13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 OCAK 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ahlaksal Yozlaşma Prof. Dr. Bedia AKARSU ir yılı geçti yazı yazmayalı, nedenini tam olarak ben de bilmiyorum. Aynı sorunların yıllardan beri yinelenmesinden bıkkınlık mı? Ülkemizin 60 yıldan beri nereden nereye geldiğini görmekten mi? Ama geçenlerde değerli yazar, gerçek dost, sevgili arkadaşım Oktay Akbal uyardı beni, adeta azarlarcasına, ‘‘Bütün bu sorunlar senin sorunların, yineleme de olsa yaz’’ dedi bana dostça. Karşılaştığım hemen bütün dostlar da epey zamandır niçin yazmadığımı soruyorlar. Birkaç gün önce randevu alıp gittiğim değerli genç dostum sevgili Dr. Zekiye Kural daha muayene odasının kapısında beni ‘‘Neden yazmıyorsunuz’’ diye karşıladı. Sanki ‘‘İşte bu yüzden hastalık sıkıntıların’’ der gibiydi. Haklıydı da, yüreğim daralıyordu, ülkemin nereden nereye geldiğini görmekten. Birbirine geçmiş sorunlar yumağı kahrediyordu bu insanı. Ama artık susmak zamanı değildi, çünkü gidiş son noktasına varmak üzere. Son yıllarda her alanda gittikçe artan bir yozlaşma var. Nelerden geçmiş halkımız.. bunların hepsinin altından kalkabilir, ama bir tanesi var ki, işte o ürkütüyordu kendisini: Ahlaksal yozlaşma. Çünkü ahlaksal davranışlar (etik) bir kez yozlaştı mı ve de yaygınlaştı mı, artık bunun önüne geçmek olanaksız olabilir. Etik ilkelerin başında insanın onuru gelir kanımca. Onurunu çiğnetmeme, yitirmeme, çıkar için kişiliğinden vazgeçmeme, kimsenin önünde baş eğmeme etik ilkeler arasında önemli yer tutar. ‘‘Hiçbir özneyi araç olarak kullanmama’’ ilkesi de ahlak felsefesinde en önemli etik ilke olarak kabul edilir. Ahlaksal davranışlar kişiler arasındaki ilişkilerde belirlendiğine göre birbirine karşı dürüst olmak, dürüst davranmak da en önemli ahlak ilkele PENCERE yine hiç de etik olmayan davranışlarından yararlanmaya kalktı. Araştırılmadan, belgelenmeden, kanıt olmadan ortaya atılan bir savın boş bir sözden başka bir şey olmadığını o Avrupalılar bilmiyorlar mı? Ama ne yazık ki Avrupa’da da politik nedenlerle tutulan yollar aynı şekilde bir ahlaksal yozlaşma değil de nedir? Bir başka olay yine son günlerde ülkemizde; eski bir Cumhuriyet yazarı ve yöneticisinin ayrıldıktan 13 yıl sonra bir yazara yakışmayacak sözler ve söylemlerle 19 yıl birlikte çalıştığı arkadaşlarına ve Cumhuriyet’e saldırarak savaş açması yozlaşma değil de nedir? Gerçekten çok yazık. Hiçbir yazar kendini bu çirkin duruma düşürmemeli bence. Aklı başında bir insan kendini böyle aşağılatıcı bir duruma düşürür mü? Yoksa böyle davranmanın utanç verici bir durum olduğunun bilincinde değil mi.. eski deyişle ‘‘basireti mi bağlanmış’’, kin, nefret ve hırs mı bürümüş gözlerini? Benim, az da olsa tanıdığım o kibar, efendi görünüşlü insan böyle biri olamazdı, çok şaşırdım doğrusu. Yine tüm toplumu ilgilendiren bir türban sorunu var hükümetin gündeminde. Ülke için bu kadar çok yaşamsal sorun varken durmadan, her sorunun altından yeniden türban sorununu çıkarmaları bir takıntı haline geldi hükümet üyelerinde. Üstelik örtünmeyi insan hakları ve özgürlük sorununa bağlıyorlar. Böylesine tersyüz edilebilir değerler. Örtünme kadının özgürlüğünü kısıtlayan, hatta ortadan kaldıran, kadını 2. sınıf insan sayan bir anlayış. Bu da bir ahlak felsefesi sorunudur aslında. Ben yozlaşmalarla ortaya çıkan bütün bu sorunların, hepsi de etik’le bağlantılı olan bu sorunların ülkemizde gittikçe artışının ve bunun nedenlerinin bilimsel yöntemlerle incelenmesi gerektiğine ve bunun da özellikle felsefeye ve felsefecilere düştüğüne inanıyorum. Gidene İyi Yolculuklar! ‘‘Sana gitme demeyeceğim.’’ Özdemir Asaf’tı bunu söyleyen... Bir sevgiliye mi, bir dosta mı, yoksa kayıp giden zamana mı? Ne denli istesek istemesek, gidiyor, gidecek, gitmeli! An’lardır giden: Tek tek... Bir bakarsın ‘‘an’’lar gün olmuş, yıl olmuş, yüzyıl olmuş, sen farkında olmadan!.. Hiç inanabilir miydim? Şehzadebaşı’ndaki bahçede, erik ağacının dibinde bir akşamüstü... Babam ölmüştü. Çaresizlik diye bir durum nasıl şeydi? Bir gün büyüyecek miydim? Yirmili, otuzlu, kırklı yaşlar!.. Daha ötesi, var mıydı? ‘‘Sana gitme demeyeceğim Gene de sen bilirsin.’’ Giden gider! Zamana dur durak yok. Lamartine ‘‘Göl’’ünde ‘‘Ey zaman dur’’ demiş, ama boşuna... Bugün, yarın, öbür gün, gitti gider... Ne var ne yok götürerek birlikte... Boş yalanlar, diyeceksiniz? Öyle, ama elden gelen nedir? Yazmak, konuşmak, uğraşmak, çabalamak, bir değişme yaratmak, bir çeşit devrim!.. Evet, umutsuz bir durumdayız. Ama bunun bilincine bir varsak! Orda burda toplaşmalar, orda burda aydınlar, emekçiler, işsizler, açlık sınırındakiler, yoksulluk çilesindekiler... Koskoca bir toplum bir denge tutturamıyor! İktidarlar, başbakanlar, liderler geliyor geçiyor, arkalarında kalan, hep bir çöküntü, bir yıkıntı bir bıkkınlık!.. Yeni bir yıla mı giriyoruz? Yoksa eskinin eskisi, adı ‘‘yeni’’ olan bir zaman parçasına mı? Bize ne getireceğini bilmediğimiz, hiç kimsenin de bilemediği bir kördüğüme mi? Son günlerde yaşananlar, Van’da hapishane ile hastane arasında bu arada mahkeme salonlarında, beş katlı merdivenleri tırmanarak yargılanan bir adamı, bir bilim insanını unutabilmek olası mı? Görmemek, bilmemek, üzülmemek, kızmamak? Öte yandan yüzlerce aydınımızın imzaladığı bir bildiride, (ki o bildiri insan haklarını savunmak isteğinde) niye adı bile yok, Prof. Yücel Aşkın’ın, ona uygulanan insanlık dışı tutumun? Evet, giden yıla iyi yolculuklar! Gitsin bu yıl, çekip gitsin, tozu toprağı, pisliği, döküntüsüyle... Bir daha gelmesin böylesi!.. Bilinen bir şeydir, her yeni yılın ilk günü yaşlanmış eski yılla yeni yıl karikatürleri çıkar karşımıza... Eski yıl saçı sakalı ağarmış bitkin adımlarla dönüş yolundadır. Yeni yıl bir bebektir.. gülücükler içinde bakar bizlere!.. Güzel umutlar, coşkular getireceğini duyurur!.. Getirir mi? Yoksa kazanımlarımızı elimizden alır, topuyla götürür, yerine eskinin eskisi, bayatlamış, kokmuş bir düzen mi getirir!.. Hiç umutsuz değilim!.. Ama, boş umut, boş aldanış, boş boş yerinde sayıklayış yetmez!.. Boş sevinçler, aldatıcı mutluluklar da... Geceyarısından sonra yeni bir yıla mı girdik? Ne yaptınız, ne yaptık? Belki iki kadeh içki, en iyisi bir sevgiliyle olmanın sevinci... Özdemir Asaf boşuna mı yazmış: ‘‘Sana gitme demeyeceğim Yine de sen bilirsin Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim İncinirsin.’’ Yine de, aydınlık yeni günlere!.. Türk mü Dedin?.. İnsanın kendi kendisiyle alay edebilmesi gelişmişlik göstergesidir, bir toplumun yergi oklarını kendisine çevirebilmesi uygarlığını vurgular... Mizahı olmayan ülkenin çekiver kuyruğunu... Salt övgüyle yetinmek küt kafalı ve geri zekâlı olmakla birdir... Türkleri hep övecek miyiz?.. Yergi de gerek.. ? Anadolu mizahında öyle bir yaratıcılık var ki, kutsal Müslümanlık bile halkın yergisinden kurtulamamış... Yüce Tanrı AleviBektaşi mizahında hicvin diline dolanmış... Çünkü nükte dilinin ucuna geldi mi Anadolu insanı kendini tutamaz... Ne pahasına olursa olsun söyleyeceğini söyler... ? Son günlerde Türk ve Türklük üzerine çeşitlemeler basınyayın yaşamında çoğaldı... Allah artırsın... Türklüğe ve Türklere veryansın etmek bir tür entellik sayılıyor; ama, bu saldırılarda yerginin ya da başka deyişle nükte ve mizahın pırıltısı yerine hamakatın kısırlığı çoğu zaman ağır basıyor... ? Türklere öteden beri düşmanlık Avrupa’da makbul sayılmış, Haçlı Seferleri’nden başlayan düşmanlık saldırıları çeşitli biçimde dile getirilmiş... Daha Türkler kendilerine Türk demeden Avrupalı Türklere söylemediğini bırakmamış; bu alanda kitaplık raflarında ciltler dolusu malzeme var... Bırakın Hıristiyan Avrupalıyı bir yana... Türkleri Müslüman Osmanlı da aşağılamış... ? Türk’ün Türklüğünü bilip öğrenip benimsemesi şunun şurasında daha yüzyıl bile olmadı... Bu işin başlangıcı hangi yıl?.. Diyelim ki 1910... O yıllarda Türkler birbirlerine soruyorlardı: Sen kimsin, nesin?.. Müslümanım!.. O senin dinin, sen kimsin?.. Osmanlıyım... Kimsenin ‘ben Türk’üm’ demeye dili varmıyordu; aklı ve bilinci de yetmiyordu... Şunun şurasında Türklüğümüzü öğreneli daha yüz yıl bile geçmemişken Türklükten bıktık... Yeni kimlik aramaya başladık... Ne maymun iştahlı insanlarız canım... ? Hem ‘‘bir milyon Ermeni’yi, otuz bin Kürt’ü kesen’’ bizler soykırım suçlamasıyla hırpalanıp AB kodamanları tarafından sürekli horlanırken kim Türk olmayı ister?.. Türklük entelimizde aşağılık duygusu.. Halkımızda gurur... Bu ikisi arasında kurulmuş salıncakta kolan vuruyoruz... Haydi hayırlısı.. B ri arasında yer alır. İnsan onurunun ayaklar altına alınması ilkin TV’lerde başladı. Televoleler, şovlar, sözümona eğlence programları, hele armağanlı olanları... Geçenlerde Oktay Akbal ‘‘Ayıptır, çirkindir... yoksullukla eğlenilmez’’ diye ne güzel yazdı (herkes okumalı bu yazıyı, Cumhuriyet, 8 Aralık 05’te). TV’lerimiz bu zevksiz programlarla insanları kişiliksizleştirmek için her şeyi yapabiliyorlar reyting uğruna. Onurları ayaklar altına alınıyor zavallı yoksul insanların, nelere katlanıyor o insanlar. Hele birinde bir gencin babasının tedavisi için o otomobili istediğini belirtirken yalvarması yürek paralayıcı idi. Son anda verdiğini geri alırken genci hayal kırıklığına uğratması ve genci bu duruma düşürmesi çok eğlendirdi anlaşılan şovmeni. Doğrusu vaktiyle çok yetenekli bir tiyatro sanatçısıyken o şovmenin para uğruna kendisini bu denli küçültmesi de yazık değil mi? Hangi yanından baksanız olay onur kırıcı. Bizim halkımız böyle değildi gerçekten; birbirinin onurunu da korurdu, kendi onuruna da çok düşkündü, toplumun onurunu da düşünürdü. Bir başka örnek yozlaşmaya, Van Üniversitesi Rektörü’ne reva görülenler. Bu olay hukuk alanını da aşıyor kanımca, artık etik alandadır durum.. her yönü ile ahlaksal bir yozlaşma ile karşı karşıyayız. Yıllar önce Sıvas’ta 37 aydının yakılması olayının başka bir benzeri, insanı insanlıktan çıkaran kin, nefret var bu olayda da. Bir başka olay Orhan Pamuk olayı. Pamuk değerli bir yazar olabilir, romanları ile yarınlara da kalabilirdi. Ama o acele etti, kolayı seçti, kendini hemen dünyaya kabul ettirme yollarını aradı, ama hiç de iyi etmedi.. etik bir yol değil seçtiği yol. Kendi ülkesini Nobel uğruna küçük düşürmeye girişti. Avrupalıların da Tayyip Bey’in Demokrasi Anlayışı Turgut TIĞLI oç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, ‘‘Van 100 Yıl üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’a yapılan uygulamaları ve uzun gözaltı süresini tasvip etmemiz mümkün değil’’ diyor ve bu sözü nedeniyle demokrat geçinen Başbakanımız Tayyip Bey küplere biniyor. Neymiş efendim, yargıyı etkilemek anayasa suçuymuş. Peki, Tayyip Bey’in yaptığı ne? Nitekim bu sözünün arkasından Ankara Cumhuriyet Başsavcısı, Koç hakkında ince K leme başlattı. Kimse Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’nın başlattığı incelemenin tesadüfen Başbakan’ın açıklamasından sonra olduğunu söylemesin, buna kargalar bile güler. Çünkü Başbakan’ın açıklamasına kadar yüzlerce görüş söylenmişti Van ilindeki dava ile ilgili; hiçbir inceleme başlatılmamıştı savcılıklarca. Şimdi burada yargıyı etkileyen Başbakan’ın kendisi değil mi? Ayrıca Ermeni Konferansı’nın iptaline karar veren mahkemeyi de eleş tiren Başbakan değil miydi? Nitekim kendi görüşü doğrultusunda Ermeni Konferansı’nın yapılmasını sağlamadı mı sonuçta? Ayrıca Sayın Koç’un sözleri yargıya ise niye cevabını Başbakan veriyor? CHP Genel başkanı Baykal’ın dediği gibi yoksa Yücel Aşkın’a reva görülen muamelelerin arkasında Tayyip Bey ve Cemil Çiçek mi var, diye düşünmez mi kamuoyu? Söz konusu olan yargıyı etkilemek meselesi ise bunu ancak yargıyı etkileyebilecek makam larda olan AKP hükümetinin yapması daha olasıdır. Sıradan görüş açıklayan bir vatandaş, yargıyı ne kadar etkileyebilir! Rektör Aşkın, acaba AKP sempatizanı olsaydı yine de aynı muameleleri görür müydü? Ayrıca her gün dinci gazetelerde boy boy rektörün aleyhine haber yapılmasına malzeme veren dokümanları basına kim sızdırıyor? Asılsız da olsa çamur at, izi kalsın kampanyası. Kim ne derse desin, Van ilindeki dava kamuoyunun vicdanını kanatmıştır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle