17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 OCAK 2001 ÇARŞAMBA HABERLER SPK'den bonsa şinketleri ile ilgili karar • İSTANBUL (AA)- Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), borsa şirketlerini bu yıl nakit kâr dağıtımı zorunluluğundan muaf tuttu. Başkan Yardımcısı Sinan Alp imzasıyla Borsa"ya gönderilen açıklamaya göre, 2000 yılı faaliyetlerinden elde ettikleri dağıtılabilir kâr için, hisse senetleri ÎMKB'de işlem gören hiçbir şirkete nakit kâr dağıtımı zorunluluğu getirmeme karan alındı. Açıklamada. ancak bir önceki döneme ilişkin temettü dağıtımını gerçekleştirmeden nakit karşılığı sermaye arttınmı yapan ve arttınmı temsil eden hisse senetleri borsada 'eski' ve "yeni' şeklinde 2 ayn sırada işlem gören şirketlerden. 2000 yılı faaliyetleri sonucunda elde ettiklerı dönem kânndan temettü dağıtmak isteyenlere, ilgili tebliğ çerçevesinde hesaplayacaklan dağıtılabilir kânn en az yansı tutarmda birinci temettünün nakden dağıtım zorunluluğunun getirilmesınin kararlaşhnldığı kaydedildi. Kunucu Meclis üyeleri • ANKARA(ANKA)- Türkiye'nin geleceğine "kaygıyla" bakan, 1961 Anayasasf nı hazırlayan Kurucu Meclis üyeleri, 6 Ocak'ta Taksim Cumhuriyet Anıtı'na çelenk koyacak, Kurucu Meclis üyesi Ziya Müezzinoğlu, Türkiye'nin bir çıkmaza girdiğini ve bunahma doğru sürüklendiğini söyledi. Bu durumun, ekonomik nedenlerden kaynaklandığı görüşünün gerçeği yansıtmadığını belirten Müezzinoğlu, "Sorunun temeli siyaset" dedi. Sanatçı Baykal Kent'e satdırı • İstanbul Haber Servisi - Tiyatro sanatçısı Baykal Kent. Beşiktaş'ta 3 kişi tarafından, bilinmeyen bır nedenle önce sözlü, sonra fiziksel saldınya uğradı. Başına yumruk darbeleri alan ve vücudunda eziklikler oluşan Kent. Şişli Etfal Hastanesi'nde tedaviye alındı. Sorgulan süren 3 saldırganın. olay sırasında Kent'in yanında bulunan ve kendisine yardım etmeye çalışan eşi Semiha Kent'i de tartakladıklan bildirildi. 3 saldırgan daha sonra çıkanldıklan mahkemece tutuklandı. HADEP'ten ppotesto • İstanbul Haber Servisi - HADEP'e üye yaklaşık 300 kişi dün Taksim Tünel'de bir araya gelerek Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kuzey Irak'ta gerçekleştirdiği ileri sürülen operasyonu durdurmasmı istedi. Polisin açıklamaya izin vermemesi üzerine ara sokaklara dağılan grup daha sonra tekrar bir araya gelerek Tarlabaşı'ndaki parti binasına kadar yürüdü. TSİP'nin tepkisi • İstanbul Haber Servisi — Törkiye Sosyalist tşçi Partisi (TStPİOenel Sekreteri Ali Öner^ yaptığı yazılı açıklamada, genel başkanlan Turgut Koçak ile TSIP GYK üyesi Hasan Yavaş ve Necmi Özyurda'nın cezaevlerindeki ölüm oruçlannın başladığı günün sabahı, geçersiz nedenler ileri sürülerek tutuklandıklannı beürtti. Öner, Ulucanlar Cezaevi'ne "keyfı bir tutuklama" ile konulan arkadaşlanna yöneltilen "yasadışı örgüte yardım ve yataklık" suçlamalannın asılsız olduğunu savundu. Anayasa Mahkemesi, yalnızca karşı çıkılan maddeleri görüşecek Affa ülv itiraz dosyasıANKARA (Cumhuriyet Bûrosu) - Inebolu Cumhuriyet Başsavcıhğı, "eşit- Bk" ilkesine aykınlığı nedeniyle "Kor- ku vepanikyaratacakşekildeetrafaateş etmek" suçundan mahkûm olan Gür- can ÇaJar'ın aftan yararlanabilmesi için dosyasını dün Anayasa Mahkemesi'ne gönderdi. Ankara'da da, Türk Ceza Ya- sası'nın 146 ve 168. maddelerinin de kapsama alınması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne iletilmek üzere başvuru yapıldı. Yüksek mahkeme, 22 Aralık 2000 tarihinde yürürlüğe giren af yasa- sına ilişkin itiraz başvurulannı tek tek inceleyecek. Şartla Sahverme ve Cezalann Erte- lenmesine Dair Yasa'nın anayasaya ay- kınlığı nedeniyle yerel mahkemelerin iptal başvurulan sürüyor. Affin çıkmasının ardından "Korku ve panik yaratacak şekilde etrafa ateş et- mek" suçundan 9 yıl 2 ay hapis cezası- na çarptınlan Gürcan Çakır adlı mahkû- munbaşvurusunda, "eşjtnk" ilkesine ay- kınlığı yerinde gören Inebolu Ağır Ce- za Mahkemesi, dün savcılık kanahyla dosyayı postayla Anayasa Mahkeme- si'ne gönderdi. istanbul DGM'deki 20 sanıklı tBDA- C davası avukatı Harun Yüksel de yerel mahkemeye ilk başvuranlar arasında yer aldı. İstanbul 4. Ağır Ceza Mahke- mesi'nde "dolandıncıhk" ve "sahteci- lik" suçundan tutuklu yargılanan Alpas- lan Yalçu) da mahkemeye başvurdu. Avukat Aydın Erdoğan da Türk Ceza Yasasının (TCY) "devletin anayasa ve temel nizamlaruu bozma" suçlannı dü- zenleyen 146, "devletin emniyetine kar- ş» silahlı çete kurma"* suçlannı düzenle- yen 168. \e "yıkıcı, öldürücü aletier ve- ya ateşliecza kaçakçüığıvetiearetini*" dü- zenleyen 265. maddelerine göre yargıla- nan ve haklanndaki hüküm kesinleşen 7 müvekkili için dün Ankara ve Izmir DGM'lere başvurdu. Dilekçede şu görüşlere yer verildi: "Bazı suçlann yasa kapsamına alınma- mas»,hukukdevtetiilkesineaykınbulun- maktadır." Anayasarun 150. maddesine göre, ya- sanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 60 gün içinde cumhurbaşkanı, ana mu- halefet partisi (FP) ya da TBMM üye tamsayısının en az beşte biri olan 110 milletvekili, yasanın tamamı veya bazı maddelerinin iptali istemiyle dava aça- biliyor. Ancak bu düzenlemeyle ilgili olarak Cumhurbaşkanı Sezer, yüksek mahkemeye başvurmazken FP de yasa- yı Necmettin Erbakan ile ilgili maddeyi içerdiği için Anayasa Mahkemesi'ne gö- türmüyor. Bu nedenle geriye yalnızca yerel mahkemeler kalıyor. Yüksek mahkeme, yerel mahkemenin başvurusunu, öncelikle dosyada bir ek- siklik bulunup bulunmadığına, ardından iptali istenen kuralm davada uygulana- cak kural olup olmadığına bakacak. Anayasa Mahkemesi eksiklik gönnezse dosyayı raportör inceleyecek. Anayasa Mahkemesi, bu davalarda yahıızca itiraz edilen kural (yasada kap- sam dışındabırakılan ilgili TCY madde- si) yönünden anayasaya aykınhk iddi- asını inceleyecek. AnayasaMahkemesi, anayasanın 152. maddesine göre, dosyanın kendisine ge- lişinden başlamak üzere 5 ay içinde ka- rannı vererek açıklayacak. Madde kapsamında yargılananlann iptal karanndan yararlanabilmesi için suç tarihinin 23 Nisan 1999'dan önceki döneme ait olması gerekiyor. Akçalı; AB'ye uyum sürecini, KOB ve AGSK'yi Cumhuriyet'e değerlendirdi- 2 'AETnin yolu halk diplomasisi' BÜLENTSARIOĞLU ANKARA - Kültürel hakla- nn korunması için anayasa] en- gelin fazla olmadığı \ önünde de- ğerlendinneier var. - Demokrasimizin iki noksan- lığı var. Birincisi kanunlardaki boşluklarda, diğeri de kanunla- nn yanlış uygulanmasında. Bi- rincisi pek çok değil. Fakat asıl boşluk kanunlann yanlış uygu- lanmasmdan ileri geliyor. Batı ile bizdeki insan haklannda bir fark var. Bizde bir polis karako- lunda bir insana kahve ikram edilirse gazetede manşet olur, Batı'da kötü muamele yapıhrsa manşet olur. Bu farkı ortadan kaldırmamız lazun. Bu hiçbir zaman kanuni mesele değil, po- lisin eğitimi meselesidir, kültür meselesidir. Batı'nın da bize bu eğitimi vermemiz için teknik, mali yardım vermesi lazım. Batı'dan gelen heyetler çoğu zaman karakollardaki durumu öğrenmek için Diyarbakır'a gi- diyor. Ben onlara diyorum ki ni- ye zahmet edip Diyarbakır'a gi- diyorsunuz, gelin Beyoğlu'na gidelim. Devletin bir işkence politikası ohnamasına rağmen polisin ve jandarmanın eğitim- sizlikten doğan yanlış uygula- ması var. Bu uygulama Batı'da da var, bizde de var. Batı'da ade- di az, bizde çok. - Zihniyet değişimi için ulusal program hazıriığında yapısal değişim konulan neler olmah? - İki noktayı geliştirmek gere- kiyor. Birincisi Batı'da her şey düzene bağlanmış. Bu düzene herkes uyuyor ve herkes o düze- nin bekçisi sayıyor kendisini. Düzene uymayanın cezası var. Bizde düzene bağlanmış pek az şey var. Düzene uymama için vatandaşta bir direnme var. Ka- nuna karşı hile buhnayı zekârru- zın bir dehası zannederiz. Üçün- cüsü de uymayanın cezası yok. Uymayanın iki türlü cezası olur. birisi kanuni ceza, ikincisi hal- km tepkisi. Bizde halkın tepkisi yok ve bir polis suçluyu alıp gö- türürken vatandaş onu polisin elinden kurtarmaya çalışır. Türkiye'de sivil toplum örgüt- leri (STÖ) tam tesekkül etmedi. STÖ'lerin ohnadığı ülkede de- mokrasinin kurulması mümkün değildir. Şimdi biz askerleri dev- let idaresine müdahalede bulu- nuyorlar diye kınıyoruz. Asker- lerin etkili olması acaba onlann gücünden mi, sivil otoritenin za- yıflığından mı, Türkiye'deki STÖ'lerin yeteri kadar güçlü ol- mayışından mı? Bizde STÖ de- diğimiz şeyler kanun tarafindan kuruhnuş ve devlet tarafından kontrol edilen derneklerdirveya ticaret odalandır. Barolar da böyle. Bunlar STÖ değil. Dev- letle hiçbir ilişkisi olmayan, hal- kın gönüllü yardımıyla kurul- muş ve kendi konusu dışına çık- mayan kuruluşlar STÖ'dür. Devlet dışı kuruluşlardır. ABD'ye AK heyetı olarak 6 defa gittik. Orada 15 toplantıya götürdüler, bunun 3 tanesi res- mi tesekkül, gerisi STÖ'ler. Bu- menlik ilkesinin değistirilmesi gerektiğine ilişkin görûşleri na- sıl değerlendiriyorsunuz? - Egemen devletin ortadan kaldınlması diye bir şey yok. Egemenliğin tarifi değişiyor. Anayasamızda milletlerarası anlaşmalan anayasa maddesi olarak kabul etmek suretiyle biz zaten bu fedakârlığı yapmışız. Ama nimetlerini görmüyoruz. Yeni baştan egemenliğimizden vaz mı geçeceğiz, geçmeyecek miyiz diye tartışmamızda bir mana yok. Fakat bunu yapmış olmamıza rağmen biz egemen- liğimizi onlarla birleştirmenin mahsulünü alamıyoruz. - Mali yardımlar gibi mi? - O en basiti. Mali yardunlar dışında en azından eşit muame- le. Vize konulması dahi insan haklanna, anlaşmalara aykın. - AB Ue ilişkilerin eşitlik ve talist tran rejimi Avrupa'ya gi- der." "Bunlarla bizi ahn" diyo- ruz. Bunlar bizim Avrupa'ya entegre ohnamızın yeterli kanıt- lan değil. Daha geniş, kültürel bağlarla ilişkileri olması lazun. Öyle ki Batı Türkiye'yi almadı- ğı zaman bir şeyler kaybetmeli. Nedir bu; ekonominin, kültürle- rin, menfaatlann entegre ohna- sı. Bugün askerimize ihtiyacı olmadığı zaman tezimizin hiç- bir değen olmaz. •'Ben ihtilafla- n arökolacakgormü\oruın. as- keri katkunza da o kadar önem vermiyorum" dediği zaman or- taya koyacak başka kozumuz yok. Öyle olmahyız ki Türki- ye'yi dışladıklan zaman ekono- mik, kültürel menfaatlan zede- lenmeli. Kendi içlerindeki en- tegrasyonu zedelenmeli. Bunu maalesef yapmıyoruz. - Bunun nedenini neye bağh- • "Avrupa'nm standartlanna uygun bir Türkiye oluşturmak bir insanın doğumu gibidir. Türkiye'nin bütün Asya'ya ve Ortadoğu'ya açılan bir demokrasi koridoru olması lazım." • "Etnik meseleler, demokratik çözümler içinde halledilir. Ya Batı'nm ölçütlerini aynen alacağız veya diyeceğiz ki bizim rejimimiz kendine göre budur." gün Batı demokrasisi STÖ'le- rin üzerinde durur. Bizde Der- nekler Kanunu STÖ'lerin ku- ruknasına hem mânidir, pasifi- ze eder hem de STÖ'ler devlet- ten yardım alarak yaşamayı dü- şünür. Işte bunlar demokrasimi- zin zaafıdır. - Ulusal programa katkılan- nın zayıf olmasuun nedeni bu mu? - Ulusal programda katkılan olmuyor. Zaten bunlar devlet ta- rafından güdümlü olduğu için devletin tezlerini müdafaa edi- yorlar. tkincisi de ideolojik yak- laşımlarda bulunuyorlar. Üçün- cüsü demokrasiye katkısı olma- dığı için parlamentoyla, parti- lerle kopuk teşkilatlar. Katkısı nasıl olsun. - AB'ye üyelik sürecinde ege- karşılıkuk çerçevesine oturtul- masuıda zoriuk yok mu? - Bizim tutumumuzdan do- ğan zorluklar var, onlann bize karşı tutumundan doğan zorluk- lar var. Bize diyorlar ki, siz ta- ahhütlerinizi yerine getirmiyor- sunuz. Hakikaten getirmiyoruz. Getirmeyince masaya boynu eğik oturuyoruz. ikincisi de Ba- tı boynu eğik oturduğumuz için çifte standardını bize uyguluyor. Bu yüzden aramızdaki müzake- reler bir sağırlar diyaloğuna dö- nüyor. Biz Batılılaşmayı yanlış bir tez üzerine oturtmuşuz. Diyo- ruz ki "NATO'nun ikinci büyük kuvvetiyiz, AvrupaŞi biz müda- faa ediyoruz, biz olmasaydık ko- münizm Afiika'ya giderdi, bu- gün de biz olmasak fundamen- yorsunuz? -1850'den sonra yeni bir kon- sept geliştı Türkıye'de. O da şu: Diplomasi eskiden iki devletin birbirleriyle olan ilişkilerinden ibaretti. Dışişleri bakanlan kar- şılıklı otururlar, meseleleri halle- derlerdi. 185O"den sonrayeni bir konsept çıktı: "patiamenter de- mokrasi" Meselelerin parla- menterler yoluyla halledilmesi. BM, AK, NATO konseyi bunun bir misali. Hatta AB de bunun bir misali. 2000 senesinden iti- baren buna bir unsur daha ilave cdıldı. o da "halk diplomasisi" Bunu geliştirmediğımiz müd- detçe demokrasiyi geliştireme- yiz ve Avrupa'ya entegre olama- yız. Tüccanmız Avrupa tücca- nyla, hâkimimiz Avnıpa hâki- miyle, parlamentomuz AP ile bir araya gelmediği takdirde Türia- ye Avrupa'ya entegre olamaz. - AGSK'nin karar mekaniz- masından dışlanma bunun bir parçasımı? - Bu ABD ile Fransa arasın- daki ihtilaftan doğuyor. Fransa, ABD'nin Avrupa'daki askeri üstünlüğüne tahammül edemi- yor. Fransızlann tezi, Fransız medeniyetinin lisamyla, tekno- lojisiyle dünyada en güçlü ol- duğu yönünde. Bu yüzden NA- TO'nun askeri kanadına girme- diler. DeGauüe'üntezibu. Şim- di Fransa NATO'da ABD'li ku- mandanın emrinde bir Fransızı görmek istemiyor. Asıl sebebi bu. Fakat buna rağmen Avru- pa'nm gücü, NATO olmaksızın kendine yetmiyor. Öyle olunca bir ara yol denemek istiyor: "Hem ordumu kuracağun, la- zun olduğuzaman sendenalaca- ğım, olmadığı ?am^n kendi ba- şıma yürûrûm." Avrupa, NATO'ya muhtaç ol- madan ordusunu kurar, kendi imkânlanyla kriz yönetimi ya- parsa ne bizim, ne ABD'nin di- yeceği var. Ama benim seneler- den beri birikimim olanbir kay- naktan kuvvet aktararak bunu yaptığı zaman elbette bizim de mutlaka karar mekanizmasmda sözümüz olması lazım. Buna hayır diyemiyorlar, ama "Efen- dim bir formül kurduk, buna uymuyor" gibi suni gerekçe ge- tiriyorlar. Avrupa ile ABD arasmda far- kı anlatan bir rapor hazırlandı Batı Avrupa Birliği'nde. Raka- mı yanlış hatırlamıyorsam, dün- yada 43 tane gözlem istasyonu var. Bunun 41 tanesi ABD'ye ait, 2 tanesi Avrupa'ya ait. Bu kadar büyük teknoloji arasında Avrupa'nın kendi ordusunu kur- ma işi amatörce bir hevesten ibaret. Bu psikolojik bir sebebe dayanıyor, askeri bir gerekçeye dayanmıyor. Çünkü bütün Av- rupa ülkelerinde askeri harca- malar kısıhyor, asker sayısı kı- sıhyor, silaha yatınlan para azaltılıyor. Türkiye bu tutuma karşı kendi hakkını savunuyor. BİTTİ SlFIR NOKTASI /ORAL ÇALIŞLAR oralcalislar9yahoo.com 19 Aralık günü sabaha karşı başlayan "hayafa dönüş" ope- rasyonu çok kanlı oldu. Ailele- rin, avukatlann veTBMM insan Haklan Komisyonu üyelerinin anlatımlarıyla F tipi cezaevle- rinde ölüm oruçlan da sürüyor, baskılar da. Bu yazıyı yazarken Avukat Ayşe Kahraman geldi. Kardeşi Fevzi Tekin Ümraniye Cezaevi'nden Edirne F Tıpi Ce- zaevi'ne nakledilenlerden. Ay- şe Kahraman, kardeşinin da- yak yediğini, hakarete uğradı- ğını ve bu kötü muamelenin de- vam ettiğini söylüyor. Avukatı ve kardeşi olarak görüştüğü Fevzi Tekin'le ilgili şu saptama- larda bulunuyon "I.Solgözde geniş bir mor- luk ve şişlik. 2. Tüm vücutta morluk ve şişlikler. 3. Operas- yonda atılan gaz bombalannın sonucu ses kısıklığı, ciğeıierde doluluk, sürekli balgam çıkar- ma, nefesalmada zoriuk veya- nıklar. 4. Yaşanan vahşetin ve ölüm korkusunun yarattığı rvh- sal travmaya bağlı bakışlar. 5. Halen açlık grevinde olan tu- tuklu kardeşim, marvz kaldığı bütün bu işkence ve kötü mu- Medyanın 'Operasyon' Performansı amele sonunda iki gün yata- ğından kalkamamıştı. ...Ceza- evi doktohannın da gayet ilgi- siz ve meslek etiğine yakışma- yan davranışlar sergiledikleri, zor durumdaki yaralı, tutuklu ve hükümlülere gerekli müda- haleyi yapmadıklan gibi, 'Açlık grevini bırakmazsanızsize yar- dım edemeyiz' şeklinde tehdit- te bulunduklan, tarafımdan öğ- reniimiştir." Banş'ın annesi Ayşe Yıldı- nmtelefondaağlıyordu. "Has- tahanede ölü gibiyatıyohar. Ne olur bir şeyler yapın" diyordu. Emekli öğretmen Süleyman Aslan'ın oğlu Cenker Aslan da Edirne F Tipi'nde. Cenker, Ulucanlar'da ağır yaralanmıştı. Süleyman Aslan, oglunun ölüm orucuna başladığını söyledi. Bu arada F Tipi'ndeki kötü mu- ameleyi protesto için Gencali Karabulut'un kendisini yaktı- ğını ve ağır yaralı olarak revire kaldınldığını aktardı. • • • Cezaevlerinde yaşananlar Türkiye'nin demokrasi, insan haklan, özgürlükler konusun- daki geleceğini etkileyecek bir sorun. Cezaevlerinde yaşanan- ları görmezden gelmek, bu ko- nuda duyarsız kalmak müm- kün mü? Orada baskılann sür- mesini sağlayan sistem, bütün toplumu da cendereye sıkıştı- nyor. Bizgazetecilerin, bu bas- kıyı görmesi ve eleştirmesi ge- rekiyor. Devieti savunmak, hak- sızlığı savunmak değildir. Çün- kü haksızlığa başvuran bir dev- let, iyi bir devlet değildir, bütün topluma da zarar verir. Medyanın, ilk günlerde ope- rasyonu yapan güçlerin söyle- diklerini, karşı tarafı dinleme- den gerçekmiş gibi aktarması ve o söylenenlerden yeni yo- rumlar üretmesi yanlıştı. Bu yanlış, halen sürdürülüyor. Aile- lerin, avukatlann tanıklıklan, ne yazık ki Cumhuriyet ve Radikal gazeteleri dışında hemen hiç yer almıyor. Çok satan gazete- ler, ortaya çıkan yeni verileri sanki yokmuş gibi görmezden geliyor. Bizim gazeteciler olarak bun- ları tartışmamız gerekirken, operasyon öncesi bir kanalda başlatılan tartışmaya, değeıii meslektaşım, arkadaşım Ya- vuz Baydar da katıldı. Neydi bu tartışma: "Gazeteciler ara- bulucu olmalı mı?" Önce şu noktada anlaşalım: Oraya gi- den 5 kişi, gazeteci veya yazar olduklan için veya bu kimlikle- ri nedeniyle gitmediler. Oraya bir işadamı da, ünlü bir sinema oyuncusu da, sıradan bir yurt- taş da gıdebilirdi. Bizim gitmemizin nedeni, her iki tarafın da kurulacak diyalog- da bizi "güvenihr" kabul etme- leriydi. Çünkü, Bakanlık ve içe^ ridekiler, bazı kurum ve kişileri istemediklerini daha önceden söylemişlerdi. Biz Adalet Ba- kanı ile Başbakan'ın daveti ve içerideki tutuklu ve mahkûm- lann da bu isteğe katılması so- nucu gittik. O görüşmeye gazeteci ol- duğumuz için gitmedik. Gaze- teci olmasak da giderdik. In- sanlann yaşamı söz konusuy- du. Keşke etkili olabilseydik de iş bu noktaya varmasaydı. Ortada gazetecilik mesleğiyle ilgili tartışacak bir sorun oldu- ğunu da sanmryorum. öyle inanıyorum ki Yavuz Baydar 1 ! da bu işin banşçı çözümüne yardımcı olarak davet etseler- di, "hayır" diyemezdi. Yann bu işin banşçı çözümüne katkıda bulunacağıma inansam ve da- vet alsam yine giderim. Gaze- teci olduğum için değil, insan olduğum için. Tartışmayı da çok gereksiz ve anlamsız bu- luyorum. Tartışacaksak, gazeteciliği, devletten ve işadamlanndan kredi almak amacıyla şantaj va aracılık olarak kullananlan tar- tışalım. Tartışacaksak, günler- dir yalan habere yer veren ga- zeteleri, emir komuta zinciri içinde militanlık yapan gazete manşetlerini ve bunu yapan gazetecileri tartışalım. Gazete- cilik mesleğinin en kötü günle- rini yaşryoruz. Çok kötü şeyler oluyorve çoğunluksesini çıka- ramryor. Üzülüyorum... GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGtN Y1LDIZOĞLU 200Ve Girepken - III: Sol Geçen yıl sol, küresel düzlemde, tekrar tarih sahnesine çıktı. Seattle olaylannı, yenileri izleme- miş olsaydı bu saptamayı yapamazdık. Ama artık, solun yine tarihsel bir kavşakta olduğunu söyle- yebiliriz. Şimdi, sol geçen yılki dinamizminin üze- rinden yeni bir yükselme dönemine girebilecek mi? Yoksa hâlâ üzerinde taşıdığı "eski kostümle- hn" etkisiyle önüne atılan "değişiklik" görüntüle- rinin çekiciliğine kapılarak "rönesansını" bir baş- ka mevsime mi erteleyecek? 1968-90 arasında, sol önündeki iki "seçene- ğin", Stalinizm-Maoizm ile sosyal demokrasi- nin iflas ettiğini gördü, ama her ikisine karşı, ken- dine yeni ve etkin bir yönelim kuramadı. 1990'la- ra geldiğimizde bu "seçeneklerin" her ikisi de ar- tık "miş" gibi davranmayı geride bırakmış, doğa- lanna uygun biçimler almışlardı. Stalinizmin ege- men sınıflan, krizi aşmak için, sosyalizm fantezi- sinden birkaç ay gibi kısa zamanda vazgeçerek baş döndürücü bir hızla "serbest piyasa ekono- misi" seçeneğini benimsediler. Sosyal demokrasi ise Thatcher-Reagan neo-liberalizminin artık taşımakta zoriuk çektiği "serbest piyasa" bayra- ğını ve onun misyonunu devralarak yoluna devam etti. Solun karşısında ise postmodernist felsefe panayinmn, illüzyonistlerinin, sosyalizmi Stali- nizmle eşitleyerek gündemden çıkaran "e! çabuk- luğu marifet" animasyonlannı seyretmekten baş- ka bir seçenek kalmamıştı adeta: "Sol artık yenil- mişti!" Solcular, bunu kabul etmeli, kendilerini boş yere kapitalizmin düz dünyasının ufkunun ötesi- ne atmaya çahşmamalıydı, zira bu ufkun kryısın- dan boşluğa düşmek kaçınılmazdı... Şimdi, solun yine bir kavşağa geldiğini, dünya- nın yuvariakolduğunu hatıriayarak kapitalizmin uf- kunun ötesine geçmeye hazıriandığını söylemek mümkün. Gerçekten de sol, tarihi boyunca hep "yaşamsal konular" karşısındaki seçenekler te- melinde oluşan kavşaklardan geçerek yoluna de- vam etti. 1848 devrımlerinin yenilgisinin arkasın- dan sol anarşizm ve sosyalizm arasında bir ter- cih yaptı ve yoluna devam etti. I. Dünya Savaşı'na gelindiğinde, aynm noktası milliyetçilik ve en- ternasyonalizm arasında oluştu: Sol, reformist ve devrimci olmak üzere iki kanada aynldı, yolu- na devam etti. İki savaş arası dönemde solun sos- yal demokrat kanadı, reformizmi de terk etti ve II. Dünya Savaşı'ndan sonra kapitalizmi koruma ve düzenleme görevini üstlendi. Solun devrimci ka- nadı ise 1924-36 arasında, Stalinist tek ülkede sosyalizm ile sürekli devrim tezten eksenınde bölündü. II. Dünya savaşı ertesinde dünya birbiri- nin simetriği iki hegemonyacı bloka bölündüğün- de, sol SSCB'nin (ve benzeri rejimlerin) doğası üzerine, bir türiü karar veremediği, sosyalizm adı altındatüm sosyalist prensipleri iğfal eden bu gro- tesk rejimlere karşı çıkamadığı, onlarla siyasi ide- olojik bağını kesemedıği için de, bu bölünmenin üzerine kendine yeni bir yönelim kuramadı, çeşit- li arayışlar içinde gidip geldi. Bu yüzden, 1990'lar- da Stalinistler ve düzenlemeci sosyal demokrat- lar, postmodernizmi keşfederek "sağ-sol aynmı bitti", "ideolojilerin sonu geldi" ideolojisinde bu- luştuklannda, solun sesi cılız kaldı, duyulmadı. Bu kez solun önünde duran aynm noktası küre- selleşmenin doğası ile ilgili. Görünüşte sol, küre- selleşmeye karşı çıkıyor. Ama çoğu zaman oldu- ğu gibi bu kez de görüntü yanıltıcı. Aslında, solun bir kesimi küreselleşmeyi, üretici güçlerin toplum- sallaşması (dolayısıyla uluslararasılaşması) süre- ciyle kanştınp kapitalizmin evriminin bir sonucu, doğal, engellenemez bir "gelişme" olarak görü- yor. Solun diğer bir kesimi ise küreselleşmeyi ka- pitalizmin yapısal krizinin dışa vurumu, mali ser- mayenin kriz yönetme politikalannın bir ürünü, siyasi olarak inşa edilen bır sureç olarak görüyor. Bu kesim açısından küreselleşmenın engellenme- sinin önünde, bunu dayatanların, propaganda- sından ve zorbalığından başka bır engel yok. Solun bu kesimi, küreselleşmenin geçen yüzyılın başındaki gibi, yine kendi çelişkileri altında çöke- rek dünyayı büyük bir felakete sürükleyebileceği- ni biliyor. Görünüşte her iki kanat da, küreselleş- menin emperyalizmin yeni biçimi olduğunda an- laşarak küreselleşmeye karşı çıkıyor gibi görünü- yor. Ancak, küreselleşmeyi kaçınılmaz bir gelişme (hatta solun tüm tarihsel teorik birikimini hıçe sa- yarcasına, bir üretim biçimi değişikliği) olarak sap- tayanlann, dönüp dolaşıp küreselleşmeye uyum sağlamayı, yumuşak iniş yapmayı, dığer bir deyiş- le "emperyalizm" olarak saptadıkları bir şeye uyum sağlamayı, onunla uzlaşmayı önermeleri dikkati çekiyor. ılginçtir, "emperyalizmle" uzlaş- mayı öneren bu görüş, dün de SSCB'nin sosya- list olduğunu savunuyordu. Buna karşılık, küre- selleşmeyi tümüyle reddeden, kapitalizm ufkunun ötesine geçmeye çalışanlann ise, dün SSCB'ye eleştirel yaklaşan bir gelenekten geldiği görülü- yor. Bu da bir önceki yol ayrımının hâlâ tamamlan- mamış olduğunun bir başka göstergesi. Sol 2001 yılına işte böyle bir kavşakta giriyor, a- ma üzerinde hâlâ bir türlü çıkarıp atamadığı eski kostümler var. Halbuki karşısındakiler, Tomasi di Lampedusa'nın Leopar romanındaki "Her şeyi yeniden düzenleyin ki hiçbir şey değişmesin" öne- risine uygun olarak kollan sıvadılar bile. Sanınm önümüzdeki dönemde, IMF ve Dünya Bankası'nın "reformistlehyle", küreselleşmeye uyum sağla- mayı öneren solculann, insan haklan, demokrasi dahil, hemen tüm değişikliklerin ve gelışmelerin kaynağını gelişmiş kapitalist ülkelerin (şimdi küre- selleşme) inisiyatifinde gören bir oryantalizmde buluştuklanna şahit olacağız. Yalnızca, kapitaliz- min ufuklannın ötesine bakmak için değil, ama ulusal bağımsızlık, kalkınma ve demokrasi konu- lannda da gerçek öneriler üretebilmek için, bu or- yantalizmden uzak durmak gerekiyor! KARASU ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Esas: 1998/146 ' s ' Karar: 2000/170 Karasu Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 22.06.2000 tarih, 1998/146 esas, 2000/170 karar sayılı ilamı ile da- vacılar Mehmet Yıldınm, Cemal Barut \ekih A\. Tu- ran Şen'in davalı Hüseyin Bozbay aleyhine açılan şufa nedeniyle tapu iptali ve tescil davası davaıun kabulu ile dava konusu Denizköy Camıtef>e mevkii, pafta 24. par- sel 2632'de kayıtlı taşınmazda 4'20 oranında paydan bulunan davah Hüseyin Bozbay'a ait tapudaki işbu hıs- sesinin tapu kaydının iptali ile 4/20 hissesinin davacüar adına tapuya tesciline. Şufa bedeli olarak mahkeme veznesıne yatınlan 15.992.200.000.- TL'nin hükmün kesinleşmesi halinde davalıya ödenmesine... Basın: 75742
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle