22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 ŞUBAT 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA DİZİ Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’un eşi Ülker Yurdakul’la Doğan Öz’ün kızı Bengi Heval Öz konuştu 9 ‘Ölüm anını hissettim’ ? Ölüm tehditleri aldığı halde ‘zarar görürler’ diye yanına koruma almayan bir emniyet müdürü idi Cevat Yurdakul. Öldürüldüğünde geride iki çocuk ve Yurdakul isminin onurunu taşımaktan başka bir hedefi olmayan bir eş bıraktı. Ülker Yurdakul, eşinin ölümü sonrasında yaşadıklarını ve bilinmezliklerle dolu soruşturma sürecini anlattı. iraz geçmişe dönmeni istiyorum Ülker Teyze, Cevat Yurdakul öldüğünden beri yapmak isteyip de yapamadığın bir şey var mı? ÜLKER YURDAKUL Hayatımı ikiye ayırabiliriz, onunla geçirdiğim yıllar ve ondan sonrakiler. Ondan sonrakileri ben seçmedim, ne olup bitti önce anlamaya sonra mücadele etmeye çalıştım. Bir de baktım ki, yıllar geçmiş gitmiş, çocuklar büyümüş, aileye yeni torunlar katılmış... Durup düşünmeye bile fırsat olmadı. Her şeyi en iyi şekilde yapma çabasından, ‘‘Aman adımıza, daha doğrusu Cevat’ın adına yakışsın’’ kaygısından. Benim olmayan bir hayatı yaşadım. Kendine yönelik isteklerin? Mesela Cevat Amca hâlâ hayatta olsaydı? ÜLKER YURDAKUL Toplumda yalnız kadın olmak zordur, yalnız ve dul bir kadın olmak daha da zordur. Ama böyle bir olayla yalnız kalmış bir kadın olmak en zoru. Her zaman üzerimde toplumsal bir baskı hissettim. İnsanlar bir şey demese de B Ülker Yurdakul (Sağdan ikinci), eşi Cevat Yurdakul’un ölümü ve ardından yaşadıklarını ilk kez Cumhuriyet’e anlattı. (Fotoğraf: VEDAT ARIK) hep kendimi kısıtladım. Bir yanda bu baskıyı hissederken, bir yanda da özlemi, kaygıyı, acıyı bir arada yaşadım. Hem öldürülen eşimin acısını, özlemini, hem de hemen ardından altı yıl ayrıldığım çocuklarımın özlemini. İkisi karabasan gibi çöreklendi üzerimize. Ama asla şikâyet etmedim, çünkü taşıdığım isim her zaman gururum ve onurum olmuştur. Benim ve çocuklarımın tek ideali ‘‘Yurdakul’’ ismine layık olmak olmuştur. Arzu ettiğim ve yapmadığım şeyler olmuş mudur? Cevat öldüğünde ben 33 yaşındaydım. Ben de trafik şubesinde başkomserdim. Yani henüz bir kadının yaşamına yeni başlayabileceği, kariyerini sürdürebileceği bir yaş. Ben bu yaşta on yaşında iki çocukla yalnız kaldım. Bu şekilde ölfazla durup düşünme fırsatım olmadı. Ama herhalde yaz tatillerinde Ordu’ya gider, torunlarımızla ilgilenirdik. Ölüm insanın hayatını çok değiştirebiliyor. Bizim hayatımız da çok değişti. Ne benim ne çocuklarımın önceliği ‘‘kendisi’’ olmadı, olamadı. Mesela kızım Ayçil, doktorasını yaparken dahi ‘‘Babam yaşasa görse’’, ‘‘Bu çalışmada benim soyadımı görenler babamı hatırlasa’’ demiştir. Dolayısıyla kendime yönelik ne isterdim artık kestiremiyorum. Olay gününe dönelim, haberi aldıktan sonra ilk sokağa çıktığın anı hatırlıyor musun? ÜLKER YURDAKUL Ben olayın olduğu sabah, evden Cevat’tan evvel çıkmıştım. O dönemin trafik müdürü sabahları beni evden alırdı hep. Hatta o gün aklımdan, ‘‘Cevat’ı cezalandırmak ve üzmek için beni hedef alırlar mı?’’ düşüncesi geçti ve endişelendim. Zira Cevat’ın koruma almamasını ve gerekçe olarak da ‘‘Bana bir şey yaparlarsa yanımdaki diğer masum insanların zarar görmesini istemiyorum’’ demesini hatırladım. Ki bu çok ilginçtir, bunu düşündüğüm anın sonradan Cevat’ın öldürüldüğü saatle aynı an olduğunu fark ettim. Demek ki insan bazen çok sevdiği insanların acısını içinde böyle hissedebiliyor. Sonra şubeye varıp yerime oturdum, kafamda hep düşünceler vardı. Bir süre sonra oradaki insanlarda bir tuhaflık olduğunu fark ettim. Herkes telaşlı, koşuşturuyor, soruyorum, kimse bana bir şey söylemiyordu. ‘Müdürümüz öldürülmüş’ Ölmüş müydü aslında? ÜLKER YURDAKUL Bir şey yok dediler ilk başta, sonra ısrar edince memurlardan birisi ‘‘Müdürümüzü vurmuşlar, hastaneye götürmüşler yaralıymış’’ dedi. Ondan sonrası bir kâbus gibi, o anda ölmüş tabii ama, ben kendimi hastaneye attım. Beni hastaneye götüren araçta bir ara telsizden ‘‘Müdürümüz öldürülmüş’’ anonsunu duydum ve şoka girdim. Böyle durumlarda insan anlamak, algılamak istemiyor. Hastaneye gittiğimde, orada daha önceden tanıdığım bir profesör doktor bana ölmediğini, ameliyata alındığını söyleyip ameliyattan çıktıktan sonra ‘‘Söz veriyorum göstereceğim’’ dedi. O anda ‘‘öldürüldü’’ sözünü duymama rağmen ona değil de, doktorun sözlerine inandım. İnsan kendine acı veren şeyi kabul etmiyor. Akşama kadar beni oyaladılar. Sakinleştirici iğneler yaptılar ondan sonra söylediler gerçeği. Yüzünü görmek istedim. İzin vermediler. Başından vurulmuş, beyni parçalanmıştı çünkü. Cevat’ın cenazesi bir olay oldu. Ankara ve Ordu’daki törende olaylar oldu. Aradan o kadar uzun zaman geçmesine karşın, cenazede çıkan olayları bugün gibi hatırlayanlar var. Akrabalar memleketine gömülsün istediler. Benim de bu istek üzerine, aklıma yaşadığımız bir olay geldi. Cevat’ın ölümünden 1520 gün önce tatile Ordu’ya gitmiştik. Gittiğimiz gece çocuklarla deniz kenarında, bankta oturduk. Denize baktı uzun uzun, bana, ‘‘Ne olur burada kalalım sabaha kadar, burada oturalım, burasını çok seviyorum’’ dedi. Çok mutlu olmuştu. Bunu hatırlayınca, bir vasiyet olduğunu düşündüm. Memleketi Ordu’da kalmasını ben de istedim. SÜRECEK B ÜLENT ECEVİT: Kızıldere kontrgerilla operasyonuydu HİKMET ÇETİNKAYA/ ORAL ÇALIŞLAR cevit, görüşmemiz sırasında Kenan Evren’in anılarını hatırlattı ve Evren’in anılarındaki şu değerlendirmelere dikkat çekti: ‘‘Kontrgerilla dedikleri, 1952 yılında kurulmuş. Özel Harp Dairesi teşkilatı düşman Bülent Ecevit işgali karşısında yürütülecek gayri nizami harple iştigal eden bir kuruluştu. Kontrgerilla tabiri sonradan uydurulmuş bir tabir olup Silahlı Kuvvetler’i yıpratmak için ele alınmıştır. Demirel, Özel Harp Dairesi’ndeki personeli teröristlerle mücadelede kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yaparak öldürmelerini, vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanılmış olduğunu söyledi. 1971 sıkıyönetim dönemindeki Kızıldere olayında kullanılan personeli kastediyordu. Bu hal tarzına şiddetle karşı çıktım, Genelkurmay Başkanı olduktan sonra bu daireyi esas görevine yönelttiğimi, tekrar kontrgerilla söylentileri istemediğimi söyledim.” 1 Mayıs 1977’deki olayları Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantısının provoke etmiş olabileceğini düşünüyordum. Başbakan Demirel, Cumhurbaşkanı’na sunduğum raporu ciddiye almadı. Özel Harp Dairesi’ne bağlı sivil örgütle ilgili kuşkularımı da önemsemedi. O yüzden de kamuoyunu bilgilendirdim. Demirel’den mektup aldığımda şöyle düşündüm: Mektup göndereceğine önlemini alsaydı. Benim o gün radyodan seçim konuşmam vardı. Konuşmamda halkı mektuptan haberdar ettim ve onların alana gelmemesini, Rahşan Hanım’la birlikte ikimizin gideceğini söyledim. Halk dinlemedi, müthiş bir kalabalık toplandı ve mitingi yaptık. Böyle durumlarda insanın aklına korku gelmiyor. Bu, savaşa benziyor biliyor musunuz? Tehlikeyi düşünmeden görevinizi yapıyorsunuz. Özel Harp Dairesi konusunu ilk ben gündeme getirdim. Ondan rahatsız olan bir tek ben vardım. Demirel hiçbir zaman bir rahatsızlık ifade etmedi. Bütün bu olayların nereden kaynaklandığını, neden bu şekle dönüştüğünü şimdi düşündüğümüz zaman şöyle yorumluyorum: Biz iktidara geldiğimizde 1974 yılında ABD haşhaş yasağı istiyordu. Bu konuda ağır bir baskı gördüğümüzü söyleyebilirim. ‘‘Derin devlet’’ Türkiye’de var, bunu birçok konuşmamda söyledim. Maalesef devletin şeffaflaşması sağlanamadı. Tabii bütün bu olayların arkasında başka devletler de var. E müş, öldürülmüş bir insanın eşi olmak tüm bakışları üzerimde hissettirdi. Bu olaydan sonra tek amacım çocuklarımı yetiştirmek ve Cevat’ın neden, nasıl öldürüldüğünü anlamak, çözmeye çalışmak oldu. Her zaman onun anısına saygı göstererek yaşadım. Şunu söylemeliyim öncelikle. Tüm bu anlattıklarım, yani onun ölümünün ardından yaşadıklarım yüzünden; yaşasaydı ne yapardık diye çok Yurdakul neden hedef seçildi? BERİV AN TAPAN Eylül’e yaklaşıldığı günlerde Adana, hiçbir cinayetin peşine düşülmeyen, kahvehanelerin tarandığı yerin adıydı. Sadece bir ayda 32 kişi faili belirlenemeyen kişilerce öldürülmüştü. Hatay Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul, terör olaylarının gitgide arttığı ‘Cadı Kazanı’ Adana’ya Bülent Ecevit hükümeti döneminde atandı. Dönemin en genç emniyet müdürü olan Yurdakul, Adana Emniyeti’nin başına getirildiğinde 36 yaşındaydı. ‘‘Ülkücülerin kalesi’’ Adana’nın emniyet müdürü Yurdakul, göreve başladığında gazetecilere, ‘‘Ben sağ sol bilmem. Eline silah alan kim olursa olsun karşısında bizi bulacak’’ demişti. Korumasız gezen, sivil toplum kuruluşlarıyla görüşen, işçi ve işveren temsilcileriyle saatlerce konuşarak sendikal sorunları çözmeye çalışan Yurdakul, Adana’da kendisine TİT (Türk İntikam Tugayı), adını veren cinayet çeteleri 12 nin peşindeydi. Yurdakul, Adana’da 6 ayda 17 cinayeti aydınlattı. Adana Emniyeti, 6 kişiyi öldürmekten ve çeşitli eylemlerinden aranan Ferhat Tüysüz ve Derviş Kıpçak adlı ülkücüler ile Akın Özdemir’i ve bir polis memurunu öldürmekten aranan Yunus Uzun’u yakaladı. Adana Cezaevi’ne konulan Yunus Uzun, cezaevi müdür yardımcısının odasından telefonla Yur dakul’u arayıp tehdit ediyordu. MHP Genel Başkan Yardımcısı Sadi Somuncuoğlu, 19 Eylül 1979’da Adana Yapı Meslek Lisesi Öğretmenler Lojmanı’nda 6 öğretmenin öldürülmesinin sorumlusunun Adana Valisi ve Emniyet Müdürü olduğunu söyledi. MHP Adana İl Teşkilatı ise ‘‘Adana’da sükunetin sağlanması için emniyet örgütü def olup gitmelidir’’ diyordu. MHP milletvekilleri Cengiz Gökçek ve Ali Gürbüz düzenledikleri basın toplantısında, ‘‘Cevat Yurdakul görevi bıraksa da, yakasını elimizden kurtaramayacak’’ dedi. 1979 Mayıs’ında Adana’ya gelen AP Genel Başkanı Süleyman Demirel, havalimanına indiğinde kendisini korumaya çalışan emniyet güçlerini gördüğünde Yurdakul’dan polis kordonunun kaldırılma Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’un öldürülmesi üzerine binlerce Adanalı sokağa dökülmüş, halk ilk kez devletin müdürü için devlet güçleriyle karşı karşıya gelmişti. sını isteyerek ‘Halkımla benim arama giremezsiniz’ dedi. Yurdakul bunu sıkıyönetime sorduğunda planın uygulanması istendi. Polis kordonu da kaldırılmadı. Bunun üzerine Demirel ‘‘Bu durumun bizi korumakla ilgisi yok. Bu tip olaylarla karşılaştım, ama yapanların yanına kâr bırakmadım’’ diyerek tepkisini Yurdakul’a yöneltti. SÜRECEK Öcalan’ı ABD bize neden verdi? ABD’lilerin Öcalan’ı bize teslim edeceğini, onların istihbarat örgütlerinin bizim istihbarat örgütüne söylemesiyle öğrenmiştim. ‘‘Bu duyulursa, operasyon yatar’’ demişlerdi. Ben de bunu kimseye söylemedim. Öcalan, Kenya’dan getirilirken her aşamada bana bilgi verdiler. Ben hiç ayrıntı sormadım, onlar bir şey söylerse haberim oluyordu. Öcalan’ın teslim edilmesi neyin sonucuydu? ABD bunu neden yapmıştı, hiçbir zaman öğrenemedim. ABD, demokratik bir ülke. İçinde çok değişik güç odakları bulunuyor. Bir olayı bir güç yapabilir, diğeri onu beğenmeyebilir. ‘Darbelerde ABD parmağı var’ Örneğin Türkiye’deki askeri darbelerde ABD’nin devlet olarak ne kadar parmağı var, bilemem. Devlet bütünüyle bunun arkasında mı, onu da bilemem. Kıbrıs’taki Barış Harekâtı sırasında da ABD ile aramızda sorun oldu. Biz Londra’ya gitmiştik, o sırada Kıbrıs’ta gerçekleştirilen Nikos Sampson darbesine karşı ne yapacağımızı iki garantör devlet olarak konuşuyorduk. Amacımız, müdahaleye İngilizleri ikna etmekti. Bu arada İngilizler sık sık çıkıp giriyorlardı. Sonunda ABD yetkilileri ile görüştüklerini söylediler. ABD’lilerin de bu görüşmelere katılmak istediklerini aktardılar. ‘‘Hayır, biz garantör devletler olarak konuşuyoruz, onlarla ayrıca bu konuyu tartışabiliriz’’ cevabını verdik. ABD’yle Kıbrıs konusu daha sonra hep büyük bir sorun olarak kaldı. Türkiye’deki iç çatışmalarda, darbelerde ABD’nin ne kadar rolü olduğunu tam olarak bilmek mümkün değil. Ancak ABD içindeki bazı güçlerin rolü olduğunu düşünüyorum. İpekçi suikastının tetikçisi Ağca, kendisini yönlendirenleri hiçbir zaman deşifre etmedi Sorgulanamayan bir katil M Mehmet Ali Ağca ehmet Ali Ağca, suç ortaklarının adını bir süre vermedi. Amacının onlara zaman kazandırmak olduğu anlaşılıyordu. 5 gün sonra, yani 30 Haziran’da suç ortağı olarak Mehmet Şener’in adını açıkladı. Şener hiç yakalanamadı ve yurtdışına kaçtı. İsimlerini verdiği diğer kişiler Yalçın Özbey, Yavuz Çaylan, Yusuf Çelikkaya ve Oral Çelik’ti. Mahkemeye çıkartılan Ağca, 11 Temmuz’da tutuklanarak Selimiye Cezaevi’ne konuldu. Olaydaki en ilginç ayrıntı ise Ağca’nın hesabına cinayetten önce ve sonra yatırılan paralardı. Cinayetten önce 2 kez toplam 300 bin lira, cinayetten sonra ise 60 bin lira yatırılmıştı. Bu paraların nereden geldiği ise daha sonra ortaya çıktı. Paraların kaynağı, silah kaçakçısı Abuzer Uğurlu’ydu. 11 Ekim 1979’da yargılanmaya başlayan Ağca, Selimiye Cezaevi’den Maltepe Askeri Cezaevi’ne naklini istedi. Bu talebi hemen kabul edilen Ağca, 23 Kasım’da Maltepe Askeri Cezaevi’nden çok rahat bir şekilde kaçtı. Ek süreye izin verilmedi Ağca’nın sorgusunun 15. gününe gelindiğinde yeniden Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan sorgunun uzatılması için izin alınması gerekiyordu. O güne kadar hep izin veren İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, bu sorgunun devamına izin vermedi. Böylece cinayetin arkasındaki ilişkilerin ortaya çıkması olanağı kalmadı. Dönemin Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ, ‘‘Neden Ağca’nın sorgulamasının devamına izin vermediniz’’ sorusunu şöyle cevaplamıştı: ‘‘Emniyetteki sorgulamanın sağlıklı yürüyeceğine inanmıyorduk.’’ Fakat Ağca sıkıyönetimde de doğru dürüst sorgulanmadı. YARIN: CEVAT YURDAKUL ’UN ÖLÜMÜNÜN ARDINDAN BİRLİKTE ÇALIŞTIĞI EKİBİ DE DAĞITILDI CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle