25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 OCAK 2001 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Geleceğin atietleri Insanlar işlerine coşkuy- la sarılır, deneyim ve biriki- mini ilgi alanlanna katık ederterse tüm engeller aşı- lıyor, toplum için yeni atılım- lara yol açılıyor. Atletizm Federasyonu Başkanlı- ğı'na, gerek kişiliği, gerek- se elde ettiği başanlaria tek kelimeyle "önder sporcu" tanımlamasını yeterince hak eden Mehmet Yurda- dön geldi.Gelirgelmezde kolları sıvadı. Hedefi ço- cuklar, gençler... Yurdadön, Çocuk Esir- geme Kurumu yurtlanndan başladı işe. Yalnızlıkla örse- lenmiş çocuklan sporayön- lendireceğini söylüyor "At- letizm, insan beden ve ru- hunu okşayan bir branş. Çeşitli dallardan oluşması nedeniyle çocuklann yete- neklerini sergıteme olanak- lan fazla. Seçilecek çocuk- lar, dünyanın birnumaralı fe- derasyonunun üyeleri ola- caklar. Yeryüzünün çeşitli ülkelerindeyanşacaklar, bu ülkelerdeki toplumlarta bü- tünleşecekler, dertleşecek- ler, konuşacaklar, kendile- rini geliştirecekler, yenile- yecekler." Atlet yetiştirme tasanmı için aynca Anadolu'nun dört bir yanındaki okullar ta- ranacak, teknolojinin ve tıb- bın olanakları da kullanıla- rak atletizme yatkın öğren- ciler saptanacak. Sonra gelsin, atletizrn eğitim mer- kezleri, kros ligleri... Mehmet Yurdadön, be- lediyelerin ve ticaret oda- larının atletizm kulüpleri kurması için bir program üzerinde durduklarından da söz etti. Yeni Atletizm Federasyonu Başkanı Yur- dadön'ün söyledikleri he- yecan verici. Düşünün, uzun soluklu bir çalışma ile yakın gelecekte pistlerde yeni Mehmet Ali Aybar- lar, Veli Ballılar, Mehmet Terziler, Muharrem Dal- kılıçlar, Ismail Akçaytar, Ekrem Koçaklarfilizlene- cek. Başta spordan sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü olmak üzere öğretmenle- rin, velilerin, spora gönül vermişlerin Yurdadön'e destek olacağına inanıyo- ruz. ISIK KANSU .com.tr. TTB'nin önündeki sınavSağlık Bakanı Osman Dur- muş'un, hekimlerin ve sağiık per- sonelinin ekonomik durumunu dü- zeltmegerekçesiylehazırladığı "dö- nersermaye tasansı" TBMM'de gö- rüşülüyor. Tasan, hastanelerin ve bakanlığa ait sağlık tesislerinin kâr amacı gü- den birer küçük "işletmeye" dö- nüştürülmesini, verilen hizmet kar- şılığı yurttaşlardan "katkı" alınma- sını, bu katkılardan da hekimlerin ve sağlık personelinin yararlanmasını öngörüyor. Tasannın geçici 2. mad- desinde şöyle bir bölüm var: ". ..birinci basamak sağlık hizme- ti sunan kurum ve kuruluşlardaki Ana Çocuk Sağlığı, Sağlık Ocağı ve Halk Sağlığı Laboratuvarian gibi ko- nıyucu sağlıkhizmetleri dışında ka- lan tedavi hizmetlerini kapsamak üzere her ilde bir adet döner ser- mayeli işletme kurulur." Tümceyi ilk okuduğunuzda, ana çocuk sağlığı gibi, sağlık ocağı gi- bi, halk sağlığı laboratuvarı gibi ku- ruluşlann döner sermaye uygulama- sına girmeyeceğini, dolayısıyla bu kuruluşlara giden yurttaşlann hiz- met karşılığı para vermeyeceğini sanıyorsunuz. Ancak yanılıyorsu- nuz. Sağlık Bakanhğı yetkilileri, burv ların "koruyucu sağlık hizmeti" ver- mediğini ileri sürerek, ana çocuk sağlığında da, sağlık ocağında da, halk sağlığı laboratuvarlarında da döner sermaye uygulamasına gi- dileceğini açıklıyorlar. Yani, yurt- taşlar birinci basamak sağlık hizmet- lerine de artık para ödeyecekler. Yani, sosyal devlet ilkesine bir dar- be daha. NÜSHED Genel Sekreteri, halk sağlığı uzmanı Dr. Derman Boz- tok'un yorumuna başvurduk. Şun- ları söyledi: "224 sayılı Sağlık Hiz- metlerinin Sosyalleştirilmesi Yasa- sı gereği, birinci basamak hizmet- leri ücretsizdir. Yani yurttaş/ar ana çocuk sağlığı merkezine, sağlıkoca- ğına ya da halk sağlığı laboratuva- nna başvurduğunda aldıktan hiz- met karşılığında para ödemezler. 224 sayılı yasa, bütün topluma üc- retsiz sağlık gûvencesi getirmiştir. Şimdi TBMM'de görüşülen tasan ile kazanılmış olan ücretsiz sağlık hizmeti hakkı ortadan kaldınlıyor." 224 sayılı yasa iyi insan, iyi he- kim, iyi yurttaş, Türk Tabipleri Bir- liği'nin unutulmaz liderlerinden Frof. Dr. Nusret Fişek'in Türkiye'ye ka- zandırdığı halktan yana bir düzen- lemedir. Türk Tabipleri Biriiği yöne- ticilerinin önünde çok, ama çok önemli bir sınav var şimdi. Fişek'in kalıtının yok edilmesine göz yuma- cak mı, yummayacak mı? Ücretsiz sağlık hizmetini savunacak mı, sa- vunmayacak mı? En temel insan haklarından biri olan sağlık hakkı- na, sosyal devlet ilkesine bir balta daha vurulması karşısında sesini çıkaracak mı, çıkarmayacak mı? Bekleyip göreceğiz. Bundan birkaç yıl önce Cumhuriyet dostu Dr. Celal Kılıç tanıtmıştı bize çı- nardan serçe konağını. Çocukluğumu- zun Büyük Sineması'nın karşısındaki ağaçlan mesken tutan serçelerin yeni yerleşim alanlanna tanık olmuştuk. Dr. Kıltç, yılbaşına doğru verdi oynaşan gri kalabalığa ilişkin kötü haberi: "Mithatpaşa ile Meşnıtiyet caddele- rinin birteştiği kavşağı bilirsiniz. Ikinci katında işyerimin olduğu, Kocatepe'ye doğru çıkarken sol üst köşedeki çirkin yapıyı da... Bilirsiniz de, daha önce bu çok katlının yerinde Nuri Conker Pa- Serçelerin konağı sustu şa'nın evinin bulunduğunu bileniniz var mı? Atatürk'ün çocukluk, sınıfve silah ar- kadaşı; Conkbayırı çarpışmalarındaki kahramanlığı nedeniyle Conker soyadı- nı verdiği NuriPaşa'dan söz ediyorum. Mustafa Kemal, sıkuğradığı arkadaşı- na bir gelişinde Atatûrk Orman Çiftli- ği'nden çıkan fıdanlan getirip Mithatpa- şa Caddesi tarafına sırayla dikmiş. Dik- miş diyorum, çünkü yaveri ve şoförü /?- danlan dikerken, diplerine toprak atıp ayakianyla bastırmış. Her kasım sonundan aralık sonuna kadar, bu çınarlann binlerce serçeyle silme dolduğunu da bilmezsiniz. Soygun- lar, talanlar, ölümler, yaralanmalar, yakıl- malar, geçim sıkıntılannın yaraladığı duy- gulanmızın serçe sesleriyle pansuman olduğu, araç homurtulannın perdelen- diğini de bilmezsiniz. Belirttiğim aylarda her akşam saat 16.00-18.00 arasında hiç aksamayan serçe şarkılan sustu, kanat sesleri yok oldu. Serçelerin gidişiyle boşlukta kal- mış gibi oldum. Artık onlara bulgurge- tiremiyor, saksı altlıklanyla pencere ön- lerine su koyamıyorum." "Neden" diye soracak olduk Kılıç'a. Iç çekti: "Çevremizde tekbüyükdeğişildik, kav- şağımıza üstgeçit adı altında çirkin bir demir yığınının dikilişi oldu. Sakın bu sevimli, minik canhlarçirkinliğe karşı ey- lem karan almış olmasınlar?" Celal Kılıç, noktayı koydu: "Serçe kadar olamadık..." ISSIZ ODA YAZILARI VEDAT ÖZDEMÎROĞLU Sanal Hortum! Herhangi bir gazeteci-ya- zarın, diyelim ki Sabah gaze- tesinden Hıncal Uluç'un, kö- şesineyazdığı yazıları, birile- ri Uluç'un imzasını silerek ba- na yollasalar, benim bu yazı- ları "Sevgili okuyucular, böy- leyazılar dolaşıyor Intemet'te. Hoşuma gitti, sizinle paylaş- mak istedim" diye yazıp, son- ra da köşeme aktarma hak- kifnvar mı? En küçûk bir ara$- tırma zahmetine katlanma- dan, Uluç'un profesyonel ola- rak belirli bir para karşılığı ka- leme aldığı yazıların rantını paylaşmak, onun emeğini çalmak anlamına gelmez mi? Sabah gazetesi, benim 16.12.2000 tarihli Leman der- gisine yazdığım yazıyı, 26.12.2000 tarihinde sürman- şetine çıkardı. Ve benden ku- ru bir özür bile dilenmedi. (Olayın ayrıntıları, Leman'ın buhaftaki 2001/01 numara- lı sayısında yer alıyor.) Hakkımı arayacağım. In- sanların beyin emeğini hor- tumlamak da bir çeşit yolsuz- luktur diye düşünüyorum. Bu konudaki görüş ve önerileri- nizi bana bildirirseniz sevini- rim. (Faks:0212 289 11 12) Filler tepişir, çimenler ezilir! Derviş Zaim'in ikinci filmi "Filler ve Çimen " dün göste- rime girdi. Zaim'in ilk filmi "Tabutta Rövaşata" başanlı bir "/7/cfi7m"örneğiydi, aldığı öv- güler ve ödüllerte bunu kanıt- lamıştı. Ahmet Uğuriu'nun muhteşem oyunculuğunun da katkısıyla yıldızlaşan "Ta- butta Rövaşata", Türkiye'den mikro bir kesitti, dışlanmış bir birey öyküsüydü. "Filler ve Çimen" ise Türkiye'den mak- ro bir kesit. Estetik bir ülke röntgeni. Filmde rüşvetçi bakan, sak- lanan tetikçiler, yasadışı icra- ata bulaşmış işadamları, uyuşturucu ticareti, cinayet- ler, infazlar, bakanla çekişme halindeki ıstihbarat kurumu ile terör örgütünün kanlı eylem- leri ve tüm bu "kurulu düze- ne" kurban giden masum in- sanlar gibi, Türkiye insanının aşina olduğu ülke figürieri yer alıyor. Filmin adı da "Filler te- pişirken olan çimenlere olur" şeklindeki anonim sözden geliyor. Tepelerde dönen kan- lı ve sert oyunların içine, ga- zi ağabeyiyle beraber çileli bir hayat süren bir milli atlet kızın giriş biçimi ustalıklaya- pılmış. Para ve güç için ku- ralsız, insafsız bir savaş ve- riyor önde gelenler. Zalimin savaşımı, filmin doğal örgü- sü içinde mazlumu da kap- sıyor. Zaim'in başansı, Türkiye'de örneği az bulunan "siyasal sinema" denemesine kalkış- makla sınıriı değil. Çünkü "Fil- ler ve Çimen" sadece Susur- luk filmi değil, bir Türkiye fil- mi. Birebir Susurluk çetesinin etemanlan ve icraatlanyla eş- leştirmesi olarak algılamak, fil- me haksızlık olur. "Filler ve Çimen", Susurluk'lan üreten bozuk ve acımasız yapıyı an- latıyor. Daha önce de yaz- mıştım, Susurluk ve benzeri çeteler, gün ışığına çıkarılıp cezalandınlmadığı sürece; biz, hepimiz 65 milyonluk bir çeteyiz! Film, bu muhalif ay- dın tavrını sinemaya yansıtı- yor, fakat sinema sanatını, sosyopolitik gerçeklere kur- ban efnaeden. Öyküoün-öz- günlüğü, işleniş biçimindeki duruluk ile iyice belirginleşi- yor. Zaim, çok önemli sözle- ri, yaşamın doğal ritmi için bağırmadan söylüyor. öyle ya, çok bağırınca gerçeği da- ha iyi söylemek gibi avanta- jımız olamaz. Üstelik, film tip- lerinin diyaloglannda da ülke- de yaşananlar hakkında olumlu ya da olumsuz yargı- lar yok. Bu durum, filmi "ik- na edici" kılıyor. Filmdeki uyuşturucu ticareti örneğin, adeta mandal ticareti kadar doğal aktarılmış. Çünkü var- sayım olarak, uyuşturucu dünyasındaki adamın "Ben kötüyüm, bir çete elemanı- yım vs" deyip, klişe kötü adamlar gibi kahkaha atma- sı gerekmiyor. Sahibini anım- sayamadığım "TürkSinema- sı 'ndaki 'kötü adam', her tür- lü kötülüğü yaptıktan sonra, bir de sokaktaki dilenciyi tek- meleyen sadistruhlu kişi" yar- gısı, bu filmde çok ustahkla aşılmış; iyi ve kötü yok, ya- pıştırma duran iddialı sözler yok. Hareket, kanlı bir sava- şım, rantı paylaşım var. "Fil- ler ve Çimen" bir doğa bel- geseli estetiğiyle insanoğlu- nun 20. yüzyıl sonlarında, bu ülkede yaşadıklarını ve tanık olduklannı teklemeden anla- tıyor. Öyküdeki zavallı insan- ların, çaresiz mazlumların, doymak bilmez koltuk sahip- lerinin, psikopat ruhlu tetik- çiterin kesişme noktalannm sağlamlığı, dramatik yapıyı sağlam kılıyor. Başrolünde Türkiye'nin olduğu bir film bu ve finalde herhangi bir çö- züm önermemetercihi, ben- ce doğru. Izlediğimiz kanlı ve sert hayatın çözümünü bula- mamışken izlediğimiz kanlı ve sert filmde böyle bir yak- laşım çok inandırıcı olamaz- dı. Işlerini başarıyla yapan oyuncular arasında Haluk Bilginer, Ali Sürmeli ve Mus- tafa Uzunyılmaz, özellikle aklımda kaldı. Duru anlatımı ve hazin tonlarıyla zihinde burukluk bırakan bu filmi gö- rün. Ve anlayın ki Türk olmak, bir milletten çok, neredeyse profesyonel bir meslek! DUZELTME Geçen hafta bu köşeye, usta şair Fazıl Hüsnü Dağ- larca'nın "AfAkşamı" adlı şi- \nr\\ almıştım. Şiirde geçen "Hem esenliğe ermiş hem yaslıyıhk" dizesinin doğrusu, "Hem esenliğe ermiş hem yaslı yelcek" olacaktır. Dü- zettir, özür dilerim. Kuşku Köşemizde daha ön- ce elektriğin gerek da- ğıtımının, gerekse üre- timinin özelleştirilmesi aşamasında hazırianan çeşitli sözleşmelerin ka- mu yararına olmadığı- nı, devleti zarara uğra- tıcı hükümler içerdiğini birkaç kez örnekleriyle vurguladık. Termiksant- ralların devri sırasında kömür madenlerinin "bedava"ya özel şirket- lere bırakıldığını aktar- dık. Dağıtım alanlann- daki tümrisklerinyurt- taşlann sırtına bindirile- ceğini belgelendirdik... Hafta ortasında Ener- ji Bakanlığı'nda kilit nok- talarda görev yapan ki- mi bürokratlar, çeşitli ihalelerde kurumu zara- ra uğrattıklan gerekçe- siyle görevlerinden alın- dılar ya da uzaklaştırıl- dılar. Işin ilginç yani, gö- revden alınanlann, ay- nı zamanda bugüne de- ğin eleştiri konusu olan özelleştirme ihalelerini bizzat yürüten, şartna- meleri hazırlayan, ter- mik santrallan, elektrik dağıtım bölgelerini ala- cak özel şirketlerte bağ- lantıları kuranlar, söz- leşmelerde uluslarara- sı tahkimin geriye yürü- mesi için ısrar edenler olması... Madem ortada bir kuşku var. O zaman, söz konusu bürokrat- ların yaptıkları tüm iş- lemler, sözleşmeler, şartnamelerin üzerine de kuşkunun gölgesi düşmüş demektir. HAYYANLAR /SMA/L GÜLGEÇ R igulgec(<ı yahoo.com KİM KİME DUM DUMA BEHÎÇAK behicak(a turk.net ÇİZGİLÎK KÂMtL MASARACI 7* \ 1 f • * 1 i H A R B Î SEMtH POROY semihporoy(d yahoo.com TARtHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 6Ocak ROOSEVELT: *4ÖZGÜRLÜK VARDIR* 'DE 8U6UAJ, A8D &4fK4W FG4HKUM 0£C4A/O f , ÖZ&üetÜtüüEG KOMUSUMDfKİ ÜULÜ P£MECWf l/EKM/fTİ. DÖfSr r£M£L İ ÖÜ f GLÜĞÜ&ÜR. ÛÇÛNCÛSÜ, İS£, TZİM OÜMYA&4, S/ , MÇ gi/S C/li/SVA/ GÖRÜŞ EMİN GURSES İdeoloji ve bianç Kargaşası Kafkasya'dan dönüşte okuduğum Aydın Engin'in "Terörün devrimcisi" ve Şafak Morgül'ün Zümrüt Rize gazetesindeki "Şiirini kaybeden şehir" yazısın- dan çok etkilendim. ıkisinde de hemen hemen her şeyi kendi tanımlamalanmıza, algılamalarımıza, yo- rumlamalarımıza teslim edişin eleştirisini gördüm. Kafkasya'da yaşamın ideolojik kurallar sistemin- den tamamen mafyanın kapitalist kurallarına dev- reden bir sürece girmesiyle birlikte kuralsızhk kural haline gelmiş. Bu durumdan en fazla yararlananlar ise eskiden bu kuralları korumakla görevli olanlar. Bunlar çoğunlukla yeni mafya kurallannın uygulayı- cıları rolünü üstlenmişler. Nasıl oluyor da on yıl kadar önce bir ideolojinin kurallarını savunan ve uygulanmasını takip edenler böyle bir dönüş yapabiliyorlar? Buna cevap veren eski bir Gürciştan komünist partili, sorunu bu insan- lann ideolojiyi bir inanca dönüştürmelerine bağlıyor. Bir kurallar dizisi olan ideolojinin insanın daha iyi ya- şamasına yönelik projesi inanca dönüşünce olan- lar olmuş. Yeni ideolojik inançların tanrısı yeni şey- ler vaat edince bu insanlar tanrı değiştirdi, diyor bu eski komünist partili. Amaç tanrısal gerçeği aramak mıdır, yoksa insa- nın çevresiyle birlikte daha adil ve eskiye göre da- ha iyi yaşamasının koşullannı yaratmak mıdır? Araş- tırmaların, çabaların amacı, taraflar arasında bu ko- şullara ulaşmak için ne yapmak gerektiği konusun- da bir mutabakata varmak ve bu yolu izleyerek is- tenilen hedefe ulaşmak olmalıdır. Bir yöntem/anla- yış konusunda karar kılmak, yöntemlerin ve araçla- nn nasıl kullanılacağı üzerine anlaşmaya varmak ça- bası yaşamı daha iyi kılmak içindir. Burada teori ve pratik arasında derin ayrımlar yoktur. Bir ideolojiye inanan toplum üyeleri, inandıklan ide- olojik argümanlar için bir meşruluk zemini oluştur- makta pek de zorlanmazlar. Bunların çoğunlukla toplumun gerçek-haklı taleplerine uygun olduğunu iddia ederier. Bu inançlarının doğruyu temsil ettiği- ni öne sürerlerken bunların belirli ekonomik-sosyal- kültürel durumlardan doğduğunu iddia ederier. Kaf- kasya'da hemen hemen her yeni uygulamanın, ku- ralın arkasında da bu argümanları görüyoruz. Kendi gerçekliklerinden bahsederierken kendi dı- şındakilere karşı ne tür bir duygu besledikleri konu- sunda ise söyleyecekleri bir şey yok. Aynı yola gir- meyen bireylerin ihtiyaçlannın ya da taleplerinin ne- ler olduğunu, bunlann dayandıklan argümanlan duy- mama eğilimindeler. Kafkasya'da "resm/ma^a"nın kamyon şoförlerinden hem yasal geçiş parası hem de kendileri için rüşvet almalarını dayandırdıkları meşru temel mevcut: Yoksulluk. Güvenlik görevli- lerine saldıran yirmili yaşlarda birteröristin yakalan- dıktan sonra zafer işareti yapmasının arkasında da eylemini meşru kılmayı amaçlayan bu zihniyet yat- makta. Kubilay'ı ve arkadaşlarını şehit edenler de benzer argümanların arkasına sığınmışlardı. Ingiliz emperyalizminin temsilcileri, Nijerya'da rüş- veti, işleri kolaylaştırmak için bir araç olarak kullan- mayı meşru göstermek için başka yol olmadığını savunmuşlardı. Şimdi bunun, ticari faaliyetlerinde en önemli engel olarak karşılanna çıktığından yakınıyor- lar. Kafkasya'da rüşvetin aynı yöntemlerle bölgeye sokulduğunun farkında bölgedeki birçok sıradan in- san. Paranın tanrılaştırıldığı bir coğrafyada bir kur- tuluş yolu olarak gösterilen kapitalizmin bir inanç ha' • line getirilmesi çabası yoğun. Daha iyi yaşamak için kullanmayı düşündükleri yeni bir kurallar dizisini inanca dönüştürmenin sıkıntısını yaşıyor bölge in- sanı. Bir teoriye, bir insana ya da tanrıya inanmak, tek başına sorun yaratmıyor burada. Bir insana, lidere tapınmak derecesinde tabi olmak, önerdiklerine de kayıtsız-şartsız boyun eğmeyi gerektiriyor. Her şe- yinizi devredip rahata eriyorsunuz, ta ki yeni bir çık- maza girene kadar. Sorun böylece başlıyor. Birçok coğrafyada ideoloji ve inancın iç içe geç- mişliğinin şaşkınlığı yaşanıyor. İnanç, genelde öne- rilerin doğru olarak kabul edildiği durumu ifade eder. Murat Belge'nin yirmi yıl kadar önce okuduğum "Marksist Estetik" adlı araştırmasının bir yerinde ideolojinin inanca dönüşme tehlikesi vurgulanmak- taydı. İnanç, ideoloji ve gerçek arasında bir bağlan- tı kurulabilir. Fakat burada tapınılan ideolojinin ger- çek kabul edilmesinde izlenen yolun ne kadar tu- tariı olduğu tartışmaya açık olmalıdır. Ideolojilerinin bir bilgi temeli olduğu iddiasında olanlar, bilginin inançla ilişkisine dikkat etmelidirler. Bir inancın haklılığı, onun doğru bilgi üzerine otur- tulduğunun tartışmasız kanıtı değildir. Toplumsal gerçeklerin ya da gelecekte oluşabileceği iddia edi- len bir gerçeklik üzerine kurulan bir dizi önermenin inanca dönüşmesi ve tapınma konusu olma riski mevcuttur. Bir dizi birbiriyle tutarlı ya da tutaıiı ol- duğu iddia edilen önermelerden oluşan ideolojileri- ni inanca dönüştüren insanların ortada kalmışlığı ise tutarlı önermelere yönelik gerçek tehlikedir. E-mail: emingurses <; yahoo.com Fax: 0212 513 85 95 BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8SOLDANSAĞA: 1/ Meyve ve sebze üreticileri ile satıcılar ara- sında aracılık eden kimse. 2/ Temel, esas... 4 "Ahmet — " : Yazanmız. 3/ Fesleğen de de- nılen, yaprakla- n güzel kokulu süsbitkısi...Bır soru sözü. 4/ Kemıklenn yu- varlak ucu... Gökova Körfezı kıyısında tuns- tik bir belde. 5/ Gövde 2 heykeli...Ütançduyma. 3 6/ Kabadayı... Eserler, 4 yapıtlar. 7/ Cvendirenin ucuna takılan sivri de- mir çivı... Ovada ya da dere kıyısında çalı ve di- ken topluluğu. 8/ Aynı ° biçtmde, sürekli olarak. 9 9/ Uluslararası Futbol Federasyonu'nun simgesi... Bir şe- yin özünü oluşturan ana öğe. YUKAR1DAN AŞAĞIYA: 1/ Havuca özel renginı \eren pıgment. 2/ Rüzgâr korku- su. 3/"— Lear": Oktaj* Rifat'ın romanı... Şiirde bir uyak- tan sonrayinelenen aynı anlamdaki sözcük ve eklere ve- rilen ad. 4/ Osmanlı toprak düzeninde yıllık gelin yüz bin akçeyı aşan dirlik... Japon halk türkülerine verilen ad. 5/ Uzak... İngiltere'de çok sevılen bırcıns bıra. 6/ Mar- mara Bölgesi'nde bir göl... Bir bağlaç. II Kakım da de- nilenkürk hayvanı... Kantoda Doğu giysileriyle yapılan dansın adı. 8/ Atrn eşkin yürüyüşü... Düş. 9/ Anlam... Genellikle yakmak için kullanılan iri saman.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle