Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 22 OCAK 2005 CUMARTESİ
OLAYLAR VE GORUŞLER
AÇI
MUMTAZ SOYSAL
İnsanın Değişmesi
SAKARYA Savaşı'nda yirmi gün süreyle o koca
ırmağın kanlı aktığı söylenirdi de, küçük çocuklar
bile bunu abartılı bulurdu. Savaştaki kayıpların ağır
olduğu kesindi; ama herhalde iki yanda vurulanla-
rın kanı ille su boylarından akarak ırmağı kıpkırmı-
zı edemezdi. Üstelik, herhalde, herkes birbirini tu-
tup boğazını dere kıyısında kesmiyordu.
Dünkü Istanbul basınında yayımlanan fotoğraf-
larda dere ya da lâğım ağızlarından Boğaz'a ve
Marmara'yaakan kanladenizdeoluşan kırmızı ren-
gi görünce, bunu düşünmeden duramıyorinsan. Böy-
le bir rengin ortaya çıkması için kaç bin koyun, koç
ve boğanın boğazından kaç litre kanın akmış ola-
bileceğini birileri hesap edecektir mutlaka.
Gün gelecek, inanç gereklerinin yerine getirilme-
si ile çağdaşlığın kurallannı bağdaştırma çabaları öz-
lenen mutlu sona ve dengeye elbet erişecek. Hay-
vanların kapalı ve temiz mekânlarda kurban edildi-
ği, çoluk çocuğa vahşet sahnelerinin seyrettirilme-
diği, ortaya çıkan muazzam et miktarından, yine ay-
nı inancın gereği olarak, toplumdaki yoksulların ger-
çekten yararlanabildiği bir düzenin kurulması çok
mu zordur? Bu yolda alınmış mesafe, toplumun
değişmesi açısından pekgururverici olmasada, so-
run eninde sonunda ve gitgide kısalan bir zaman
içinde çözülmeyecek kadar çetin sayılmaz.
Ama, galiba bu sorun da, "insanı değiştirme"
denen düşüncenin zaman zaman gündeme getir-
diği konulardan biridir. Daha yarım yüzyıl öncesine
gelinceye kadar "giyotin" denen bir cezalandırma
yönteminin bulunduğunu, mahkeme kararıyla ağır
ve keskin bir bıçağın insan gırtlağından kan akıttı-
ğını düşünürseniz, söylemesi tuhaf ama, hiç değil-
se böyle bir yöntemin artık kalkmış olduğuna se-
vinmez misiniz? ölüm cezasını sürdüren Amerikan
eyaletlerinde bile elektrikle ya da ilaçla idam etme-
nin kansız oluşuna sevinenler yok mu?
Peki, Irak'taki "direnişçiler"\n yakalayıp rehin al-
dıkları insanları koyun keser gibi öldürmelerine ne
diyeceğiz? Acaba çocukluklarında yaşadıkları kur-
ban bayramı sahnelerinin mi etkisi? Yoksa, içlerin-
deki hıncın ve intikam duygusunun mu ağır basışı?
Böyle bir yöntemin dehşeti sayesinde insanları da-
ha çok korkutup isteklerini daha kolay elde etme-
nin hesabı mı? Bu da mı bir sevap?
Hangi nedenle olursa olsun, insanlık ailesinde
hâlâ böyle davranışların bulunması utanç vericidir.
Ama kimi suçlayacaksınız? Somut olayların elle-
ri kanlı cellatlarını mı? Yoksa, bütün o olaylar dizi-
sini başlatıp böyle sonuçlara yol açanları mı?
Kimin eli daha kanlı? Kan akıtan ve akıttıran, han-
gi sistem ya da inançtır?
İnsanı değiştirmenin olanaklılığı ve yolları konu-
sunda yüzyıllardır çok konuşuldu ve yazıldı. Mark-
sist olmasanız da, teknoloji ve eğitim atılımlarından
sonra bile ekonomik ve sosyal sistemlerin bu ko-
nuda sürüp giden etkisini tartışmadan edebilir mi-
siniz?
TRABZOIM CUMHURİYET OKURLARI
UĞUR MUMCU'yu ANMA GECESİ düzenlemlştlp.
Konuğumuz: Prof. Dr.
MÜMTAZ SOYSAL
Konu:
KIBRIS-AB ve TÜRKİYE
Yer: Trabzon Hamamizade thsanbey Kültür Merkezi
24 Ocak 2005 Saat: 18.00
Iletişim: 0 462 326 62 87 - 0 532 704 05 35
Cumhuriyet
kitap kulübü
NECATÎ CUMALI
Bütün Oyunları 1-2
Çağ Pazarlama A.Ş. Türkocağı Cad. No:39/41
34334 Cağaloğlu-İstanbul
Tel:(0212) 514 01 96 Faks:(O212) 514 01 95
Kadının Soyadı...
Soyadı krizinde düğümlenen bütün bu gelişmelerin açık anlamı, babanm
"hane reisi" olduğu "modern, çekirdek aile"nin -ihtiyatla söylersek-
dönüşümü, radikal yorumlarsak "sonunun gelmekte olduğu". Kadınların
ve çocukların ailedeki konum ve rollerinin eşitlenmeye yönelmesi ve
etkinleşmesi yanında kadının toplumsal statüsünün yükselmesi, çekirdek
ailenin giderek demokratikleşmesini getirdi.
Prof. Dr. Meral SAGIR Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı
2
Ocak 2005'te Vatan gazetesin-
de çıkan "Fransızlar anneleri-
nin soyadım alabüecek" başlık-
lı haber yalnızca aile yapısm-
daki değişimi değil, değişme-
nin ne yönde olduğunu da gösteriyor. "Er-
kek egemen toplum yapısı"nın geçirmek-
te olduğu dönüşüm sürecinin görece ko-
lay gözlemlenebilecek işaretleri aile ya-
pısı etrafında ahnıyor. Bu dönüşüm, (ile-
tişimin bu denli yoğunlaştığı bir çağda)
doğal olarak Fransız toplumuna özgü de-
gil.
Aile yapısı ile ilgili gelişmeler ve niha-
yet çıkan yasa, pek kısa sayılmayacak bir
süredir (belki birkaç on yıldır) aile sos-
yolojisinin güncel kuramsal tanıması için-
de olan, ancak geleneksel yapının çözül-
müşlük derecesine bağlı olarak her top-
lumda ve hatta her toplumun değişik top-
lumsal ve fiziksel coğraryasında pratik kar-
şıhğı farklı düzeylerde gerçekleşen son de-
ğişmelere işaret ediyor.
2002'den beri hazırlanan ve yeni yü-
rürlüğe giren yasaya göre, çocuklar aile-
lerinin tercihiyle yalnızca annesinin ya
da hem annesinin hem de babasının so-
yadını kullanabilecekler. Çocuk her iki so-
yadını birlikte taşıyacaksa, yasa hangi so-
yadının önce yazılacağına da yine ailele-
rin karar vereceğini öngörüyor. Bunun
iki sözcükten oluşan soyadlarından ayrı-
labilmesi için geliştirilen özel bir yazım
biçimi ile, iki soyadının arası iki kesik
çizgiyle (X-Y gibi) ayrılarak yazılacak-
mış. Yazıda değinildiği gibi, ikişer so-
yadlı iki kişi evlenirse çocuklanna hangi
soyadını verecekler ya da her ikisi de
isimlerinin bir bölümünü çocuğa vermek
isterse soyadının tanımlayıcı anlamı azal-
mayacak mı? Kuşkusuz bunlar işin ayrın-
tıları ve teknik yanlan.
Asıl haberin alt başlığında dikkat çeki-
len konu önemli. Alt başlıkta "Babanın
rolü azalıyor" denildikten sonra, yeni So-
yadı Yasası ile ilgili tartışmalann halen de-
vam ettiği belirtiliyor.
Bazı uzmanlar Fransa'da yeni Soyadı Ya-
sası'yla çocuğun ait olma duygusuna dar-
be vurulduğunu, yasanın babanın aile
içindeki önemini azaltacağını savunadur-
sunlar, Avrupa'nm birçok ülkesinde ben-
zer yasaların hatta daha liberal versiyon-
lannın geçerli olduğu da bir gerçek. Ör-
neğin Norveç, İsveç ve Finlandiya'da ai-
le soyadım almak zorunlu değil.
Soyadı krizinde düğümlenen bütün bu
gelişmelerin açık anlamı, babanın "hane
reisi" olduğu "modern, çekirdek aile"nin
-ihtiyatla söylersek- dönüşümü, radikal yo-
rumlarsak "sonunun gelmekteolduğu" Ka-
dınların ve çocukların ailedeki konum ve
rollerinin eşitlenmeye yönelmesi ve etkin-
leşmesi yanında kadının toplumsal statü-
sünün yükselmesi, çekirdek ailenin gide-
rek demokratikleşmesini getirdi. Öyle ki,
ailede baba otoritesinin paydaşlan arttı ve
bu alışılmadık durum aile sosyolojisi ter-
minolojisine "çocuk erkil aile" kavramı-
nı kazandırdı. Temelde "birey"in yükse-
lişi vardı. Küreselleşmenin bireyi öne çı-
karan ve yaşamı bir alışveriş düzenine
indirgeyen işleyişi, "kendine yeten" ve
aldığından fazlasıru vermeyi irrasyonel bu-
lan birey için, ailenin maliyet katsayısını
arttırdı. Sonuç, ailenin kurumsal gücün-
de bir zayıflamaya yol açtı. Bu süreçte ör-
neğin, ailedeki yetişkinlerin, daha açık
söylersek "kendilerine yetme potansiye-
li" olan "kadınlar"ın, istedikleri gibi yü-
rümeyen evliliklerden vazgeçebilirliği bo-
şanma olaylannın giderek artmasının
önemli nedenlerinden biri oldu.
Özgürlük ve dayamşma arasındaki has-
sas dengenin, katkı ve duygu paritesiyle
bağdaştınlmasmdaki güçlük, aile içi de-
mokrasinin anlaşılış ve işleyişinde aile-
nin yapısal gücünü azaltan sürecin önü-
nü açmış görünüyor. Duygu Asena'nın
yalın fakat yüklü ifadesiyle kavramlaştır-
dığı "Kadının adı yok" olgusunun, gali-
ba değişmenin giderek de artan hızı kar-
şısında aşılmakta olduğu bir süreç yaşa-
dığımız söylenebilir. Şimdi gelinen nok-
ta, "çocuklar"ın anne ya da baba soyad-
lan arasında tercih sorunu gibi görülse de
esasen soyadı sorunu, toplumsal boyutta
daha çok kariyer yapmış kadınların ve
toplumsal-psikolojik boyutta ise tüm ka-
dınlann ve nihayet çocuklann sorunu gi-
bi duruyor. Ufukta görünen neredeyse,
tarih yinelenmesi ve toplumbilimin en
küçük öznesi olarak "yeni/yeniden anaer-
kilaile".
Soyadı, bizi çok kimlikliliğin zorunlu-
luğuyla karşılayan modern ya da post-
modern (tartışılabilir) çağımızda, ele al-
dığımız boyutta en fazla boşanan kariyer
sahibi kadınların kimlik sorunlarının
önemli bir boyutu olarak belirmiş durum-
da. Çünkü gerek yıllarca eşinin soyadı ile
gerekse babasının ve kocasının soyadını
bir arada kullanarak kariyer yapan kadın-
lar boşandıklarında toplumsal kimlik ba-
kımmdan kayıplara uğramakla karşı kar-
şıya kalmaktadırlar. Hele bir de yeniden
evlenmeleri dururumunda yeni bir "soya-
dı" almaları, soyadı kavramını, daha de-
rin bakarsak kadınların toplumsal kimlik-
lerini içerik olarak dumura uğratacaktır.
Çocukların baba ya da annelerinin so-
yadlarını almaları konusu böylece kadın-
lar bakımından çok daha karmaşık ve
içinden çıkılmaz boyutlar içermektedir. Is-
ter çocuğun anne babasının soyadlarından
birini ya da ikisini almalan, ister kadının
babasından ve kocasından soyadı alması
söz konusu olsun veya bunlann en uç kar-
maşıklıkta örneklerini söz konusu ede-
lim, sonuçta yine Duygu Asena'ya atıfla
temel sorun "kadınınsoyadı"nın olmama-
sıdır. Ve burada dikkat çekilmek istenen
nokta, herhangi bir değer hükmüyle ko-
nuyu ele almak yerine tamamen "top-
lumsal olgu" olma (social fact) yönünden
bir kısa değerlendirme yapmaktır.
Sonuçta ataerkil gelenek parçalanırken
çağdaş yaşamın yükselen profili olan ka-
dmlann yeni düzen içinde hukuksal ve top-
lumsal açıdan hazır bekleyen bir konum-
ları görünmemektedir.
Nilüfer Göle'nin türban konusu ile ilgi-
li olarak kullandığı modern-mahrem kav-
ramı, geleneğin modernizmin hükmüne
tabi olmadan var olamayacağının göster-
gesi olarak yorumlanmah ve çağdaş ya-
şamın gerekleri konusu toplumbilimci-
lerin sıcak gündemi olmalıdır.
Hukuksal düzenlemeler çağdaş "ka-
dınların talip olduğu yer"in hazırlanma-
sı gereken zeminlerinden birisidir. Eko-
nomik, toplumsal boyutlarının kavran-
ması ve çözüm bekleyen toplumsal sorun-
larımızı çözüm zor olduğu için görmez-
den gelmeye çalışmamak gerekir. Belki
bu gibi karmaşık konularda "ideal çö-
züm" de olmayabilir ama bu çözüm ara-
manın engeli değildir. Korunmaya muh-
taç çocukların sorumluluğunu üstlenecek
sosyal devlet olmadan ailenin parçalan-
masının, kadınların yine yeterli sosyal
güvenceleri olmadan aile desteğini yitir-
melerinin toplumsal bedeli büyüktür. "Bi-
rey" olmanın ve bireyliğini yaşayabilme-
nin yolu, "toplumsal" çözümlerden geç-
mektedir...
Ege Üniversitesi'nde Eğitim Tartışması...
Pakize TÜRKOĞLU Eğitimci
-_? *-y niversitenin
I I Uzay Bilimleri
V-/ Bölümü öğretim
elemanları, erken yaşta
kaybettikleri arkadaşla-
rı Prof. AbduUah Kızı-
hrmakiçin anma günle-
ri düzenlemeyi gelenek
durumuna getirmişler.
Toplantılarda günün eği-
tim sorunlarını tartışarak
anıyorlar onu. Bu yıl da
Köy Enstitüleri ile
YÖK'ü almışlar prog-
rama. Bölüm Başkanı
Prof.Dr.Cafertbanoğ-
lu, birinci konu için be-
ni davet ederken böyle
açıklama yaptı.
3 Aralık 2004 günü
saat 14. OO'te toplantı
salonuna vardığımda
büyük bir akademisyen
grubuyla karşılaşmak
beni şaşırttı. Başka ko-
nuklar ve öğrenciler de
vardı ama onlar çoğun-
luktu. Vefayı dayanış-
maya dönüştürmüşler-
di. Aydınlığın ölüleri bi-
le kimi renksiz diriler-
den daha etkindi. Sayın
Kızılırmak, AÜ Fen Fa-
kültesi'nin ilk öğrenci-
lerindendi. Erdal tnö-
nü'nün sınıf arkadaşıy-
dı. Çalışkan ve ilkeli bir
bilim adamı olarak EÜ
Fen Fak. Dekanlığı ya-
parken YÖK tarafından
görevden ahndığuıda acı
günleryaşamış. Geçin-
mek için bağ-bahçe iş-
leriyle uğraşmak zorun-
da bile kalmış. Daha
sonra Erzurum Üniver-
sitesi ona görev verse
de hak etmediği haksız-
lıklara yenik düşmüş ko-
ca profesör. Konuşma-
larımızı onun için yap-
tık.
Eğitim sorunları
ve Köy Enstitüleri
PANEL
Kalpaksız Kuvayı Milliyeci
UĞUR MUMOMm anısma
Yöneten: Prof. Dr. Uçkun Geray
Ulusal Strateji Merkezi (USM) Başkanı
Konuşmacılar
Doğu Perinçek (İP Genel Başkanı)
Vural Savaş (Yargıtay Onursal Başsavcısı)
Av. Ceyhan Mumcu (İP Merkez Komitesi üyesi)
Tarih: 23 Ocak 2005 Pazar Saat: 16,00
Yer: Green Park Otel - Bostanci Sanayi Sitesi yatıı
E-5 Karayolu üzeri, Bostancı Köprüsti
Bilgi için: 0212 2519910 - 0216 4492873 Faks: 0212 2934807 İstanbul îl Örgütü
Köy Enstitüleri'nin
getirdiği çağcıl ipuçla-
n açısmdan eğitimimi-
ze bakıldığında, ülke-
mizde 21. yüzyılda bi-
le çoğu kadın, yedi mil-
yon yurttaşımızın hâlâ
kara cahil olmasının,
eğitim ve sağlık için, iş
ve meslek için kentlere
akan yığınların bu hiz-
metlerden ve kent kül-
türünden yoksun kakna-
sının hiçbir akılcı açık-
laması olamaz.
Oysa Atatürk, top-
lumsal ilerlemenin gü-
vence altına alınması
için köyde-kentte kadın-
la erkeğin aynı haklara
ve görevlere sahip ola-
cağı bir toplum ve aile
yaşamını yeni düzenin
önkoşulu olarak gör-
müş, kadının önüne set
çeken tabuları yasalar-
la kaldırmıştı. Kızlann
sadece okula gitmesi de-
ğil, çağdaş gelişmelerin
ve teknolojinin gerek-
sinimi olan mesleklere
yönelmesini, erkekler-
le aynı bilgi ve kültür
düzeyine gelmelerini is-
temişti (1).
Köy Enstitüleri birba-
kıma Atatürk'ün bu öz-
lemlerinin, o günlerde
nüfusun yüzde sekseni
olan köylere yönelik uy-
gulamasıdır. Ancak sis-
temin verdiği sağlam
ipuçlan, köyleri, kentle-
ri hatta ülkemizi de aşa-
rak eğitim bilimine bü-
yük katkı olmuş, çağ-
daş gelişmeleri karşıla-
yacak yeni insanı yetiş-
tirmenin örneği veril-
mişti. 20 kesimde açılan
enstitülerin, 15 yıllık
planınagöre 1955'teher
köy okula, öğretmene
ve sağhkçıya kavuşmuş
olacak, ülkemizde ca-
hilliğin kökü daha o yıl-
larda kazınacaktı. Top-
lumda, yasa ve yönet-
meliklerde çağdaşlığa
özendirme yollan ve de-
mokratik yaptırımlar
vardı.
Günümüzde cahillik
açığının kapanması ya
da kızlann okula özen-
dirilmesi için UNES-
CO'nun bir kuruluşu
olanUNICEF'in"Hay-
di Kızlar Okula" kam-
panyasına bel bağlan-
ması, bu nedenle bizim
kuşak için ağlatıcıdır.
Çünkü o UNESCO bir
zamanlar benzer sorun-
ları olan ülkelere Tür-
kiye'nin Köy Enstitüle-
ri'ni önermişti.
Günümüzde "benzer
ülke" konumuna düşen
Türkiye, eğitimde iyi-
leşme sağlamak için
kendi yarattığı bu çağ-
daş sistemin ilkelerin-
den her zaman yararla-
nabilir. Ancak bunu ya-
pabilmek bilimsel-akıl-
cı eğitim politikasıyla
olasıdır. Köy Enstitüle-
ri döneminde ülkemiz-
de laiklik egemendi.
Eğitim, kalkınmayı ve
demokratlaşmayı des-
tekleyen dayanaklardan
biriydi.
YÖKçoktartışıldı,ni-
ce yazıya kitaba konu
oldu. Bu arada kendi
içinde değişime de uğ-
radı. Ancak fizik pro-
fesörü Sayın Kayhan
Kantarh, sunduğu tutar-
lı tartışmada, bilimden
aldığı güçle net konuş-
tu. YÖK'ü masaya ya-
tırıp, özerk bilim ku-
rumları olan üniversite-
lerin başında YÖK gibi
bir şemsiyenin nasıl ha-
vada kaldığını bize gös-
tererek gereksizliğini
vurguladı. "28Şubatola-
yından sonra anlayış de-
ğiştirmesiyada yeni baş-
kan ve üyelerin iyi niyet-
leri, bilimsel dayanağı
bulunmayan YOK'ün
üniversiteleri kısıtlayıcı
olduğu gerçeğini değiş-
tiremez" dedi.
Prof. Kantarh,
1950'den bu yana ilk ve
ortaöğretime ket vuran
iki başlı eğitim anlayı-
şının yükseköğretime
yıllarca sokulmadığını,
ama bilim dışı bu tutu-
mun en sonunda YÖK
yoluyla Cumhuriyetin
üniversite birikimini ta-
rumar ettiğine örnekler
verdi.
Kızılırmak gibi bili-
min gözbebeği nice de-
ğerleri harcayıp, yerle-
rine ilahiyat kökenli öğ-
retim elemanlarının so-
kulduğunu, yetenekli
genç asistanların çeşit-
li yollarla görevden
uzaklaştırılıp imam ha-
tip kökenlilerin hızla
atandığını, hatta kariyer
için acele yurtdışına
gönderildiklerini tarih-
leriyle dile getirdi. Bu
tutumun bilim ve araş-
tırma ortamını kısırlaş-
tırdığını anımsattı. Ben-
zer anlayışın öğrenci ah-
mında da sürdüğüne de-
ğinerek son noktayı koy-
du. YÖK'ünyükseköğ-
retimin gereği ve siste-
min parçası olmadığı-
nı, böyle bir kamburun
üniversiteleri yıprattığı-
nı söyleyerek varlığıyla
bilime bir şey katmayan
bu kuruluşun sistemin
başında bulunmamasını
önerdi.
Halkın üniversitesi
EÜ'de ilgimi çeken bir
konu da Kalem gazete-
sinin bu manşeti oldu.
Iletişim Fakültesi Gaze-
tecilik Bölümü'nün ya-
yın organı Kalem'de üni-
versitenin çevresel et-
kinlikleriyle ilgili bir-
kaç yazı ve haber vardı:
"Ege Üniversitesi'nden
Kemalpaşa'ya bilim
köprüsü", "Universite-
ye sanayi desteği" gibi.
Kimi projeler hayata ge-
çirilmiş.
Sırada üniversitenin
çevre muhtarlanyla top-
lantısı varmış. Konuke-
vi duvarında işlerin öğ-
renci işbirliğiyle yürü-
tüldüğü yazılıydı. Re-
sepsiyonda tıp öğrenci-
si bir genç kız görevliy-
di.
Bana yardım eden öğ-
renci başka bir fakülte-
dendi. Ders dışı zaman-
larda buralarda çalışıp
ücretlerini aldıklarını
söylediler.
Tıp Profesörü Sayın
Rektör Ülkü Bayındır,
öğretmenler gününde
öğrencilere Hasan Âli
Yücel'in sözleriyle ses-
lenerek, "Türkiye, ken-
disini kurtarmak için
kurtancıya gerek duy-
madığında kurtulmuş
olur" diyor (2).
PENCERE
(1) Johannes Glas-
neck, Kemal Atatürk ve
Çağdaş Türkiye, 1976,
Onur Y. Ank.
(2) Kalem Gazetesi,
sayı 87.
Bayram'da Vahşetin
GenekçesL.
Kurban Bayramı'nın birinci günü..
Bir Türkiye'ye bak..
Bir de Irak'a..
Savaş içinde yaşayan Irak'ta bizden daha az
kan döküldü..
Yalnız arada küçük bir fark var.
Irak'ta Araplar, işgalciler ve yandaşlarıyla sa-
vaşıyorlar..
Biz Türkler ise kurbanlık hayvanlarla..
En büyük düşmanımız boğalar..
Koçlar ikincil sırada geliyorlar, koyunları da
gözden uzak tutmuyoruz; çoluk çocuğun göz-
leri önünde hayvan boğazlama seferberliği ale-
nî vahşete dönüştü..
Gazetelerin yazdıklarına bakılırsa kurban ke-
simi sırasında bizden ölenler beşi altıyı bulu-
yormuş, yaralı sayısı iki bin beş yüze ulaşıyor-
muş..
Irak'ta pek uygar Amerikalı ile centilmen In-
giliz, esir aldıkları Araplara işkence ediyorlar..
Biz Türkler de Kurban Bayramı'nda boğala-
ra, koçlara, koyunlara işkence yöntemleri uy-
guluyoruz..
Angloamerikanlar Irak'ta insan haklarına boş
veriyorlar; biz de Türkiye'de hayvan haklarına
bana mısın demiyoruz!..
•
Dünyamız vahşet dünyası!..
Bizim vahşetimiz meydanlarda alenîyapıldı-
ğı için söylenecek laf yok!..
12 milyonluk bir köy olan Istanbul'u Arabis-
tan çölleriyle bir tutan kafalarımıza da diyecek
yok!..
Oysa Islamın tarihinde kurban göreneği çık-
tığı zaman ne apartman var..
Ne gökdelen..
Ne de beton..
Kum var!..
Kum kesilen hayvanın kanını emiyor..
Beton emmiyor..
Kusuyor.
•
Bir operet şarkısı vardı:
"Köyden geldim şehire
Şaşırdım birdenbire"
1923'te Cumhuriyet ilan edildiği zaman Tür-
kiye'nin nüfusu 11 milyondu; okuma-yazma
bilen devede kulaktı (1 milyon); istanbul'un nü-
fusu bugünkünün 10'da 1 'i bile değildi...
1930'larda, 1940'larda ve 1950'lerin başın-
da İstanbul'un 700 bin olan nüfusunun yarısı
Hıristiyandı; geriye kalan Müslüman kesim de'
kent görgüsüyle yetiştiğinden Kurban Bayra-
mı sakin geçer, vahşet gösterisine dönmezdi.
O yıllarda köylü de köyünde kendi töreleri
içinde yaşıyordu.
Laik Cumhuriyet'in tasarımı belliydi:
Köylü, kasabalı, kentli alfabesizleri çağdaş
okullarda eğitim seferberliğinden geçirip 'ay-
dınlatmak'...
Çok partili rejimle gündeme giren karşıdev-
rim'in iktidarları bu projeyi baltaladılar; Köy
Enstitüleri'ni yıktılar; nüfus patlamasıyla köyden
kente göçen yığınların yozlaşan hayat şartla-
rında oluşan melez kültür toplumda egemen-
leştı.
•
Şeyh Sadi-i Şirazi anlatıyor:
Gece babamla oturuyorduk, ev halkı uyu-
muştu, dedim ki:
- ölü gibi uyuyorlar, ne olurdu kalkıp iki re-
kat namaz kılsalardı...
Babam:
- Oğulcuğum, diye yanıtladı, ev halkını çe-
kiştireceğine keşke sen de uyusaydın!..
Halkı yermek kolay, ama halkı eğitmeyip top-
lumu yozlaştıranların hakkı değil bu...
Ne ekersen, onu biçersin!..
Değerli varlığımız
M. VECDİ
ALTINTAŞLIyı
yitirdik.
Çok özleyeceğiz.
Acımızı paylaşan tüm dostlara teşekkürler.
Eşi Av. Jale ALTINTAŞLI
Oğlu Deniz ALTINTAŞLI
Kardeşi Mithat ALTINTAŞLI
Gazetemiz eski çalışanlarından
Avukat
M. VECDİ
ALTINTASUnın
vefatını derin bir üzüntüyle öğrendik.
Ailesine başsağlığı ve sabırlar dileriz.
Cumhuriyel Çalışanları