18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 ŞUBAT 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Küskün Toplum Bana göre, insanoğlunun kendisine düşen görevleri arasında ölçülü olmasını bilmesi temel bir görevi kabul edilmelidir. Burada da yaşama bağlılığa güç kazandıracak özdeksel varsıllığa dönük bir ihtiras vardır; ama söz konusu olan, ölçülü bir ihtiras olmalıdır. Bir de adı geçen mutluluğa nereden baktığımız önemlidir. PENCERE cek ve açgözlülüklerini törpüleyecek olan devlettir. Toplumsal dizgeler içinde bu yönde insana ilişkin zorlayıcı ve ölçülü kuralları koyacak olan da devlettir. İnsana çekidüzen verebilecek olan, toplumda uygulanan hukuk dizgesi ve toplumsal hakka dayanan adalet anlayışını sağlayacak olan da. Denilebilir ki her insan mutluluk yarışında kendi malzemesini, kendi araçgerecini kendisi yaratır. Örneğin, mutluluğa susamış bir genç kız, tüm susuzluğunu bir bayram günü çalan müziğin notaları arasına gizlenmiş mutluluk çağrıştıran ezgilerle giderebilir. Ya da el ele tutuştuğu genç adamın sıcaklığıyla. Küçük mutluluklardır, demek istediğim. Doğal olarak insandan insana göre değişir bu yol, bu yöntem. Ve çoğu kez bu küçük şeylerde mutluluk bulan insanlar açgözlülüğün bedelinin ağır olduğunu da bilir. Ancak toplumlardaki yarım yamalak bir sosyal adalet anlayışı ve kırık dökük bir hukuk düzeni bu küçük mutlulukları ortadan kaldırdığı gibi insanların olanaksızlıklarına karşın girdiği bu ihtiras yarışında yarı yolda kalmalarına neden olurken toplumdaki esenlikli insanların, kurum, kuruluşların vurdumduymaz savurganlıkları o küçük mutlulukların sevdalısını ihtiraslarında daha da bıçkınlaştırdığı gibi giderek mutsuzluğuna yol açan gerekçelerle daha çok boğuşmasına ve ardından topluma ve özüne küsmesine neden olur. Toplumsal dengeleri düzelterek insanlarına mutluluk, dinginlik ve barış sağlamaları gerekirken doğal dengeleri bozan ve doğanın hışmını insanların üstüne salarak doğayla savaşımında insana karşı tavır takınan iktidarlar her yerde ama her yerde yaşam coşkusunun, sevincinin yerine iktidar hırslarını koymuşlardır. Ve yönettikleri toplumları yaşama bağlayacaklarına, küçük şeylerden de mutlu olmalarını sağlayacaklarına, tam tersine insanları birbirlerine düşürmüş, çıkar çatışmalarına yol vermiş, bir kör dövüşünün ortasına itmişlerdir. Toplumların bedensel ve ruhsal çöküntüler yaşamalarına neden olurken yaşama küsmelerine yol açmışlardır. Ben toplumumuzu, yaşadığı tüm çıkmazlara karşın hiç böylesine küskün görmedim. Utanma Nedir Bilmemek! Ben utanıyorum... Hem de çok utanıyorum! Başbakan adına, Maliye Bakanı adına, bakanlar adına utanıyorum... Adalet önünde görmeleri gereken bir hesabı veremedikleri için, vermekten kaçındıkları için; halkın önünde ‘‘İlk işimiz milletvekilliği dokunulmazlığını kaldıracağız’’ deyip sözlerinden vazgeçtikleri için utanıyorum... İçtensizlikler, soygunlar, göz göre göre yapılan çirkinlikler, pişkinlikler adına utanıyorum... Kendi adıma utanıyorum! Böyle bir duygu niye kimilerinde yok diye; yaptıklarını yapmadıklarını görmek, bilmek istemeyenler adına; bile bile yalan söyleyenler adına; bir ulusu boş sözlerle aldatanlar adına, utanıyorum. Ama utanmayanlar var! Ben onlar adına utanıyorum... Böyle insanlar nasıl yetiştiler, diye utanıyorum... Yarım yüzyıldır benim kuşağımın politikacıları geldi gitti, yararlı bir şey yapamadı, diye utanıyorum. Belli bir yaşın duyarlığı mı? Elime kalemi aldığım andan bu yana geçen nice yılların ağırlığı mı? Boşa akıp giden zaman, on beş milyondan yetmiş beş milyona gelmiş bir halkın bilinç dışına itilişi mi, günlük gevezeliklerle, çirkin oyunlarla, her açıdan bir yozlaşmayı yaşamak mı, nedir bu? Niye, yalnız ben utanıyorum? Niye yalnız ben? Ya da benim gibi duyarlı, düşünceli, gören, anlayan, yaşadığına pişman olan, bunun utancını tek başına sırtlamak zorunda kalan kişiler!.. Aflar çıkarıyorlar kendileri için; servetlerini hangi yoldan elde ettiklerini açıklamıyorlar; kadını erkeğiyle bir toplumu dinle imanla uyutuyorlar; olmazsa bu kez ‘‘İslam Protestanlığı’’ diye bir şeylerle İslamcı ticareti övmeye başlıyorlar! Televizyonlar utandırıyor. Gazeteler, kitaplar utandırıyor... Kolaylık, ucuzluk, kendini de başkalarını da kandırmak, kolay yoldan para kazanma, türlü biçimde köşe dönme, sonra da doğruyu, güzeli, yararlıyı savunanlara saldırma, hukuku da, demokrasiyi de, insanlığı da kendi çıkarına kullanmaya kalkışma!.. Ben utanıyorum. Sen utanıyorsun. O utanıyor!.. Ama onlar!.. Onlar, utanma nedir bilmiyor. Yüzüne rüzgâr eksen ne güzel, diyor! ‘‘Sen istediğin kadar söyle, yaz, bağır çağır. Ben yolumdan dönmem, yeri gelir seni anandan doğduğuna pişman ederim, sizler dinozorsunuz, sizler küreselleşme dışısınız!’’... Onlar utanmıyor. Utanma nedir bilmiyor! Öğrenmemiş, öğretilmeden büyümüş, bir yerlere gelmiş... Ama ben, sen, biz, utanıyoruz... Yeter mi utanmak, bunca utanmazlık arasında? Yetmez, utanmazlıkla da savaşmalı! Bir toplumun gerçekleri görmesini önleyen bu utanç perdesi bir paçavra gibi yırtılıp bir köşeye atılmalı... Gidiş Nereye?.. Dincilikle politikacılık arasında kurulan tezgâhın girdi çıktısını iyi bilen bir dostumu yakalayıp sordum: Beyza Zapsu Hanım birdenbire nereden çıktı Allahaşkına?.. Dostum güldü: Beyza Hanım, dedi, ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’nden çıktı!.. Şaşırdım.. Ne diyorsun sen?.. ? Biliyorsunuz, Beyza Hanım, Başbakan RTE’nin akıl hocası Cüneyd Bey’in eşi; Üsküdar Subaşı Camisi’nde başı açık kadınların erkeklerle birlikte namaza durmasında oynadığı rolle ünlendi... Bu kez dostum sordu: Ilımlı İslam Devleti Modeli’nin kökü nerede?.. Amerika’da!.. AKP’lilerin de bir ayağı Türkiye’de, bir ayağı Amerika’da değil mi?.. Evet.. Beyza Hanım’ın olayında RTE ne söyledi?.. Cüneyd Zapsu’yu savundu!.. Dostum kıs kıs gülerek üsteledi: Neeereden nereyeee?.. ? Meraklanmıştım: Peki, sonra?.. Fethullah Hoca nerede?.. Amerika’da!.. Dostum: Kendisini nasıl tanıtmak için çabalıyor?.. Ilımlı İslam!.. Bu amaçla Papa Hazretlerinin huzuruna çıkıp iyi niyetini dile getirmeyi de göze almadı mı?.. Bak sen şu işe!.. Her şey birbirine bağlanıyor... ? 28 Şubat’ta ‘sivil asker devlet’ hükümetini kuracak olan ‘Radikal İslamcılar’a karşı çıkınca bu yolun kapalı olduğunu gören açıkgöz dinciler Hocaları Erbakan’ın partisini dışlayıp Amerikan vesayetine girdiler, kendilerini sattılar... Bush’un arayıp bulamayacağı, öpüp başına koyacağı şeydi bu dönüş... Amerika’nın ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ne merkez sağın desteğiyle neler olurdu neler!.. Ya AB?.. 10 yıl mı, 15 yıl mı?.. O zamana kadar ölme eşeğim ölme!.. ? Dostum dedi ki: Beyza Zapsu Hanım’ın neden ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ ürünü olduğunu anladın mı?.. Anladım, ama... Aması ne?.. İslam coğrafyasına bakıyorum, İslamcılık sözde ‘ılımlı’ başlıyor, sonunda köktenciliğe gidiyor!.. Son örnek Hamas’ın seçimi kazanması!.. Fethullah Gülen’in Amerika’da kurduğu tezgâh Türkiye’de başarı gösterir gibi olurken siyasal İslamın daha köktencisi neden bastırmasın?.. Dostum, sözlerime karşı çıkmadı, tersine: Hiç kuşkun olmasın, dedi, bu gidiş o gidiş!.. Ya laik devlet var, ya da Müslüman devlet!.. ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ kendi kendini aldatmak demek!.. Prof. Dr. Necdet ADABAĞ Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi nsanlar mutlu olmak için doğarlar. Tüm yaşam boyu mutluluğun yollarını ararlar. Yaşamın her aşaması insanın temel erek olarak bildiği mutluluğa yol açacak koşulların arayışıyla geçer. İnsanoğlu mutluluğunu ararken doğa ile hesaplaşmak gibi bir sorunu olabilir. İnsanın doğal olarak doğaya meydan okumak gibi bir eğilimi olmuştur her zaman. Bu, bir tür ihtiras da olabilir. Bu ihtirasındaki başarı oranı insanın yaşam sürecindeki engelleri aşıp aşamadığı ile ölçülmektedir. Bana göre, Mozart’ın piyano konçertosunu çaldıktan sonra iki bis yapan yetmiş sekiz yaşındaki piyanist Paul BaduraSkoda engelleri aşabilmiş ve bu yaşına dek doğaya kafa tutmayı sürdürebilmiş bir insandır. Çoğu zaman ihtirasa dönüşmesi kaçınılmaz olan yaşama düşkünlük bağlamında yaşam coşkusu önemli bir etmendir. Bu süreç içinde yaşam coşkusunu yitirmenin ve kendini bırakmışlığın yeri yoktur. Böylesi bir yaklaşım peşinen yenilgiyi kabul etmek anlamını taşır ki, o da Dite’nin kapısını kestirmeden çalmak demektir. Önemli olan karşınıza çıkan engellerin üstüne üstüne gitmek olmalıdır. Bir başkaldırı da olsa çünkü Tanrılar her şeyin kendi ellerinden olmasını istemişlerdir Küçük Brütüs’ün yaptığı gibi intiharı seçmek bu savaşımda çözüm olmamalıdır. Böylesi kıran kırana geçen bir savaşımda yazgıcılığa yer yoktur. Ben inanıyorum ki eldeki teknik ve tıpsal olanakların yetkinleştirilmesi ve insanoğlunun uygarlık yolunda baş koyması gereken ereklere ulaşmakta gösterdiği tutkunun ölçüsü doğaya meydan okumanın temel ilkelerinden biridir. Kalkınmış ülkeler her konuda olduğu gibi bu konuda da yazgıcılığa kapılarını kapamış ve olanaklı olduğu ölçüde uzun yaşamanın sırlarını arayarak doğaya meydan İ okuyabilmişlerdir. Zihinsel kalkınmanın kapılarını çalmak isteyen toplumlar herşeyi ecele bağlamaktan vazgeçmelidirler. Ama bizim bugünkü konumuz insanoğlunun toplumla olan hesaplaşmasıdır. Ancak toplumsal derken, insanın aynı ya da başka toplumlardaki benzerleriyle olan didişmeden ki o da olası söz etmiyoruz.Sözünü ettiğimiz, insanın yaşadığı toplum içindeki mutluluğudur. Burada da tıpkı insanoğlunun doğayla verdiği savaşımda olduğu gibi çift yönlü bir görev sorumluluğu söz konusudur. Nasıl ki teknolojik ve tıpsal kalkınma toplumu yönetenlere düşen bir görev, ancak yaşama bağlılık ve yaşam coşkusunu insanın içinde duyumsaması gereken bir tutku olarak kabul etmek de insanoğlunun kendisine düşen bir görevse, insanın toplumla olan hesaplaşmasında da kendisine ve yaşadığı toplumu yönetenlere düşen görevleri vardır. Bana göre, insanoğlunun kendisine düşen görevleri arasında ölçülü olmasını bilmesi temel bir görevi kabul edilmelidir. Burada da yaşama bağlılığa güç kazandıracak özdeksel varsıllığa dönük bir ihtiras vardır; ama söz konusu olan, ölçülü bir ihtiras olmalıdır. Bir de adı geçen mutluluğa nereden baktığımız önemlidir. Öyle insanlar vardır ki kendi özdeksel ya da tinsel varsıllıklarından mutlu olurlar. Öyleleri de vardır ki çevreleriyle mutludurlar. Bir başka deyişle, kimilerine göre mutluluk bireyseldir, kimilerine göre toplumsal. Mutlu toplumlarda bireyler mutludur ya da bireyleri mutlu olan toplum mutludur. Ama siyasal yönetimlere ya da kısaca devlete düşen görev bu aşamada insana düşen görevden kat kat fazladır. Çünkü bugünkü tüketim toplumlarında insanların mutluluk aracı olarak kullandıkları eşyaya dönük ihtiraslarını denetleye İstanbul Satılıyor, Uyanalım Av. Ayşe EREN B irkaç uyanık milletvekili (!), 2004 yılının bir eylül gece yarısı oturumunda, birçok milletvekili uyku dayken bir kanun çıkardı (1). İşte bu kanunun geçici 5. maddesi ile İstanbul’un satış süreci başlatılmış oldu. Bu madde ile Haydarpaşa Limanı’nın, işletmesine özgülenmiş tüm malvarlığı ile birlikte özelleştirme kapsamında bulunan Devlet De mir Yolları’na bedelsiz devri öngörülmüştür. Üsküdar’ın bir bölümü ile Kadıköy’ün bir bölümünü içine alan ve geniş bir bölgede bulunan Haydarpaşa Limanı işletmesi, hem ticari yönden hem de askeri yönden stratejik önemi çok büyük bir alandır... Ayrıca İstanbul’un siluetindeki eşsiz yeri, tarihi binaları, tarihsel geçmişiyle anılarımızdaki yerinin parayla ölçülemediği bir gerçektir. Bu kanundan yaklaşık on ay sonra çıkarılan benzer nitelikteki bir kanunla (2) Haydarpaşa Liman İşletmesi’ne özgülenmiş taşınır ve taşınmaz malların devri, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nca Demiryolları Genel Müdürlüğü’ne bırakılmıştır. Bu yasalarla, İstanbul’un orta yeri sayılan ve kıyı şeridinde yer alan bu bölgede yapılacak tüm yapılaşmaya, yerel yönetimlerin el atması yasayla engellenmiştir. Basına sızan bilgilerden öğreniliyor ki, bütün bu araziler, bu muhteşem güzellikteki alan, tarihi dokusu ve yapıları ile birlikte 5 milyar dolar karşılığı küresel şirketlerin üssü ve işgal alanı olarak sunulmak üzere, satış hazırlıkları tamamlanmıştır. Satış programında yer alan tasarıma göre bu alanda gökdelenler, iş merkezleri vs. binalar yapılacak ve o bölgenin altyapısı ile birlikte ulaşım tasarımı da satın alana ait olacak. İstanbul’un en önemli tarihsel dokusunu oluşturan bu geniş alan, altyapısı ve üstyapısıyla yok edileceği gibi, bu bölge, satın alana ait olacağı için, artık biz dilediğimiz gibi bu alana girip dolaşamayacağız. Çünkü bu alan, satın alan küresel şirketin kullanım yetkisinde olacak. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının buraya dilediği gibi girememesi bir yana, bu alana ne İstanbul Belediyesi, ne Üsküdar Belediyesi ne de Kadıköy Belediyesi hiçbir şekilde karışamayacak. Kıyı Kanunu ve imar mevzuatı, bu alanda uygula namaycak. İstanbul’un önemli bir bölgesinin, küresel şirketlere devrini öngören satış süreci, tam bir katakulli ile bu aşamaya getirilmiştir: Önce bazı kanun hükmünde kararnamelerin bazı maddeleri ile bazı kanunların bazı hükümlerinde değişiklik yapan bir kanunun bir maddesiyle (geçici 5. maddesi) işe başlanmıştır. Daha sonra yaklaşık on ay sonra yine bazı kanun hükmünde kararnamelerin bazı maddeleri ile bazı kanunların bazı maddelerinde değişiklik yapan bir başka kanunun bir maddesi (32. maddesi) ile satış sürecinin yasal aşaması tamamlanmıştır. Bu satış sürecinin yasal aşaması, tek bir kanunla yapılmış olsaydı veya her iki kanun yakın sürelerde çıkarılmış olsaydı, tüm yurtsever milletvekillerinin bu yasanın çıkmasına izin vermeyeceği, Cumhurbaşkanı’nın da bu yasaların (Haydarpaşa kanununun) çıkmasına izin vermeyeceğine inanıyoruz. Yasanın çıkış süreci, entrikayla olduğu için, hiç kimse uyanamadı ve yasa kesinleşti. Böylece yasanın iptalini sağlayabilecek yargı yolu da şimdilik kapatılmış oldu. İstanbul’u satma hedefinin ilk ayağı olan, Kadıköy ile Üsküdar’ın bir bölümünü kapsayan alanın satışı, hiçbir engelle karşılaşmadan bu aşamaya getirilmiştir. İstanbul satılıyor, herkes uyuyor... Uyumayan bir kurum var.. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, ‘‘Türkiye’nin, Haydarpaşa’da işgal edilmesine izin vermeyeceğiz’’ sloganıyla aylardır yaptıkları çeşitli çalışma ve etkinliklerle halkı uyandırmaya çalışıyorlar. Oluşturdukları çalışma grubuna birçok kişi ve kurum katılmış durumda. Buna rağmen ne yazık ki biz, henüz yeterince uyanamadık... İstanbul satılıyor! Uyanalım artık!.. 1) 5234 sayılı kanun. 2) 5335 sayılı kanun. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle