17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Türk Olmak Üzerine Kişisel Bir Anı Aramızda o konuşma geçtiğinde 10 yaşındaydı küçük oğlum. Almanya’da, Hamburg’da yaşıyorduk. O, ilkokula gidiyordu. Sınıfında Alman öğrencilerin yanı sıra neredeyse onların yarısına yakın sayıda Sırp, Hırvat, Yunan, İspanyol, Cezayirli ve Türk öğrencilerden oluşan bir yabancı grubu vardı. Bir akşam yemeğinde, sofrada, “Baba,” dedi, “herkesin başka bir hayat öyküsü var.” Boyundan büyük bir laf, diye geçirdim içimden. Fakat o benden bir karşılık beklercesine yüzüme bakıyordu. “Başka nasıl olur ki,” dedim, “herkes farklı yerlerde doğmuş, farklı ortamlarda büyümüş, farklı deneyimler geçirmiş…” Sözümü kesti, “farklı yerlerden gelmiş, bizim okuldakiler gibi…” Kafasında sormak istediği bir soru olduğunu, fakat toparlayamadığını anlamıştım. “Biz de farklı bir yerden gelmedik mi?” dedim. “Türkiye’den geldik”, diye yanıtladı, “onu biliyorum, ama Türkiye’ye nereden geldik?” Küçük bir çocuğa nasıl anlatılırdı bu büyük, tarihsel serüven? “Bak oğlum,” diye başladım söze, “annenin büyük babası Orta Asya’dan, bugün Çin’in bir parçası olan Doğu Türkistan’dan gelmiş, deden ise Türkiye’de doğmuş. Anneannenin ailesi ise Arnavutluk’tan göçmüş, anneannen de deden gibi Türkiye’de doğmuş. Sen ise Nürnberg’de doğdun.” Biraz durduktan sonra, “Ya sen?” diye sordu. “Benim ailem İzmirli,” diye yanıt verdim, “dedelerim, babaannem, anneannem, hepsi İzmir doğumlu. Ama annemin anne tarafından dedesiyle onun kardeşinin genç yaşlarında ticaret için gittikleri Yunanistan’ın Mora bölgesinde iki Yunan kıza âşık olup İzmir’e getirdiklerini ve onlarla evlendiklerini biliyorum.” Oğluma bunları anlatırken ben de belki ilk kez kendi “tarihsel” geçmişimle böylesine somut yüzleşiyordum. O ise yüzünde biraz da şaşkınca bir anlatımla gülüyordu. “Niye gülüyorsun?” diye sordum. “Amma da karışıkmışız,” diyerek sürdürdü gülmesini, sonra “Bütün Türkler bizim gibi mi?” diye sordu. “Hepsi değil, ama çoğu bizim gibi,” dedim. Ona anlayabileceğini umduğum bir dille Türkiye’nin ezelden beri bir “kavimler kapısı” olduğunu, topraklarının büyük uygarlıklara beşiklik ettiğini, Hititleri, Urartuları, Lidyalıları, Frigyalıları ve başkalarını anlatmaya çalıştım. Bu toplulukların yok olmayıp sonradan gelenlerle karıştıklarını söyledim. İyonyalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar… Anlatacak ne kadar çok kavim, millet, devlet, uygarlık, imparatorluk vardı. Rumlardan, Ermenilerden, Kürtlerden, Yahudilerden, Araplardan, Romanlardan söz ettim. Birinci Dünya Savaşı öncesi uzun bir dönem Balkanlar’dan ve Kafkaslar’dan Trakya ve Anadolu’ya gelen ve toplam sayıları neredeyse var olan nüfus kadar olan göçmenlerin nasıl yurtlandıklarını, Türkiye’nin farklı kökenlerden gelen, adına Anadolu denen o büyük harman yerinde harmanlanan insanların coğrafyası olduğunu anlatırken beni ilgiyle dinledi oğlum. Çağdaş Türklük, Türkiye coğrafyasında uzun bir harmanlanma sonucu ortaya çıkan bir kimlikti, bir sentezdi. Bu kimliği kanla, soyla gerekçelendirmek kadar ahmakça bir şey olamazdı. Oğlum ertesi gün okula giderken bisikletinin selesinin arkasına küçük bir Türk bayrağı yapıştırdı. O gün okulda, kendisine “Anadolu bizimdi, siz gelip el koydunuz, bizi kovdunuz,” diye sataşan sınıf arkadaşı Aleksi’ye neyin ne olduğunu anlatacaktı. Anlattı da, sonrasında ikisi iyi arkadaş oldular. Arkadaşlıkları uzun yıllar, Aleksi ailesiyle Yunanistan’a dönene kadar sürdü. Oğlum bu doğruları kavradığında 10 yaşındaydı. Aradan 30 yıl geçmiş, şimdi bakıyorum, koskoca adamlar, üstelik okumuş yazmışlar da küçük bir çocuğun kavramakta hiç de zorlanmadığı gerçekleri göremiyorlar. Körlük mü yoksa ahmaklık mı, belki de bunlardan da öte bir şey. Bilemiyorum. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ICOMOS’un Kaygõlarõ Haritacõlarõn Uyarõsõ Aylarca süren “demokratik açılım” gündeminin sonuçta ne işe yaradõğõnõ tartõşan tartõşana... Siyaset yazarlarõ ne derlerse de- sinler, benim gözlemim “gerçek gündemin perdelenmesi”... Dikkat edin, medya sadece “liderlerin bağrışmaları”ndan ibaret... Gerçek “demokratik” kurumlarõmõzõn en yaşamsal uya- rõlarõnõ bile ne duyan var, ne de duyuran... Acaba “açıldıkça ka- pandık” mõ? İşte aslõnda, “sürmanşet”lik iki örnek... Üstelik haftalardõr internetteler ama ne gazetelerde ne de ekranlarda yer alabildiler... İstanbul kaygıları Dünya Anõtlar ve Sitler Kon- seyi (ICOMOS) Türkiye Milli Komitesi, İstanbul’un tarihi böl- gelerinde sürdürülen “yenileme projeleri”ne ilişkin kaygõlarõnõ açõkladõ. Üç tarihi bölgede, 2005’te yayõmlanan Yenileme Yasasõ’yla hazõrlanan “hükü- met destekli” belediye projele- ri kültürel mirasõ “yok etmek” üzere... Özellikle İstanbul-2010 süre- cinde Sulukule, Tarlabaşı ve Fe- ner-Balat projeleriyle, kentin özgünlüğü “tahrip” ediliyor. Uygulamadaki ortak anlayõşõn “kent merkezlerindeki değer artışından en fazla yararlan- mak” olduğu belirtilen açõkla- mada deniyor ki: “Sivil mimar- lık örneklerine çağdaş koru- macılıkla bağdaşmayan zararlı müdahaleler var; evsahibi ve kiracılar, bilgileri dışındaki kararlarla yerlerinden edili- yor...” Yani kültür zenginliği- mizin “rantçı darbe”ler altõnda kalmasõ yetmiyor; insanlar evle- rinden, sokaklarõndan kovulu- yorlar!... Uluslararasõ saygõnlõktaki bilim insanlarõmõz, bu katliamõ “acil”en önlemeleri için Kültür ve Turizm Bakanlõğõ ile Büyükşehir, Fatih ve Beyoğlu belediyelerini uya- rõrken şunu da ekliyorlar: “Ka- mu, gerekli hassasiyeti göster- mediği takdirde tarihi yapılar dünyanın gözü önünde yıkıla- rak yok olacaktır. Semt halk- ları dernekler kurarak bu yı- kımların karşısında durmaya çabalarken, konuyla ilgili tüm kesimler aynı çabalara destek olmak zorundadır...” Ey şu “demokratik açılım” için bağõrõp çağõranlar; İstanbul elden gidiyor, duyuyor musu- nuz? Haritacılar uyarıyor TMMOB ve Harita ve Ka- dastro Mühendisleri Odasõ’nca 2- 6 Kasõm’da İzmir’de düzenlenen “Yaşanabilir Gelecek İçin 2. Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) Kongresi”nin sonuç bildirgesi yayõmlandõ. 20 oturumda 50’den fazla bil- dirinin 1000 kişilik katõlõmla tar- tõşõldõğõ kongre diyor ki: “Dün- yanın en büyük gereksinimi olan enerji yataklarının bu- lunduğu coğrafyada yer alan ülkemizde, demokratikleşmeyi engelleyen emper- yalizm, komşu ül- kelerimizde işgal ve savaşlarla açlığı, gözyaşını ve acıyı hâkim kılmaktadır. Toplumsal ve eko- nomik gelişimin te- mel gücü üretim ol- masına karşın, Türkiye ekonomisi üretemez kılın- makta, dışa ba- ğımlılık ve aşırı borçlanma artmaktadır...” Demokratik açõlõm gündemin- de asla konuşulmayan bu “ger- çek”lerin õşõğõnda kongrenin ge- nel saptamasõ ise özetle şöyle: “Tarihte ilk defa 3500 yıl önce Sümerler kentlerinin harita bilgilerini kil tabletlere işledi- ler. Bu kültürel geçmişe rağ- men Türkiye bugün, 94’ü dev- let, 45’i vakıf toplam 139 üni- versitesi olsa da bilimsel bilgi- nin üretilmesi ve toplum yara- rına sunulmasında çok geri- lerdedir.” Bu olumsuzluğun aşõlabilme- si için CBS alanõnda yaşadõğõmõz kaosun ve özellikle “dil kar- maşası”nõn giderilmesi gerekti- ğine de dikkat çekilen bildiride- ki şu çağrõyõ bakalõm hangi “yet- kili”ler önemseyecekler: “Ül- kemizin esenliği için yetki sa- hibi ve Ar-Ge niteliğine sahip bir ‘CBS Enstitüsü’ artık acil ih- tiyaçtır...” Ey en ileri teknolojilerle her te- lefonun her istendiğinde dinlen- mesini sağlayan mühendisler; siz de bu ülke için asõl “mühen- dislik” sorumluluğunuzun ne ol- duğunu duyabiliyor musunuz? OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com 20 ARALIK 2009 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Recep’in sesi kısıldı: Susturamazsan sustururlar gülüm! Eşek Doğan Kapkıner: “Ulaştırma Bakanlığı, ‘Pilot telefonla konuşurken helikopter dağa çarptı’ demiş. Bırakın pilot olmayı eşek sürenler bile bu raporun altına imza atmaz!” Sine Bahri Saral: “DTP’liler sine-i milletten vazgeçti; yine sine-i Apo’ya döndü!” Eczaneler Avni Kurtuldu: “Recep’in adamları demokratik eylem hakkını kullanan eczanelerin sözleşmesini tek taraflı feshetti: Siz mi kapatacaksınız, ben mi kapatayım!” YağmurDeniz Hacı Beşir ile İlker Başbuğ SOKAKLAR savaş alanına dönmüş iktidarın Kürt Koordinatörü Hacı Beşir basın toplantısı düzenleyip “Endişeye hiçbir mahal yoktur. Her şey kontrol altında” diyor. Neyin kontrol altına alındığını sorarsanız; tısss! Maksat, laf olsun torba dolsun! Türk Silahlı Kuvvetleri, en aşağılık yöntemlerle tarihinin en ağır hakaretlerine uğruyor, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ basın toplantısı düzenleyip, son dönemde her terör olayıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ilişkilendirme çabalarından söz ediyor, bu ilişkilendirmeyi ancak terör örgütünün yapabileceğini, siyasilerin, akademisyenlerin, medya mensuplarının yapamayacağını söylüyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni terör örgütü ile ilişkilendirme çabası içinde olan siyasiler, akademisyenler, medya mensupları kim diye sorarsanız; tısss! Maksat, laf olsun milletin gazı alınsın! İsmet İnönü’nün ünlü sözü işte tam bu noktada yerini buluyor: Namuslu insanlar da en az namussuzlar kadar cesur olmak zorundadır. Cesaretini toplayıp çıkarsın halkın karşısına, “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik şu iddiaları nedeniyle şu siyasiler, bu akademisyenler ve şu medya mensupları hakkında dava açılmıştır” dersin. Belki böylece başına geçirilmiş çuvaldan da kurtulursun! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” AKP-FG iktidar ortaklığının Kürt Koordinatörü Hacı Beşir’in ettiği laflara bakılırsa, “demokrasi açılımı” adı altında Türkiye’yi faşizmin kucağına oturtmak üzere kolları sıvadılar. İktidar yalakası sahte demokratların, faşist liboşların, dincilerin, işbirlikçilerin, satılmışların, bilumum hainlerin gözü aydın olsun. Elbirliği ile Türkiye’yi hem iç savaşın eşiğine getirdiler hem de sıkıyönetimden ve olağanüstü halden daha beter bir ortamın kapısını araladılar: Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı dönemi! Hacı Beşir, sumen altı edilip bir süredir Meclis Başkanlığı’nda bekleyen Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı yasa tasarısının Bütçe görüşmelerinden sonra Genel Kurul’a getirileceğini bildirdi. Yalaka medyanın işbirlikçi elemanlarının suratını görmek isterim. Acaba hangi yüzsüzlük maskesini takıp, sıkıyönetim komutanlıklarını mumla aratacak “güvenlik müsteşarlığı”nı savunacaklar! “Telekulak İletişim Başkanlığı” gibi bir Amerikan yapımı olan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı ile Türkiye’ye McCarthy ruhunun ithal edilmesini içlerine nasıl sindirecekler! Örtülü ödenekten yapılacak operasyonları hangi kriterlerle demokrasinin içine oturtacaklar! Ama bunların mezhebi geniştir; nonoşundan fetoşuna, liboşundan faşosuna, iktidarı yalamak için türlü- çeşitli bahaneler uydurmakta gecikmeyeceklerdir. Ve sonra Türkiye, Ergenekon’da ayaklar altına alınıp paspas gibi çiğnenen yarım yamalak hukuk kurallarını bile arar hale gelecektir! Diyecekler ki, müsteşarlığın “operasyon” yetkisi yok! Evet, doğrudan yok ama yaklaşık 100 kişilik “çekirdek” kadrosu ile Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli İstihbarat Teşkilatı, Jandarma Genel Komutanlığı gibi Türkiye’de iktidarın emrindeki silahlı güçlerle “temas” halinde olacak! Müsteşarlığın bir eli de Adalet Bakanlığı’na uzanacak. Böylece özellikle civan padişahı Fatih Sultan Recep’in hayal dünyasında geliştirdiği her türlü “provokasyon” iddiasına ve “komplo” teorisine destek veren çalışmalar yapılacak, bunlar kamuoyuna gerçekmiş gibi yutturulacak! Bu arada müsteşarlık, yabancı uzman çalıştırabilecek. “Uzman” dedikleri tabii ki ajan ve hatta ajan provokatör! Bunları da kimsenin kuşkusu olmasın Amerika’dan ithal edecekler! Amerika da bize yeni açılımlar ihraç edecek! KDG Müsteşarlığı SESSİZ SEDASIZ (!) KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] [email protected] Sulukule’de demokratik açılımı süreci! BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Hatay ilinde, Türkiye ile Suriye arasõndaki geçişi sağlayan sõnõr ka- põsõ. 2/ Bir işletme tarafõndan piyasa- ya sürülen malla- rõn her biri... Bir tür yabanmersini. 3/ Elazõğ ilinde bir baraj... Üç dört ya- şõna kadar olan di- şi manda. 4/ Bir görevin yürütülebilmesi için merkez olarak seçilen yer... Dökülen tohumlar- la ertesi yõl çõkan tahõl. 5/ Hollanda’nõn plaka imi... Bir nota. 6/ Bir maçõn, dinlenme süresiyle ayrõlan bölümlerinden her biri... Eski dilde su. 7/ Çiçekle- ri hekimlikte kullanõlan ve kökü kavrularak yenen otsu bir bitki... Bir tür kalõn ve kaba kumaş. 8/ Hastalõk- lõ, sakat... Osmanlõlarda gece bekçisi. 9/ İzmir’in Menderes ilçesinin eski adõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kümes hayvanlarõnõn yavrusu... Dince kutsal sayõlan bir yerin ziyareti. 2/ Yeşilõrmak’õn antik dönemlerdeki adõ... “Yâr elinden --- içmiş deliyim/Üstü kan köpüklü meşe se- liyim” (Pir Sultan Abdal). 3/ Hiç emek vermeden ele ge- çirilen şey... Büyük makamdaki kimseleri hoş sözlerle, fõkra ve öykülerle eğlendiren kimse. 4/ Vietnam’õn pla- ka imi... İnce ipekten dokunmuş tülbent ya da gelin ba- şörtüsü. 5/ Yabancõ... Radon elementinin simgesi. 6/ Os- manlõlarda turfanda sebze ve meyvelerden alõnan vergi... Tuzağa düşürülen şey. 7/ Avcõnõn av beklemek için taş yõğõnlarõndan yaptõğõ pusu... Yürürken dayanmak için kul- lanõlan kalõn sopa. 8/ Eski bir uzunluk ölçüsü birimi... Ak- la ve sağduyuya aykõrõ olan. 9/ Sakarya iline özgü bir tür tatlõ... Yakut Türkleri inanõşõnda kötü ruhlarõn adõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B E Ğ E N C E İ O D Ş E A M E T N İ Z A M P L İ S K O R M A K A R İ B A S S İ S İ L İ K S U A L İ Z A R İ N B A L K L U L U A T A R E J İ M 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle