23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 20 ARALIK 2009 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Ilımlı-Köktenci?.. Televizyonlarla, radyolarla, gazetelerle, örgütlerle, tarikatlarla, cemaatlerle Türkiye’nin çoğunluğuna büyük ölçüde aşılanmak istenen ham ervah dinciliği politikada tabandan tavana yükselmek stratejisini ustalıkla uyguluyor.. Çünkü dincilik sandıktan çıktığı için demokratik sayılacak... Peki, İslamcılık nereye dek sızıp işliyor?.. İçtiğimiz gazoz var ya... Gazoz bile dincinin elinde şeriatın piyasasına göre değerlendiriliyor... Nasıl?.. Geçenlerde bir dinci gazetenin birinci sayfasından verdiği görkemli haber: “Diyanetten Gazoza Sessiz Tavır...” Neymiş?.. Gazoz ve kolada alkol varmış... Diyanet bu nedenle gazetecilere verdiği iftar yemeğinde gazoz ve kola değil, portakal suyu, soda ve çay ikram etmiş... Peki, gerçekliği ‘meşkûk’ bu haberin altında yatan dincilik kurnazlığı nereye dek uzanıyor?.. “Ey Müslümanlar!.. Sakın ola ki gazoz ve kola içmeyin, dinimizin yasakladığı alkolü almış olursunuz!..” Eh, gazoz ve kola piyasası dünya çapında bir pazarın rekabet dalgalarını içermiyor mu?.. Kim bilir dinci iktidar ve medya kesiminde bu minval üzere el altından ne pazarlıklar dönüyor?.. Dün bu köşede Ömer Hayyam’ın dörtlüklerinden örnekler yayımlandı; bin yıl önce yaşamış şair ve bilim adamı, alkollü içkiye nasıl bakıyor?.. Bir dörtlük daha: “Sarhoş diye çıkmışsa bir kere adım, Halkım neden kınar beni, anlamadım. Her haram şarap gibi sarhoş etseydi; Dünyada tek bir ayık bulamazdın.” Bizim dinci iktidar bin yıl önceki Müslümanın hoşgörüsünden bile geride konuşlanıyor... İstanbul Bağcılar’da dinci belediye ‘Kadınlar Parkı’ yapacakmış... Erkekler parkı.. Kadınlar parkı.. Dinciliğin dibi yoktur.. Van’da gebe kaldığı için töreye göre ailesi tarafından “infaz (idam) edilen” 15 yaşındaki kız çocuğunu, yapacakları kadınlar parkına gömüp üstüne de görkemli bir taş diksinler!.. ‘Gazoz’u ve ‘kola’yı alkollü olduğu için tüm Türkiye’de yasak etsinler... Ve dinen yasak olduğundan tüm Türkiye’de Atatürk heykellerini kırsınlar... Yine yetmez... Neden yetmez?.. Çünkü bu tür siyasada dinciliğin dibi yoktur... Ilımlı diye başlarsın.. Köktencisi de yetmez... (27 Ekim 2006 tarihli yazısı) “Geçen akşam valide bana ‘Kaç tane hikâye kitabın çıktı bugüne kadar’ dedi. Böbürlendim: ‘Onuncu çıkacak’ dedim. ‘Kaç para aldın hepsinden’ dedi. Hani bir paradan söz açılınca kızaran burjuva çocukları vardır, onlar gibi oldum, kızardım: ‘1200, bilemedin 1300’ dedim. ‘Vay benim enayi oğlum’ dedi. Kalkıp tarhana çorbasını pişirmeye gitti.” Bu oldukça eski bir yazıdır. Sait Faik’in, annesinin karşısında ne diyeceğini bilemeyecek duruma düşmesi!.. “Semaver”, “Sarnıç” “Mahalle Kahvesi”, “Alemdağ’da Var Bir Yılan” gibi birçok öykü kitabıyla edebiyat tarihimizin unutulmazlarının en başında yer almış bir yazarın, acı mı acı itirafı!.. Kendimi düşündüm!.. Annem bana sormamıştı bile böyle bir şeyi... Nasıl Sait Faik’in “Benim bir koruyucum var, o da annem” demesi gibi, benim annem de her zaman yanımdaydı, başlıca desteğimdi. Çünkü o da biliyordu, edebiyatla ekmek parası çıkarılmaz... On beş öykü kitabım var. Romanlarım, denemelerim, anılarım şöyle böyle yetmişi bulur. Ben kaç para kazandım bütün bunlardan diye hiç düşünmedim, düşünmek de istemedim. Varlık Yayınları’nda en az beş bin adet basılırdı kitaplarım. Erdal’ın, Cengiz’in başka yayıncıların bastıkları kitaplar en az beş bin baskı olurdu. Üstelik yeni baskılar da birbirini izlerdi. Ya şimdi? Böyle şeyler açıklanmaz, ayıp olur! Üstelik de uzun süredir Cumhuriyet Yayınları’nda çıkıyor yeni, eski kitaplarım... Her biri kaç tane basılıyor dersiniz? Utanç vericidir bunun yanıtını vermek! Bin mi, iki bin mi en çok? İlk kitabım “Önce Ekmekler Bozuldu”yu annemin verdiği iki yüz lirayla bastırmıştım, iki bin!.. Üstelik kısa sürede tükenmiş, ah o 1946 yılları!.. Şimdilerde durum değişti, öyle kitaplar var ki elli bin, yüz bin okur buluyor, yeni yeni baskılar yapıyor. Ama öykü, roman, deneme belli bir sanatsal değer taşıyorsa solda sıfır kalıyor! Yazan da, basan da hava alıyor! Yani gerçek sanat, gerçek edebiyat ürünleri eskisinden beter durumda... Bir zamanlar devletin kültür politikası vardı, değerli yapıtlar milli eğitimce, Halkevlerince, kitaplıklarca alınır, okura sunulurdu. Şimdi nerde öyle bir anlayış, bir değerlendirme!.. “Vay enayi oğlum” demiş Makbule Hanım!.. Bana da söylenmiş, bana benzeyenlere de! Orhan Kemal’i düşündüm. Ekmek parasını çıkarabilmek için roman sayfalarıyla gazete gazete dolaştığı günleri... Büyük bir yazardı, ama gazeteler, yayıncılar için kolay bir avdı. Çünkü kitapları çok sevilir, okunurdu, ama sevgili dostumun eline ne geçerdi, ancak üç beş kuruş!.. Ecvet Güresin, 1943 yılında bir gün bana “öykü, roman yazmakla bir yere varılmaz, gazeteci olacaksın, işte sana iş. Yeni Sabah’ta altmış lira aylıkla polis adliye muhabirliği yapıyordum, şimdi sen yükleneceksin, ayda kırk lira...” Kaç gün sürdü polis muhabirliğim diye mi soruyorsunuz, iki gün!.. Korkmuştum, ürkmüştüm, gazete muhabirliğinin bana göre olmadığını anlamıştım... “Yaşasın edebiyat” demişti Sait Faik. Ben de yaşasın, dedim. Yine de elli yıldır gazetelerde köşe yazarlığını sürdürdüm. Ama edebiyatı, sanatı, kültürü, düşünceyi de bir yana atmadan.. Hepimiz enayi miyiz? Sevgili Makbule Ana yanılmış mı? O gün bugün bu enayilik sürmekte mi? Daha da sürecek mi, yeni yazar kuşakları boyunca?.. EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Vay, Benim Enayi Oğlum!’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle