25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 20 CUMHURİYET 19 NİSAN 2008 CUMARTESİ İştah Kalmadı Denizbank Başekonomisti Dr. , TİSK’in “İşveren” dergisindeki makalesinde, küresel bunalımın Türkiye’ye etkilerini anlatırken 20022006 döneminde, kriz sonrası ertelenmiş tüketim ve yatırım talebindeki patlamanın itici gücünün kalmadığından söz etmiş. Ciddi biçimde borçlanan reel sektörün “yatırım iştahı”nın yanı sıra yine ciddi biçimde borçlanan tüketicilerin “tüketim iştahı”nın kalmadığını da vurgulamış. Ekonomist mez ise Petrolİş Sendikası için hazırladığı “2008 Dünya Krizi ve Türkiye” adlı raporunda, yukarıdaki yorumu “emekçe”ye çevirmiş: “Hane halkının bankalardan tüketici kredisi ve nakit avans şeklinde borçlanması 2000’de yaklaşık 6.7 milyar YTL iken, 2007’de 91.3 milyar YTL’ye çıkarak yüzde 1263 artmış görünüyor. Yakını borçlu, kanuni takibe uğramasın diye aile büyüklerinin katlanmak zorunda kaldıkları fedakârlıkların hiçbir istatistikte yeri yok. Esas sömürü de burada. Dar günler için damla damla yapılmış birikimler, bir küçük daire, babadan kalma bir ev, bir arsa, birkaç takı bir anda ödenmemiş banka borcu için elden çıkarılmak zorunda kalınabiliyor. Çöküşün çatırdamaları banka şubelerinden, bankamatiklerden, hanelerden daha çok duyuluyor.” İştah tıkanması, tıkınanlar için geçerli değil hâlâ... KöyDes Kimin Ayarı Kimin İçin? Michael Rubin’in Amerika’ya sığınmış emekli vaiz üzerine çıkışı nasıl yorumlanmalı? Bu soruya yanıt ararken bazı ipuçlarına dikkat etmemiz gerekiyor. İpuçlarından birkaçı da Michael Rubin’in kimliğinde gizli. Rubin, Cumhuriyetçi Parti’nin yeni muhafazakâr siyasalarının destekçiliğini üstlenen AEI’nin (American Enterprise Institute) araştırmacılarından. Yani, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nde yer alan ülkeler için “ılımlı İslam” formülünü üretmiş Bush yönetimine çok yakın bir isim. Bu bilgi karşısında ister istemez şu soru geliyor akla: “ABD yönetimindeki muhafazakâr kanat, şimdiye değin kol kanat gerdiği, ılımlı İslam formülünü yaymada önemli bir unsur olan emekli vaizi ve beslenerek büyütülmüş örgütünü durup dururken neden dışlamak istesin?” Makina Mühendisleri Odası Genel Kurulu sonuç bildirgesindeki Türkiye: “ABD’nin jandarmalık yaptırmak için Büyük Ortadoğu Projesi’yle gündeme getirdiği ve ılımlı İslamın iktidar olduğu kendine bağlı devletler oluşturma çabaları, ülkemizi büyük bir kaosun içine yuvarlamaktadır. Türkiye’de egemen sınıflar ve onların taşeronu AKP hükümeti, kapitalist küreselleşme ve neoliberal politikalar ekseninde bir kez daha Rubin’in aynı zamanda İsrail destekçisi WINEP (Washington Yakındoğu Siyaset Enstitüsü) için de çalıştığı dikkate alınırsa, bir başka soruya daha yanıt arıyorsunuz: “İsrail, acaba Türkiye’nin laiklikten uzaklaşmasını ister mi?” Geçen yıl Amerika’daki Yahudi lobisinin Türkiye’yi, daha doğrusu AKP iktidarını Ermeni sözde soykırımı konusunda yalnız bıraktığını anımsayanlar, Rubin’in “National Review”deki makalesini şaşırtıcı bulmuyorlar: “Rubin’in makalesinin birkaç ayağı var: Uyarının birisi ‘İşin tadını kaçırdın’ anlamında AKP’ye yöneliyor. Diğeri ‘Bizim sana yaptığımız ayarı bozma’ dozunda emekli vaize ve örgütüne. Sonuncusu da, ‘Emekli vaiz ve takımını ılımlı İslam formülü için kullanabilirsin, ama bugünkü koşullarda Türkiye için değil’ diyerek Amerikan yönetimine...” Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, köye ve köylüye destek olmak için “sosyal devlet” anlayışıyla yapılandırılmış bir kamu kurumuydu. AKP geldi kapattı, hizmetlerini ve kadrolarını il özel idareleri içinde eritirken, yerine KöyDes adını verdiği bir birim kurdu. KöyDes ne işe mi yaradı? Söz, eski Köy Hizmetleri Genel Müdürü ’nda: “Hükümet yetkilileri gerek medyada gerekse de yurt gezilerinde KöyDes’in yaptığı hizmetleri hiç de gerçekleri yansıtmayacak şekilde övüp durdular. KöyDes teşkilatı kurulduğunda bu birime önemli ölçüde kaynak da aktardılar. 2006 yılında 2 katrilyon lira, 2007 yılında da 2 katrilyon ödenek verdiler. Seçimlere yönelik bu ödenek aktarımı 2008 yılında ise 500 trilyon liraya düşürüldü.” SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Solu Olmayan Siyaset İtalyan Parlamentosu’nda artık tek “sol amblem” yok! Tarihi fenomen “orak çekiçle” yeşillerin amblemi; İtalya Parlamentosu’nda bundan böyle yer almayacak. Kızılyeşil “Gökkuşağı İttifakı“ çünkü parlamento dışında kaldı. “İçeri girebilmeyi başaran”, “merkez sol” da; bunu merkezdeki Hıristiyan Demokratlarla ittifak kurarak ve “sol” yerine “reformcu” etiketine sarılarak başardı... Berlusconi sağı ile hemhal olan “neofaşistler” ile “ırkçı” Bossi’nin partisinin kurduğu “sağ ittifak”; 20. yüzyıl boyunca Çizme’de varlığını koruyan sol partileri siyasetten sildi. Siyaset bilimci Ernesto Galli Della Loggia bunu “Corriere della Sera”daki bir başyazıda: “Solu Olmayan Parlamento: Bir Tarihin Sonu” diye özetledi. Sağa kayışın çapını kavrayabilmek için, analize kavramlardan başlamak gerekiyor. Kısaca “BB” olarak adlandırılan BerlusconiBossi bloku; resmi jargonda “merkez sağ ittifak” olarak anılıyor. “Politically correct””siyaseten uygun” olmak adına kamuoyuna “merkez sağ” adıyla pompalanan bu ittifak, gerçekte tam bir “sağ“... Bizde AKP ya da MHP’nin “merkez sağ“da tanımlanması ne denli yanıltıcıysa “BB”ye “merkez sağ” demek o denli yanıltıcı... “BB ittifakı“ dışında kalan tek bir sağ parti var İtalya’da. O da ana damarı Berlusconi sağı ile birleşen “neofaşistlerden” ayrılan küçük bir fraksiyon: Doğrudan doğruya “Sağ” adıyla seçime giren bu parti, (mecliste yüzde 4, senatoda yüzde 8 olan) barajı geçemediği için, parlamento dışında kaldı. Baraj altında kalan bu partiyle; “BB” çoğunluğunu oluşturan partiler arasında fark yok.... Sürüden ayrılan “fraksiyonun” tek günahı; kendini tam da olduğu yerde “sağda” tanımlaması oldu. “Sağ” lakabı çünkü hâlâ “ayıp” bir şey İtalya’da... Bu o kadar böyle ki; sandıklar kapanır kapanmaz yapılan tüm seçim tahminlerinin hepsi fos çıktı. Sandık çıkışı nabız tutan anketörlere seçmenler, sosyal şartlanmadan ötürü doğru yanıt vermiyor. Kamuoyu şirketlerine sistemli biçimde yalan söyledikleri için, “projeksiyonlar” yanıltıcı çıkıyor. 2006 seçimlerinde bu böyle olmuştu. Bu yıl da aynı şey oldu. Seçim gecesi yapılan “ilk projeksiyonlarda”, BB cephesi ile “merkez sol” arasındaki fark bir hayli dardı. Sayım tamamlandıkça, mesafenin çok daha büyük olduğu anlaşıldı. Sandık çıkışı seçmenler “Sağ” fraksiyonu filan geçin “BB cephesine” verdikleri oyları dobra dobra açıklamaktan kaçındılar.. Özetle Türkiye iman tazelemiş, ekonomik politikaların stratejisini IMF’nin ellerine bırakmış, her alanda özelleştirme, kuralsızlaştırma ve ticarileştirmeyi emekçilerin sırtına yükleyerek, dışa bağımlı yapıyı pekiştirmiştir. Anayasa tartışmaları ile laik, demokratik, sosyal hukuk devletine dayalı, eşitlikçi bir anayasa yerine; toplumsal uzlaşı aranmaksızın türbancı ve piyasacı bir anayasa dayatılmaktadır. Türban ile üniversitelerde cepheleşmeler yaratılarak öğrenci ve öğretim üyeleri kaos ortamına çekilmektedir. Gündemde bulunan ve Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası yasaları ile çalışanların hakları budanarak halkımızın sağlığı piyasa koşullarının insafına terk edilmektedir. Bu arada siyasi iktidar; çıkmaza giren, cari açığı büyüyen, dışa bağımlılığı ve 450 milyar dolara yaklaşan iç ve dış borçları ile yeni rekorlara koşan ekonomiyi kâğıt üstünde düzenlemekte, GSMH’yi bir gecede büyüterek, milli geliri kişi başına 3 bin dolar arttırmaktadır.” Uyuyan bir halkın çanına ot tıkanma öyküsü ancak bu kadar kısa ve özlü anlatılabilir... Ortaçağ Dönemi! FATMA ESİN AKP iktidarının uygulamaları ve söylemleri nedeniyle sağduyulu vatandaşlar, bazı gazeteciler, köşe yazarları, “Ortaçağ karanlığına sürükleniyoruz” şeklinde bir söylemi sık sık dile getirdiler ve getirmekteler. Ancak son günlerde yaşananlar gösterdi ki, bu söylem artık geçerliliğini kaybetmiş; çünkü, ortaçağa çoktan varılmış ve ne yazık ki, ortaçağ karanlığı korkunç bir şekilde yaşanmakta! Neden mi? Çünkü ortaçağ Avrupa’sı ile son günlerde Türkiye’de yaşananlar karşılaştırıldığında bu iki yaşamın tam tamına örtüştüğü açık seçik ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi ortaçağ, Avrupa’da koyu bir dinsel baskının hüküm sürdüğü bir dönemdir. Din adamları kilisenin düşüncelerine aykırı düşüncelere ve görüşlere kesinlikle izin vermemekte ve düşüncelerinde, görüşlerinde ısrar edenleri acımasızca cezalandırmaktaydılar. O dönemde bu cezalardan en fazla nasiplenenler düşünürler ve bilim adamları oldu. Çünkü düşünürler doğanın kavranmasında akılcılığı inancın önüne geçirmeye, bilim adamları ise gözlemlerine ve deneylerine dayanan yorumlar yapmaya başlamışlardı. Tabii bu da kilisenin inanca dayalı yorumları ile uyuşmamaktaydı ve kilise bunu kabul edemezdi. Zira kabul etmesi, gücünü yitirmesi demek olurdu. Böyle kişilere karşı savaş açtılar. İnsanları, düşüncelerini, ortaya koydukları bilimsel gerçekleri inkâr etmeye zorladılar. Direnenleri en ağır şekilde cezalandırdılar. G. Bruno’nun bilimsel görüşlerinde ısrar etmesi nedeniyle yakılarak öldürülmesi, G. Galileo’ nun ölüm cezasından ancak, “fikirlerinden vazgeçtiğini ve onları lanetlediğini” söylemesi koşulu ile kurtulduğu ve ömrünün son yıllarını ev hapsinde geçirdiği, bu konuda çok iyi bilinen örneklerdir. Günümüz Türkiye’sinde ise iktidar laikliğe, hukuk düzenine, çağdaş eğitime savaş açmış durumda. Laikliğe karşı din devleti, hukuk düzenine karşı şeriat düzeni, çağdaş eğitim yerine dinsel eğitim yerleştirilerek rejim dinselleştirilmekte. Beş yılı aşkın bir süredir laiklik dinsizlik olarak, özgürlük kadınların tesettüre bürünmesi olarak, demokrasi iktidarın her istediğini yapması olarak gösterilip insanların büyük bölümü kandırılarak epey yol alındı. Fakat bununla da yetinilmeyip son günlerde laikliği savunanları, hukukun üstünlüğüne inananları, inanca karşı bilimi yeğleyenleri cezalandırmak yoluna da gidildi. Sayın İlhan Selçuk yazıları ile hep laikliği ve akılcılığı savundu. Bu bir anlamda çağdaşlığı savunmaktır ki, iktidarın politikasına uymamaktadır... Sayın Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, seçkin bir bilim adamı olarak rektörlük yaptığı dönemde, üniversitelerin özgür düşünceye dayalı bilim alanları olması gerekliliğinden hareketle, inanca dayalı eylemlere karşı koymayı başarmıştır. İktidar politikasının tam tersi!.. Sayın Doğu Perinçek, İsviçre’nin akılla, insanlıkla, hukukla bağdaştırılması mümkün olmayan, “Türkler soykırım yapmamıştır” sözünü söylemenin suç sayılacağı ve söyleyenlerin cezalandırılacağı şeklindeki yasasına ülkemizde karşı çıkan, bu konuda bireysel olarak dava açan ve davasını başarı ile savunan tek kişidir! Ümmetçiliği ulusalcılığa yeğleyen iktidar için bu da büyük bir suç sayılmış olmalı!.. İşte bu üç saygın insanımız ve onlar gibi düşünen diğerleri, doğruluğu kuşkulu ihbarlar ve iddialarla gözaltına alınıyor, sorgulanıyor, bazıları tutuklanıyor. Tıpkı ortaçağda olduğu gibi, değil mi?.. Fakat diğer taraftan emekli imam Abdullah Cihangir TV ekranlarından kadınlara, “Kadınların sesi dört duvar arasından asla çıkmayacak. Kadın sesi dört duvar arasından çıktı mı bu hayâ perdesinin yırtılmasıdır” diye seslenebiliyor. Aynı şekilde, açıkça şeriat çağrısı yapan ve çağdaş yaşam şekline hakaretler yağdıran “İlahilerle Hakk’a Çağrı” isimli kitap Diyanet İşleri’nin izniyle bedava dağıtılabiliyor. İşte cezalandırılanlar ve ödüllendirilenler! Hâlâ ortaçağa sürükleniyoruz diye kendimizi kandırmayalım. Çoktan varmışız o çağa! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AÇ behicak?yahoo.com.tr ‘BB’ farkı nasıl yarattı? Bizde de böyle olmadı mı? AKP’nin “yüzde 47 tsunamisi” büyük şok olarak yaşanmadı mı? “AKP’ye oy veren iki kişiden biri hani nerede?” diye etrafımızda köşe bucak aranmadık mı? İtalya’da da aynen bu oldu işte. Berlusconi, yarışın başından beri şanslı lider görülmesine rağmen; kimse bu “açık ara farkı” beklemiyordu. “9 puan farkla” iktidara sahip çıkan “BB bloku”; Tayyip gibi tıpkı “yüzde 47” ile çoğunluk oldu ve Türkiye’deki 16.5 milyon seçmen misali “17 milyon seçmen oyuyla” başdöndürücü bir zafer sağladı. Medya patronu Berlusconi’ye göbekten bağlı bir basın, seçmenlerin dahi “itirafta zorlandıkları” bir ittifaka açıkça “sağ” diyebilir mi? Diyemiyor. “BB kadrosu” yedi düvele bu yüzden “makul çoğunluğun” desteğini alan bir “merkez sağ ittifak” olarak lanse ediliyor. Parlamento dışında kalan “sol” bu durumda ne oluyor: “Azgın azınlık!” Şartlanmaların böylesine güçlü, böylesine sanal ve kalın çizgilerle medya tarafından çizildiği bir dünyada; “BB cephesi”, “merkez sağ”! Bizde bir başsavcı dava açana dek “AKP”nin sunulmuş olduğu gibi tıpkı... Medya neyi nasıl sunursa, böyle bir “ön kabul” oluşuyor. İtalyan solu; öncelikle bu “ön kabulün” kurbanı. Medya dayatmasıyla sorgusuz sualsiz “merkez sağa” terfi edilen “BB olgusu” karşısında, “metazori bir merkez kayması“ yaşamak zorunda kaldığı ve böylelikle tüm kimliğini, tarihi köklerini yadsımak zorunda kaldığı için kurban her şeyden önce... “Sol”; “BB sağının” medya imkânlarına sahip değil. “Algıları“ şekillendiremiyor. Siyasete posizyon dikte edemiyor. Sürekli kontrpiyede kalıyor. Sanal ortamda şekillenen kalıplara uyum sağlamaya mecbur bırakılıyor. Sonuçta yalnız tepki veriyor ve inisiyatif alamıyor. Kendi “ön kabullerini” yaratamadığı için, olayların ardından sürükleniyor. Bu ilk problem. İkinci problem, öze dair: 21. yüzyıl solu nedir? O da gelecek yazıya... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY nilgun@cumhuriyet.com.tr BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 19 Nisan www.mumtazarikan.com 1/ Başıboş hay 1 vanların salındığı çayırlık. 2/ Bir et 2 kinliğin geçici 3 olarak durdurul 4 duğu süre... Yakup Kadri Ka 5 raosmanoğ 6 lu’nun bir romanı. 3/ Isparta’nın 7 bir ilçesi... Ana 8 dolu halklarının 9 en eski ana tanrıçası. 4/ Velileri olmayan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 küçüklerle kısıtlıları ko1 P O R T L A N D rumaya ilişkin hukuki reR A jim. 5/ Dolunay, meh 2 İ M A R E T tap... Bir işte bir kimse ya 3 R K İ Ş İ N E V da şeyin üstüne düşen gö 4 İ B İ Ş K A Z A rev. 6/ Çaresiz... Argoda 5 F E T İ Ş K İ T karnı aç ya da parasız 6 A R N A G A N A kimse. 7/ Evrensel alıcı 7 N A Z Y A R R olan kan grubu... İyi nite8 İ Y O T L A L A liklerini yitirmiş olan... A N A V A T A “Gelini ata bindirmişler, 9 nasip demiş.” (Atasözü). 8/ Operatörün hastanın bir yerini kesme ve dikme yoluyla yaptığı sağaltım. 9/ Dürüst, iyi ahlaklı... Dar ve kalınca tahta. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tembel, işsiz, serseri. 2/ Renk renk parlak tüyleri olan, iri gövdeli bir papağan... İnsan yaşamayan ıssız yer. 3/ Kitap getirmiş peygamber; resul... Fas’ın plaka imi. 4/ Tavsiye, tembih. 5/ Adana’nın Yumurtalık ilçesinin eski adı... Yapmacıklı davranış. 6/ Zavallı... Daire biçiminde bir metal plaktan oluşan vurmalı çalgı. 7/ Eski dilde su... “Çok yuva bekledim cücük çıkmadı / Boş yuva beklemiş kuşa döndüm” (Pir Sultan Abdal)... Şaşma belirten bir ünlem. 8/ Bir işin uygulanma biçimleri. 9/ Doğru, uygun, mükemmel... Osmanlılar döneminde ulema sınıfından olanların giydiği uzun üstlük. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle