak yaratılmış girdapların akıntısında sürükleniyor. Suların çevrimi ona daha uzun soluklu önemli konuları unutturtuyor. Bu girdaptan yurttaşlarımızı dışarı taşımanın tam zamanı. Gecikmeli de olsa ana muhalefet partisinin kurultayı AKP yanlısı medyanın tüm kuruntularına karşın güçlü bir parti içi birliktelik sağlayarak gerçekleşti. Böyle olması gerekiyordu. Ancak, bu oluşum uzunca bir zaman aldı. Seçim koşusuna toplumun gecikmeli başlayışının arkasında bir miktar bunun da payı vardır. lenmelidir. tar bu partideki değişim arayışlarına ilgi gösterdi, o kadar. Öbür güçlü muhalefet partisi MHP ise çok dar bir alana sıkıştırılmış bir muhalif söylemi tekrarlamaktan öte gidemedi. Buna karşılık AKP Türkİslam sentezi klasik olgusunu yeniden ortaya sürerek MHP’deki muhafazakâr yandaşların bir bölümünü de “hayır” çizgisine çekmeyi becerdi. Açılımın Menteşesi... Açılımların kararlılığını ve geri dönülmezliği kanıtlamak için şu benzetmeleri sıkça söylediler, bilirsiniz: “Macun tüpten çıktı…” “Ok yaydan fırladı…” “Kavanoz çatladı…” Anlamadığınız olursa sorarsınız artık: “Beyefendi ya şu?..” “Açılım…” “O ne oldu?..” “Altımızdan kaçtı…” Açılımlarını tutamayıp kaçırdıkları için, demokrat aydınların da katkılarıyla önceki günkü istemlerini herhalde gördünüz: Ayrı bayrak… Ayrı güvenlik… Ayrı ekonomi… Eh… Bu kadarı bir araya gelince, adı da kendiliğinden ortaya çıkıyor: “Demokratik özerk Kürdistan…” Bu tarafından bakınca da anlaşılacağı üzere: “Bölünmüş Türkiye…” AKP iktidarının ve cemaatin açılıma menteşe yaptığı sanatçılar, ünlüler, yazarlar, aydınlar başta olmak üzere, tüm olanların buraya varacağını anlamamak için geri zekâlı olmak gerekiyordu. Şimdi anlamış olabilirler mi: Açılımın ne olduğunu?.. ABDAKPtarikat tezgâhını?.. TSK’nin niye hırpalanıp sindirildiğini?.. Açılımı ortaya atan Başbakan’ın, açılımın içinde ne olduğunu niçin çıkıp söyleyemediğini… Bin yıldır bir arada yaşayan aileler, yuvalar, şirketler, kasabalar, şehirler oluşturmuş Türklerin ve Kürtlerin neden birbirlerine düşman biçildiğini?.. Ve işin bundan sonra nereye varacağını?.. Peki kim hesabını verecek bu parçalanmanın?.. Bu yıkım ve muhtemel kıyametin?.. Hadi anlamak ve anlaşmak için “ayrı dil”i anladım da o “ayrı bayrak” ne oluyor?.. Ne diyecek açılımın menteşesi?.. [email protected] Anayasa oylamasına katılmayanlar O anlaşılmaz ve toplumun yurtsever, namuslu, vicdanlı yurttaşlarının bir kesimini de umutsuzluğa itmiş olan anayasa oylamasının arkasından karamsarlık bulutlarının dağıtılmasına yardımcı olabilecek nitelikte kaleme aldığımız yazılarda bir sayısal politik tablo belirlemeye çalışmıştık. Orada, toplumun nerdeyse dörtte birinin oy kullanma görevini yerine getirmekten ya da bir politik renk belli etmekten çekindiği bir garip oylamayla karşı karşıya kalmıştık. Katılanların içindeki oy sayılarına ve oranlarına bakıldığında 22 milyonluk bir “evet” ile 16 milyonluk bir “hayır” ortaya çıkıyordu. Oylamaya katılmayan 12 milyona yakın yurttaşın en azından beş altı milyon düzeylerinde olması beklenebilecek bir bölümünün bir genel seçimde oy kullanacağı varsayıldığında bunların ne kadarının o günlerin “evetçi” anlayış çizgisinde olacağını kestirebilmek gerekmektedir. Zor bir kestirmedir, bu. Kısaca şu söylenebilir: Olağanüstü bir yurttaş markajı, para harcama, yandaş kollama mekanizması seferberliği ve yandaş görsel, yazılı medyanın akıl almaz güçlü bir desteğiyle AKP kendi kontrolü altındaki ve “evet”i düşünebilecek tüm yurttaşları o oylamada sandık başına götürmeyi becermiştir. Yeni ek bir yurttaş kümesini kendisine çekmesi artık epeyce zordur. Çünkü, o kurumsal yaklaşım ve yurttaşı uyutma/kandırma düzeneği ulaşabileceği en yüksek düzeye ulaşmıştır. O dönemde CHP ise parti içindeki çelmeleşmelerin, ayak oyunlarının edilgen ve olumsuz etkisinden henüz sıyrılamamış bir kurumsal karmaşa içinde ve kim olduğu net anlaşılamamış bir yeni genel başkanla yola çıkıyordu. “Hayır” çizgisine yurttaşları çekmenin kendisi için zor olduğu aşikârdı. Ayrıca örgütler düzeyinde yerel bir coşku yaratılmış olduğu da gözlenemiyordu. Örgütlerin dışında kalan düz yurttaş bir mik Tahmini oy oranları O tarihlerdeki yazılarımızda CHP’nin daha yüksek katılımlı bir genel seçimde yüzde 30’u biraz aşabilecek bir oy oranı kapasitesine sahip olduğunu, AKP’nin ise yüzde 40’ı bir miktar aşabileceğinin altı çizilmişti. Şu günlerde bir medyatik hareket olarak ortaya çıkan 2010 Aralık nabız yoklamalarında da çeşitli kamuoyu araştırma kurumlarının bunlara çok yakın rakamlar ortaya sürdüğü gözlenmektedir. Şimdi, önümüzdeki altı ay içinde bu oy oranlarının ciddi bir değişime uğramasını beklemek temenni ediliyorsa bunun gereğinin de muhalefet partileri tarafından yerine getirilmesi zorunludur. CHP’nin 14 milyona yakın mertebede oya yaklaşması mümkün olmalıdır. Bu, 40 milyon civarına yaklaşabilecek bir tahmini geçerli oy sayısına göre yüzde 35’lik bir oy oranını gösterir. MHP’ninse yüzde 10 seçim barajını geçerek bir miktar milletvekili çıkarabilecek konumda olacağı düşünülebilir. D’Hont yönteminin ayrı ayrı seçim yönleri ve çevrelerinde partilere dağılacak milletvekili sayılarının belirlenmesindeki oynaklıklar ve belirsizlik dolayısıyla bu yukarıda sözü edilen genel oy oranları dağılımının kaçar milletvekili getirebileceğini hesaplamak bu aşamada kolay değildir. Ancak, kaba bir çizgide, bu yukarıdaki sayısal değişim tahminleri çerçevesinde BDP’nin de yine bağımsız aday gösterme ve seçtirme mekanizmasıyla belli bir sayıda milletvekili çıkarabileceği düşünüldüğünde, AKP’nin tek başına iktidar olmasının önü alınabilir ve CHP bunun gayreti içinde olmalıdır. Ana muhalefet partisinin yüzde 40’ı hedef alarak yarışa başlaması ve muhalefet felsefesini ve programını sadece AKP’nin gaflarına, açıklarına ve kamu yönetimindeki etik zafiyetlerine dayandırmanın ötesinde geniş kitleleri ilgilendirebilecek ve umut verecek toplumsal çözümlere dayandırarak yola çıkması gereği açıktır. Geçmişin havasına dönüş CHP, şu anda varabileceği ve toplumun özlemi olarak da varması gereken yerden henüz uzakta. Ancak, en azından parti içi sorunlarından sıyrılmış, 1970’lerin havasını yeniden yakalamış ve 1920’lerin hasretini yeniden duyumsamaya başlamış bir ciddi politik oluşum olarak kendini ortaya koymaya başlamaktadır. Parti, köklü ve ciddi bir kurum olarak ve yeni genel başkanı halkın diline yakın ve yatkın bir yeni toplum yöneticisi türü olarak ortaya çıkıyor. Parti içindeki çekişmelerin ve sızlanmaların verimi düşürüyor olması gibi bir mazeretleri de artık yok. Bundan sonraki büyük koşu aşamasında başarı ve başarısızlık ölçütleri yeni yönetimin not karnesine yazılacak. Toplum içinde kendilerine daha sıcak ve karşılıklı anlayış içinde yaklaşılmasını bekleyen bir kesimine el uzatmakta partinin bu yeni yönetim yapılanmasının başarı göstermesi bek C Kılıçdaroğlu Düzenin Parçası mı? Doç. Dr. Örsan K. ÖYMEN Eski CHP Parti Meclisi Üyesi 8 Aralık 2010 tarihinde gerçekleşen CHP 15. Olağanüstü Kurultayı’nda ortaya çıkan en önemli gerçek şu oldu: Kemal Kılıçdaroğlu döneminde de CHP’de köklü bir değişiklik olmayacak, eski Genel Başkan Deniz Baykal döneminde partiye musallat olan kronik hastalıklar, Kılıçdaroğlu döneminde de devam edecek. Bunun sinyalleri aslında 2223 Mayıs 2010 tarihindeki 33. olağan kurultayda zaten alınmıştı. Kemal Kılıçdaroğlu 22 Mayıs’ta yaptığı kurultay konuşmasında, CHP’nin halkçı, devrimci, laik, sosyal demokrat ve sol kimliğini ön plana çıkartmış, tabanda büyük çoğunluğun yıllardır beklediği açılımı gerçekleştirmişti. Hatta kurultay konuşmasını büyük sosyalist şair Nâzım Hikmet’in bir şiirinden yaptığı alıntıyla bitirmişti: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine.” [email protected] 1 Ancak aradan 24 saat geçmeden, 23 Mayıs’ta parti meclisi listesini açıkladığında, bir gün önceki siyasal söylemiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan kişilerin parti yönetimine alındığını, söylem ile kadro arasında büyük bir çelişkinin ortaya çıktığını gördük. PM’ye alınan ve saygıdeğer, çalışkan kişiler olmakla birlikte, sosyal demokrat, demokratik sol kimlikten ziyade liberal veya “liberal sol” bir ekonomi görüşüne sahip olan Umut Oran, Faik Öztrak ve Hurşit Güneş, daha sonra merkez yürütme kuruluna da alındılar ve genel başkan yardımcısı pozisyonuna kadar yükseltildiler. Böylece Kemal Derviş’in vizyonu, sosyal demokrasi adı altında, ona yakın başkaları vasıtasıyla, daha sessiz ve derinden, CHP’de yeniden hortlamış oldu. Geçen hafta yapılan kurultayda da söz konusu kişiler konumlarını korudular. Böylece CHP yönetimi sermayeye, “büyük” medyaya, YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ TEKNOPARKI DAVUTPAŞA YERLEŞKESİNDE AÇILDI İstanbul’un ortasındaki YTÜ Davutpaşa Yerleşkesinde 103.000 m2 alanda 40.000 m2 inşaat alanı olan Teknopark 1.Fazı Ocak 2010’da açıldı. 2. Faz 9.500 m2’lik bölüm 2011 Şubat ayında, 3. Faz 9.500 m2’lik bölüm 2011 Ekim ayında açılacaktır. YTÜ 100.Yılını kutlarken, Şirketleri ve Yazılımcıları Üniversite ve İnovasyon ortamında ARGE yapmaya davet ediyor... YILDIZ TEKNOLOJİ GELİŞTİRME BÖLGESİ TEKNOPARK A.Ş. Güngören ve Esenler arası, İSTANBUL www.teknopark.yildiz.edu.tr YTÜ KAMPÜSÜTEL: 0212.483 70 00 FAX: 0212.483 70 02 “Merak etmeyin, biz halkçı, devrimci, sosyal demokrat, sol söylemler içinde olabiliriz, ancak bu düzen değişmeyecektir, biz yolsuzluklarla mücadele edeceğiz, ama düzenin paradigmalarına, yapısına dokunmayacağız” mesajını bir kez daha vermiş oldu. Gürsel Tekin de zaten kurultaydan sonra CNN’ye yaptığı açıklamada, muhtemelen listeye konan başka üyeleri kastederek “Sol görüşlü sendikacılarla birlikte, sağ kesimde itibarı olan kesimleri de parti meclisine aldık, herkesi kucakladık” diyerek tabloyu ortaya koydu. Bu zaten Baykal’ın yıllardır izlediği ve iflas etmiş bir politikadır. Oğuz Oyan ve Ercan Karakaş gibi sosyal demokrat ideolojiye bağlı olduğunu düşündüğümüz kişiler parti meclisinde görüşlerini nasıl kabul ettirecekler, PM’deki bu karmaşık ve çelişkili yapı, partinin kurumsal kimliğini temsil eden parti programına uygun bir biçimde nasıl ortak bir politikaya dönüşecek, doğrusu bu bir merak konusudur. Üstelik bu kurultayda bir şey daha oldu: Deniz Baykal istifa ettikten sonra onun geri dönmesi için neredeyse yalvaran, Baykal’ın istifasından önce de onun çekirdek kadrosunda yer alan ve partideki bozuk düzenin sürmesine katkı sağlayan, ayrıca sol ideoloji ile uzaktan yakından ilgileri olmayan Bihlun Tamaylıgil ve Nur Serter gibi isimler de parti meclisi listesinde yeniden yerlerini aldılar. Baykal ve Gürsel Tekin’in ortak projesi olan kara çarşaf açılımına parti meclisinde eleştiri getiren tek kişi olan ve ilkeli bir siyaset çizgisi iz leyen Necla Arat ise liste dışı bırakıldı. Bir başka sorun ise Gürsel Tekin. Baykal genel başkan olarak girdiği tüm seçimleri, yani toplam sekiz yerel ve genel seçimi kaybetmiş olduğu halde, Gürsel Tekin, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra yönetim ve zihniyet değişikliği talebinde bulunan partililere karşı acımasızca mücadele etmiş, İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde Baykal’ın konumunu koruması için olağanüstü bir çaba harcamış, hatta kongreler ve kurultay sürecinde usule ve tüzüğe aykırı üye yazımı operasyonuna öncülük eden kişilerden birisi olmuş, İstanbul il kongresinde yönetim değişikliği talebinde bulunan PM üyelerini susturup konuşturmamış, Baykal istifa etmek zorunda kalana kadar onun yanında yer almıştı. Ancak nasıl oluyorsa bugün Gürsel Tekin medya tarafından “partide değişim süreci”nin öncülerinden birisi olarak lanse edilmektedir. Bunların da dışında, Kemal Kılıçdaroğlu 2223 Mayıs 2010 kurultayında parti içi demokrasinin tesis edileceğine dair bir söz verdiği halde, geçen haftaki kurultayda parti meclisinin çarşaf liste ile seçilmesini önlemiş, insanların siyasal geleceklerinin genel merkezdeki birkaç kişinin iki dudağının arasında olması geleneğini sürdürmüştür. Bahane ve gerekçe olarak da her zamanki çareye başvurulmuş, “olağanüstü bir dönemden geçildiği, çarşaf listenin konjonktüre uygun olmadığı” tezi ortaya atılmıştır. CHP’de ve Türkiye’de olağanüstü dönemler her zaman olacağına göre, parti içi demokrasi ve tüzük değişikliği konusunda bir beklenti içinde olmak, tepeden inme değil, tabandan yukarıya bir örgütlenme modelinin gerçekleşeceği umudunu taşımak da herhalde gereksiz olacaktır. 20032008 yılları arasında CHP’de parti meclisi üyesi olarak görev yaptığım yıllarda, CHP’nin halkçı, devrimci, laik, sosyal demokrat ve sol kimliğinin geliştirilmesi ve ön plana çıkarılması, ayrıca partinin gençlere açılması için mücadele verdim. O yıllarda parti meclisinde, yani seksen kişi içinde, benim dışımda bu söylemleri açık açık dile getiren ve yönetimi eleştiren kimse yoktu. İşin ilginci Kemal Kılıçdaroğlu da aynı yıllarda benimle birlikte PM üyesi idi ve bu konularda sesini hiç çıkarmıyordu. Elbette bizim o zaman savunduğumuz çizgiyi şimdi Kemal Kılıçdaroğlu’nun en üst düzeyde genel başkan olarak savunması bizi mutlu eder. Ancak “Deniz Baykal gitti, Kemal Kılıçdaroğlu geldi, Önder Sav gitti, Gürsel Tekin geldi, kişiler değişti, ama CHP’de değişen bir şey olmadı” düşüncesi partide giderek hâkim görüş haline geliyorsa, burada ciddi bir sorun var demektir. Nâzım Hikmet’ten şiir okuyarak Ecevit kasketi giyerek bu işlerin olmadığını Kemal Bey’in artık görmesi gerekiyor. CHP hem söylemiyle, hem politikalarıyla ve çözüm önerileriyle, hem de kadrolarıyla bir düzen partisi olmadığını kanıtlayabilirse, buna paralel olarak da parti içi demokrasiyi tesis edebilirse, siyasette geleceğe yönelik bir umut olabilir. Bunun dışındaki eskimiş ve köhnemiş zihniyetler hem CHP’ye hem de Türkiye’ye sadece vakit kaybettirir, AKP’nin iktidarına zemin hazırlar. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle