15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20MART2001SAU DİZt tetanbul'da Unus geceteri • Istanbul Haber Servia - The Marmara Istanbul'un 16-21 Mart tarihlen arasındaki Tunus Geceleri devam ediyor. Tunus'un zengin yemek kûltürünü ve geleneklenni tanıtmak amacıyla düzenlenen Tunus Geceleri kapsamında, Taranim Orkestrası da sahne alıyor. Saghkçılardan fakseylemi • ANKARA (Cumhuriyet Bfirosu) - Sağlık meslek örgütleri, özlük haklannın düzeltilmesi sırasında aynm yapılmaması için faks eylemi yapacak. Eylemde, hükümete 250 bin faks gönderilecek. Değışik branşlardan 12 sağlık meslek örgütünün dûzenlediği eylemde, gönderilecek 250 bin faks mektubunda, sağlık çalışanlan arasında çalışma banşmı ve uyumunu bozacak bir düzenlemenin, sağlık sistemine büyük zarar vereceği vurgulanacak. DoçentHk smavı süposi uzatridı • ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Universitelerarası Kurul, doçentlik sınavı açılacak alanlar ve jüri üyeliği i^in aranacak koşullarla ilgili çalışmalann tamamlanamaması nedeniyle doçentliğe başvuru süresini, 30 Nisan 2001'den Haziran ayı sonuna kadar uzattı. Kurul, geçen ay, Doçentlik Sınav Yönetmeliğı'ne göre 31 Mart'ta sona ermesi gereken başvuru süresini, 30 Nisan 2001 tarihine kadar uzatmıştı. HasanBora serbest bırakıhfe • tstanbul Haber Servisi - Istanbul'da kokain satıcıhğı yapan bir kişinin sorgulanması sonucu gözaltına alınan organizatör Hasan Bora'dan dün kıl, kan ve idrar örnekleri ahndı. Daha sonra DGM Cumhuriyet Savcısı tarafından sorgulanan Bora, mahkemeye sevk edilmeden serbest bırakıldı. Açddama Gazetemizde "Türkiye'nin 173 milyon dolarhk en büyük bilgisayar projesi gözaltına ahndı. Ziraat'ta kuşkulu ağ" başlıklı haberle ilgili olarak Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü'nce açıklama yapıldı. Açıklamada, "Gerek bankamız müfetn'şleri ve gerekse Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun talebi üzerine YDK denetçileri tarafindan bu konuda gerekli tüm inceleme ve soruşturmalar yapılmış ve neticede bankanın herhangi bir zarannın ve mevzuata aykın bir işleminin bulunmadığı tespit edilmiştir" denildi. Eski sanayi toplumları ile Üçüncü Dünya arasındaki uçurum giderek büyüyor Zeııgbı ve yoksul 1 960'ta, dünyanın en zengin yüzde 20 insanı, en yoksul bir milyann gelirinden otuz misli dolayında daha çok bir gelire sahipti. 90'lı yıllann sonlannda bu oran 1 'den 60'a yükseldi ve en zengin ülkeler, dünya çapında gelirin beşte dördünü ellerinde tutuyorlardı. Yüzyılımızm 'Gündeminde Neler var? Server TaniHi 3| 1 oksulluk ve zenginlik, ûlkenin sahip olduğu altyapılann yoğunluğu ya da sağhğın düzeyine bakılarak ölçülüyor. Zengin uluslann insanlannın yaşama umudu 77 yüa kadar yükselmişken, doğuşta yaşam umudu Burkina'da 46 ve Kamboçya'da 53.5 yıldır. V . ütün iktidar piyasala- nndır XX. yüzyılın sonlanndaki büyük yı- kılışın arkasından dünyamızın denetimini ele geçırmiş para- nın iktidannın sloganıdır bu! Arkasında meddahlan, herke- sin gözleri önünde bunu haykı- nrken siyasal iktidan tutsak olarak almakta ve ulus-devleti aşüğını söyleyerek dünya halk- lanna yasasını dayatmaktadır. Hegemonyacı bir kapitahst dü- zen, yeni bir egemen sınınn, bir "hiperburjuvazi''nin öncülü- ğünde, liberal ideolojiye de bir başka giysi giydirip dilini ve gerekçelerini de değiştirerek piyasalann tt küresefleşme"sıni emrediyor; ekonominin ve ma- li iktidarla teknolojinin deneti- mini elinde toplamış bir halde, bütün gezegene yayıhyor. Tek fikir var kafasında: Da- ha fazla kâr! Ancak bu, çok gözleri büyü- lese de, dünyamızm kımi acı gerçeklerinı yok edemiyor. On- lardan biri, zenginlerle yoksul- lar arasındaki uçurumdur; o, dolacak yerde daha da derinle- şiyor. Citglde derlnlesen bir uçurum Gerçekten, yeni bir bin yılın başlannda, şu apaçıktın Her yıl daha fazla zenginlik üreten yeryüzünde, yoksullar gitgide daha yoksul olurken zengınle- rin zenginleşmesi de sürüyor. XX. yüzyılın ikinci yansında, dünyanın geliri yedi kat arttığı halde, kışı başına ortalama ge- lir üç misli artmıştır. Ne var ki, 1960 ile 1995 arasında, dünya- nın en zengin -ve hemen hep- si de Kuzey ülkelerinde yaşa- yan- yüzde 20 ınsanının bu ge- lirdeki payı yüzde 70'ten yüz- de 86'ya çıkarken, en yoksul yüzde 20 nin payı yüzde 2.3 'ten yüzde 1.3 'e düşmüştür. Dünya Bankası 'nın verdiğı ra- kamlara göre mutlak bir yok- sulluk içinde yaşayanlann sa- yısı, 80'li yıllarda 10 milyon artmış olmalı. Aşın bir yoksullukla en çar- pıcı zenginliğin bir arada ol- ması tarih kadar eski bir olgu olsa da, çağdaş dünyada eşit- sizliklerin vahimleşmesi, son onlu yıllarda, dünyanın iktisa- dî kaîkınışının nüfustakı çoğa- lışa oranla hiç de geride olma- dığı bir ortamda görülüyor. Bunun yanı sıra, Kuzey ülke- leri -yanı eski sanayi toplumla- rı- ile Güney, yani yakın geç- mişte Üçüncü Dünya dediği- miz halklar arasındaki uçurum da bugünkü kadar derin olma- dı. Gerçi Güney'de, kimi ülke- ler ötekilere oranla daha ıyi du- rumda olsalar da, yoksulluk Asya'nın hatın sayılır bir bölü- münde gerilerken Afrika'da vahimleşiyor. Altyapı, eflltlm ve safllılc Bununla beraber, dünyamız, yeni bir yüzyıla geçtiğimiz sı- rada, genel olarak, 1960'ü yıl- lara oranla iki kez daha fazla eşitsizdir. Gerçekten, 1960'ta, dünyanın en zengin yüzde 20 insanı, en yoksul bir milyann gelirinden otuz misli dolayında daha çok bir gelire sahipti. 90'h yıllann sonlannda bu oran 1 'den 60'a yükseldi ve en zen- gin ülkeler, dünya çapında ge- lirin beşte dördünü ellerinde tu- tuyorlardı. Yoksulluk ve zenginlik, ge- lirdeki eşitsizliklenn ötesinde, bir de, bir ülkenin sahip oldu- ğu altyapılann yoğunluğu ya da sağlığının ve eğıtımının dü- zeyine bakılarak ölçülüyor. Bu konularda bile farklılıklar apa- çıktır. Zengin uluslann insanla- nnın yaşama umudu 77 yıla ka- dar yükselmişken, doğuşta ya- şam umudu Burkina'da 46 ve Kamboçya'da 53.5 yıldır. Oku- la kavuşturmanın en düşük ol- duğu ve okumaz-yazmazlığnı en yoğun olduğu yerler yine en 7e,eni bir binyılın başlannda, şu apaçıktır: Her yıl daha fazla zenginlik üreten yeryüzünde, yoksullar gitgide daha yoksul olurken zenginlerin zenginleşmesi de sürüyor. 20. yüzyıhn ikinci yansında, dünyanın geliri yedi kat arttığı halde, kişi başına ortalama gelir üç misli artmıştır. Ne var ki, 1960 ile 1995 arasında, dünyanın en zengin -ve hemen hepsi de Kuzey ülkelerinde yaşayan- yüzde 20 insanının bu gelirdeki payı yüzde 70'ten yüzde 86'ya çıkarken, en yoksul yüzde 20'nin payı yüzde 2.3'ten yüzde 1.3'e düşmüştür. yoksul ülkelerdır. Buna karşı- lık, zengin ülkeler, tüketim dü- zeyleri göz önündetutulduğun- da, 1.5 milyar ınsanın içinde yaşadığı yoksunluğa bakarak neredeyse obur denecek du- rumdalar. XX. yüzyılın sonla- nnda Kuzey, dünya nüfusunun sadece yüzde 20'sine sahipken, yeryüzünde enerjinin yüzde 60'ını, madenlerin yüzde 75'i- ni ve ahşap ürünlerin yüzde 85'inı tüketmekte; motorlu ta- şıt araçlannın dörtte üçünü elinde tutmakta ve dünyada at- mosfere atılan karbon gazının yüzde 49'unu yaymaktaydı. Kuzey - Cüney farklılıflının yanı sıra Bununla beraber, daha dik- kat çekici olan şu ki, Kuzey- Güney farklılığı tek başına de- ğildir. Gerçekten kaduılar, er- keklerden daha az zenginler ve yüzyılın dönemecinde dünya- daki yoksullann yüzde 70'ini temsil ediyorlar. Çoğu yoksul ülkede ya da kadın düşmanı devletlerde, da- ha az özene sahip ve okur- ya- zarlıktan pek nasibini alama- mış durumdalar; yeryüzünde mülkiyetin devede kulak bir bölümü ellerinde ve üretim araçlanna erişmeleri de alabil- diğine sınırh. Avrupa ve Kuzey Amerika, kadm-erkek arasın- daki ücret eşitliğınin uzağında- lar; bütün dünyada ise kadınlar, işsizliğin yüksehşinden ve büt- çelerde kemer sıkma politika- lannın genelleşmesinden en çok etkilenen haldeler. Ama hatırlatmak da gerek: Kuzey ülkeleri, refah devleti anlayışının belli bir sosyal de- mokrasinin temellerini atmak- la görevlendirildiği son otuz yıl boyunca yurttaşlann inandık- lannın tersine, eşitsizliklenn yükselişinden korunmuş değil- ler. Batı'nın 80Hİ yıllarda ka- tıksız ve katı bir liberalizme dönmesi, bu a sosyal"i gözden çıkarması, aruk miryonlarca in- sanı çarpan bir "yeni yoksul- hık"a yol açtı. öte yandan, Ku- zey-Güney arasındaki uçurum derinleşirken, her ulusun bağ- nndaki eşitsizlikler de büyü- müştür. Sosyal kopuMuk Özetle, dünyamızda en va- him sosyal kopukluk, gönenç içindeki Kuzey'i en nasipsiz- lerin Güney'inden ayıran ko- pukluktur. "Yeıyâzâııûnhnet- Heri" de işte bu kopukluğun ürünüdür. Onlar, sürgit bu du- rumda kalmayı kabul edecek- ler mi? Değilse ne yapılmalıdır? Akla ilk gelen tehlıke şudur. Güney'in turizm alanında attı- ğı ve daha da atacagı göz alıcı gelişmeler, onlan sonunda, zengin dünyanın gelip ucuza eğlendiğı ülkeler durumuna düşürmez mi? öte yandan, za- ten eşitsiz bir durumu sürdürüp o ülkelere temel ürünleri sağla- yan ya da daha ucuza mamul madde üreten "atöiye ülkekr" durumunda tutmaktan başka ne kazandınr turizmin getirdiği? Son olarak, ileri sanayi ülkele- rindeki gönencin çarklannı çe- viren su, işte bu yoksul ülkele- rin alınteriyle beslenmektedir. Nasıl çözülecektir bu sorun? Myasanın dllrtatöriüflû "Kuresefleşme" şarkılanyla üstesinden gelinecek bir durum mudur bu? Neresinden bakıhrsa bakıl- sın, "küreseUeşme" denen ol- gu, gelişmelerden ileri sanayi ülkelerinin. ama en başta onla- nn yararlandıklan bır süreçtir. Kuzey'de söylenen liberal şar- hlann büyüleyicüiğine kapıla- cak yerde, Güney, koşullann daha da insafsızlaştığı bir or- tamda, daha da açıkçası "piya- sjuun diktanHİdğü''nün kûrul- duğu bir dönemde, akıllı uslu bir planlamanın öncülüğünde kaJkınmaktan başka neyi düşü- nebilir kurtuluş çaresi olarak? Bu sorulann yanıtmı şu gir- diğimiz yüzyü verecek. Demokraslyl Cuneyde befcteyen tehHfceter Demokrasinin zorunluğuna ne denli inanırsak inanalım, onu, özellikle gehşmekte olan ülkelerde bekleyen tehlikenin altmı da çizmeden edemeyiz. Gerçekten demokratikleşme, Batı'da olduğu kadar Batı dı- şında da aydın çevrelerce güç- lü olarak desteklenen bir akım. Ama onun yam sıra, dünya ekonomisinde fırmalan bırbı- riyle birleşmeye götüren "te- kdd eğünnler" de hızlı bir ge- lişme içinde. Birleşmelerin ya- rattığı çokuluslu devler iç ıçe geçtikçe, dünya pazan için de ekonomik, teknolojık ve polıtik etkinhklerini daha da artnnyor- lar; dünya tek bir pazara dönü- şürken doğal kaynaklan denet- leme yönünde -bir bakıma- parselleniyor da. Öte yandan, bu dev firmalann "demokrasi ÖDcefikleri'' de yok. Pemofcrasl ve kârlılık Eşyanın tabiatı gereği bulu- namaz da; amaçlan, ne pahası- na olursa olsun "kârUnnı trt- urnuk"tır, kârlan arttıkça, kendi ülkeleri dahil tüm ülke- lerde siyasal ve sosyal sistem içindeki güçleri, etkileri de ar- tıyor. "Etkmin artüğı'' doğru ıse demokratikleşme ile tam bir "zrthk" doğmuyor mu? Daha da açık bir söyleyişle, tekelci konuma gelen çokuluslu fir- malann, "sosyal refah"a tanım gereği öncelık tanunak zorun- da olan demokrasi ile örtüşme- si nasıl söz konusu olabilir? Sosyal yarar Söz konusu firmalar, içerde oldukça sağlam bir demokrasi bulunduğu ıçın, kendi ülkele- rinde zorlanabilirler. Ancak, Üçüncü Dünya'da, hele hele güçsüz ülkelerde, bütünüyle "demokrasiye karşrt" bu- tutum ıçınde olacaklardır. Bu ülkeler- de yönetimleri ve yerli serma- yeyi denetimleri altına soka- cak, dahası demokratik geliş- melere karşı çıkacaklardır. Çünkü, o ülkelerdekı demok- rasi ya da yanm demokrasi de. tanım gereği "sosyalvarar w ı ön planda tutmak zonındadır; öy- le olunca da, çevre sorunlann- dan rekabet kurallanna, ulus- lararası sıstemın tek yanlı da- yatmalanna kadar birçok ko- nuda, demokrasinin gereği olan ulusal politikalar ile çatı- şacaklardır: Süper dev olup çı- kan yeni çokuluslu ortaklıkla- nn bu savaşı kaybetmesi ise güçtür; genellikle kazanacak, o ülkelerde "yerli ortaklar" bula- caklardır. Ozetle, ErolManisa- h'nın dediği gıbı, yeni tekelleş- melerin demokrasi karşıthğı ile işler nasıl götürülecektir? Ulusal kaygılar Şunu söylemek hiç de yan- lış değildir: Gelişmekte olan ülkelerde demokrasi, küresel- leşmenin -kapitalizm adma- azgınlaştığı ve yeni liberaliz- min barbarlaştığı bir ortamda, dışanya karşı "ulusal" kaygı- lar duymadan edemez; içerde de "tophımsal" bir yapıya bü- rünmelidir. Demokrasi, seçim sandıkla- n başında eşitliği sağlayan sı- radan ya da bıçımsel bu- rejimin adı değildir, o, aynı zamanda ulusal gelirden, herkesin eme- ği ve ahnteri oranında hakkını alabilmesini de örgütlemesi ge- reken bir rejim ohnalıdır. De- mokrasi, geniş halk kitlelerinin ve ulusun mutluluğu, ekono- mik gönenci için değil midir? Hiç kuşkusuz öyledir. Onu, bu- gün evrensel değerier arasına sokan bu niteliğidir de. Ancak, demokrasiyi demokrasi yapan; en azından onun başdestekçisi, tarihsel bir gerçektir ki, işçi sı- nıfi oldu. İşçi sının, bu öncü rolünü bu- gün de koruyor mu? Değilse neden? Yarın: i$çl sınrfının ve emeğln bunalımı SALI ORHAN BURSALI Kapitalist Sisteme Geçiyor muyuz? Türkiye'de Kemal Derviş'in programı sonucu, gelişmiş, çağdaş bır "Kapitalist Sistemi", özellik- le ekonomik alanda, bütün kurum ve kuaıluşla- nyla, alışkanlık ve yönetim anlayışlanyla, siyasal- idari olarak yerleştirmek mümkün mü? Yani, Kemal Derviş geldi, arbk Türkiye modern kapitalist ülke olacak, siyasal partiler çağdaşla- şacak, Türkiye 50 yıldır yapamadığını bir çırpıda gerçekleştirecek mi? Yani, şu hazırianmakta olan ekonomik prog- ram uygulandığında, artık araba devrilmeyecek ve partilenmiz, bir ülkenin nasıl yönetileceğini mi öğrenecekler? ••• Siyasi partilerimizin ülkeyi yönetme anlayışlan- nı biliyoruz. Bu anlayış, esas olarak, yönetimini devraldık- ları bakanlıklan, devlet örgütünü - bürokrasiyi, bütçe ve devlet bankalannı, hatta bir kısım özel bankayı da, öncelikle kendi yararlanna kullan- maya dayanır. Ihaleleri kendi yandaşlanna yönlendirmek... Kendi yandaşlanna krediler açmak... Kendi yandaşlannı yönetim kademelerine ge- tirmek... Akçalı işlerden de, hadi iyiniyetle yaklaşalım, partilerine yüklü miktariarda paylar aktarmak... Hepimızin bildiği gibi, partilerin hemen hepsi- nin yönetim ve ülkeyi "kalkındırma stratejisinin" ana hatlan bunlardır. Yandaşını 'kalkındırarak" ülkeyi kalkındırdığtnı sanır. Batmaya mahkûm krediler verdirerek, kendine bağlı zenginler ordusu yaratır. Ve böylece stkı bir menfaat şebekesi ortaya çıkar. Böylece, yine iyi niyetle yaklaşalım, siyasal partinin yüz mityonlarca dolar tutan etkinlikieri fi- nanse edilir. Bu açıdan baktığınızda tek başına hükümet olmak bir siyasi parti için ne büyük bir nimettiıi Zaten, koalisyon görüşmelerinde de, partiler arasındaki çekişme, öncelikle yatınm bakanlıkla- nnı ve bankalan paylasmak üzerine baştar. Ar- kasından kendi yandaşlannı istihdam edebile- cekleri ve etkinliklerini en çok hissettirebilecek- leri bakanlıklan paylaşmaya sıra gelir... MHP'nin Emlak Bankası'nı, içini boşalttıktan sonra teslim etmeye yanaşması, sistemi çok iyi anlatyor. * • • Bu partiler, bankalar ellerinden giderse, hele yatınmcı bakanlıklann ihalelerine vb. çekidüzen verilebilirse (ki bunu olasılıklar içinde görmek çok zori), iktidarda sudan çıkmış balığa dönerier. Ne yapacaklannı şaşınrlar. Yandaşlannı zengin edememenin sıkıntısını ve bunalımını yaşarlar. Partilerine para akışı yavaşlar. Ne ülke nasıl kalkındınlır diye düşünme, ne de bir çağdaş yönetim ve kalkınma stratejisi geliş- tirme alışkanlıklan vardır. Ne bilim bilirler, ne araştırma-geliştinme nedir... Ne de bilim ve teknolojiyle kalkınma arasındaki stratejik ortaklık ve işbiıiıği konusunda kafa yor- muşlardır. Acaba, Türkiye'nin ulusal kalkınma hedefi ne olmalıdır, sorusu üzerinde düşünce antrenmanı yapmışlar mıdır? "Beş yıl içinde adam başına milli geliri 8 bin dolara çıkartacağım" diye bir hedef koyamazlar, koysalar bile bunun içini dolduramazlar, çünkü bu konuda deneyimleri yoktur. Enformasyon/bılgi teknolojileri sektörünü, ör- neğin beş yıl içinde Malezya düzeyine çıkarta- cak ve ileri teknolojilerde yeni iş alanlan yarata- cak, parlak beyinleri burada tutacak ve dünya çapında AR-GE ve uygulama alanlan yaratacak, örneğin bu yolla aynı zamanda Türkiye'ye yıkJa 1 milyar dövlz kazandıracak bir planlama yap- mak da akıllanna gelmez... Onlar, eko-diyalogcular gibi, ekonomiyi, para üzerinde lak lak edılecek bir konu sanıriar. • • * Türkiye'nin sıkıntısı, siyasaldır. Siyasi partilerin yapılanması ve yönetim anlayışlandır. Kemal Derviş'in, yine iyiniyetle yaklaşarak, ül- kede "modern bir kapitalist sistem" ve "yönetim tam" oluşturmak istediğini düşünelim. Sanınm daha acil olarak bir "siyasal kalkın- ma", siyasal demokrasi ve siyasal partilerin ülke ve devlet yönetim anlayışlannda bir devrim ge- rekiyor. Bunun, kendiliğinden olacağını mı sanıyor- sunuz? Bekleyeceğiz ve göreceğiz... [email protected] Yeni Yetki Yasası cıkacak Memur ınaaşlaruıa düzenleme yok ANKARA (Cumhu- riyet Bürosu) - Hükü- metin, kamu çalışanla- nnın maaşlan arasında- ki uçurumu gidermek için 3 ay önce TB- MM'den çıkardığı Yet- ki Yasası'nın süresi ya- nn doluyor. Bu sürede kapsamlı bir çalışma yapmayan hükümet, yeni bir Yetki Yasası çı- karmayı planladığını Devlet Bakanı Kemal Derviş'in hazırlayacağı program kapsamında yeni değerlendirme ya- pacağını açıkladı. Devlet Personel Baş- kanlığı'nca (DPB) ha- zırlanan 3 taslak, çöken ekonomik programın zarar göreceğı gerekçe- siyle Maliye Bakanlığı ve Hazine tarafindan kabul edilmemişti. Hükümet, kamu çalı- şanlannın maaşlan ara- sındaki dengesizliği gi- dermek için çıkardığı Yetki Yasası'nın süresi dolduğu için kullana- mıyor. Toplumda, ma- aş dengesizlikleri nede- niyle oluşan tepkiyi gi- dermek için Yetki Ya- sası çıkaran hükümet, kaynak yoklugu nede- niyle 3 ay boyunca ka- nun hükmünde karar- name çıkarmadı. Mali sektörde Kasım 2000 vel9Şubat200rdeya- şanan bunalımın ardın- dan memurlann bu yöndeki bekenti de bo- şa çıktı. Deniş'in de yapıhnası düşünülen düzenlemeler hakkında görüşünün aluıacağı, eni programın açık- anmasının ardından bu konunun sonuçlandın- lacağı büdirildi. la
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle