16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 20 KASIM 2010 CUMARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Hukuk da mı Bozuldu? Prof. Dr. Nail YILMAZ ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Saçmalığa Şerbetlilik ANAMUHALEFET lideri “İttifak arayışımız yok” demiş. “O halde iktidar niyeti de yok” demeden önce, bu noktaya nasıl gelindiğini gösteren olaylara biraz yakından bakmak yararlı olabilir. İnsanlarımız ve özellikle de politikacılarımız arasındaki iletişimle karşılıklı anlaşımın hüzün verici niteliği üzerinde daha iyi düşünebilmek için. layların birbirini etkilemesi ve olumsuz sonuca nasıl gelindiği ilginç. Her şey bayramların ikinci günlerinde hep görülen bir bayramlaşmayla ve yine her bayramın jestlerinden olan bir mezar ziyaretiyle başlamışa benziyor. “CHP”nin bayram kutlamaları için oluşturduğu heyetlerden biri çarşamba günü BDP’ye gitmiş. Öyle anlaşılıyor ki, genellikle kendilerine uygulanan dışlayışlara alışık bir BDP’li milletvekili, bunu sıradan bir bayram ziyaretinden farklı olarak kendilerine sunulan bir lütuf gibi görmüş ve böyle beklenmedik bir yakınlaşma jestini genel seçim öncesinde bir çeşit “solda bloklaşma”nın başlangıç işareti olarak yorumlamış. Tam Ankara’da böyle bir yorumlama yapılırken, öte yanda MHP’nin lideri vaktiyle Fransa’ya sığınıp orada ölen iki eski solcuya ait mezarların CHP Genel Başkanı’nca ziyaret edilişini vatan hainliğine saygı gösterisi sayarak anamuhalefet liderine ağır sözlerle yüklenme gereğini duymuş. CHP ise, herhalde bu çeşit yorumlamalar yüzünden başka güçlerle ittifak kurmaya muhtaç zayıf bir parti durumuna düşürülmek istendiğini sezmekten ileri gelen bir alınganlıkla olacak, bütün bunların aksine, tek başına iktidar peşinde olduğunu belirtmeden duramamış. Neresinden tutup nesini düzeltebilirsiniz ki bu yanılgılar, yanılsamalar ve yanlışlar zincirinin? BDP’nin, özerk bölgecilik, federatif bölünme, anadilde öğretim gibi hedefler peşinde olduğunu unutup kendisini cumhuriyetçi partilerle aynı kefeye koyuşunu mu? MHP’nin, baskı rejimlerinin hoyratlığı altında ezilmemek için yurtdışına gitmek zorunda kalmış olanları, yurt sevgilerini bir yana iterek, vatan haini sayışını mı? CHP’nin, gereksiz bir alınganlıkla, çağdaş politikanın sık sık başvurduğu bir yöntem olan tutarlı bloklaşmalar yoluyla iktidar olabilme yolunu kendi eliyle tıkamak isteyişini mi? e var ki, rakı sofrası tartışması, park yeri çekişmesi, hatta bıyık burma ya da yan bakma yüzünden adam öldürülen ve göz süzme ya da gülümseme yüzünden kadın bıçaklanan bir toplumda bu çeşit siyasal saçmalıklar hiçbirimizi şaşırtmıyor ve ancak hüzün veriyor. G O N [email protected] azeteci yazar Oktay Akbal’ın kitabının adıydı: “Önce Ekmekler Bozuldu”!.. Bu yazının başlığı ondan esinlenerek kondu!.. Bir bilim olarak hukukun önemli insanlık sorunlarını nasıl çözdüğünü, toplumu nasıl ayakta tuttuğunu hepimiz biliyoruz. Hukukun bu yaşamsal önemine rağmen, ülkemizde yakın dönemde nasıl bozulduğunu, bunun kimler tarafından yapıldığını ve hukukun nasıl aşındırıldığını da görüyoruz!.. İlk toplumlardan bu yana insanlar, aralarındaki her türlü ilişkiyi çözmek üzere sıralı kurallar geliştirdiler. Adalet ve sosyal düzeni amaçlayan bu kurallar; görgü kuralları, ahlak kuralları ve de dini kurallardır. O dönemlerde insanların düzeni sağlama ümidi, kendi yarattıkları tanrılardan beklenirdi. Semavi dinlerde ise bu farklı bir boyut kazandı. Tanrıların gücü yetmeyince dinler yavaş yavaş etkilerini kaybetti. Böylece modern hukuk kuralları hayatımıza girdi. Bugün gelinen noktada din etkisinde kalan bir kısım birey, modern hukuk kurallarına uyumda sorun yaşıyor. Bu grup, modern hukuk kurallarını aşındırıyor. Akla, mantığa, bilime dayalı olan hukuk erozyona tabi tutuluyor. Batı’nın yüzyıllar önce dinin etkisinden kurtulduğu bir dünyada biz, dinin bilimsel verilere yaptığı baskıdan kurtulamıyoruz. Dini bir türlü gökten yere indiremiyoruz. Laikliği geçerli kılamıyoruz. Dinden çıkar sağlayan güçler buna ısrarla engel oluyorlar. Çoğu siyasiler kurallı ve bilimsel hukuku oldum olası sevmediler. Ortadoğu başta olmak üzere Doğu toplumlarında modern hukuk hiçbir zaman olması gereken yerde olamadı. Ülkemizde yakın dönemde hukuk ve adalet üzerindeki mücadelede bu açıkça görülüyor. Modern hukuku temsil edenlerle inanç sömürücüleri arasındaki mücadele bugün kıran kırana devam ediyor. Oysa halkın bir kesimi bu gerçeği referandumda ve kamuoyu yoklamalarında ortaya koydu. Ama iktidar, ortaya konan bu sonuçtan hoşnut olmadı. Bu tutum; çoğunluk oyuna sahip olanların, azınlık kültüründen yoksun olmalarıdır. Bir gün Türkiye’de bu tablo mutlaka değişecektir.. Modern hukuk karşıtları Türkiye’de hukukun önünü tıkıyorlar. “Laiklik gereksizdir; birçok şeye engel oluyor” yakınmalarıyla halkı sömürmeye devam ediyorlar. Halkın duygusal olarak sömürülmesine de “kamu vicdanı” diyorlar. Oysa bunun asıl tercümesi “hukuku sömürmek”tir. Örneğin referandum ve HSYK seçimlerinde halkın yüzde kaçı bu konular ile doğrudan ilişkili olmuştur? Bu oran hiçbir zaman yüzde 10’u geçmemiştir. Olay; “kamuoyu vicdanı” diye geçiştirilmiştir. Kamu öyle istiyor denmiştir. Oysa halkın yüzde 90’ının konuya ne kadar uzak olduğu, kamuoyu yoklamalarından anlaşılmıştır. Sorunu hukukla çözmek istemeyenler, “kamuoyu vicdanı” sömürüsüyle istedikleri sonucu elde etmişlerdir. Ama referandumda yüzde 42’lik kesim karşı duruş sergilemiştir. Hukuksuzluğa karşı çıkmıştır. Türkiye’de son günlerde hukuksuzluğun yeni bir örneği yaşanmaktadır. Bu örnek, çevre ve santrallar gerçeğidir. Çevrenin önemi herkesçe biliniyor. Ne var ki santralların inşasında hukuk dolaşarak çevre koruma örgütlerinin etkisi veya etkinliği yeni hukuk kurallarıyla bertaraf ediliyor. Yani her olay için ayrı bir hukuk yaratılıyor. Oysa dünyanın her yerinde hukukun standardı var. Hukuk her ihtiyaca göre eğilip bükülmeyen bir bilimdir. Hukukun eğilmesi halkın da eğilip bükülmesidir. Atatürk’ün Türküsü... O internette dolanan ses kaydı doğru çıksaydı ve Atatürk türkü söylemiş olsaydı iyi mi olurdu?.. “Konuşma” olarak söyledi... “Tamim” olarak söyledi... “Nutuk” olarak söyledi... “Hitabe” olarak söyledi... Fayda etmedi de bir de türkülü söyleseydi, faydası olur muydu?.. Anladığım kadarıyla “Atatürk’ün türkü söylerken kaydı bulundu” dedikleri, meğer film setindeki kameraman söylemiş türküyü. Türkü kaydının kendisinde olduğunu açıklayan Tarık Akan önce CNNTÜRK’te anlattı: “Bir Alman Atatürk’e ses kayıt cihazı getiriyor. Cihaz sesi plağa kayıt ediyor. Atatürk bunu çok seviyor, akşamları söyleyip önce dinliyor, arkasından plakları kırıyor. Sonra bir arkadaşı alıyor ona da vermiyor. Sonra birisine geçiyor. O plak bu plak. Orijinalinin kimde olduğunu söylemem...” İnternette dolaşan türküyü herkes dinledi ve dinleyenler “Atatürk söylüyor” diye ağladı... Ağlayanlar birbirlerini aradılar “Atatürk her şeyi güzel yapar” dediler... Meğer türküyü söyleyen Atatürk değil, kameraman Murat… Doğrusunu isterseniz, gece aletin başına oturup türkü söyleyen, sonra beğenmeyip plağı kıran, yeni plak takıp tekrar söyleyen Mustafa Kemal’i gözümde canlandıramamıştım zaten... Ya Atatürk türkü söylemiş olsaydı... Söylememiş olması bile bu kadar etkiledi bizi... Belki de açtığı ufuk, kurduğu ülke, bıraktığı ilkeler, devrimler, yaptığı işler, söyledikleri, önerdikleri, istedikleri az geldi de “bir de bize türkü söyleseydi” diye geçti içimizden... Nutuklar, hitabeler, antlar... Koca bir devrim destanı... Yetmemiş olabilir... Eğer bu ülkenin insanları hâlâ onu anlamamışlarsa... Onun anılarını bile tekmeleyenlerin peşine düşmüş gidiyorlarsa körü körüne... Ne yapabilirsiniz?... Türkü eksik kalsın... [email protected] Atatürk Karşıtları Coşkun ÖZDEMİR oğaldır ki dinci ve şeriatçılar Atatürk’e ve onun öncülüğünü yaptığı devrimlere ve aydınlanmaya karşıdırlar. Çünkü onlara göre tek doğru İslamın kendi yorumlarına göre hem birey, hem toplum için getirdiği kurallardır. Buna karşı olan her yasa, her kural bidattır, küfürdür ve Türkiye bir darülharp bölgesidir. İkinci grup Atatürk karşıtları benim bir bölümü ile dostluk ettiğim iyi niyetli solcular, Marksistler olmuştur. Onlar dinciler gibi Atatürk’ü karalamaktan uzak durmuşlar, ancak onun bir burjuva ve üstyapı devrimi yaptığını ileri sürerek eleştirmişlerdir. Zaman, mekân ve o günün koşullarından soyutlanmış bu yargılar bence şaşırtıcıdır ve sağduyudan yoksundur. 68’lilerden yakın tarihlerde Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimleri küçümsemek ve göz ardı etmelerinin büyük bir yanlışlık olduğu özeleştirisini dinledim. Üçüncü grup yürekler acısı bir yurt gerçeğimizdir. Türk toplumu son dönemde ikinci cumhuriyetçiler, liberaller, neoliberaller, küreselleşmeciler diye anılan okur yazar enteller tanıdı. Onlar, yarı sömürge haline gelmiş feodal bir imparatorluk enkazından çağdaş bir ulus ve yepyeni bir Türkiye yaratan Atatürk’ü ve Cumhuriyet devrimlerini karalamakta birbirleriyle yarış ederler. Bu devrimlerin çok sözünü ettikleri demokrasinin ve çağdaş toplumun, temel hak ve özgürlüklerin yolunu açtığını görmezden gelirler. İyi eğitim görmüş, birikimli, ağzı laf yapan ve demokrasi ve değişim diye toplumun açıkça dogmatizme ve cemaatçiliğe sürüklenişini savunan bu toplulukların davranışını anlamak ve açıklamak kolay değildir. Onların bu akıl almaz tavır ve tutumlarını, ancak üstlendikleri bir görevi yerine getirmek olarak yorumlayabiliriz diye düşünüyorum... D C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle