27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 OCAK 2006 SALI 4 ALİ SİRMEN HABERLER DÜNYADA BUGÜN Cumhurbaşkanı Sezer, 15 yeni üniversite kurulmasına ilişkin yasayı kısmen iade etti Hiç Kızmayalım! Çünkü Bu Aynen Biziz Dostum Mine Kırıkkanat, SKY TV’de her cumartesi 19’da yayımlanan, pazarları da 16’da tekrarlanan ‘‘Basın Köşkü’’ adlı bir program yapıyor. Türkiye’de türünün ilki olan bu programın ilginç yönü, Mine’nin konuklarının Türkiye’de görev yapan yabancı muhabirler olması. Her hafta dört beş konu seçiliyor ve katılımcılar bu konulardaki görüşlerini açıklıyorlar. Programın Mine’nin dışındaki sürekli yıldızı ise her hafta iki karikatürü ile katılan Ercan Akyol. ‘‘Basın Köşkü’’ ilginç bir program, bizimle iç içe yaşayan, ülkemizi yakından tanıyan, hepsi de her şeyi anlayacak ve meramlarını anlatmaya yetecek derecede, hatta kimisi daha üst düzeyde Türkçe bilen yabancıların, Türkiye ve dünya sorunları konusundaki bakış açılarını yansıtıyor. Bu pazar 16’da seyrettiğim sonuncu programın konuları arasında doğal olarak kuş gribi ile ikide bir havaya kurşun sıkan magandalar da yer alıyordu. Yabancı muhabirlerin (Jerome BastionFransa, Dirk VermeirenBelçika, Suzanne GüstenAlmanya) görüşlerini dinlerken kızmadım. Çünkü çizdikleri tablo aynen Türkiye, betimledikleri insanlar aynen bizlerdik. Belçikalı Dirk Vermeiren, kendi ülkesinde yoğun bir Emirdağlı göçmen nüfus olduğu için (Brüksel ve Anvers’te koca koca Emirdağlı mahalleleri daha doğrusu semtleri var) merak edip Emirdağ’a bir düğüne gitmiş. Oradaki coşkuyu, insanların kendisine gösterdikleri misafirperverliği, içten bir sevgi ile anlattıktan sonra, keyfe gelip havaya kurşun sıkan magandalara (deyimi kullanmadı) geçti, şaşkınlığıyla birlikte korkusunu dile getirdi ve sabaha kadar silah sesi gürültüsü ile korkudan nasıl uyku tutmadığını anlattı. ??? Bu arada, deyişlerimizi de öğrenmiş, Dirk ‘‘at, avrat, silah’’ deyimini biliyor; ilginç de bir öneri getirdi, ‘‘Bunu değiştirin, bundan böyle, ‘at, avrat, cep telefonu’ haline getirin, daha iyi’’ dedi. Alman gazeteci hanım Suzanne Güsten ise silah taşımanın, erkeklik nişanesi olmasına değinirken ‘‘Biri, eğer erkek olmak için illa silaha gereksinim duyuyorsa, o adam bile değildir,’’ derken sanırım, birçoğumuzun hislerine de tercüman oluyordu. Şimdi bu söz üzerine, geleneksel değerlerimizi küçümsediği için ona kızacak mıyız, yoksa oturup düşünecek miyiz? Garip bir özelliğimiz var, eksiklerimizi kendimiz dile getiriyoruz da başkaları söylediği zaman, üzerinde düşüneceğimiz yerde kızıyoruz. Suzanne Güsten ise konuşmasının bir yerinde, kuş gribi ile ilgili olarak, ilgililerin yeterli uyarı ve denetlemeyi yapmalarından daha önemli olanın, olayın ilk patlak verdiği yöredeki halkın sosyal ve kültürel yapısının bu uyarıları algılamaya yeterli olmaması olduğunu söylüyordu. Çok acıydı ama gerçekti. Açın gazeteleri bakın, bütün uyarılara karşı insanlarımız nasıl aldırmaz davranmışlar, hasta tavukları (yoksulluğun gözü kör olsun!) yemişler, çocuklarını zamanında hastaneye götürmemişlerdi. Kuşkusuz bu sonuncuda da yoksulluk rol oynuyordu, ama sonuç değişmiyordu. Bu eleştirilere kızmayalım, çünkü bunlar ülkemizdeki gerçekleri yansıtıyor. Bu kadar uyarıya karşın bugün bakalım Türkiye’nin kaç yerinde kurbanlar sokaklarda sağlıksız koşullarda kesilecek, yine ne tehlikeli oyunlar oynanacak... Eksiklerimizi, aksaklıklarımızı yüzümüze vuranlara kızacak yerde, kuş gribinden ölümü zatürree diye niteleyen, Türkiye’nin alanındaki en önde gelen kuruluşu Ankara Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü Başkanı Doç. Dr. Turan Arslan’a kızalım. Turan Arslan’a bu açıklamasından sonra ne mi oldu? Dilekçe vererek görevinden istifa etti ve huzuru kalp ile hac farizesini ifaya gitti. İstifasının da fazla bir önemi yok. Çünkü hazret zaten 5413 sayılı yasa ile Şişli Etfal Hastanesi enfeksiyon bölümüne şef tayin edilmiş durumda Sağlık Bakanlığı tarafından. Dönünce paşa paşa bu görevinin başına geçecek. ??? Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörü Yaşar Akbıyık’tan Açıklama: Abant İzzet Baysal Üniversitesi Rektörü Sayın Yaşar Akbıyık 6 Ocak 2006 tarihli yazım üzerine bir açıklama göndermiş. Sayın Rektör ‘‘üniversitemizde ‘öğrenciler arasında Fethullahçı bir odaklanma olduğu’ yönünde iddialara yer verilmiş olması üzüntüyle karşılanmıştır’’ dedikten sonra şunları yazıyor: ‘‘Abant İzzet Baysal Üniversitesi Atatürk ilkelerini rehber edinmiş, hayırsever insan İzzet Baysal’a şükran duyguları içerisinde yüksek öğretimin amaçlarına uygun olarak kamu hizmeti gören bir devlet üniversitesidir. Üniversitemiz aydınlanma devrimimizin en önemli kazanımı olan Cumhuriyetimize karşı odaklanmalara ne geçmişte ne de bugün imkân tanımıştır. Gelecekte de Cumhuriyetin kazanımlarına bağlılığımız devam edecektir.’’ Sayın rektörün mektubunu böylece açıkladıktan sonra, belirtmek isterim ki, Belediye Nikâh Salonu’nda yaptığım konuşmada, bu konudan yakınan bir öğrencinin el yazılı pusulası hâlâ elimde durmaktadır. İddia benim tarafımdan ortaya atılmış değildir, bir öğrencinin şikâyetini yansıtmaktadır. Yoksa sayın rektörün imam hatip kökenli olmasından yola çıkarak bir önyargı ile hareket söz konusu değildir. AKP’ye üniversite dersi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 15 yeni üniversite kurulmasına ilişkin yasanın rektör seçimlerine ilişkin maddesini TBMM’ye iade etti. Sezer gerekçesinde, rektör adaylarının Cumhurbaşkanı’na önerilmesinde yetkinin siyasal erkte değil YÖK’te olduğunu belirterek ‘‘Bilimsel özerklik, yönetsel özerkliği de içermektedir. Yönetsel özerklik olmadan bilimsel özerklikten söz edilmesi anlamsız kalmaktadır’’ dedi. Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi’nden yapılan açıklamaya göre, Sezer iade gerekçesinde 5447 sayılı ‘‘Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu, Yükseköğretim Kanunu, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Telsiz Kanunu ile 78 ve 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’’un geçici 1. maddesinin, ‘‘Bu kanunla kurulan üniversitelerin kurucu rektörle Özerklik uyarısı Cumhurbaşkanı Sezer, hükümetin 15 yeni üniversite kurulmasına ilişkin çıkardığı yasanın rektör seçimine ilişkin 1. maddesini TBMM’ye iade etti. “Siyasal erkin üniversiteye karışması bilimi etkiler” diyen Sezer, hükümete rektör atama yetkisinin YÖK’e ait olduğunu hatırlattı. ri iki yıl için, Milli Eğitim Bakanı ve Başbakan’ın önereceği üç isim arasından Cumhurbaşkanınca atanır’’ şeklinde düzenlendiğini anımsattı. Anayasanın 130. maddesinin birinci fıkrasında üniversitelerin, çağdaş eğitim ve öğretim esaslarına dayanan düzen içinde ulusun ve ülkenin gereksinimine uygun insan gücü yetiştirmesi amacı ile eğitim, öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere, kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip olacak, öğrenim ve öğretimin bu özgürlük ve güvence içinde yürütülmesini sağlayacak biçimde yasayla kurulacağının belirtildiğini dile getiren Sezer, yasaya bırakılan konuların ‘‘bilimsel özerklik’’ ilkesi göz önünde bulundurularak düzenlenmesi gerektiğinin vurgulandığını kaydetti. Sezer, üniversitelerin görev ve işlevinin niteliği, bilimsel ve akademik çalışma ve etkinliklerinin ağırlık ve önemi nedeniyle, her türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan uzak tutulmasına özen gösterilmesi gerektiğini belirtti. Üniversitelerin, tüm çalışmalarında bilimsel ölçütleri göz önünde bulundurmak, nesnel ve yansız olmak zorunda olduğunun altını çizen Sezer, ‘‘Bunu sağlamanın yolu ise yükseköğretim dışı kurumların, özellikle si 15 YENİ ÜNİVERSİTE İĞNELİ FIRÇA Aşkın: Türkiye kaldıramaz ? İstanbul’a gelen YYÜ Rektörü Aşkın, üniversitelerin bu kadar sorunu varken 15 yeni üniversitenin kaynakları sınırlı olan Türkiye için ağır bir yük olacağını söyledi. İSTANBUL (AA) Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın, cezaevinden çıktıktan sonra ilk kez Van dışına çıkarak eşi Oya Aşkın’la birlikte İstanbul’a geldi. Yaşadıklarının hoş bir deneyim olmadığını kaydeden Aşkın, bir soru üzerine Türkiye’nin kısıtlı kaynaklarının 15 yeni üniversiteyi kaldıramayacağını söyledi. Aşkın, Atatürk Havalimanı VIP Salonu’nda gazetecilerin soruları üzerine yaptığı açıklamada, yaşadıklarının bir deneyim olduğunu belirterek ‘‘Belki hoş bir deneyim değildi, kimseye tavsiye edilmez ama, bir başka dünyayı da tanımış olduk. Onu bir kazanca dönüştürdüm, acılı bir deneyim de olsa. Şimdi hayatımızı kaldığımız yerden devam ettirmek istiyorum’’ dedi. Aşkın, 15 yeni üniversite kurulmasının veto edildiğinin hatırlatılması üzerine de şunları söyledi: ‘‘Üniversite kurma işini daha rasyonel bir temele oturtmak lazım. Üniversitelerin bu kadar sorunu varken YÖK de bunun üzerinde çalışma yaptı, olabilecekleri hükümete bildirdi. Bu sırayla gitmekte fayda olur diye düşünüyorum. 15 tane, Türkiye için, kaynakları sınırlı olan bir ülke için zor kaldırılır bir yük. Bizim gibi üniversitelerin problemleri çok daha büyük. Kaynakları buralara yönlendirip problemlerini çözmek lazım. Bunun bir mutabakatla yapılması lazım.’’ Prof. Aşkın, ‘‘Kuş gribi olayında YYÜ Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’nde müdahalenin yetersiz olduğu’’ iddialarının anımsatılmasına karşılık, hastanenin ve çalışanlarının bütün olanaklarını seferber ettiğini vurguladı. Aşkın, tahliyeden sonra hiçbir bakanın kendisini aramadığını da söyledi. bir deyişle, verilen görev alanı içinde kalmak koşuluyla, üniversite dışı yönetsel birimlerin ve siyasal erkin karışması olmadan, işleyişini kendisinin yönlendirebilmesini gerektirmektedir. Bilimsel özerklik, yönetsel özerkliği de içermektedir. Yönetsel özerklikle bilimyasal erkin, yönetimin herhangi bir ev sel özerklik birbirini tamamlamakta, yöresinden başlayarak bilimsel çalışma netsel özerklik olmadan bilimsel özerkları etkileyecek tüm aşamalardan uzak likten söz edilmesi anlamsız kalmaktadurmasından geçmektedir’’ görüşünü dır. Bu niteliği ile bilimsel ve yönetsel dile getirdi. özerklik, üniversite yönetiminin karar Yasa koyucunun üniversiteleri bi alma sürecinde herhangi bir baskı, tellimsel özerklik ve kamu tüzelkişiliği ile kin ya da tavsiye ile etki altına alınmadonatmasının, yükseköğrenime veri larını önleyerek yansız görev yapabilmelen önem ve değerin sonucu olduğunu lerini sağlamaktadır.’’ ifade eden Sezer, rektör seçimi yetkiAnayasanın 2. maddesinde tanımsinin Cumhurbaşkanı’na verilmiş olma lanan ‘‘hukuk devleti’’ ilkesinin, ‘‘husının, üniversitelerin bilimsel özerk kuk güvenliği’’ anlayışını yansıttığını liklerinin yönetsel özerkliği de içerdi anlatan Sezer, ‘‘Hukuk güvenliği, kağini anlattığını kaydetti. Sezer, şöyle de mu görevlileri yönünden önemli bir güvam etti: ‘‘Çünkü bilimsel özerklik, be vencedir. Bu güvence, yükseköğretimlirli sınırlar içinde serbestçe karar alıp, de çok önemli işleve sahip rektörlerin bu kararları uygulayabilmeyi; başka seçilme evresinde siyasal iktidarın karışmasına engel oluşturmaktadır’’ dedi. Sezer, Yükseköğretim ZAFER TEMOÇİN Yasası’nın 13. maddesiyle rektör adaylarını belirleyip önerme yetkisinin YÖK’e verildiğine de işaret etti. Sezer, yeni yasanın geçici 1. maddesinde, yeni kurulan üniversitelerde kurucu rektör adaylarının Milli Eğitim Bakanı ve Başbakanca belirlenmesinin öngörülmesinin, üniversitelerin bilimsel ve yönetsel özerklikleriyle, YÖK’ün anayasada belirlenen görev ve yetkileriyle bağdaşmadığını, hizmetin gereğine ve kamu yararına uygun düşmediğini kaydetti. Sezer, ‘‘Kuşkusuz, kurucu rektör adaylarının belirlenmesinde, önceki yasalarda benzer düzenlemelerin yapılmış olması, incelenen yasanın geçici 1. maddesinin hukuka ve anayasaya uygunluğunu göstermemektedir’’ dedi. ‘Örgütlenmenin bedeli işsizlik’ 20032005 yılları arasında, Türkİş’e bağlı sendikalara üye oldukları gerekçesiyle toplam 15 bin 531 işçi işten atıldı, 3 bin 977 işçi de istifa etmek zorunda kaldı ANKARA (AA) Türkİş tarafından hazırlanan raporda, 20032005 yılları arasında, Türkİş’e bağlı sendikalara üye oldukları gerekçesiyle 15 bin 531 işçinin işten çıkarıldığı bildirildi. Türkİş, kendisine bağlı sendikaların örgütlenme nedeniyle karşılaştıkları sorunlar ve işten atılmalar konusunda ‘‘Türkiye’de Sendikal Örgütlenmenin Bedeli: İşten Atılmak’’ adlı bir rapor hazırladı. Rapora göre, 20032005 yılları arasında, Türkİş’e bağlı sendikalara üye oldukları gerekçesiyle toplam 15 bin 531 işçi işten atıldı. Bu yıllar arasında Tarımİş’e üye olan 30, Türkiye Madenİş’e üye 65, Petrolİş’e üye 762, Tek Gıdaİş’e üye 127, TEKSİF’e üye 728, Deriİş’e üye 1360, Ağaçİş’e üye 255, Selülozİş’e üye 516, Basınİş’e üye 37, Kristalİş’e üye 984, Türk Metal’e üye 115, DokGemiİş’e üye 20, Yolİş’e üye 25, Koopİş’e üye 56, TezKoopİş’e üye 287, TÜMTİS’e üye 267, Demiryolİş’e üye 82, Limanİş’e üye 134, Haberİş’e üye 43, Sağlıkİş’e üye 122, TOLEYİS’e üye 210, Belediye İş’e üye 7 bin 551, Havaİş’e üye olan 1755 işçi işten çıkarıldı. bin 977 işçinin istifa ettiğine dikkat çekildi. Raporda, Türkiye’de örgütlenme ve toplu pazarlık hakları konusunda yasal bir çerçeve bulunsa bile, çoğu zaman bu hakların kâğıt üzerinde kaldığı ifade edildi. Yeni örgütlenme faaliyetlerinin büyük bir çoğunluğunun, istifa veya işten çıkarmalarla sona erdirildiği, örgütlenmeye öncülük eden işçilerin, aynı işkolunda tekrar iş bulamadığı ifade edilen raporda, toplu iş sözleşmesi sırasındaki yetki sürecinin uzunluğu ve işverenlerin yetki itirazlarının örgütlenmeyi engellediği kaydedildi. işaret edilen raporda, işten çıkarılan işçi sayısındaki artışın, örgütlenmeyi duraksattığı belirtildi. Mevcut yasaların, örgütlenen işçileri yeteri kadar korumadığı savunulan raporda, sendikal nedenlerle işten çıkarmalarda, işe iade kararlarının tazminata çevrilmemesi istendi. Örgütlenmeye ilişkin bir diğer zorluğun da idari yönden yaşandığı ifade edilen raporda, toplu iş sözleşmesi sürecinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nca yapılan işçi sayılarının tespitinde, sigorta kayıtları yerine işverenden bilgi istenmesinin, sendikaların şikâyetine neden olduğu belirtildi. Raporda, esnek çalışma sistemlerinin de örgütlenmeyi engellediğine işaret edilerek ‘‘Örgütlenme, sendikal hakların ve çalışma barışının bir gereği ve güvencesi olarak görülmelidir’’ denildi. İşveren istifaya zorluyor Raporda, sendika üyeliği nedeniyle işten atılmaların yanı sıra örgütlenme sürecinde yaygın olarak karşılaşılan bir diğer olumsuz uygulamanın da ‘‘işçilerin işten atılmamaları karşılığında sendikadan istifaya zorlanmaları’’ olduğu kaydedildi. Raporda, aynı süreçte TEKSİF’ten 1090, Selülozİş’ten 808, Basınİş’ten 187, Çimseİş’ten 1722, Türk Metal’den 100, Yolİş’ten 70 olmak üzere, toplam 3 Güvence işe yaramadı İş Güvencesi Yasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra, sendikal örgütlenmenin artacağının düşünüldüğü, ancak geçen süreçte örgütlenmede bir artış olmadığına asirmen?cumhuriyet.com.tr Eylem hazırlığındaki PKK’ye darbe 12 kilo patlayıcı ile yakalandılar İstanbul Haber Servisi İstanbul’da düzenlenen operasyonda terör örgütü PKK üyesi 7 kişi, 12 kilo 100 gram plastik patlayıcıyla yakalandı. Sanıklar adliyeye sevk edildi. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, terör örgütü üyelerinden bazılarının yurtdışında askeri ve siyasi kamplarında eğitim aldıktan sonra sansasyonel eylem yapmak üzere İstanbul’a gönderildiğinin belirlendiğini söyledi. Cerrah, bu kişilerin üzerlerinde ve kaldıkları yerlerde yapılan aramalarda patlayıcının yanı sıra 8 elektrikli fünye, 2 bin Avro ile 200 ABD Doları, 2 sahte nüfus cüzdanı, 8 fişek, bir miktar uyuşturucu ve bol miktarda örgütsel doküman ele geçirildiğini açıkladı. Mehmet Ali Ağca’nın önümüzdeki günlerde bırakılacağı açıklandı. Bu haber beni gerilere götürdü. Abdi İpekçi’nin öldürüldüğü gün Aydınlık gazetesinin genel yayın yönetmeniydim. Ankara’ya gitmek üzere trene binmek üzereyken kötü haberi almıştım. Abdi Bey, gazeteciliğimizin temel taşlarından birisiydi. Onun öldürülmesi, artık işlerin çığırından çıktığını haber veriyordu. Abdi İpekçi neden öldürülebilirdi? Bu sorunun cevabını sıcağı sıcağına o gün veremezdik. Bir gazeteci olarak İpekçi cinayetini dikkatle ve özenle izledim. Ortaya çıkan delilleri hep anlamaya ve başımıza hangi felaketin neden örüldüğüne cevap aramaya çalıştım. ??? Aslında ben kafamdaki soruları büyük ölçüde çözdüm. İpekçi’nin neden ve kimler tarafından öldürüldüğünü de aşağı yukarı anlayabilecek durumdayım. Gerçeğin bütünüyle ortaya çıkması için güçlü bir siyasi iradeye gerek olduğunu şimdi daha iyi Mehmet Ali Ağca’nın Bırakılması biliyorum. Abdi İpekçi cinayetinin kilit isimleri, daha birçok kritik cinayetin de kilit isimleriydiler. Mehmet Ali Ağca, sıkıyönetim koşullarında Maltepe askeri cezaevinden nasıl ve neden kaçırılmıştı? O dönemin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Üruğ, Ağca’nın Emniyet’te sorgulanmasından neden hoşlanmamış ve sorgulamayı durdurup, onu askeri savcılara teslim etmişti? Çünkü o dönemde CHP’li Hasan Fehmi Güneş İçişleri Bakanı’ydı ve olayın üzerine gitmeye kararlı bir tutum gösteriyordu. Mehmet Ali Ağca, sıkıyönetime teslim edildikten sonra neden ciddi bir şekilde sorgulanmasına devam edilmemişti? İpekçi cinayetinin Ağca dışında aranan sanıkları neden yeşil pasaportla yurtdışına gönderilmişlerdi? İpekçi öldürüldüğünde Özel Harp Dairesi Özel Birlikler Komutanı olan Korkut Eken’in Çatlı ile arkadaşlığı hangi temele dayanıyordu? Bu dostluk hangi olay ve hangi bağlantıyla başlamış ve ölünceye kadar nasıl devam etmişti? ??? Abdi İpekçi’nin öldürülmesi, Türkiye’de askeri darbeye gidişin en önemli adımlardan birisi oldu. Çünkü, İpekçi gibi ılımlı ve dengeli bir gazetecinin öldürülmesi, toplumda siyasi çözüm umudunu tüketen bir gelişme olarak kabul edildi. Bu ölümle birlikte ‘‘Birileri bu işe müdahale etmeli’’ düşüncesi daha güçlü hale gelmişti. O dönemde CHP hükümetteydi ve Ecevit başbakandı. ‘‘Kontrgerilla’dan hesap soracağız’’ diyen Ecevit, birçok kritik cinayetin ardından dostu Abdi İpekçi’yi de bir siyasi cinayette kaybetmiş ve bir anlamda uyarılmıştı. Ecevit’in başına o dönemde başka uyarıcı(!) felaketler de gelmişti. Abdi İpekçi’nin devlet içindeki bazı güçlerle bağlantılı bir şebeke tarafından öldürüldüğü konusu, bir gerçektir. Zaten böyle olduğu için cinayet hiçbir zaman tamamen aydınlatılamadı. Hep bir yerlere gelip durduruldu. Biz ne olduğunu biliyorduk, aslında olayı izleyen herkes biliyordu. Ancak gerçeği ortaya çıkaracak bir demokratik birikim Türkiye’de hiçbir zaman oluşmadı. Birkaç yıl önce Atina’ya yaptığım bir ziyaret sırasında Büyükelçiliğimize uğramıştım. Büyükelçiliğin girişteki şeref masasında 12 Eylül askeri darbesinin önderi Kenan Evren’in fotoğrafı duruyordu. Yunanistan’da ise cuntacıların lideri o tarihte cezaevinde 27. senesini doldurmuştu. Bir başka lideri ise cezaevinde ölmüştü. ??? Abdi İpekçi cinayetini Sevgili Uğur Mumcu, bir araştırmacı gazeteci titizliğiyle izlemiş, pek çok gerçeği ortaya çıkarmıştı. Aynı şeyi savcı Do ğan Öz cinayeti için de yapmıştı. Onun bütün çabaları da Türkiye’yi darbeye götüren cinayetlerin devlet bağlantılarını ortaya çıkarmaya yetmedi. Onun yazılarını karıştırdıkça ortaya çıkan gerçekler karşısında dehşete kapılıyor ve ülkemizin geleceğine yanıyorum. Mehmet Ali Ağca serbest kalıyor. O tetiği çekmişti. Önemli olan ona tetiği çektirenlerin ortaya çıkarılmasıydı. Bunu, Türkiye’nin demokrasi güçleri beceremediler. Bu cinayetin aydınlanması, Türkiye’nin militarizmle de hesaplaşması anlamına gelecekti. Türkiye’nin başına 12 Eylül askeri darbesi çorabını örenler, ülkemizin birçok önemli değerini de bu amaçla yok ettiler. Abdi İpekçi’ye, Uğur Mumcu’ya, Doğan Öz’e, Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul ’a, Cavit Orhan Tütengil’e ve daha nice yitirdiğimiz değerli insanlara hâlâ özür borçluyuz. Anıları önünde saygıyla ve utançla eğilmekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Yazık... CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle