16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 20 EK M 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER RENKLİ gazetenin birinci sayfasında yine renkli dört kişilik bir fotoğraf. Soldan sağa doğru, Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı, Başbakan ve Türkiye Büyük Meclisi’nce Anayasa Mahkemesi’ne yeni seçilen iki üye. Yani, yüksek mahkemeler içinde ülkenin siyasal yaşamını en çok etkileyen kuruluşun en uzun süreli başkanı, gelip geçmiş başbakanlar arasında en uzun süre işbaşında kalmış olanlardan biri ve son “reform” maddelerine göre Meclis’çe seçilen üyeler. Yani, soldan sağa doğru, yargı, yürütme, yasama. Yani, güçler birliği. Son çağların yönetim biçimlerinden biri olan “güçler birliği” bu toplumun hiç yabancı olmadığı bir sistemdir. İstiklal Harbi, devrimci Mustafa Kemal’in de çok sevip akıllıca uyguladığı o sistemle yönetilerek kazanıldı. Yedi Düvel’in dört yandan başlattığı istilaya ve Mondros Mütarekesi’nin teslim aldığı padişahlığa karşı “milli irade”ye dayalı bir başkaldırış için en elverişli ve anlamlı yönetim biçimi o sistemdi. İşgallere direnen yerel kuruluşların ağır bastığı bir “görevlendirme seçimi”yle Ankara’ya gönderilen mebuslar, İstanbul’un İngilizlerce işgalinden kaçabilen son Osmanlı Meclisi Mebusan üyeleri, hem cephelerde vuruşan hem de yönetimde ses sahibi olmaya çağrılan fırka kumandanları oradaydı. Milli Mücadele günlerinin “ahval ve şeraiti”nde öyle bir kuruluşun halktaki direnişi temsil etmediğini kimse söyleyemezdi. Büyük Kurtarıcı, kongrelerin ardından o meclisi toplayabilmiş olmanın saygınlığıyla ve Anafartalar’dan beri taşıdığı karizmanın ağırlığıyla ulusal dirilişe öncülük etmekte yerden göğe haklıydı. Kazanışı da, askerlik dehasının yanında böyle bir siyasal dâhilik sayesinde oldu. Meclis hükümeti de denen güçler birliği sistemi, Büyük Fransız İhtilali’yle başlayarak neredeyse bütün devrimci hareketlerin temel tercihi olmuştur. Mustafa Kemal bütün devrimleri de o sistemle başardı. Ne var ki, aynı sistem, uluslaşmasını tamamlayamamış bir Türkiye’de 1950 Demokrat Parti iktidarıyla filizlenen ve Meclis’teki çoğunluklarına “milli irade” adını koyan “karşıdevrimci” iktidarların da tercihi olageldi. Çekilen resimdeki yüksek mahkeme başkanının “Değişime karşı çıkan, çağın nabzını tutamayan statükonun kibirli mensupları artık halkı ikna edememektedir” dediğini okuyunca tarihin azizliğini ve statüko kavramının “değişimli” anlamını düşünüp gülümsemeden duramıyor insan. [email protected] PENCERE Namussuzluk Düzeninin Miladı... Eskiden İstanbul’da içme suyunu sakalar satarlardı. Eşeğin iki yanındaki iki tahta kasaya ikişerden dört su tenekesi yerleştiren satıcı, sokaklarda bağırırdı: Sakaaaaa... Evlerde su küpü bulunurdu. Saka suyu boşaltmadan önce küpün ağzındaki tahta kapak kaldırılır, yerine bir tülbent konurdu. Su tülbentten süzülürdü. Çocuklar bu işlemi seyretmekten hoşlanırlardı. Bir gün sakanın küpe su boşaltmasını izliyordum. Büyüklerden biri: Suyun, dedi, en değerli olduğu yer çöldür. Saka: Bey, diye yanıtladı, desene ki çölde sakalık çok para kazandırır. “Değer” konusunda ilk dersi almıştım. Kızdığımız kişiye ne deriz: Sen kaç paralık herifsin be!.. Adamı parasal ölçüye vurmak mıdır bu?.. Herkes bilir ki bir milyoner, milyarder, trilyoner de beş para etmeyen bir herif olabilir. İnsanlık değeri parayla ölçülür mü?.. Sanırım sorunumuz bu noktada başlıyor; her şeyi parayla ölçmeye başladık. Oysa ‘değer’ ile ‘fiyat’ arasında çoğu zaman bir uyum yoktur; fiyat geçici bir değeri vurgular; üstelik fiyatı olmayan değerler de pek çoktur. Namusun değeri var... Fiyatı var mı?.. Biliyorum, bu yazıyı okuyanların içinden kimileri şimdi bıyık altından gülüyorlar; çünkü toplumda namusa on paralık değer vermeyen nice kişi, piyasada namusunu satışa çıkarmış nice kişiye fiyat biçiyor. “Piyasa” her şeyi çözümlüyor... Ama nasıl?.. Vicdanla cüzdan arasında sandviçteki peynir gibi sıkışan kişi kaşarlanıyor. O zaman yeme.. Yanında yat. Bir süreden beri toplumda herkesin ağzına sakız olan bir deyiş var: “Yükselen değerler.” Oysa neler yükseliyor?.. Namussuzluk.. Rüşvetçilik.. Mafyacılık.. Çetecilik.. İşin kötüsü bütün bunlar “köşe dönücülük”le başlayıp boy attı. Namussuzluk alçaklık değil mi?.. Evet.. Peki, alçaklık nasıl yükseliyor?.. Devletin en yüksek koltuklarında en alçak kişiler oturursa, alçaklık yükselir mi?.. Her ‘değer’ parayla ölçülüyor.. Paranın değeri düşüyor.. Türk Lirası’nın değeri düştükçe, elimizde kalan ölçü Amerikan Doları oluyor. Bir ülke düşünün ki ulusal parasını bir yana itmiş, başka devletin parasıyla alışveriş yapar, ücret saptar, fiyat biçer.. Ne zaman başladı bu?.. İşte bu değer ölçüsünün geçerli olduğu gün, Türkiye’de namusun öldüğü ve köşe dönmeciliğin doğduğu tarih, alçaklığın yükselen değerlere dönüştüğü milattır. (17 Ekim 1988 tarihli yazısı) D emokrasilerde halk ya yerel ve genel seçimlerde oyları aracılığıyla tercih ettiği par tinin adaylarını destekleye rek iradesinin yönetimde egemen ol masını ya da referandumlarda ülke yö netimiyle ilgili istediği konunun kabul edilmesini sağlar. Bu sürecin sağlık lı işleyebilmesi adil ve şeffaf bir seçim sistemine bağlıdır. Demokrasilerin olmazsa olmaz ön koşulu seçmen iradesinin sandığa tü müyle yansımasını sağlayan seçim sisteminin güvenilirliğidir. Acaba bu konuda Türkiye’de durum nasıldır? Referandum öncesinde ve sonra sında seçim sisteminin güvenilirliği ni tartışan ciddi iddialar çeşitli örnekler ve kanıtlarıyla öne sürüldü. İddiaların özünde, sistemin yetersizlikleri yü zünden seçmen iradesinin sandığa adil bir şekilde yansımayacağı görü şü vardı. Ancak bu iddialar bazı in ternet gazeteleri ve birkaç gazete dı şında basında yeterince yer almadı. Kanıtlar mı yetersiz? Ciddi kanıtların varlığına rağmen ül kemizin ve rejimimizin geleceğini doğrudan etkileyen “seçim sistemin de olumsuzluk” ve “referandumda usulsüzlük” iddiaları neden yazılı ve görsel basınımızda yeterince yer al mamış ve devlet kurumları sorunun üzerine gitmemiştir? Kanıtlar mı ye tersiz, iddialar mı zayıftır? Referandum öncesi ve sonrasında di le getirilen başlıca iddialar şunlardır: Parmak boyama kaldırıldı, bir ki şi birçok kez oy kullanabilir. Kimlik numarası kişinin bir kez oy kullanabilmesi için yeterli güvence de ğildir. Çünkü nüfusta kişiye ait bir bil ginin örneğin baba adının değiştiril mesi ile aynı kişiye yeni bir kimlik ve numarası verilebilmektedir. Böyle likle bir kişi farklı sandıklarda birçok kez oy kullanabilir. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Siste mi yüzünden seçmen kütükleri sağlıklı olmaktan çıkmıştır. TÜİK Başkan vekili Ömer Toprak’ın da ADNKS formlarının imhası üzerine yaptığı açıklamada dile getirdiği gibi, cezayı göze alarak “Biri sahte, iki tane TC kimlik numarası olması halinde mükerrer oy kullanmak mümkün olabilir”. Bu sahteliğe yol açabilecek olan kayıt sistemi formları, liste ve çizel geleri de 2008 yılı kasım ayında TÜ İK talimatıyla tüm il ve ilçelerde im ha edilmiş sahteliklerin belgelenmesi olanağı kalmamıştır. Seçmen kütükleri yazımında orta ya çıkan karışıklıklar sonunda 2007 genel seçiminde 42 milyon 799 bin olan seçmen sayısı 2009’da yapılan ye rel seçimde 48.049 milyon olarak ilan edildi. 2 yılda 5 milyon 250 bin seç men artışı oldu. 2010 yılında ise kayıtlı seçmen 52.051.828 olarak ilan edildi. Bir yılda seçmen sayısı 4 milyon, 3 yıl da ise 9 milyon 300 bin dolayında art tı. Bu artışın nedeni anlaşılamamıştır. Nüfus yüzde 3, seçmen sayısı yüzde 20 artarken sandık sayısı yüz de 5 azalmıştır. Türkiye’nin birçok yerinde binlerce kişinin seçmen kütüklerine yazılma dıkları mahkeme kararları ile belir lenmiştir. ABD’den getirilen SECSİS adı ve rilen sayım sistemi şüphelidir. Dışa rıdan müdahaleye açıktır. Bir millet vekilimizin sistemin güvenilirliği ile ilgili olarak Adalet Bakanı’na verdi ği soru önergesine “Yüksek Seçim Kurulu’nun yargısal niteliği ve ko numu ile bağdaşmadığı” gerekçesiyle bakan tarafından yanıt verilmemiş, gü venlikle ilgili birçok soru yanıtsız bı rakılmıştır. Oysa Yunanistan genel se çimlerde güvenilir olmadığı için bu sistemi kullanmaktan vazgeçmiştir. Bir başka milletvekilimizin refe randum sonrası sandık sonuçlarının tek tek açıklanması isteğine Yüksek Seçim Kurulu ret yanıtı vermiştir. Sayın mi letvekili de kararın iptali için Danış tay’a dava açmıştır. Ancak bir kısmını sıraladığımız id dialar ve kanıtlar görüleceği üzere ne yetersiz, ne de zayıftır. Aksine id dialar ve kanıtlar güçlü ve önemlidir. Var olan seçim sistemi kötü niyetli müdahalelere açık, özürlü ve şaibeli dir. Bu seçim sistemiyle bundan son ra adil ve şeffaf demokratik seçimle rin yapılması olanağı kalmamıştır ve AKP gidilecek her seçimde kazanma şansına sahiptir. O halde konunun bu denli ciddiyetine rağmen basında ye terince yer almaması ve ilgili devlet kurumlarının konunun üstüne gitme mesi neyi göstermektedir? İki ayaklı tehlike Yaşanan süreç anayasal devlet ku rumları ve demokratik rejimimiz açı sından tehlikeli bir durumun varlığı nı göstermektedir. Tehlike iki ayaklı dır. İlki, bir ideolojik düşüncenin kad rolaşmasının sonucunda, çok açık id Türkiye’de Seçim Sistemi Özürlüdür... Prof. Dr. Mehmet TOMANBAY 22. Dönem Ankara Milletvekili Bugün ülkemizde demokrasimizin önünde bulunan en önemli engel bağımsız olmayan medya ve güvenli olmayan seçim sistemidir. Halk iradesi özgür ve adil bir şekilde sandığa yansımadıkça gerçek demokrasiden söz edilemez. Bu nedenle özellikle CHP ve diğer muhalefet partilerinin en önemli görevi, seçmen iradesini sandığa adil yansıtacak demokratik seçim sistemini yeniden kurmak için mücadele vermek olmalıdır. dia ve kanıtlara rağmen ilgili devlet kuruluşları nın sorunu yok sayarak sorumluluklarını yerine getirmemeleridir. Teh likenin ikinci ayağı ise yasama, yargı ve yürüt meden sonra demokra silerin en önemli dör düncü gücü olarak ta nımlanan medyanın da ülkemizin geleceği açı sından çok önemli ol masına rağmen konuyla ilgilenmemesi ve ne ya zık ki kendisinden bek lenen hizmeti artık ye terince yerine getirme mesidir. Kimi görüşlere göre medyamızın yüzde 60’ının yandaş olduğu belirtilmektedir. Oysa referandum sürecinde yaşanılanlar bu oranın bile az olduğunu, AKP hükümetinin devlet gü cünü kullanarak oluş turduğu baskıların so nuç verdiğini ve med yanın hemen tümünün hükümetin hoşuna git meyecek haberlere ve köşe yazılarına yer ver mediğini göstermiştir. Bugün birkaç gazete ve TV dışında iktidarın ic raatlarını eleştirebile cek, yapılan yanlışların üzerine gidecek medya aracı kalmamıştır. Vatandaşlarımız de mokrasilerde olmazsa olmaz olan farklı gö rüşleri çeşitli medya kaynaklarından öğrene bilme olanağından yok sundurlar. Bugün ülkemizde de mokrasimizin önünde bulunan en önemli en gel bağımsız olmayan medya ve güvenli ol mayan seçim sistemi dir. Halk iradesi özgür ve adil bir şekilde sandığa yansımadıkça gerçek demokrasiden söz edi lemez. Bu nedenle özellikle CHP ve diğer muhalefet partilerinin en önemli görevi, seçmen iradesi ni sandığa adil yansıta cak demokratik seçim sistemini yeniden kur mak için mücadele ver mek olmalıdır. Halkımızın iradesinin sandığa serbestçe ve adil bir şekilde yansımasını sağlayacak adil ve şeffaf seçim sistemini yeniden tesis etmeden Türkiye mizin sorunlarını çöz meyi beklemek ham bir hayalden öteye gide mez. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kibir ve Statüko
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle