10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 OCAK 2005 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Kimlik Sorunu Erdoğan Sorunu Hemen belirtelim ki din bir kimlik değildir. Üst kimlik olamayacağı gibi, çimento ve bağlayıcı öğe de olamaz. Öncelikle kimlik bir inanç sorunu değil, düşünce sorunudur. Kimliği yaratan öğeler düşünceyi yaratan öğelerdir. Büyük devlet adamı Atatürk, Cumhuriyet’i kurduğu günlerde ‘‘din bağına dayalı yüzyıllık bir birim yerine ulusallık bağına dayalı bir birim’’ getirmiştir. Ümmet anlayışı ve ümmet devleti gitmiş, onun yerine ulus devlet, üniter devlet gelmiştir. devletini çağrıştıran söylemleri kullanamaz, kullanmamalıdır. Din birleştirici bir öğe olsaydı, Birinci Dünya Savaşı’nda Sultan Reşat’ın ‘‘cihat’’ çağrısı Müslümanlar tarafından kabul edilirdi. Oysa Müslümanlar Arap yarımadasında İngilizlerle birleşerek on binlerce Müslüman Türk’ün çöllere gömülmesine neden olmuşlardır. Ayrıca Sayın Erdoğan dinin tarih boyunca birleştirici bir unsur, bir çimento olduğunu söylemekle kalmamış, Atatürk’ün de aynı düşüncede olduğunu vurgulamıştır. ‘‘Nutuk’u falan okumak lazım, okursanız orada da onu göreceksiniz’’ biçiminde konuşmuştur. Atatürk’ün Büyük Söylev’ini okumadığı bu sözlerinden anlaşılmaktadır. Çünkü Büyük Söylev, 19191927 yılları arasındaki olayları anlatmaktadır. Söylevde, şeyhlerden, dedelerden, seyitlerden yakınmalar vardır da, din konusunda tek tümce yoktur. Söylev ve demeçlerinde ve başkaca konuşmalarında dinden söz etmiş, hatta ‘‘dinsiz bir ulusun yaşayamayacağını’’ da açıkça dile getirmiştir, ama onun bir çimento olduğunu söylememiştir. Birleştirici öğenin ulusallık olduğu düşüncesindedir. Devlet işlerine hiçbir zaman dini karıştırmamış ve karıştırılmasına izin vermemiştir. Laiklikten bir santim bile ayrılmamıştır. Atatürk devrimi teokrasiye, din devletine karşı laikliği savunmuştur. Vicdan özgürlüğünün doğal bir sonucu olan laikliği. Saltçılığın karşısına halkçılığı çıkarmıştır, saltanatın karşısına da Cumhuriyeti. Saltanatın kaldırılmasıyla iktidar ulusun olmuş, her türlü akıl dışı bağlardan kurtulmuştur. İnanç özgürlüğünü kısıtladığı için, devletin bir dine bağlı olması düşüncesi terk edilmiştir. Devlet, yasaları yaparken eskisi gibi din kurallarına değil, toplumsal gerçeklere bağlı olacaktır. Yasalar, gücünü dinden değil, ülke çıkarlarından, insan ve toplum ilişkilerinden alacaktır. Erdoğan ise her türlü söylem ve eylemleriyle çağdaş ve laik sisteme karşı çıkan bir politikacıdır. Çeşitli konuşmalarında Atatürk’ten söz ettiği halde bir Atatürk devrimcisi değil, düpedüz bir karşıdevrimcidir. Millet görüşü yerine ümmet görüşünü savunmaktadır. Atatürk, kimlik konusuna da açıklık getiren bir önderdir. Sorunu ‘‘Misakı Milli sınırları içinde yaşayan Türk halkına Türk milleti denir’’ biçminde koymuştur ortaya. Başbakanımız ise yıllar boyunca söylenegelen Türk ulusu sözcüğünü ağzına almak istememekte, onun yerine ‘‘anayasal vatandaşlık ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı’’ gibi deyimler kullanmak suretiyle ortalığı karıştırmaktadır. Şimdi ise din olgusunu ve dinsel kimliği gündeme getirmek suretiyle işleri büsbütün içinden çıkılmaz duruma getirmiştir. Bu nedenle Başbakan’ın, ‘‘pusulasını şaşırmış’’ olduğunu, ‘‘Türk tarihini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini bilmediğini’’ söyleyenler yerden göğe kadar haklı değil midirler? PENCERE Kurban Bayramı?.. Eskiden hediyelik ipek mendiller gibi mis kokulu bayram yazıları yayımlanırdı; Şeker ya da Ramazan bayramlarında, yavaş ateşte pişirilmiş köpüklü kahveyi yudumlarken gazete okumasına da doyum olmazdı... Kurban Bayramı’nda işin azıcık tadı kaçsa da, bayram bayramdı, seyran da seyran... Geçti o günler... Yalnız bayramlar değil, tövbe estağfurullah Allah, Peygamber, Kuranıkerim, cami, namaz, niyaz ve daha başka kutsal ne varsa din iman faslından çıkarıldılar... Politika metaı gibi kullanılıyorlar. ? Herifin biri çıkıp diyor ki: ‘‘ Faiz haramdır...’’ Adam göz göre göre, içer de ve dışarda faizsiz para topluyor saf Müslümanlardan, üç, beş, on, yüz, milyon, milyar, trilyon... Faiz haram ya, bizim sahteci Müslüman sözüm ona sevabından paraya para katıyor... Sonra paralarını topladığı ehli sünnet zavallısının tümünü birden kazıklıyor... Herifin biri çıkıp diyor ki: ‘‘ Laiklik haramdır...’’ Adam piyasadan topladığı faizsiz para gibi sandıkta oy topluyor... Sonra oylarını topladığı ehli sünnet zavallısının tümünü birden kazıklıyor... ? Anadolu’nun saf Müslüman halkı, tarihinin hiçbir dönemindeki iman borsasında bugünkü kadar kazıklanmadı... Her birinin sırtındaki yolsuzluk kamburu Notre Dame Kilisesi’nin kamburundan beter olanlar, ‘dokunulmazlık’ şemsiyesinin arkasına geçmişler, vuruyorlar, çırpıyorlar, çalıyorlar; uzak yakın, akraba taallukat, Avrupa’larda, Amerika’larda fink atıp keyif çatıyorlar... Eski yolsuzluk dosyalarını dondurmuşlar... Yeni yolsuzluk dosyalarını fitilliyorlar... Dini imanı kullanarak Türkiye’yi kazıklayan bu gözü pek takımının namazından niyazından geçilmiyor... Haramzadeler halkı uyutup kafakola almak için hiç çekinmeden Müslümanlığı tepe tepe kullanıyorlar... Dine küfür, hiçbir dönemde bugünkü gibi tezgâhlanmadı... Tevfik Fikret’in deyişi ünlüdür: ‘‘ Kanun diye, kanun diye, kanun tepelendi...’’ Fikret bugün yaşasaydı ne söylerdi: ‘‘ İslam diye, İslam diye, İslam tepelendi...’’ ? Bugün bayram... Ortalık kokuşmuş... Pislik, çirkef, kirlilik, hastalık yere göğe bulaşmış; civcivden ördeğe, tavuktan horoza, yumurtadan çamura, kurbanlıktan kanatlıya, koyundan ineğe, öküzden mandaya ortalıkta pazarlanan ne varsa korkulu ve kuşkulu... Yüce Allah’ın adını mekruh ağzından düşürmeyen dinci tayfası, memleketin başına geçip iktidar koltuğuna oturduğundan bu yana Müslümanlığı pazarlaya pazarlaya ülkeyi haraç mezat satıyor... İkiyüzlülük yere göğe sığmıyor... Halkımız Müslüman olalı böyle bir bayram görmemişti!.. Dincilik, sonunda böyle bir Kurban Bayramı’nı da bu ülkeye yaşattı!.. Mevlana ile Bayram... ‘‘Bir yerde konaklayıp da, yola koyulmak, ne güzel Hiç donmadan bulanmadan, böyle durulmak; ne güzel, Dün geçmiş ola, onunla gitti gider, dünkü sözün, Her yepyeni gün için, bir taze söz bulmak, ne güzel’’ Bir bayram gününe Mevlana ile başlamak da güzel elbet! Bin yıla yakın bir gelecekten bir ses değil bu Rubai’ler... Dün yazılmış, dün yaşanmış, dün diye bir şey yokmuş gibi. Talat Halman, Mevlana Celaleddin Rumi’den ‘‘Seçme Rubai’ler’’i ‘‘Candan Cana’’ adıyla dilimize ustalıkla çevirmiş. Hep duyulur, hep dilden dile gezer, yıllar içinde çeşitli çevirileri okumuşuzdur, kimilerini ezberlemişizdir... En ünlüsünü anımsatayım: ‘‘Gel, gel yine, her neysen, kimsen, gel, Kâfirsen, ateş ve put seversen, yine gel, Girmez ki umutsuzluk dergâhımıza Yüz tövbeni bozsan bile, gel, sen yine gel’’ Kurban Bayramlarını sever misiniz? Ben çocuk yaşımdan beri böyle günlerde odamdan dışarı çıkmak istemem. Pencereden bakmak da... ‘‘Din şehit ister, asuman kurban’’ demiş Fikret, ‘‘Her yerde kan kan kan’’... Böylesine kanlı bayram olur mu? Bayramlar huzur vermeli, yaşama gücüne hız kazandırmalı. Ama kurban kesmek, kurban vermek, dünyanın yaratılışından bu yana dinsel bir töre olmuş... Öyle yapmışlar, öyle buyurmuşlar, kimse de çıkıp ‘‘Bu tür işler yanlıştır’’ dememiş!.. Türkiye İş Bankası Yayınları’nda çıkan ‘‘Candan Cana’’yı tek tek inceledim, ‘‘kanlı’’ bir dize göremedim. Aşka, sevgiliye kendini adamak var da ‘‘Kurbanın olayım’’ diye bir söz yok! Hep yaşamanın tadını, güzelliğini yazmış, duyurmuş... Bir kez gelinen, belli bir süre sonra çekip gidilen bu yeryüzünde, aşk var, güzel, duyarlıklar, sarhoşluklar, sevişmeler var! Dargınlıklara, düşmanlıklara, kinlere yer yok! Bin yıla yakın bir süre etkisini sürdürmesi biraz da bundan... Oysa hiç de güzel günlerde yaşamıyoruz. Mevlana’nın öğütlerini dinlemiyoruz. Gidiyor izliyoruz, adını saygıyla anıyoruz, dönen dervişlerden hoşlanıyoruz, ama onun evrensel bildirisini duymazlıktan, bilmezlikten geliyoruz! Evet, zordur, sevgi, aşk, güzellik, iyilik gibi insanı tüm yaratıklardan üstün kılan nitelikleri benimsemek; gerçek ‘insan’ olabilmek! Bir ay mı oldu, Başbakan sofra başında tavuk etinden bir parçayı çiğnerken karşısındaki gazeteci arkadaşa bir lokma uzatmıştı. Ağzını açan genç adam da Başbakan’ın çatalındaki tavuk parçasını yutmuştu. Başka bakanlar da rahat rahat tavuk etini yemişlerdi. ‘‘İşte öyle şey yok, tavuk hastalığı yok, ülkemizde böyle bir salgın yoktur, olamaz, işte kanıtı, bizlerin TV önünde tavuk budunu yememiz!..’’ Yıllar önce bir başka bakan da aynı jesti yapmıştı, ‘‘Çernobil olayından Türkiye’ye bir etki gelmemiştir, gelemez, çaylarımız temizdir’’ diye TV önünde çayını içmişti! Sonra ne oldu? Çernobil’in kurbanları kısa süre sonra tek tek ölmeye başladığında politikacıların sahteciliği ortaya çıkmıştı. Aynı oyunu bir kez daha yaşadık işte!.. ‘‘Aşk kuru bir ses, derler Sunturlu yalanAşkımsın derler ‘buldun var oyalan’ Bizlerde saadet hep can içre olur ‘Cennet yedi kat arşta mı derler?’ Bu yalan’’ Ülkemiz yeni bir yıla mı girdi! Geçen gün dediğim gibi, eskinin de eskisi bir zaman parçasına mı? ‘‘Her yer karanlık’’ demişti Hâmit... Aydınlık nerde derseniz, o da şimdilik yok, Mevlana istediği kadar sekiz yüz yıl önceden seslensin: ‘‘Peyda olurum, saklanırım, işte buyum, Müslüman, Hıristiyan, Musevi olurum, Kalbim, yerleşsin diye her bir yüreğe Ben kendime, her gün, yeni bir yüz bulurum.’’ M. İskender ÖZTURANLI S ayın Başbakan, ülkemiz için gittikçe bir sorun haline gelmektedir, gelmiştir de. Kimlik sorunuyla Erdoğan sorunu adeta özdeşleşmiştir. Her konuyu din açısından ele aldığı ve dünyaya yalnız dinsel gözlüklerle baktığı için, Türk kimliğini de dinsel öğelere dayandırmak isteyen bir politikacı görünümündedir. AİHM’nin türban hakkındaki kararını beğenmediği zaman nasıl din faktörüne ve ulemaya sığındıysa, kimlik sorununda da aynı davranış içine girmiş, dinin bir üst kimlik olduğunu söylemiştir. Hatırlanacağı üzere türban konusunda AİHM’nin karar veremeyeceği, bu konuda ulemanın söz sahibi ve ulema fetvalarının geçerli olduğu düşüncesindedir. Bunu da açıkça söylemiş ve şu görüşü getirmiştir gündeme: ‘‘Açarsın o dinin mensubuna, Musevi’yse o dinin mensubuna, Hıristiyan’sa o dinin mensubuna, sorarsın. Bunun gerçekten dinde emredici bir hükmü var mı?.. Ben diyorum ki dinde bunun yeri var. Biraz da bu alanda mürekkep yaladım.’’ Sayın Erdoğan’ın unuttuğu nokta, AİHM’nin yalnız şeriatın simgesi olan türbanı değil, Hıristiyanlığın ve Museviliğin simgelerini de okullarda yasaklarken ne papazlardan ne de hahamlardan görüş almak gereğini duymadığıdır. Ne var ki Erdoğan, işi ulemaya bile bırakmak istememekte, mürekkep yaladığını söylemek suretiyle, belediye başkanıyken kendisini İstanbul’un imamı ilan ettiği gibi, şimdi de Türkiye’nin uleması ilan etmektedir. Gözden uzak tuttuğu, cumhuriyetle birlikte Türk ulusunun ulemalardan ve ulema fetvalarından kurtulmuş olduğudur. 82 yıllık Cumhuriyet tarihinde hiçbir devlet adamı bugüne değin ulema ve fetva sözcüklerini kullanmamıştır. Bu sözlerinden bir gün sonra Başbakanlık Danışmanı Akif Beki, bu büyük gafı onarmaya çalışmış, ‘‘Sayın Başbakan’ın dünyevi hukuk alanına giren bir düzenlemenin, din bilginlerine bırakılması gerektiğini söylemesi söz konusu değildir, olmamıştır da. Erdoğan ulema sıfatıyla bilirkişiyi kastetmiştir’’ diye konuşmak gereğini duymuştur. Ne var ki Başbakan bu açıklamayı yeterli bulmadığı için, hemen arkasından Türk Dil Kurumu sözlüğünde ulema karşılığının ‘‘âlimler, bilginler’’ demek olduğunu söyle meye yeltenmiş ve karşısındakileri bilgisizlikle suçlamıştır. Oysa Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre ulema sözcüğünün birinci anlamı Erdoğan’ın dediği gibi din bilginleridir, ama ikinci anlamı şöyledir: ‘‘Sarıklı din bilginleri.’’ Sayın Erdoğan’ın, sözcüğü ikinci anlamda kullandığı açık seçik ortada değil midir? Başbakan ne söylediğini pek algılayamadığı için, birkaç gün sonra onları ya kendisi ya da yakın çevresi düzeltmeye kalkışmaktadır. Kimlik sorununda da böyle olmuştur. Tüm televizyonlar, ajanslar ve gazeteler, Okyanusya’da bulunduğu sırada üst kimliğin din olduğunu söylediğini duyurmuşlar ve yazmışlardır. Bu yazılanlara göre Erdoğan aynen şunları söylemiştir: ‘‘Türkiye’de Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Boşnak, aklınıza ne gelirse var. Etnik unsurları birbirine bağlayan önemli bir din bağı vardır. Çünkü Türkiye’nin yüzde doksan dokuzu Müslüman’dır.’’ Tüm basın tarafından duyurulan bu sözler yadsınabilir mi hiç? Ve Erdoğan, ‘‘etnik unsurları birbirine din bağlar’’ sözünü söylemediğini savlayabilir mi kolay kolay? Ama ne yazık ki yurda döner dönmez, söylediklerini yadsımış, ‘‘din bir üst kimliktir demediğini’’ belirtmiş ve şunları eklemiştir sözlerine: ‘‘Din bir çimentodur ve şu anda en önemli birleştirici bir unsurdur.’’ Erdoğan’ın birinci söylemi ne kadar yanlışsa, ikincisi de o kadar yanlıştır. Dinin bir çimento, birleştirici öğe olduğunu söylemek, onun üst kimlik olduğunu söylemekle eşanlamlı değil midir? Ne var ki Sayın Başbakan bunun bilincinde değildir. Hemen belirtelim ki din bir kimlik değildir. Üst kimlik olamayacağı gibi, çimento ve bağlayıcı öğe de olamaz. Öncelikle kimlik bir inanç sorunu değil, düşünce sorunudur. Kimliği yaratan öğeler düşünceyi yaratan öğelerdir. Büyük devlet adamı Atatürk, Cumhuriyet’i kurduğu günlerde ‘‘din bağına dayalı yüzyıllık bir birim yerine ulusallık bağına dayalı bir birim’’ getirmiştir. Ümmet anlayışı ve ümmet devleti gitmiş, onun yerine ulus devlet, üniter devlet gelmiştir. Siyasal ve toplumsal konular, dine göre değil, ulus devlet düşüncesine göre ele alınmıştır. Çağdaşlığın gereği budur. Avrupa Birliği’ne girmek isteyen Erdoğan ve partisi, din ve ümmet Kamuoyu Yoklamalarının Gösterdiği Ertuğrul EFEOĞLU Türk Dili Dergisi Düzeltmeni A BD’nin yaklaşık altı ay arayla çeşitli ülkelerde iki kez kamuoyu yoklamaları yaptırdığını gazeteler yazdı. ABD, bu yoklamalarla çeşitli ülkelerin, çeşit li ulusların kendisine bakışlarını öğrenmek istiyordu. Ölçümler şu sonucu iki kez vurguladı: Türk ulusu yüzde sekseni aşan bir oranla ABD yayılmacılığına, ABD’nin Af ganistan ve Irak’ta girişmiş olduğu kıyımlara karşıdır. Sonuçlara bakınca, gerçek apaçık görülüyor. Başka hiçbir ulus Türk halkının ABD karşıtlığında ulaştığı orana ulaşabilecek durumda değildir. Ne İran, Libya, Mısır, Suriye, Ürdün gibi halklarının çoğunluğu Müslüman ve çoğu Arap olan ülkelerde yaşayanlar ne de Fransa, İtalya, İsveç, İsviçre, Kanada, Norveç gibi çağımızın sözde en uygar ülkelerinin yurttaşları bu konuda büyük Türk ulusunun yüceliğine erişebilecek düzeydedir. Bu, Türk ulusunun göz kamaştırıcı büyüklüğüdür. Özellikle büyük kentlerin gündelik itiş kakışı içinde birbirimizi sevdiğimiz pek söylenemez. Sevgisizlik gösterisinde ileri gidenler de yok değildir. Kendimizi sevmemek için ne gerekirse yapmaktan geri kalmayanımızın sayısı özellikle büyük kentlerde hiç de azımsanmaz. Oysa yabancıların çoğu bizim büyük bir ulus olduğumuzun ayrımındadır. Bunu söylemekten de gocunmazlar. Bizse onların bu sözlerini çoğu kez bir kandırmaca olarak görür, yargılarını o açıdan değerlendiririz. Türklerin özgürlüğe ulusça tutkun oldukları açık bir gerçektir. Özgürlük duygusu, Türk halkının yüksek bağımsızlık bilincini pekiştiren en önemli güdülerdendir. Bu da bizim ikinci özelliğimizdir. Söz konusu kamuoyu yoklamaları şunu göstermiştir: Hiçbir ulus, kendi özgürlüğüne de başkalarının özgürlüğüne de Türk ulusu ölçüsünde duyarlı değildir. ABD yoklamalarının sonuçları bu bakımlardan büyük önem taşır. Bu sonuçları iyi değerlendirmek gerekir. Ancak, öyle görünüyor ki, ABD de doğru değerlendirmeyi yapabilmiş değildir. Çünkü o da ‘‘kerametini kendi elinde tuttuğu’’ gelip geçici bir siyasal oluşumdan yardım istemiş, tekelleşmiş Türk medyasına baskı yapılarak kamuoyu yoklamalarında ortaya çıkan sonucun değiştirilebileceğini ummuştur. Ne gülünç!.. Medyanın büyük bölümü ABD yayılmacılığını Türk halkına sevimli göstermeye çalışmıyormuş gibi!.. Dolayısıyla, işin özünden ABD’nin de habersiz olduğu belli. İşin özü şu: Türk ulusu bağımsızlığa ve özgürlüğe çok düşkün yetmiş milyonluk büyük bir ulustur. Bu şaşmaz bir gerçektir. Ne mutlu bize!.. CUMOK BİLDİRİSİ Unutmayalım ki; ‘‘... çalışmayan üretmeyen, yaratmayan toplumlar, köle olmaya mahkumdurlar...’’ Yeni yılda, içerde karanlığı, yağmayı sürdürmek isteyenlerin, dışarıda ise, AB’ye tam teslimiyetle, saldırgan ABD Emperyalizminin Ortadoğu’daki çıkarlarını savunan bir maceraya sürükleniyoruz. Bu duruma ulusça her yurttaşımızın karşı durması gerektiğini biliyor, bu yolda çalışıyoruz. Bilmeliyiz ki; ‘‘...kurtuluş yok tek başına..’’ ‘‘ her ferde, her yiğide muhtacız..’’ Mücadele bayrağını kaldırmayanları; görev ve sorumluluk almayan, emek vermeyen, çalışan herkesi eleştiren , gelişmelere karşı seyirci kalarak mutluluk arayanları, gelecekteki tehlikelere karşı uyarıyor , mücadeleye hazır olmaya çağırıyoruz. ancak o zaman; ‘‘..Bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine...’’ yaşayabiliriz. Türk Ulusunun Yeni Yılını ve Bayramını yürekten kutlarız. www.cumok.org BANDIRMA CUMOK ÇAĞRISI 14 OCAK 2006 CUMARTESİ 14.00 CUMHURİYET OKURLARI ULUSAL BAĞIMSIZLIK VE AYDINLIK TÜRKİYE İÇİN TOPLANIYOR. BÜTÜN CUMHURİYET OKURLARI DAVETLİDİR. Toplantı Yeri : BANDIRMA ADD LOKALİ Tarih : 14.01.2005 CUMARTESİ saat 14.00 İletişim : 0532 393 39 28 0533 438 50 22 www.cumok.org CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle