24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
- Atatürk 1923 yõlõnda İzmit’te bazõ gaze- tecilerle yaptõğõ toplantõda bir soru üzerine ‘Kürtlük sorununa’ değinerek bilgi vermiş- tir. Filmde yer alan Atatürk’ün açõklamasõ tar- tõşma yarattõ. - Evet, çünkü Atatürk’ün açıklaması iyi özetlenmemiş. Özetten salt Kürtlere yerel özerklik verildiği anlamı çıkıyor. Atatürk Kürtlere özerklik vaat etmiyor. Kürtlük adı- na bir sınır çizmenin mümkün olmadığını söylüyor. Sonra da TBMM’ce kabul edilmiş olan 1921 Anayasası’nın 11. maddesine de- ğiniyor. Bu maddeye göre illerin ve nahi- yelerin tüzelkişilikleri ve yerel konular ba- kımından özerklikleri var. Atatürk bunu belirttikten sonra Türklerin de, Kürtlerin de, öteki unsurların da bazı ye- rel konularda illerini, nahiyelerini özerk ola- rak yöneteceklerini söylüyor. (Suna Kili, Ş. Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, s. 106-107; M. Kemal, Eskişehir - İzmit Ko- nuşmaları, s. 105 (eksiksiz metin), Kaynak Y. 1998; Prof. Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap, 1. Bölüm, s. 109 vd.) Mus- tafa filminde Atatürk’ün açıklaması, tar- tışmalara, yanlış anlamalara, kuşkulara yer bırakmayacak biçimde aktarılmalıydı. Bu da düzeltilmesi gereken sahnelerden biri. CMYB C M Y B 16 ARALIK 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 7 DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Dimyat’a Pirince Gideyim Derken DSP yönetimi yerel seçimler için, AKP karşı- sındaki seçmen kitlesinin beklentilerine tatmin edi- ci bir yanıt veremiyor. Önüne çıkan fırsatları da akıl- lıca değerlendiremiyor. İktidar partisinin 29 Mart akşamı açılacak san- dıklardan alacağı oyun, 22 Temmuz 2007 akşa- mından daha aşağılara düşmesi için her il, ilçe ve beldede, en güçlü olan karşıt partinin amblemi al- tında güç birliği yapılmasına yönelik isteklerin en azından Ankara ve Eskişehir’de gerçekleştirilmesi bugüne kadar başarılamadı. Ortaya çıkan kar- maşada, sadece CHP’nin değil; DSP üst yöne- timinin de büyük payı var. CHP, Ankara için, çok akılcı bir yöntem kulla- narak, SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın’ı, üstelik kendi markası altında aday yaptı. Murat Ka- rayalçın, SHP Genel Başkanlığı yanında parti üye- liğinden de vazgeçerken sergilediği özverinin başkenti Melih Gökçek’ten kurtarmayı amaçla- dığını biliyordu. O amacın başarıya ulaşması ise, en azından bütün sosyal demokrat partilerin, tek aday etrafında birleşmesinin sağlanması ile ola- cağı için, DSP’nin vereceği karar yaşamsal önem taşıyacaktı. Kafa karışıklığı Bu aşamada DSP Genel Merkezi’nde tam bir kafa karışıklığı olduğunu gösteren demeçler, bayram tatili sırasında birbirini izledi. Genel Baş- kan Zeki Sezer’in Karayalçın için koşullu destek açıklamasının üstü, yardımcısı Hasan Macit’in pa- zar günkü Milliyet gazetesinde ana muhalefet par- tisine adeta bir ültimatomu çağrıştıran demeci ile karartıldı. Oysa Macit, partisinin 81 ilde kendi adayları ile seçimlere katılacağını bildirmeden önce Karayalçın DSP’den gelecek desteğin çok anlamlı olacağı- nı söylemişti. O tür desteklerin önemi,Vatan ga- zetesinin internet sitesinde dün yayımlanan ve Er- doğan’ın yaptırttığı özel bir anketin sonucunu bil- diren haberle daha da pekişiyor. Haberde baş- kentte Gökçek’in Ankara seçmeninden alacağı yüzde 40’lık desteğe karşı Karayalçın’ın da yüz- de 35’lik bir destekle yarışa katıldığı açıklanıyor. DSP Genel Merkezi’nde, yerel seçimlerde güç birliği yapılması konusunda her odadan ayrı bir se- sin yükselmesinin en fazla Yılmaz Büyüker- şen’i rahatsız ettiği görülüyor. İktidar partisinin Es- kişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı al- mak için Kemal Unakıtan’ın devlet hazinesinin ka- pılarım da açarak yaptığı çalışmalar, 29 Mart se- çimlerinin Eskişehir’de çok zorlu geçeceğini gös- teriyor. Bir yandan Bülent Ecevit’in vasiyetini ye- rine getirmek isterken, öte yandan tam bir hesap adamı olarak Yılmaz Büyükerşen, o zorluğun DSP- CHP güç birliği ile aşılabileceğine inandığını söy- lüyor. Büyükerşen, öyle bir güç birliği için, daha ön- ce de yazdığım gibi kentin Odunpazarı ve Te- pebaşı belediyelerinde başkan ve meclis üyesi adayı olarak kimlerin sorumluluk alması gerekti- ğine varana kadar, tüm hazırlıkları yapmış. İki dö- nemdir büyükşehir belediye başkanı olduğu ken- tin, AKP hegemonyasına teslim edilmemesi için öncelikle partisinden gelecek yanıtı sabırla bek- lemiş. Sezer’in bir kurmayı aracılığı ile Anka Ajansı’na yaptığı açıklama, Macit’in o açıklama- yı yok sayan ültimatomvari demeci, partinin ye- ni Genel Sekreteri Yağız’ın dünkü Cumhuriyet’te yer alan “Bakarız önümüzdeki günler ne getirecek”li ipe adeta un seren sözleri Büyükerşen’in sabrı- nı neredeyse çatlatacak gibi... DSP yönetimi, Dimyat’a pirince giderken Eski- şehir ve Ordu’daki bulgurlarından da mı olacak? Faks: 0 216 302 82 08 obirgit@e-kolay.net Onu kõyõdan köşeden, yatağõndan, sofrasõndan didiklemeye çalõşmak insanca yaklaşmak değildir S Ü R E C E K - Can Dündar soruyor: “Biz yeri asla dolmayacak, dogmalaştırılmış bir kutsal önder peşinde miyiz, herke- sin onun gibi olmasını isteyeceği bir örnek kişilik mi?” Ne diyorsunuz? - Atatürk’ü dogmalaştõranlar, abartõlõ anlatõmlarla uçuranlar var. Fakat bun- larõn sayõsõ yok denecek kadar az. Üs- telik bu yaklaşõm geçmişte kaldõ. Ata- türk’e haksõzlõk edenler, onu çocukla- ra, gençlere, bin türlü yalan söyleyerek yanlõş tanõtanlar ise hayli çok. Sahte tarihler, ansiklopediler insanõn midesini bulandõrõyor. Bu iki ucun arasõnda, Ata- türk’e minnet ve saygõ duyan, gerekli saygõnõn gösterilmesini isteyen vefalõ, kadirbilir, vicdanlõ, sağduyulu, sağlõklõ milyonlar var. Bu milyonlar için Atatürk dogma de- ğil, ilah da değil. Ama çok değerli bir in- san. Atatürk’ü dogma gibi gösteren, ben- zersiz, eşsiz olmasõ. Değerine, büyüklü- ğüne yaklaşan kimse yok. Keşke benzer- leri, ona yaklaşanlar olsa. Sorunlarõmõzõ çözse, onurumuzu tazelese, dik durma- mõzõ sağlasa, bizi yeniden yekpare bir millet yapsa. Süpermen de değil elbette ama onu eleştirenlerle karşõlaştõrõnca in- sanõn gözüne süpermenden de daha güç- lü, daha büyük ve harika görünüyor. 32. Gün çekiminin yapõldõğõ gün, kendim dahil, katõlanlara baktõm: Atatürk’ün ya- nõnda nokta bile değildik ve Atatürk’ü tartõşõyorduk. ÖRNEK ALINACAK, SAYGI DUYULACAK ÇOK NİTELİĞİ VAR Rahmetli Atatürk’ü kõyõsõndan köşe- sinden, sofrasõndan yatağõndan didikle- meye yeltenmek, insanca yaklaşmak, in- sanca anlatmak değildir. Bu palavraya, ucuzluğa, basitliğe bir son verelim. Atatürk’ün örnek alõnacak, saygõ duyu- lacak, imrenilecek birçok niteliği var. Okul kitaplarõnõ bilirim. Üç yõldõr da okul okul geziyorum. Okul kitaplarõnda Atatürk’e ait şu güzel, insanca nitelikler anlatõlõyor: Doğaya saygõsõ, bir çõnar ağacõnõn bir dalõnõn kesilmemesi için kendisi için Yalova’da yapõlan evi raylar üzerinde kaydõrtarak o tek dalõ kurtarmasõ, çocuk sevgisi, hayvan sevgisi, okumaya mera- kõ, yurt sevgisi, kurtarõcõlõğõ, insanlara, milletine, annesine, kadõnlara saygõsõ vb. Hiçbir kitapta Atatürk ulaşõlmaz, erişil- mez bir insan olarak anlatõlmõyor. Ama elbette saygõyla, sevgiyle, övülerek, gu- rurla anõlõyor. Can Dündar’a soruyorum: Oğlum, Mustafa filmi ile Atatürk’ü, “herkesin onun gibi olmasını isteyece- ği bir örnek kişilik” olarak mõ işledin? Bize böyle bir Atatürk mü sunuyorsun? Bir düşün, iyi düşün, çok iyi düşün! DİNLE DEĞİL İRTİCA İLE, YOBAZLARLA HESAPLAŞTI LATİFE HANIM’IN ATATÜRK’Ü KÖŞKÜNE DAVET ETTİĞİ YANLIŞ - Latife Hanım’ın Atatürk’ü köş- küne davet ettiği söyleniyor. Bunun yanlış olduğunu sanıyorum. - Haklõsõn, yanlõş. Yüzbaşõ Arms- trong’un uydurmalarõndan biri de bu. Masala bayõldõğõmõz için birçok kitabõ- mõzda bu masal yer alõyor. Filmde de yer almõş. İzmir yangõnõ dolayõsõyla kalõnabilecek evler gezilirken Uşakiza- delerin beyaz köşküne de bakõlõr. Atatürk ve Latife Hanõm ilk kez bu vesile ile karşõlaşmõşlardõr. Atatürk’ü yanlõş anlatanlar çok - Filmde Atatürk’ün Meclis’i, 23 Ni- san 1920’de birçok dini değeri kulla- narak açtığı söylendikten sonra deni- yor ki: “Dayandõğõ bu güçlerle ileride he- saplaşacaktõ.” Böyle mi oldu gerçekten? - Meclis’i açarken o dönemin kurum- larõndan, eğilimlerinden yararlanmaktan daha doğal ne olabilir? 600 yõllõk bir dü- zene karşõ çõkõlacaktõ. TBMM bir ihtilal kuruluşudur. Ama Atatürk ve Cumhuri- yet, ileride, din ile değil, irtica ile, orta- çağ ile, yobazlõkla, bunlara kucak açan- larla hesaplaştõ. Altõnõ çize çize söylü- yorum, Atatürk’ün de, Cumhuriyetin de dinle, dindarla bir sorunu olmamõştõr. Bir- çok olaylar uydurarak tersini iddia eden- ler, Atatürk karşõtõ dincilerdir. Şimdi bu iddiayõ paylaşan formasõ başka Atatürk karşõtlarõ da vardõr. Doğru tarihi bilselerdi, hiçbiri Atatürk karşõtõ olmazdõ. Sahte ta- rihler ve maksatlõ söylentilerle yetiştiler. Bu yüzden Atatürk’e karşõlar. İnanõyo- rum ki bir gün doğru tarihi öğrenecekler ve bu yapma, tehlikeli ikilik bitecek. Can Dündar bu yanlõş, haksõz, sonradan uydurma iddialarõn izinde görünüyor. Umarõm daha fazla yürümeden durur ve düşünür. Vahidettin’le vedalaşma - Vahidettin’le vedalaşması sahnesi için ne diyorsunuz? - Bu sahneyi anlatan kim? - Sahi kim? - Atatürk’ün kendi. Mütareke dönemi anõlarõnõ Falih Rıfkı Atay’a, Mahmut Soydan’a ve Yu- nus Nadi’ye anlatõyor, bu anõlar aynõ günlerde ya- yõmlanõyor. Atatürk, veda sõrasõnda Vahidet- tin’in şöyle dediğini aktarõyor: “Paşa, Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bun- ların artık hepsi bu kitaba girmiştir. Tarihe geçmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapa- cağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin!” Mustafa filminde bu sözler yer alõyor ama ar- kasõ gelmiyor. Oysa Atatürk, Vahidettin’in bu cümlesini bir amaçla aktarõyor. Aktardõktan son- ra, bu sözün gerçek anlamõnõ yorumluyor, açõyor; Vahidettin’in bencilliğini, acizliğini, ufuksuzlu- ğunu, Milli Mücadele ile hiç ilgisinin olmadõğõ- nõ anlatõyor. Mustafa filminde Atatürk’ün anõlarõ, dincilerin istedikleri gibi kullanõlõyor. Bu iyi ni- yetle de, bilinçle de, belgeselcilik ahlakõyla da bağdaşõr bir tutum değil. Tek kelimeyle ayõp! Bu konuyu uzatmaya gerek yok. Meraklõsõ Ata- türk’ün Hatõralarõ’nõ okuyabilir. (F R.Atay, s. 122- 124, T. İş Bankasõ Y. , 1965; yeni yayõnõ: İsmet Görgülü, Atatürk’ün Anõlarõ, s. 219-222, Bilgi Y., 1997 ) Ayrõca benim, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele” adlõ kitabõma bakõlabilir. Bu kitapta Vahidettin ve Atatürk ile ilgili bütün id- dialar, yanlõşlar, yalanlar ve doğrularõ yer alõyor, tabii bu veda sahnesi de. ( s. 232- 285) Okurlarõmõn affõna sõğõnarak bir hususu be- lirtmeyi gerekli görüyorum: Söz konusu kitabõm, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele” hak- kõndaki bütün yalanlarõn, yanlõşlarõn ve yuttur- macalarõn derlendiği, sağlam belgelerle doğru- larõnõn açõklandõğõ 780 sayfalõk bir çalõşmadõr. Bu çalõşmaya bakmadan yakõn tarihimizi anlatmaya çalõşanlarõn çoğu, yalan, yanlõş ve yutturmaca tu- zaklarõna yakalanõyorlar. Dinciler, o cümleyi, Atatürk’ün açõklamasõnõ vermeden, yani hokkabazlõk yaparak Vahidettin’i aklamak, Milli Mücadele’yi planlamõş gibi gös- termek için kullanõrlar. Bu hayali kanõtlamak için bin dereden su getiriyor ve gülünç oluyorlar. Hem tarihe, hem okuyucularõna, hem sağduyuya say- gõsõzlõk ediyorlar. Can Dündar, bir belgeselci olarak ya bu sah- neyi Atatürk’ün yorumu ile tamamlamalõydõ ya da bu sahneye hiç yer vermemeliydi. Tamamla- madõğõ için tarihi tersine çevirmek için çabalayan yutturmacõlar kafilesi içinde yer almõş oluyor. 32. Gün’de şöyle bir açõklama yaptõ: Bu sah- neden sonra İngilizlerin Atatürk’ün geri çağrõl- masõnõ istedikleri, Vahidettin’in de İngilizlerin bu isteğini yerine getirdiği veriliyor. Bu bilgi, Va- hidettin’in Milli Mücadele’yi planlamadõğõnõ belirtiyormuş. Belirtmiyor oğlum! Ne kendini kandõr, ne bizi oyala. Düzelt o sah- neyi! Kürtlere özerklik vaat etmedi ENTERNET / MEHMET SUCU ABD Başkanı George Bush yine Irak’a gitmiş. Ancak bu kez pek hoş karşılanmamış anlaşılan. Başbakan El Maliki ile birlikte gazetecilere poz ve- rirken Iraklı televizyon muhabiri Mun- tazar el Zahidi, “Al sana veda öpü- cüğü” diyerek iki ayakkabısını da peş peşe ABD Başkanı’na fırlattı. Ancak Zahidi neredeyse burnunun di- bindeki ABD Başkanı’na ayakkabıla- rını isabet ettiremedi. İzmir’in işgali sırasında düşmana ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin (Hüseyin Nevres) aklıma düştü. O kurşun emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşının ateşleyicisi ol- muştu. Zahidi’nin ayakkabısı tabii ki Hasan Tahsin’in ilk kurşunu ile kıyas edilemez. Ama belki simgesel baş- ka şeylerin başlangıcı olabilir. ABD Başkanı artık iktidarının son günlerini yaşıyor. Bakalım Irak’tan başlayan tepkiler devam edecek mi? Hatırlayacağınız gibi Başkan Bush da- ha önce de Irak’a ziyaretlerde bulun- muştu. Özellikle bir tanesi anılardan hiç silinmedi. ABD’de kutlanan şük- ran gününde Irak’taki askeri birlikleri ziyaret etmişti. Bu sürpriz ziyaret ABD askerleri tarafından büyük coş- ku ile karşılanmıştı. Hatta elinde ko- caman bir tepsi hindi ile askeri ye- mekhaneye giren Bush, üzerinde du- manlar tüten hindi ve etrafındaki as- kerler ile gazetecilere poz vermişti. Şükran Günü’nü Wikipedi şöyle anlatıyor: “1620’lerde Avrupa’dan yerleşim için ilk kez May Flower ge- misiyle ABD’ye gelen göçmenler ilk geldiklerinde aylarca süren yolcu- luklarından dolayı yorgun, hasta ve açtırlar. Kızılderililer onları karşılar ve yiyecek verir; hindi avlamasını, mısır ekmesini öğretirler. Üç yıl sonra İn- giliz Vali William Bradford büyük bir yemek hazırlar ve Kızılderilileri çağı- rır. Kızılderililerin şefi Massoit, 90 ki- şiyle bu törene katılır. O günden son- ra her hasat sonrasında yemek ge- leneği sürer. 1863’te Başkan Abra- ham Lincoln, Şükran Günü’nün ulusal bayram olmasını önerir, ancak bu öneri, 1941’de Kongre’de kara- ra bağlanır ve her yılın kasım ayının son perşembesi Şükran Günü olarak ulusal bayram ilan edilir. Şükran Günü, Kızılderililer arasında ise Yas Günü olarak anılmaktadır.” Ama Bush ne çektiyse hep gaze- tecilerden çekti. Bu fotoğrafın dün- ya gazetelerinde yayımlanmasının ar- dından “art niyetli” bir gazeteci fo- toğrafın orijinalini dikkatlice izleyin- ce Bush’un elindeki hindinin plastik olduğunu görmüş. Kısacası George Bush ataları kadar olamamıştı. Ba- zı gazetelerde eşi Laura Bush’un pi- şirdiği belirtilen hindinin plastik ol- duğunun ortaya çıkması ABD’nin Irak’ta ve dünyanın hemen her ye- rinde nasıl bir halkla ilişkiler ve pro- paganda faaliyeti içinde olduğunu göstermişti. Gerçi her zaman pek de başarılı olamıyorlar. Irak işgali öncesinde kimyasal silahlardan, kitle imha si- lahlarından, büyük roketlerden, El Kaide’den teröristlerden bahseden Bush yönetimi işgal sonrası bazı bil- gilerin yanlış olabileceğini söyledi. Daha sonra da pek çok bilginin yanlış olabileceğini itiraf ettiler. An- cak iş işten geçmişti. Yüz binlerce Iraklı, kadın, çocuk, genç, ihtiyar de- meden Bush hükümetinin emriyle öl- dürüldü. Kim bilir belki bazıları dok- tor olacaktı, belki bazıları ressam, şa- ir, serseri, işçi ya da başka bir şey. Gelinlik kızların hayalleri , nereden geldiğini anlayamadıkları bir ıslık sesinin ardından oluşan patla- mayla yitti gitti. İşgal öncesinde so- kaklarda yalınayak oynayan çocuk- lar yanıp kavruldular Nâzım’ın deyi- şiyle, onlar artık hiçbir zaman ayak- kabı giyemeyecek. Onların giyemediği ayakkabı ön- ceki gün bu katliamın en önemli so- rumlularından birisinin kafasına atıl- dı. Nedenini anladı mı, anlamadı mı bilinmez. mehmet@cumhuriyet.com.tr Ayakkabı Giyemeyen Çocuklar ADANA (Cumhuriyet Bürosu) - Çuku- rova Üniversitesi’ne (ÇÜ) ait birinci sõnõf tarõm arazisine TOKİ’nin inşa ettiği 400 yataklõ hastaneye mahkemeden onay çõktõ. Türk Mühendis ve Mimar Odalarõ Birliği’nin (TMMOB) açtõğõ davada mahkeme heyeti inşasõ süren hastanenin yapõmõna izin verir- ken arazi üzerine yapõlmak istenen camiye ise “dini tesisin mesken, otel ve çarşı bulunan yerde yapılabileceği” gerekçesiyle izin ver- medi. Adana 2. İdare Mahkemesi, 1.5 yõlõ aşkõn süredir devam eden yargõlama sonunda kararõnõ verdi. ÇÜ’nün “birinci sınıf tarım arazisine inşaat yapılamayacağı” yönün- deki başvurusunu reddeden mahkeme heyeti, bilirkişilerin “400 yataklı hastane alanının yer seçimi ve yere uygunluk açısından şehircilik ve planlama esaslarına uygun olduğu, ancak dini tesis alanının otel ve çarşı kompleksinde yer alması planlama ilkelerine uygundur” raporlarõnõ dikkate aldõ. Mahkeme heyeti, hastane yapõlmasõnõn sakõnca taşõmadõğõna ancak cami yapõlmasõna gerek olmadõğõna hükmetti. Arazi ile ilgili ilk bilirkişi raporunda, “Belirtilen alan üzerinde amacı ve kapsamı imar planı değişikliğini aşıyor, üniversite alanı bozuluyor, işlevsel ve fiziksel yönden bütünlük sağlanamıyor. Amaç dışı kulla- nım için valilikten de izin alınmamış” denilmiş, bunun ardõndan ikinci bir rapor hazõrlanarak hastane yapõmõnda sakõnca olmadõğõ belirtilmişti. Çevreciler mahkemenin kararõnõ, “Bu aynı alan üzerinde yapılaşma için birçok kurum ve kuruluşun girişimde bulunmasına yol açabilecektir” şeklinde yorumlandõ. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ Yargıdan hastaneye evet camiye hayır
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle