03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 NİSAN 2008 CUMA 6 HABERLER ABD ve AB’nin başını çektiği güçler ılımlı İslamı desteklerken laikliği aşındırma çabasındalar BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ Laikliğe küresel saldırı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Son dönemde AnkaraWashingtonBrüksel ekseninde yapılan açıklamalar, Türkiye’deki laik yapıya yönelik olarak yoğun bir küresel saldırının gerçekleştirilmekte olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’de 10 Nisan “Laiklik Günü” olarak kutlanmasına karşın AKP iktidarıyla birlikte başlayan dine kayma hızla devam ediyor. Ortaya çıkan tablo, Türkiye’nin cumhuriyet devrimleri ile elde ettiği kazanımların küresel güçler tarafından aşındırılmak istendiğini de gösteriyor. “Türkiye devletinin dini İslamdır” cümlesinin anayasa metninden çıkarıldığı 10 Nisan (1928) “Laiklik Günü” olarak kutlanıyor. Büyük müca Konudan Konuya... Bir süredir üniversitelerimizde, bir kavgadövüş rüzgârı esiyor: Son olarak, öğrenciler arasındaki adı “Mutluluk Üniversitesi” ya da “Zorunlu Tatil Köyü” olan Antalya’daki Akdeniz Üniversitesi, geçen pazar günü silahlı bir çatışmaya sahne oldu. Bu en sakin üniversitede silahlar niye konuştu? Öğrencilere göre bu, ülkücüler ile PKK yandaşları arasında yaşanan kavganın bir yenisi. Ateş açan ülkücülerin resimlerini de görüyoruz. Ne tipler dolaşıyor aramızda! Bu tür çatışmaların hazırladığı, başkaları bir yana, “TürkKürt çatışması”nın şartlarıdır. Böyle bir üslupla konuşan gençlere yapılması gereken, onları yakalamak ve onları kullanan halk düşmanlarını teşhir etmektir. Antalya’dan bu sonuç elde edilirse etkisi büyük olur. Okurlarımıza bir hatırlatmada da bulunalım: AKP , iktidara geldiğinde, üniversitelerimiz bu tür çatışmaların uzağındaydı. “Biz ve onlar”, buraya kadar girmiş mi? Yalnız üniversitelerde silah çekiliyor değil, otogarda patlayıcı bulunuyor, çocuklar molotofkokteyli, el bombası atıyor. Hayır, altı yıl boşuna geçmiş sayılmaz! ? İkinci sorunumuz Batı. AKP’ye karşı, laiklik ilkesine aykırı eylemleri dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nde açılan kapatma davası, Batı için bir sorun oldu. Bu bir “yargı darbesi”dir dendi ve ilk günden saldırıya geçildi. Laiklikle demokrasi iç içe kavramlar. Şimdi kalkmış, demokrasi önde gelirmiş diye tepiniyorlar. Niçin dengeyi bozuyorsunuz? Bizim suçumuz varsa şu: Demokrasiye saygımıza ek olarak, Müslüman dünyada ilk kez yetiştiğimiz laiklik gülüne biraz daha özen gösteriyor olmamız. Bu özen esirgenirse solar gider bu gül. Batılıların bilmediği bir konudur bu konu. Avrupa’dan, eleştiri de değil, tehdit yağıyor: AB’nin bir dalına konmuş çeşitli tipler, çok biliyorlar kasıntısıyla ahkâm kestiriyorlar. Solana’lar, Barroso’lar, Olli Rehn’ler... Biri çıkıp, AKP’nin kapatılması, Türkiye’nin AB ile ilişkilerine “darbe vuracakmış”, “sonuçları da çok olacakmış” diyor. Bir başkası endamını gösterip, Türkiye’deki tüm tarafları sağduyuya çağırarak “Hem çoğunluk görüşüne hem de demokratik laikliğe saygı gösterilmeli” derken; “Türkiye’ye tam üyelik tarihi vermenin mümkün olamayacağını son olaylar da göstermiştir” diye ekliyor. Bir öteki de, AB sürecinin, “Türkiye’de istikrar çapası olmasının” kapatma davasıyla “bir kez daha test edileceğini” buyuruyor. Bu adamların ortak niteliği şu: Hepsi de Türkiye’de olan bitenden habersiz. Üstelik, mahkemeye düşmüş olan bir konuda konuşmanın yasak olduğunu da bilmiyorlar! Bitmedi! Avrupa’da Batı böyleyken ABD’deki Batı’nın rezilliğini unutabilir miyiz? “Türkiye’ye müdahale etmeye” kadar götüren kudurganlık ise Newsweek dergisinin son sayısında. Şöyle diyor: “ABD kenarda oturup bekleyemez. Türkiye’nin istikrarına yönelik tehdit çok ciddi boyutlarda ve ABD’nin çıkarlarını etkileme olasılığı da yüksek. Bu nedenle ABD ciddi bir müdahalede bulunmalı. Bunu özel olarak da, açık olarak da yapabilir.” İşte, sevgili okurlar, AB ve ABD, yani Batı! Bize yakışan ne? Bize yakışan, bütün tarihimizde olduğu gibi, bağımsız yaşamak ve dimdik durmak! ? Böyle iğrenç gelişmelerin yanı sıra yurdumuzda güzel adımlar da atılıyor: Birkaç gün önce bütün gazetelerin yazdığı gibi, bu yıl 1 Mayıs’ı kutlayacağız. Emeğin sesini duyurmak için o gün Taksim’de olacağız. Ben, DİSK’in saflarında yürüyeceğim. Günümüzde yurdumuzda, alın terini olduğu kadar beyin terini de; emperyalizme karşı bağımsızlığı, laik demokrasiyi, sosyal devleti ve hukuk devletini; kadın haklarını gür sesiyle haykıran ve en önde yürüyen DİSK’tir. O yüzden, 1 Mayıs’ta onun saflarına katılacağım... ? “Türkiye devletinin dini İslamdır” cümlesinin anayasa metninden çıkarıldığı 10 Nisan (1928) nılmaz olacak” demişti. DİN DEVLETİNE IRAK’I DÖNÜŞTÜRDÜ Laikliğe küresel saldırının bir başka örneğini ise Washington yönetiminin kurguladığı ılımlı İslam politikası oluşturdu. “Demokrasi getirme”, “Baas rejimini devirme” ve “terörle mücadele” gerekçelerini ortaya koyarak Irak’ı işgal eden ABD, Saddam Hüseyin döneminde laik hukukla yönetilen Irak’ı, bir din devletine dönüştürdü. Irak’taki siyasal yapılanmanın din ve mezhep temelinde şekillenmesini sağladı. ABD’li danışmanların desteği ile yapılan ve “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla ‘Biz ademoğullarını onurlandırdık’ peygamberlerin vatanı, temiz imamların barınağı...” diye başlayan anayasayla Irak resmen bir din devletine dönüştürüldü. Irak Anayasası’nın 2. maddesinde, “Devletin resmi dini İslamdır ve yasamada temel bir kaynaktır. İslamın değişmez hükümleriyle çelişen yasa çıkartılamaz. Bu anayasa Irak halkının çoğunluğunun Müslüman kimliğini korumayı, Hıristiyanlar, Yezidiler, Mendai Sabiiler gibi bütün fertlerin inanç ve dini vecibelerini yerine getirme özgürlüğünü teminat altına alır” denilerek, laik anlayış fiilen ortadan kaldırıldı. Anayasanın 3. maddesinde ise “Irak milletler, dinler ve mezhepler ülkesidir. Arap camiasının kurucu, aktif üyesidir, Arap camiası sözleşmesine bağlıdır ve İslam âleminin parçasıdır” denilerek laikliği ortadan kaldıran anlayışın pekiştirilmesi amaçlandı. İşte bu anayasayı Irak’ta uygulamaya sokan ABD, Türkiye’de de kayıtsız koşulsuz AKP yönetimine destek sağlıyor. Hatta Medeniyetler Arası Diyalog adı altında ılımlı İslamın Türkiye’de yerleşmesine uluslararası meşruiyet kazandırmak için çabalayan ABD, Türkiye’nin laik sistemini aşındırıp, Türk toplumunu ılımlı İslama doğru evirmek için uğraşıyor. Bu bağlamda, Yemen’le birlikte Türkiye, Büyük Ortadoğu Projesi’nin yaşama geçmesi için büyük önem taşıyan Medeniyetler Arası Diyalog’da eşbaşkanlıkla görevlendirildi. Buna karşın ABD’de Türkiye’deki gelişmeleri doğru yorumlayanlar da var. Arap ve Müslüman ülkeleri uzmanı Scott Carpenter, Washington’da Türkiye’yi yakından tanımayan çevrelerde AKP’ye yönelik kapatma davasının “yalnızca siyasi nedenlerle” ortaya çıktığı görüşünün egemen olduğunu söylemişti. Bu çevrelerin davayı “antidemokratik” bulduğunu belirten Carpenter, “Bence bu, konuya yönelik doğru bir okuma değil” demişti. Bazı çevrelerin “ülkedeki askeri ve laik elitin İslami bir hükümeti kabul edemediği” görüşünde olduğuna işaret eden Carpenter, Anayasa Mahkemesi’nin “AKP’nin doğasına yönelik meşru bir soruşturma başlattığını” dile getirmişti. “Laiklik Günü” olarak kutlanıyor. Büyük mücadelelerle uygulamaya geçilen laiklik, günümüzde ise AnkaraWashingtonBrüksel ekseninde yapılan açıklamalarla yıpratılmaya çalışılıyor. delelerle uygulamaya geçilen laiklik, günümüzde ise hem içeriden hem de dışarıdan aşındırılmaya çalışılıyor. Türkiye’deki laikliğin küresel güçler tarafından aşındırılması çabalarının en önemli göstergesi, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun Türkiye’ye gelmeden önce yaptığı “Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması önemli. Teokrasiye karşıyız. Devletin değil ama halkın dini olacaktır. Bireyler ateist de olabilir. Burada bireyin haklarına saygı gösterilmesi önemli. Herkesin inancına saygı gösterilecek. Laiklik bir dinmiş gibi insanlara empoze edilemez. Laiklik, dinin yerini alamaz’’ açıklaması oldu. ARROSO’NUN GÖRMEDİĞİ B LEYLA ŞAHİN KARARI Oysa Barroso’nun temsil ettiği Avrupa Birliği’nin müktesabatı içinde yer alan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 10 Kasım 2005 tarihli Leyla Şahin kararında, türban konusunun laiklik ilkesi ile yakından bağlantılı olduğuna vurgu yapılmıştı. AİHM kararının 116. paragrafında üniversitelerde dinsel simgelerin yasaklanmasındaki temel düşüncenin laiklik ilkesi ve üniversitelerin laik niteliğini korumak amacı olduğuna vurgu yapmıştı. Eski AİHM yargıçlarından Rıza Türmen ise bu konuya ilişkin olarak “Türban sorununa eşitlik ilkesi çerçevesinde bir çözüm aranırken bulunacak çözümün laiklik ilkesinin dayandığı temellere zarar vermemesine özen gösterilmesi gerekir. Aksi takdirde, çözümün eşitliğe değil eşitsizliğe hizmet etmesi kaçı MİTİNG YARIN 11.00’DE Başkentte Ulusal Egemenlik Buluşması ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ulusal Platformlar Güçbirliği’nin düzenleyiciliğinde, yarın Ankara’da “Ulusal Egemenlik Buluşması” gerçekleştirilecek. Çok sayıda sivil toplum örgütünün desteklediği mitingde, “laik, bağımsız, bölünmez Türkiye ve hukukun üstünlüğü” vurgusu yapılacak. “Ulusal Egemenlik Buluşması” ilk olarak Ulus’taki ilk Meclis binası önüne çelenk konulması ile başlayacak. Çelenk, Toplumsal Güçbirliği Platformu’ndan Uluç Gürkan tarafından konulacak. Ardından, Anadolu Ulusal Uyanış ve Dayanışma Platformu’ndan Selda Talay Tosun basın bildirisi okuyacak. Miting Tandoğan Meydanı’nda saat 11.00’de başlayacak ve 15.00’te sona erecek. ‘Türkiye doğuştan laik’ Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Paksüt, laikliğin milli iradenin hedef edindiği, toplumun sahiplendiği bir kavram olduğunu söyledi İstanbul Haber Servisi Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Alifeyyaz Paksüt, “Bugün bazı yazarlar ve düşünürler laikliğin Cumhuriyetin kuruluşunda milletçe savunulmuş bir ilke olmadığını, hatta halka dayatıldığını söylüyorlar. Ancak Türkiye Cumhuriyeti doğuştan laiktir” dedi. Marmara Üniversitesi (MÜ) ve Paris Descartes Üniversitesi Hukuk Fakülteleri işbirliği ile üniversitenin Haydarpaşa Yerleşkesi’nde düzenlenen “Uluslararası Anayasa ve Laiklik” konulu sempozyumun açılışına katılan Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Paksüt, laikliğin Cumhuriyetin kuruluşunda mevcut olmayan, sonradan ortaya atılıp içi boşaltılan bir kavram gibi konuşulduğunu, ancak laikliğin milli iradenin hedef edindiği ve toplumun sahiplendiği bir kavram olduğunu vurguladı. Paksüt, laikliğin 1922’den itiberen yasalarla devletin yaşayan ilkesi haline geldiğini vurguladı. MÜ Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu da Türkiye’de laikliğin oluşum sürecinin Tanzimat’a kadar gittiğini belirterek Türkiye’de bir kesimin laikliği “Cumhuriyet” ile özdeşleştirdiğini, diğer kesimin ise demokrasi karşıtı bir kavram olarak algıladığını dile getirdi. İYANET VARLIK AMA‘D CINI ÇOK AŞTI’ Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapılanma tarzının varlık amacını çok aştığını vurgulayan Kaboğlu, “Bütçesi, yapısı ve personeli ile sahip olduğu olanaklar varlık nedeni ve misyonuyla ölçülü değil. Eşitlik ilkesi açısından da başkanlık, yalnızca Sünni kesime hizmet verdiğinden diğer mezhepleri dışlamaktadır. Zorunlu din dersi uygulaması da bu konudaki başka bir durumdur” dedi. “Laiklik ve Din Özgürlüğü” adlı oturumu yöneten Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan ise “Cumhuriyetin kurulmasından önce dinsel yapıdan yararlanan bazı âlimler, din eğitimcileri ya da medrese çalışanları gibi birçok kişi kendini daha sonra devlet tarafından zarara uğramış olarak düşünebilir. Yıllar yılı Cumhuriyet ilerledikçe o insanların husumetleri de büyük bir olasılıkla kendiliğinden gelişmiştir. Bu davranışlar dinsel içerikli olması ve laiklik nedeniyle üstü örtülmesiyle bugün bir karşıdevrim gelişiyor” diye konuştu. Sempozyumun “Yargı kararlarında laiklik” başlıklı bölümünde konuşan Danıştay 7. Daire Başkanı Turgut Candan, Danıştay kararlarının anayasanın laiklik ilkesine uygun olmak zorunda olduğunu vurguladı. Candan şunları söyledi: “Danıştay, laikliği dinsel özgürlük ve simgelere feda etmez. Laikliğe karşı eylemleri de demokratik hak olarak görmez. Anadolu’daki geleneksel örtünme biçiminden farklı olan türban, çağdaş bir giysi değil. Türban, Türk devriminin ana ereğine aykırıdır. Araştırmalar, kadınların bir bölümünün türbanı dini inançları gereği, çoğunluğunun ise baskı nedeniyle taktığını ortaya koyuyor. Laik hukuk devletinin görevi bu baskıyı meşrulaştırmak değil, koruyucu önlemler almaktır.” M Saygı duruşunda bulunulması ve İTİNG PROGRAMI İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayacak Ulusal Egemenlik Buluşması’nda, açılış konuşmasını Ulusal Platformlar Güçbirliği Dönem Sözcüsü Bülent Büyükakın yapacak. Mitingde ADD Bilim Danışma Kurulu üyesi Prof. Dr. Ünsal Yavuz, emekli öğretmen Muharrem Tekin, İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Başkanı Nazan Moroğlu, ADD Gençlik Kolları Başkanı Öner Tanık, Türk Kadınlar Birliği Genel Başkanı Sema Kendirci, gazeteciekonomist Yiğit Bulut, Tuncay Beybağ ve halk adına Gönül Çil isimli yurttaş konuşacak. Faruk Demir ve Ayten Alpman konser verecek. Cumhuriyet’ten zorunlu açıklama ? Baştarafı 1. Sayfada İlhan Selçuk pazartesi günü ameliyat olacak İstanbul Haber Servisi Gazetemiz imtiyaz sahibi ve başyazarımız İlhan Selçuk, sağlık durumunun elvermesi durumunda 14 Nisan Pazartesi günü kalp ameliyatı olacak. Geçirdiği kalp spazmı ve zatürree nedeniyle 13 gündür Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavisine devam edilen İlhan Selçuk’a bypass öncesi gerekli testler yapılıyor. Amerikan Hastanesi’nden doktorları adına yapılan yazılı açıklamada, Selçuk’un anjiyografi sonrası yapılan ileri tetkiklerinde ameliyattan yarar görebileceği anlaşıldığı belirtilerek operasyonun tıbbi gerekçeleri, içeriği ve olası risklerinin kendisi ve yakınları ile ayrıntılı paylaşıldığı ifade edildi. Açıklamada, “İlhan Selçuk’un sağlık durumunun elvermesi koşulunda, 14 Nisan Pazartesi günü ameliyat olması planlanmaktadır” denildi. Öte yandan hastaneye ziyaretçi akını sürüyor. Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, tiyatro oyuncusu Yıldız Kenter, eski Devlet Bakanı Fikret Ünlü, Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, Konsey 2. Başkanı Doğan Heper ve Basın Konseyi Genel Sekreteri Emre Aygen, Öğretim Üyeleri Derneği İstanbul Başkanı Prof. Dr. Eren Omay, Galatasaray Üniversitesi Nükleer Mühendisliği öğretim üyesi Prof. Dr. Tolga Yarman, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Prof. Ayşe Uygur, İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Ercan geçmiş olsun ziyaretinde bulundu. ği, daha önce ceza alıp almadığı, yakalanıp yakalanmadığı, adına kayıtlı cep telefonu olup olmadığı, lakabı ya da takma adı olup olmadığı, yazmış olduğu kitaplar ve bunların isimleri ile içeriğinde nelerden bahsedildiği, üyesi olduğu dernek, parti, vakıf olup olmadığı, varsa isimlerinin ne olduğu). Sonraki yedi soru, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan kişilerden isimleri tek tek okunup, ifade metnine yazılan 71 kişiyi tanıyıp tanımadığına ilişkindir. İlhan Selçuk bu 71 kişiden 4’ünü tanıdığını (Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek, Ferit İlsever, Emin Gürses), Veli Küçük ismini de basından bildiğini, diğer isimleri ise duymadığını, tanımadığını bildirmiştir. İfadenin bundan sonraki bölümlerinde, İlhan Selçuk’un 07 Şubat 2008 ile 17 Mart 2008 tarihleri arasında yaptığı telefon görüşmelerinin tapesi okunarak, bu görüşmelerin içeriğini anlatması, izah etmesi istenilmiştir. ??? Soruşturmayla ilgili olup olmadığına bakılmaksızın, konuşmaların bütünü ifade metnine aynen monte edilmiştir. Bununla amaçlananın, ifadelerin basına sızdırılarak, İlhan Selçuk’un soruşturmayla ilgisi olmayan tüm özel yaşamının göz önüne serilmesi, kamuoyu nezdinde küçük düşürülmeye çalışılması, belli kişilerin özellikle işadamlarının isimlerine yer verilerek onlara da gözdağı verilmesi olduğu bugün apaçık ortaya çıkmıştır. Peki, İlhan Selçuk’tan içeriği birebir okunarak izahı istenen telefon görüşmeleri kimlerle yapılan görüşmelerdir? İma edildiği gibi darbecilerle (!) ya da soruşturma kapsamında olan kişilerle mi? İşte telefon görüşmesi yaptığı kişilerin tam listesi: İbrahim Yıldız (altı kez): Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Balbay (iki kez): Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Alev Coşkun (iki kez): Cumhuriyet Vakfı Başkan Yardımcısı Emre Kongar (bir kez): Cumhuriyet Gazetesi Yayın Kurulu Başkan Yardımcısı Akın Atalay (bir kez): Cumhuriyet Gazetesi Hukuk Müşaviri, Cumhuriyet Vakfı Genel Sekreteri Server Tanilli (bir kez): Cumhuriyet Gazetesi Yazarı, Anayasa Hukuku Profesörü Ezgi Top (bir kez): Gazetedeki sekreteri Mehmet Benli (iki kez): Kuzeni (halasının oğlu) Bülent Tanla (bir kez): Arkadaşı, eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Dr. Gürbüz Barlas ve eşi (bir kez): Arkadaşı, aile dostu Perihan Kutlar (bir kez): Arkadaşı, aile dostu, (Dr. Gürbüz Barlas’ın baldızı) Murteza Çelikel (bir kez): Arkadaşı, işadamı Gazetemiz avukatlarının; telefon kayıtları içinde yer alan İlhan Selçuk’un kuzeni ve avukatı ile yaptığı görüşmelerin hiçbir şekilde din lenemeyeceği, bu kişilerle yapılan görüşmelerin yanlışlıkla dinlenmesi halinde ise derhal imha edileceği şeklindeki yasa hükmüne dayanarak yaptığı yazılı itirazın ardından, derhal bir tutanakla yok edilmesi gereken bu kayıtlardan, özellikle kuzeni ile yaptığı konuşmanın bazı bölümleri bağlamından, bütünlüğünden koparılarak belli gazetelere ve gazetecilere sızdırılmış ve bazı gazeteciler tarafından karalama, suçlama amacıyla yayımlanmıştır. Yasaya aykırı bu dinlemelerin hesabını kim verecektir merak ediyoruz!.. Yasa gereği imha edilecek olan bu konuşmaları aktaran, kendilerini “andıç” düşmanı olarak tanımlayan bu gazeteciler, şimdi yeni bir andıçlamanın aleti durumuna düşmeyi nasıl açıklayacaklar merak ediyoruz!.. Soruşturma ile ilgisi bulunmayan konuşma içeriklerinin dosyada saklanmasının (nasıl saklandığı ortada) hesabını kim verecek merak ediyoruz!.. ??? Belli güç odaklarının yönlendirmesi ile bazı gazetelerde yayımlanan ve “AKP’nin kapatılmasına ilişkin iddianamenin yazılmasında İlhan Selçuk’un da bilgisi ve hatta yönlendirmesi olduğu, iddianamenin dava açılmadan çok daha önceden İlhan Selçuk tarafından bilindiği” şeklindeki iddia ve ithamlar tamamen gerçek dışıdır. Bu yöndeki iddialara, özellikle İlhan Selçuk’un 23 Ocak 2008 tarihli köşe yazısı dayanak gösterilmektedir. Nitekim, emniyette de bu yazı kendisine aynı iddiayla sorulmuştur. Oy sa, İlhan Selçuk’un bu yazısından tam 6 gün önce, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, kamuoyuna yazılı bir açıklama yapmış ve türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına yönelik anayasa değişikliği girişiminin anayasadaki laiklik ilkesi ile çeliştiğini söyleyerek, siyasal partilerin bunun sonucunu iyi düşünmeleri gerektiğini hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıkça ifade etmişti. İlhan Selçuk’un 23 Ocak tarihli yazısını, AKP hakkındaki iddianameyi önceden bildiğinin kanıtı olarak kullananlara söylenecek tek söz var: Başta kendi yazdıkları gazeteler olmak üzere, Türkiye’deki bütün gazetelerin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açıklamasını nasıl verdiğini, nasıl yorumladıklarını görmek için 18192021 Ocak 2008 tarihli gazetelere baksınlar. Hatta, bu açıklamayı “kapatma tehdidi”, “kapatma uyarısı” olarak yorumlayan ve eleştirmekle birlikte olması gerektiği gibi doğru okuyan meslektaşlarının yazılarına baksınlar. Herkesin, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın mesajını doğru okuduğu bir dönemde, bu mesajı tam altı gün sonra köşesine aktaran İlhan Selçuk’a, sanki mesajı ilk aktaran oymuş gibi suçlama yöneltilmesi akıl ve mantık dışı bir durumdur. Bu iddianın sahiplerinin, akıllarınca İlhan Selçuk’u Ergenekon operasyonuna dahil edip, onun üstünden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı da AKP’ye yönelik bir darbe senaryosunun içine yerleştirmeye çalışması, ne derecede bir akıl tutulmasına yakalandıklarının somut kanıtıdır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle