23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10 MART 2001 CUMARTESİ OLAYLAR V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyet.com.tr Karadeniz'in Dibindeki Canavar... Oktay SÖNMEZZ)emzcı Yazar F aik Sabri Duran'ın at- lasında haritalar vardı çocukluğumuzda. Renk renk, gizemli, bilinme- dik kıyılannda uzak ül- keler. Ama hq>si ma- sallar kadaruzaklarda, hepsi ufuk çiz- gisi denilen o büyünün ötelerinde bir yerdeydiler. Bense Karadeniz'dey- dim. O gûnlerimin dünyasıydı Ka- radeniz. O günlerden bir mavi anı... Şimdilerde ise artık o dünya, yani Ka- radeniz ölüdür. Her şeyi ile kendisi- ne özel bir yapısı olduğu gerçeğini öncelikle belirterek bu çok özel ya- pıyı, Karadeniz' i biraz tanımaya ça- lışalım. Bu denizi, Marmara ve Akdeniz'e açan tstanbul Boğazı'nda bu sular- la ilişkisi olan balıkçısından kayık- çısına, gemi kaptanlarına ve iki ya- kası boyunca yaşayan sakinlerine kadar hepimizin az çok aşina oldu- ğu gibi bir akıntı olayı vardır. Önce, Karadeniz'in yapısı ile doğrudan il- gili bulunan bu doğa olayından söz etmek gerekiyor. Istanbul Boğa- zı'nda ashnda iki akıntı var. Biri Ka- radeniz'den Ma.rmara, daha doğru- su Akdeniz'e akan yüzeydeki akın- tıdır. Boğazın pek çok yerinde bir ır- mak (nehir) görüntûsünde olduğu için gözle de açık seçik izlenebilmek- tedir. Öbür akıntı ise yüzeydeki akın- tının ters yönünde Marmara/Akde- niz'den Karadeniz'e doğru daha de- rinlerdeki su hareketinin oluşturdu- ğu karşı akıntıdır.. Akdeniz'in suyunun, Karade- niz'inkinden çok daha tuzlu, bu ne- denle de ağır olduğu kesinlikle sap- taranış bir gerçektir. Böylece tama- men bir yoğunluk farkı nedeniyle ağırlığı daha fazla olan Akdeniz'in suyunun Karadeniz'in içine doğru ha- reketi, yoğunluğu daha az olan üst- teki su kûtlesinin ters yönde itilme- sine ve yüzeyde Karadeniz'den Mar- mara/Akdeniz yönündeki akıntıya neden olur. Karadeniz'in derinliğiyeryer 2000 metreye ulaşan doğal yapısı, kuzey- batı köşesinde Tuna Irmagı deltası ve Kırım Yanmadası arasmda de- rinliği yer yer 100 metreden de az, geniş bir sığlık alanı da içinde alır. Ozellikle bu alan Karadeniz 'deki çok çeşitli balık türlerinin yumurt- lama ve çoğalma yatağı olagelmiş- tir. Yıllardır her yerde yapılan, açıkoturumlar, konferanslarda dile getirilen bir gerçeği yineleyecek de- ğiliz. Artık kesinlikle biliniyor ki, kendi kirletmemiz (sanayi atığı vb.) ile giderek yaşanamaz duruma ge- tiriyoruz. öldûrûyoruz. Ama bu ya- zının asıl konusu bu değil. Karade- niz'in kendi kendini öldürmesi ola- yını anlatmaya çalışmak... Karadeniz'in ozellikle uyuyan ca- navar fizikoşimik yapısındaki temel etken, genelinde yüksek dağlarla çevrili bu dev çukura dökülen büyûk ırmaklardır. Karadeniz'den çok da- ha büyük olan Akdeniz'e dökülen başlıca üç büyük ırmak var. Rhone, Nil ve Po. Oysa Karadeniz'e dökü- len en büyük beş ırmaktan sadece bi- ri olan Tuna, her yıl Karadeniz'e 203 kilometreküp hacminde tatlı su bo- şaltmaktadır. Bu miktar Kuzey De- nizi'ne dökülen tüm büyük ırmak- lann getirdiği tatlı su toplamından daha büyüktür. Bu beş büyük ırmak bilindiği gibi tüm Orta Avrupa'nın Fransa'ya kadar olanbölümünükap- sayan çok büyük bir drenaj sahası- na sahiptir. Karadeniz'in derinlik- lerindeki "yaşam"ı mih/on yülar sü- ren jeolojik dönemler boyunca yok edip söndüren başlıca etken, kendi sulannda da büyük bir "yaşsan" kay- nağını, çok büyük bakteri kütleleri- ni taşıyan bu ırmaklar olagelmiştir. Deniz suyunun yapısında var olan bakteriler, normal olarak, dışandan gelen organik maddeleri aynştınrlar. Ancak ırmaklann taşıdığı miktar bu reaksiyon için çok büyük kütleler- dir. Bu bakteriler normal koşullar- da deniz suyundakı serbest oksijeni kullanarak ırmaklann getirdiği mad- deleri oksitler ve böylece beslenir- ler. Fakat ırmaklann taşıdığı mik- tarlar o denli büyüktür ki, deniz su- yunun oksijeni bu anlatüan olayla ku- lanılıp tüketilir ve işte o zaman asıl tehlike olan bir başka oluşum baş- lar. Oksijenin giderek azalması ve sı- fırlanması ile deniz suyu kimyasal bir ölüme gider. Nehirlerin getirdiği çokbüyük ha- cimde su kütleleri içindeki yoğun bakteriler, deniz suyundaki oksije- ni tüketince bu kez yine aynı orta- mın bileşiminde bulunan sülfat iyon- lanndaki oksijeni emmeye başlar ve bu olay sonucunda kimyada H2S di- ye yer alan hidrojen sülfür gazı açı- ğa çıkar. İşte bu, asıl tehlikenin ken- disidir. Çünkü H2S doğada mevcut en öldürücü maddelerden biridir. Öylesine şiddetli bir zehirdir ki, sa- dece bir soluk alışta solunan mikta- n bile sağlıklı bir insanı öldürmeye yeterlidir. Aynca insan organizma- sında meydana getirdiği ilk ve ani ha- rabiyet, koku alma duygusunu yok etmek olduğundan bu zehrin aslın- da derhal fark edilen çürük yumur- ta kokusu sadece bir kez için hisse- dilir ve anında koklama duygusu kaybolduğundan, daha sonra alınan soluklar hiç farkında olmadan kesin bir ölüme götürür. Karadeniz, işte bu ölüm gazının yeryüzündeki en büyük rezervuan- dır. Bu nedenle de 150/200 metre ara- smda değjşen derinliklerde yaşam yoktur. "Olüm ÇizgfeF' denilebilen bu derinliklerden aşağılarda su, her- hangi bir canlının yaşayabileceği bir ortam değildir. Bilim dilinde "yaşat- mayan" ve "yaşamayan" bu ortama "Anesk" deniliyor. Bilim, asıl konumuz olan bu çok büyük gizilgüç (potansiyel) tehlike- nin, çağlar boyunca Karadeniz'in derinliklerinde biriken "öldûrûcü- lüğünün" çok geç farkına varmış bulunmaktadır. Yaşadığımız günler- de "Biz insanlar doğayı öldûrûyo- ruz, denizkri kirletiyoruz r sloganla- n ile işaret edilen tehlikeler, giderek (hatta) depremler bu doğa felaketi- nin, gerçek katastrofun büyüklüğü yamnda bir "hiç" gibidir. Elbette çevremiz insan eliyle kir- lenmekte, doğa büyük zararlar gör- mekte ve hatta yok obnaktadır. Ze- hirli, öldürücü sanayi atıklan, öbür çeşitli kirletme (pollution) öğeleri, insan tarafindan yaratılan fakat yi- ne de insan tarafindan çeşitli önlem ve gayretlerle önlenebilecek, yük- sek oranlarda azaltılabilecek nite- liktedir. Ama Karadeniz'in derin- liklerinde sinsi ve derin bir uyku- daymış gibi duran sessiz canavar çok bambaşka bir olaydır. Diyebiliriz ki Karadeniz'de doğa kendi intihan içindedir. Bu gizilgüç tehlikenin in- sanlığın başında ne şekılde ne zaman patlayacağı bilinemiyor. Kısacası tüyler ürpertici bir karabasan (kâbus). Öyle ki konu ile ilgili birçok bilim adamı "Karadeniz'de layamet" ola- rak niteledikleri bu olay üzerinde konuşmamayı tercih ediyorlar. Çün- kü çaresizler. Şimdilik o canavarın üzerinde hâlâ yaşamakta olan ve biz- leri yaşatan o 100/150 metre kalın- lığındaki su dilimi, canlı bir dünya var, buna sahip çıkmak olmah tek ya- pacağımız şey. Belki de sözü edilen kıyamete daha yüzlerce yıl var. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL ...Tam Bir liyatro Bu ülke, deneme tahtası mı? Bu halk, deney ko- bayı mı? Bu olmadı, öteki gelsin! Böyle yapamadık, ha- di bir daha! Ahmet beceremedi, sıra Mehmet'te! Başbakan "IMF'den vazgeçtik" dedi! Yeni kur- tancımız Derviş Bey de, "IMF'nin istediğini de- »/, kendi bildiğimizi uygulayacağız" buyurdu... ki yıl boşa geçmış, şimdi al baştan! Bu kez, üç beş haftada her şey düzelecekmiş! TVdeki ya- nşmadaki gibi "mi acaba"? Yoksa yeniden iki yıl daha mı?.. Sonra bir de bakacağız, "Yîne olma- dı, bu kez, başka bir program gerekiyor" mu di- yecekler?.. Işler gülünç olmaya başlamadı mı? Koca koca adamlar her gün TV'lerde hiçbir sıkıntı duymadan nasıl da rahatça konuşuyorlar; nasıl da insan içi- ne çıkabilıyorlar, nasıl da yeni umutlar, hayalter ku- rabiliyortar; nasıl da gözümüzün içine baka baka başarısızlıklannı çekinmeden söyleyebiliyortar! Sonra da "Biz bu koltuklan bırakmayacağız" di- yebiliyorlar. Araştırmalar yapılır, halkımızın güven duyduğu kişiler, kuruluşlarsıralanır. Bakarsınız, Silahlı Kuv- vetter birincidir. Partiler, milletvekilleri, bakanlarise sonuncu!.. Bir halkoylaması yapılsa da sorulsa: "Hangi kişilere güven duyuyorsunuz?" En baş- ta Ahmet Necdet Sezer gelmez mi? Ardından Tantan ile Temizel ... Parti liderleri, başbakan başta olmak üzere tüm bakanlar belki sıralama- ya bile giremeyecektir! Karar almışlar, bu yıl kamu görevlilerine, işçile- re, memurlara hiçbir zam yapılmayacakmış! Mey- dan meydan dolaşıp "Hükümet istifa" diye bağı- ran öğretmenler, memurlar, bilmem kimleryeni ka- rarlarla, eskisinden beter bir duruma düştüler. Za- ten geçim sıkıntısı içindeydiler, beş yüz milyon ge- lir dört kişilik bir aileyi yoksulluk sınınnda zor tu- tuyordu. Hele son günlerde üst üste gelen zam- laıia kat kat çetinleşen geçim derdi yeni bir ağır yük bindirdi halkın sırtına... Bu kez ölüm sının mı? Ne derseniz deyin... "Beyefendilehn yûreği buz" diye yazmıştı bir şairimiz... Yürek, kalp, insanlık, actma, anlama, kav- rama, görme!.. Aylar boyunca IMF'nin halkımızı uçuruma sürüklediği yazıldı, söylendi, bağnldı. Türk-lş Başkanı Meral, açık açık söylemedi mi: "IMF'nin ortaya koyduğu ekonomik modelya- tınmlan durdurmuş.. ithalat, ihracat dengesini bozmuş, işsizliği ve yoksulluğu arttırmış, gelir dağılımı adaletsizliğini had safhaya getirmiştir. Bu model her an için çökmeye mahkûmdur." İşte çöktü! Ama daha düne kadar bu modelin yarannı savunanlar, IMF'nin dediklerini noktası noktasına kadar uygulayanlar, bir de baktık IMFden vazgeçmişler! Şimdi de Dünya Bankası'ndan gön- derilen bir uzmana umut bağlamışlar. Onu dene- dik olmadı, şimdi bir de bunu deneyelim! "Türk halkı sabırlıdır" diyor bir yabancı yetkili. Sabırlıymışız! Doğru, öyleyizdir. Bıçak kemiğe da- yanmış, biraz da kemikten de öteye kaymış; iş- sizlik korkunç bir doruğa çıkmış; bir gün önce ce- bindeki para bir gün sonra yanya inmiş! Ama iş- başındaki üçlü ortaklık ille de ayakta kalmak, ül- keyi yeni deneyimlerle uyutmak hevesinde! Kos- koca Meclis'teki yüzlerce milletvekili kuzu kuzu dün IMF'nin, bugün Dünya Bankası uzmanının ye- ni programının seyircisi!.. Kamuoyu, basın, medya ise kendi kargaşasın- da! İnsanlar işlerinden atılıyor. Sendikacılık zaten ölmüş!.. Fabrikalar, işyerteri kapandı kapanacak... Korkunç sayıdaki işsizler ordusuna yeni yüz bin- lereklenecek!.. Bekleyeceğiz Dünya Bankası uz- manının ülkemizi içine itildiği çıkmazdan sihirli bir değnekle kurtarmasını... Ama, başarısızlığın ne- deni üç kişi miydi? Onlar gitti, yerine bir başkası geldi, şimdi değişik bir program! Bekleyin bir iki yıl daha! Sonrası?.. Sonrası, yeni bir karanlık mı? Peki, sorumlu kim, suçlu kim? Bunun yanıtını "Aydınlık"ta Doğu Perinçek vermiş: "...izlediğimiz olaylar tam bir tiyatrodur. Oyun- lann yazıldığı ve rollerin ezbehetildiği apaçık or- tadadır. Başrollerde Mesut Yılmaz, Hüsamet- tin Özkan görülüyor. Belki asıl büyük oyuncu, Ecevrt..." Yorgun Savaşçı Gerçeği  y d i n O L G U N TRT Yayın Denet. ve TVDrama Repertuvar Kur. (E) Baş. 4 Ocak 2001 tarih- Kültür Bakanhğı Temsil- men bu konuda fazla ko- li Hürriyet gaze- cisi Sn. TurgutOzakman, tesinin Sn. Do- Içişleri Bakanlığı Tem- ğan Hızlan tara- silcisi Sn. Hatke Özak, li Hürriyet gaze- tesinin Sn. Do- ğan Hızlan tara- findan hazırlanan "Ba- taş" köşesinde yayımla- nan "Devlet Baba Devlet Ana ik Banşö" başlıklı yazının "Yorgun Savaşçı yakılmışü" ara başlıklı bölümünde ünlü yazar KemalTahir'in aynı ısim- li eserinden (1981-83) yıllan arasında TRT tara- findan çekimi yapılan "Yorgun Savaşçı" dızisi- nin 12 Eylül yönetimi ta- rafindan önce yasaklan- dığı sonra da yakıldığı belirtilmiştir. Aynı yazıda, Sn. Halit Refiğ yönetiminde çeki- len fılmın Atatürk'e ge- reken ölçüde yer verme- düği, ÇofaezEtfaem'i kah- raman olarak gösterdiği, bu nedenlerle fıhnin Ge- nelkurmay Başkanhğı ve MGK'nin önerileri ve dö- nemin başbakanı Sn. Bü- lend Ulusu'nun emirleri gereği yakıldığı vurgu- lanmıştır. "Yorgun Savaşçı"nın yakılıp yakılmadıgı uzun yıllardan bu yana tartışı- lanbirkonudur. 1950'ler- den önceki yıllarda aske- ri yönerim nedeni ile pek sesleri solukları çıkma- yan kişiler, ozellikle de- mokratik düzene geçiş- ten sonra fıhnin yakıldı- ğı iddialannı devamlı sa- vunmuşlar, sık sık beni suçlamışlardır. Bazılannın ismim üze- rindeki devamh ısrarla- nnda TRT'de uzun yıllar sürdürdüğüm aktif gö- revlerimin ve bu görevle- rimdeki hakka ve huku- ka uygun davranış ve uy- gulamalanmın eticisi ol- duğu kanısındayım. Işın aslında, fıhnin as- ker- sivil kanşımı -benim de üyesi olduğum- sekiz kişilik özel bir görev ku- rulu tarafindan yasaklan- dığı doğru, yakıldığı ise bir bakıma yanlıştır. 5Ekiml983tarihinde düzenlenen, benünle bir- hkte TRT Temsilcisi olan Sn MehmetAkköprülü, Basın-Yayın Temsilcisi Sn. Adnan Yazar, Genel- kurmay Başkanlığı Tem- sücileri Sn. Alb. Mehmet Yıbnaz, Sn. Alb. Seiçuk Doğu, MGK Temsilcisi Sn. Alb. thsan Banş'ın imzalannı taşıyan bir tu- tanakla "fihnmekraıuıve videoya uygulanmastnı önleyebUecek bir sistem- te bir kopyasuun çıkarda- rnkmııhnfaza aHma ahn- masL, geriye kalan film materyaDerinin hakkm- da da Başbakanbk ma- kamınm 28.06.1983 gün ve 03269 sayıhemirierinm ııygıılanmag" kararlaştı- nlmıştır. (Tutanak madde: 3) Tutanağın imza aşama- sından sonra 3. madde ile fıhnin yayımlanmasına olanak kalmadığını gö- ren dönemin TRT yetki- üleri, fıbni kurtarmak için çare aramaya başlamış- lar ve sonunda çare, fıl- min 1 inçlik bir kopyası- nın alınmasmda bulun- muştur. Daha sonralan çeşitli zorlu teknik operasyon- lardan geçirilen 1 inçlik kopyadan TRT ekranlan- na uygun nitelikte yeni bir kopya çıkanlmış ve bu kopya da 1994 yılın- da TRT-1 'den yayımlan- mıştır. Burada ozellikle ve esefle vurgulayacağım bir olgu, askeri yönetim dö- nemlerinde hiç sesleri çık- mayan bazı cesur kahra- manlann, daha sonraki yıllarda bülbül kesihne- leri, dönemin TRT yet- kililerini yerli yersiz suç- lamalan, ozellikle beni "Roma'yıvakanN««m''a benzetmeleri ve sık sık tarih önünde hesap ver- meye davet etmeleridir. Bu yalan ve iftiralann sa- hipleri, bümiyorum 1994 yılında film TRT ekran- lannda yayunlandıktan sonra mahcup oldular mı? Uzun yıllar devlet gö- revlileri ohnamıza rağ- nuşmadık. Ancak zaman zaman elimizden geldi- ğince bir yakıhnanın söz konusu olmadığını ihsas etmeye çalıştık. Ancak ilgili kişiler, bazı fıhnci- ler ve yazarlar, fıhnin ya- kıldığında inatla ısrar et- tiler. Gerçekleri kabule yanaşmadılar, uyanlan- mızı kulak arkası ettiler. Konuyu ellerinden gel- diğince kişisei rekkunla- n için kullandılar. Kurulca yapılan çalış- malarda ozellikle Ata- türk'ün tstiklal Sava- şı'ndaki rolünün küçüm- senmesi, buna mukabil Çerkez Ethem'in bir kah- raman olarak ön plana çı- kanlması eleştirildi. Füm- de ordu mensuplanna ta- kılan lakaplar hoş karşı- lanmadı. Bu arada tuta- nakta "Ermeni meselesi- nin aleyhimizde propa- ganda mabenıesiolabik- cekşekfldeişlendiğr vur- gulandı. (1. maddenin f bendi) Tutanaktaki bu eleştiri- lere katılmamaya olanak olmasa gerektir. Ozellikle Ermenilerle ilgili f bendinin isabeti ve önemi, sanınm günü- müzde çok daha iyi anla- şılacaktır. Sn. Doğan Hızlan'ın Hürriyet'teki yazısı üze- rine kendisine 04.012001 tarihinde bir bilgi notu gönderdim. Sn. Doğan Hızlan, bu bilgi notuna sütunlannda maalesef yer vermedi! Filmin hukuki sahibi olan TRT'den de ses seda çıkmadı. Her- halde bir büyük gazeteye açıklama yapmaktan çe- kinmiş olsalar gerek. Yazıma son vermeden vurgulamak istediğim bir olgu da "Yorgun Savaşçı'' yayunlandıktan sonra da- ha önceleri film üzerin- de yaratılan "Emsalsiz, harİka,fevkalade" övgü- lerinin bıçak gibi kesilme- si oldu. O günlerin ko- şullannagöre, teknik dü- zeyi oldukça yüksek olan fıhnin senaryo ve içeriği hayal kınklıgı yarattı. Di- zının tüm iddialı sansas- yonlara rağmen normal dizilerden pek de fârkh ol- madığı göriildü. Uzun yıllar, bazı çevre- lerce ileri sürülen yakıl- ma hikâyesinin gerçek iç- yüzü budur. Ben, bu yazımı ülke- nin en ciddi fıkir gazete- si olan "Cumhuriyet''te yayımlamakla konuyla il- gih asker- sivil tüm görev- lilere ve ozellikle Yorgun Savaşçı 'nın korunması için büyük gayretler sarf eden TRT'ci arkadaşla- nma bir vefa borcunu ödediğimi düşünüyorum. (Not: Bu konuda geniş bilgi almak isteyenlerin 1997'de yayımladığım "CumhuriyeteBaşKaidı- ranlar" kitabına bakma- lanm dilerim.) PENCERE Belirsizlik!.. Babam Birinci Dünya Savaşı'nda Harbiye öğ- rencisiyken "Şark Cephesi"ne "zabit vekili" ola- rak gönderilmiş; "bozgun"unortasınadüşmüş... Çok bir şey anlatmazdı babam; ama, bozgun- da askerlerin sürü halinde kaçariarken hep bir ağızdan sayıklar gibi "Allah.. Allah.. Allah.. Al- lah.." diyerek dalgalandıklannı söylemişti; Mos- kof arkadan kovalıyordu. "Bozgun "da bir de ko- leraya tutulmasın mı babam, halini bir düşü- nün!.. Sonradan düşünmüştüm; demek ki bizim as- ker hem düşmana karşı süngü hücumuna kalk- tığı zaman "Allah.. Allah.." diyordu, hem kaçar- ken.. Ikisi arasındaki ortak nokta nedir sorusunun da yanrtı var: - Belirsizlik!.. Ölüm ite kalım, sarmaş dolaş; bilinmeyenler- den oluşan ve insanlann benliğini kuşatan be- lirsizlik, bir işkence aleti gibi kişinin bilincini kıs- kaca alıyor. • 1919'dan 1923'e değin insanlanmız belirsiz- likler cangılında yaşamtşlar... Cumhuriyet Devleti kurulunca herkes bir "oh" çekmiş; çünkü belirsizlik bitmiş. Yalnız devlet yaşamında değil kişisei hayatta belirsizlik tam bir işkencedir; güven duygusunun karşısındadır belirsizlik; "istikrar"\n zıddıdır, in- san kuşkunun memelerini emdikçe kudurun ne yapacağını bilemez; tedirginleştikçe tedirginle- şir. Bir evlilik düşünün ki hem kan hem koca bir- birinden şüphelensin: - Eşim beni aldatıyor mu?.. •. , O ev cehenneme dönüşür. Güvence hem duygusal yaşamda, hem sos- yal hayatta kaçınılmazdır; belirsizlik ve kuşku her zaman insanı tepeden tırnağa sarsar. Peki, bugünkü durum nasıl?.. Hem kişisei hem de ortak yaşamımızda çar- pıcı bir depremi yaşamıyor muyuz?.. • Gazeteye gelen işadamı dostum çoktedirgin- di; bana sordu: - Dolar kaç lira?.. . ' • > - Bilmiyorum?.. •*••• - ': - Mark?.. - Bilmiyorum. - Evet, dedi, ben de bilmiyorum, Türk Urası'nın değerini de bilmiyorum. Yann ne olacak bilmi- yorum. Ekonomide bizi bekleyen nedir?.. Yanı- tı yok!.. Bir hükümet düşün ki saptadığı program iflas ediyor, Dünya Bankası'ndan hiçbir devlet ve siyaset deneyimi olmayan bir uzmanı çağınp her şeyi ona emanet ediyor. Ekonomide tek pat- ron durumuna geçen kişi şu anda Amerika'da- dır, kapalı kapılar arkasında bizim yazgımızı ma- saya koyuyorlar; neler olacağını hiç kimse bil- miyor. Bu durumun adı ne?.. _ -Bozgun!.. • 5 ' a ' ; ^ ' ^ ^ i - Hayır, o da değil, tam bir 'belirsızüik" dohe 1 mini yaşıyoruz. • İyi ya da kötü, belirsizlik döneminden bir gün önce sıynlmalıyız. Peki, bu hükümetle mi?.. - O da belli değil!.. Belli olan şu: GeçmişindeTürkiye Cumhuriye- ti bu kadar belirsiz bir donemi hiç yaşamamış- tı. Neden herkesin sinirleri yay gibi?.. . „ ISTANBUL 8. ASÜYE TICARET MAHKEMESI BAŞKANUĞı'NDAN DosyaNo: 2000/1051 Davacı Toprakbank AŞ tarafindan, davab Mustafa Se- nayi Ancı aleyhine açrtan tasarrufun iptali davasımn ya- pılan duruşmasında, Davab Mustafa Senayi Ancı adına (Zeytinlik Mah. Fazlıpaşa Sok. No: 13/1 Bakırköy/Istanbul) adresıne gönderilen dava dilekçesı ve davetiyelenn bila bedel teb- liğ edilmesi üzerine enmiyet tahkikatından da adresinin meçhul kaldığı anlaşılnuş bulunduğundan, dava dilekçe- sinin ve davetıyenin ilanen tebliğine karar verilmış oldu- ğundan, 16.05.2001 tarih, saat 11.00'de mahkememizde hazır bulunmanız veya biı vekil tarafindan temsil edıl- mediğinız takdirde taHrit-at ve yargılamaya yokluğunuz- da devam edileceği ve hüküm verileceğı ilanen tebliğ olunur. Basın 11829 Başrollerde Paye Dunauıay. dlatt Dilon. Hevin Spacey. Polisten hacmahta olan üç suclu. bir baragirerler ue "barısı sağlamah' adına müsterileri rehin alırlar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle