16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 20 EK M 2010 ÇARŞAMBA 16 KÜLTÜR DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ ‘İnsanlık’ “Ah Şili, uzun taç yaprağı seni!..” Ozanların sevgili ülkesi Şili, geçen hafta yeni bir destanla yine dünyaya seslendi. Neden bütün dünya bir anda ayağa kalktı; gözü, kulağı, yüreğiyle Şili’deki otuz üç madencinin yazgısıyla böylesine bütünleşti dersiniz? Çünkü Şili bir kez daha insanlığın vicdanı oldu. Hepimize insan olduğumuzu, öteki insan kardeşlerimizle bütün bir insanlık ailesini oluşturduğumuzu, birimizin başına gelen felaketin hepimize ait olduğunu gösterdi. Hüznün de sevincin de nasıl birlikte yaşanabileceğini hatırlattı. Şili sözcüğü, bu toprakların eski halklarının dilinde “dünyanın son bulduğu yer” anlamına geliyor. Bunca uzak, yeryüzünün önemli merkezlerinden. Ama ozanın dediği gibi bir taç yaprağı gibi uzun, ince ülke, kendini dünyaya tanıtmakta çok gecikmedi. Şili’yi dünyaya ilk tanıtan ozanları olmuştu. Gabriela Mistral, 1945’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan ilk Latin Amerikalı ozan oldu. Ardından Pablo Neruda, şiirleriyle dünyanın önde gelen ozanları arasında anıldı. O da 1971’de Nobel aldı. Ama Şili’nin dünyanın sevgili ülkelerinden biri olması, 1970’te Salvador Allende’nin, ilk kez Marksist bir devlet başkanının seçimle iktidara gelmesiyle oldu. Bu olay sosyalizmin parlamenter seçimler yoluyla da iktidara gelebileceğini göstermesiyle dünya için yeni bir dönüm noktasıydı. Allende, hiç çekinmeden sosyalist uygulamalara girişti. Ülkedeki yabancı şirketleri ulusallaştırdı. Dünyanın en zengin bakır yataklarının bulunduğu Şili’de ayrıcalıklarını, sömürü olanaklarını yitiren küresel güçler, Allende’yi devirme planları yapmaya başladılar ve 11 Eylül 1973 günü ABD destekli askeri bir darbe ile ülkede yönetimini kanlı bir biçimde ele geçirdiler. Allende başkanlık sarayında vuruşurken öldürüldü. Hasta Neruda, evinde gözaltında öldü. Yüzbinlerce insan stadyumlara toplanıp öldürüldü. Şarkıcı Victor Jara, stadyumda şarkı söylediği için gitarını çalamasın diye önce elleri kesildi, ardından öldürüldü. On beş yıl süren baskı yönetimi boyunca Şili, dünyanın vicdanı oldu. Ülkeden kaçabilip yeryüzüne yayılan sanatçılar, aydınlar ülkelerinin acısını dünyanın dört köşesine taşıdılar. Allende döneminde parlayan yeni müzik anlayışı “Şili Yeni Türküsü”nün ezgileri dünya halklarının dillerinde, gönüllerinde yer buldu. Şili’de darbe olduğunda ülkemizde de sayısız Şili ile dayanışma toplantıları yapılmıştı. Bunlardan birinde, bugünkü Lütfi Kırdar Salonu’nda Onat Kutlar’ın “Pinoche ve öteki köpekler!” diye başlayan tok sesli konuşması bugün de kulaklarımda. İşte Şili, yıllar sonra bir kez daha insanlığın vicdanı oldu. Yalnızca yeraltında kalan insanların kurtarılması değildi yapılan. Giderek bütün insani değerlerini yitirmekte olan insanlığa yeniden insan olduğunu anımsatan bir dizi olay peş peşe gerçekleşti. Devlet başkanından madenci eşlerine insanların böyle içten birbirleriyle kucaklaşabildikleri bir dünyada olduğumuzu hatırlamak bile az şey mi? Durmadan halkını ve çevresini azarlayan liderlerin olduğu bir ülkede yaşıyorsanız elbet çok şey. Bir de “dam üstünde saksağan vur beline kazmayı” diye bir deyim vardır, olmadık yerlerde olmadık sözler edenler için söylenir. Bizde de böylesi oldu. Yeraltında kalan madenci cesetleri bile çıkarılamamışken “biz olsak üç günde çıkartırdık” demek, en azından son yıllarda ölen çok sayıda madencimizin, Tuzla tersanelerinde yeterli önlem alınmadığı için ölen 135 işçinin anısına saygısızlık, değerbilmezlik değilse nedir? Kot taşlama işinde çalıştığı için yirmili yaşlarında ölüme terk edilen gençler dünyanın hangi ülkesinde? [email protected] [email protected] CMYB C M Y B ELİF BEREKETLİ G aleri Nev sezonu, yaklaşık 20 yıldır ‘çoğaltılabilen sanat nesnesi’ üzerine çalışan çağ daş sanatçı Serkan Özkaya’nın “Ho mo Practicus” (İşe Yarayan Adam) sergisiyle açtı. Sanatçının Galeri Nev’deki bu ilk kişisel sergisinde bizi bekleyen; sehpa, avize, şemsiyelik gibi farklı pek çok işleve bürünerek ‘çoğa lan’, “Homo Practicus” adlı, cinsiyetsiz insan formundaki heykelleri. Serginin sorduğu temel sorunun “Müzelik bir heykeli, işlevsel bir obje gibi tasarla mak mümkün mü?” olduğunu söyle yen Özkaya’yla, işe yarayan sanat yapı tını, işlevin heykel ve tasarımdaki rolü nü ve bu serginin sanatındaki yerini ko nuştuk. Sergi için yola çıkarken kendinize “Müzelik bir heykeli, işlevsel bir obje gibi tasarlamak mümkün mü” diye sorduğunuzu söylüyorsunuz. Aynı soruyu şimdi ben size soruyorum... Ne yazık ki, soruyu benim sormam cevabını biliyor olduğum anlamına gel mez. Ancak bu sorunun ne işe yaradığı nı şöyle anlatabilirim: modern zamanla rın sanat yapıtlarında ‘işlev’ yoktur. Gündelik yaşamımızdan basit bir nesne, bir sanatçının buna “Bu bir sanat ese ridir” demesiyle müzeden müzeye sü rüklenebiliyor. Sanat artık “işlevi ol mayan şey”. Bir yanda sosyal hayatta ki işlevsizliği ile örtüştürülen ‘sanat’ yapıtı var, diğer yanda da işlevin ol mazsa olmaz olduğu ‘tasarım’. Çok acayip sanatsal bir form dahi bulsan, ucuna ampul takman lazım ki lamba ol sun. “İşleve bağımlılık” ile “işlevsizli ğe bağımlılık” bu sergide, bu soru sa yesinde üst üste geliyor. K M NE KADAR YAPIT TALEP EDERSE... Daha önce seri üretim ve arz talep kavramlarını sorguluyor; örneğin tek bir formda çok sayıda pasta yapıp satıyor, sanatınız ne kadar talep edi lirse o kadar var ediyordunuz. ‘Ho mo Practicus’ta bu kavramların pe şinden gittiğinizi söyleyebilir miyiz? Evet, söyleyebiliriz. Düşünelim, in ternete bir resim koyduğunuzda artık ondan kaç tane vardır? Bunun yanlış cevabı ‘sonsuz’, doğru cevabı da ‘kaç kişi talep ederse o kadar’. Ben de bu radan yola çıkarak, kim ne kadar talep ederse, yapıtımdan o kadar olsun iste dim. Ancak daha önce ya bir restoran daydık, ya da bir moda dükkânında; sa nat başka bir alanın içine giriyordu. An cak burası zaten bir sanat mekânı, bura da birebir aynı süreç söz konusu ola maz. Burada da sanat olmayan şeyin, tasarımın galeri içine girmesi ve formun akla gelen her şeye, şemsiyeliğe, masa ya, satranç tahtasına, avizeye dönüştürü lebilmesi durumu var. Avizeye dönüştürülebilmesi durumu var. Peki o halde, niçin sanatla tanım lanmış bir alana, galeriye dönüş yap tınız? Daha önce sanat alanının dışın da tuttuğunuz yapıtlarınızla aynı derdi olan ‘Homo Practicus’ta, yapıt ile mekân iyi bir iletişim halinde mi sizce? Uzunca bir süredir, sanatla tanımlan mış alanın içinde olmamak arzusu vardı. Ama burada, “Yapıtlar galeriye ait mi, değil mi” diye bir tereddüt var. Burada işlevi olduğunu iddia eden birtakım formlardan söz ediyoruz; bunları sanat galerisinin içine konumlandırmak, “dı şarıyı içeri koymak” olarak görülebilir. ‘KADINDA ŞE YARAMA PROBLEM YOK’ Yani bu sergi mutlaka galeride ol ması gereken, ancak öyle anlamlan dırılabilecek bir sergi miydi? Tabii. Getirdiği cicilik, süslülük ve bayağılığıyla tasarım ve kendini büyük lendiren, özneyi pohpohlayan heykel sanatı nefret ettiğim iki alan. Ancak bir yandan da çok cezbediciler. Tasarım kitlelere ulaşıyor, heykel ise sabırla onu okumayı tercih edersek hayatımızı zen ginleştiriyor. İkisini bir araya getirirken de işin sanat kısmını vurgulamak, bu fi gürü sanat olarak tanımlamak gerekir. Bunlar müzelik heykel ama dışarıda başka bir şey olabilir! Bunu vurgula mak için sanat galerisi şarttı. Daha önce hiçbir yapıtınızda top lumsal bir angajmanla yola çıkma mıştınız. Ancak bu serginin tanıtım metninde erkeğin toplumdaki rolüne bir gönderme olduğundan söz edili yor... Niçin insan değil de erkek? Çünkü kadında işe yarama problemi yok bence, o kendi kendine yetebilen bir varlık. Erkekse öylesine var. Ama bir yandan çağımızın algısıyla çalışan, parayı getiren... Kadın ise aslında geri ye kalan her şey. İşte buradan yola çık tım. Toplumda erkek ve bu sergide fi gür; bir şeyler olmaya çalışıyor, hem et ken, hem faal olan, ama aynı zamanda tümüyle edilgen... Serkan Özkaya’nın ‘Homo Practicus’ adlı sergisi 1 Kasım’a dek Galeri Nev’de ‘İşe yarayan’ heykeller Yaklaşık 20 yıldır ‘çoğaltılabilen sanat nesnesi’ üzerine kafa yoran Serkan Özkaya, “Müzelik bir heykeli, işlevsel bir obje gibi tasarlamak mümkün mü” sorusunun peşine düşüyor şimdi de. Özkaya, “Homo Practicus” (İşe Yarayan Heykel) adını verdiği sergisinde sehpa, avize, şemsiyelik gibi farklı pek çok işleve bürünerek ‘çoğalan’, cinsiyetsiz insan formundaki heykellerle karşımıza çıkıyor. MELTEM YILMAZ S inan Suner, Erdal Eren, Er can Koca... Biri polis kurşu nu, diğeri idam, bir diğeri ise işkence ile sona eren üç genç yaşam... Sosyal Araştırmalar Vakfı (SAV) / 74 83 Çalışma Grubu, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yaşattığı acı ve trav mayı, bu üç gencin hikâyesi üzerin den beyazperdeye taşıdı. Yönetmenli ğini Tunç Erenkuş’un yaptığı, röpor tajları ise Tevfik Taş’ın gerçekleştir diği “Oğlunuz Erdal” belgeseli, ön ceki gün Beyoğlu Sineması’nda ilk kez seyirciyle buluştu. Filmi izleyen ler arasında 12 Eylül’de idam edilen devrimci isimlerden Ramazan Yuka rıgöz ile Erdoğan Yazgan’ın aileleri, Erdal Eren’in avukatı Nihat Toktay, cezaevi arkadaşları Jale ve Nuri Ko çak, politik belgesel filmleriyle tanı nan yönetmen Çayan Demirel’in ya nı sıra Altın Portakal Film Festiva li’nde en iyi yönetmen ve en iyi film ödüllerini alan “Çoğunluk” filminin ekibi de oradaydı. Eren’in ailesinin ise filmi, Ankara’da izleyeceği öğrenildi. 2007 yılında çalışmalarına başlanan 78 dakikalık belgesel filmde, Erdal Eren, Sinan Suner ve Ercan Koca’nın aileleri, çocukluk ve cezaevi arkadaş larından, Erdal Eren’in idam kararını iki kez bozan emekli Hâkim Albay Ahmet Turan’a, o esnada Mamak Cezaevi’nde asteğmen olan gazeteci Namık Koçak’tan Erdal Eren’i son gecesinde fotoğraflayan Savaş Ay’a kadar dönemin birçok tanığından görüşler yer alıyor. Belgeselin yönetmeni Tunç Eren kuş, “darbenin yarattığı vahşeti anımsatan, en yalın, en güzel yüzlü simge” olarak tanımladığı Erdal Eren’in belgesele başladıklarında si yasi iktidarlar tarafından gündeme ge tirilmediğini belirterek, böyle bir bel geselin hazırlanmış olmasının Erdal Eren isminin bambaşka yerlere taşın masını önlemek adına iyi bir tesadüf olduğunu söylüyor. Filmin röportajlarını yapan Tevfik Taş ise “Erdal Eren’i, 12 Eylül refe randumunda olduğu gibi başka ne denlerle anan insanların kimler ol duklarına dikkat edilmesini öneri yorum. Çünkü 12 Eylül’le hesaplaş mak dediğimiz, o darbeyi yapan ge nerallerle hesaplaşmak anlamına gelmiyor. Generaller bu darbeyi yapan bir sonuçken 12 Eylül hazır lanmış bir darbedir” diyor. Erdal Eren’in dünyaya geldiği Şe binkarahisar’dan başlayarak idam sehpasına kadar uzanan yolculuğunu gözler önüne seren belgeselin konuk larından biri de Eren’in çocukluk ar kadaşı karikatürist Mehmet Çağçağ. Eren’in küçükken evlerinin üzerine düşen kayadan kılpayı kurtulup birkaç yıl sonra ise ölüme gönderildiğini an latıyor Çağçağ. Asıldığında, “Halkı mın inançlarına saygılıyım, ama di ni vecibe istemiyorum” diyen Erdal Eren, bir vakitler camiden çıkmazmış, bunu da öğreniyoruz belgeselden. Ama camiden çıktığında da Halk evi’ne gidermiş, yine arkadaşı anlatı yor. Sonrası da hepimizin bildiği o malum son... Erdal’ın hücresine son kez askerler le birlikte iki de gazeteci giriyor, Emin Çölaşan ve Savaş Ay. “Ölen asker için çok üzgünüm” diyor Er dal onlara. Savaş Ay ise o anı şöyle anlatıyor: “Karşımda yüzünde sarı sarı tüyler olan bir çocuk vardı ve birkaç saat sonra asılacaktı.” Darbenin vahşeti ve ‘en güzel yüzlü simgesi’ YönetmenliğiniTunç Erenkuş’unyaptığı‘Oğlunuz Erdal’belgeseliseyirciylebuluştu. ÇDSO sezonu açıyor ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası (ÇDSO) yeni sezon açılış konserini 22 Ekim Cuma günü verecek. ÇDSO Müdürü Serdar Bakırezen, konser salonu ve idari binalarında tadilat olmasına karşın çalışmalarını aralıksız sürdürdüklerini belirterek, bu sezon 31 haftada 59 konser vereceklerini söyledi. Sezon içinde 11 yabancı şef, 17 yabancı solist, 20 Türk şef ve 36 Türk solist sahnede olacak. Fotoğraf:UĞURDEMİR *TEMEL OYUNCULUK EĞİTİMİ *MASTER OYUNCULUK EĞİTİMİ *YARATICI YAZARLIK ATÖLYESİ *YAŞAMA SANATI ATÖLYESİ *KAMERA OYUNCULUĞU EĞİTİMİ *ETKİLİ KONUSMA EĞİTİMİ *İLETİŞİMDE BEDEN DİLİ *KİŞİSEL İMAJ YÖNETİMİ *YAŞAM KOÇLUGU *KİŞİSEL GELİŞİM EĞİTİMİ *ENERJİ YÖNETİMİ VE STRESLE BAŞA ÇIKMA *DOĞAL TAŞLARLA TEDAVİ *ASTROLOJİ EĞİTİMİ SAHNE LİA CAFE KAM Dereboyu Cad. Şehit Nuri Pamir Sk. No:3 Ortaköy/İstanbul 0 212 260 09 42 PRODÜKSİYON SUNAR TÜRK GENÇLİĞİNE HİZMET VAKFI SERİ KONFERANSLAR: I Konu Sinema yönetmeni, yazar, öğretim üyesi HALİT REFİĞ’in aramızdan ayrılışının birinci yılı anısına Konuşmacı Gülper Refiğ Öğretim Üyesi Necip Sarıcı Lale Film Yönetmeni (Barkovizyon Gösterisi) Can Ataklı Gazeteci / Yazar Yönetmen Prof. Dr. GÜNGÖR ŞATIROĞLU T.G.H.V. Başkanı Tarih: 20 EKİM 2010 ÇARŞAMBA Saat: 17.00 19.00 TAKSİM HILL OTEL Yer: SIRASELVİLER CD. N: 5 (TAKSİM ATATÜRK ANITI KARŞISI) B/3 TAKSİM HALL SALON 4 TAKSİM İSTANBUL TEL: 0212 334 85 00
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle