Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
'7 NİSAN 1997 PAZARTESİ CUMHURİYET
-T5-
SAYFA
KULTUR 15
jCanan Beykal'ın çocuk ve savaş temasmı ele alan sergisi 16 nisana dek Atatürk Kültür Merkezi'nde sürüyor
Bir küçüctik aslancık varmış...j Bir küçücük aslancık varmış
j Çöllerde koşar oynarmtş
1 Babası onu çok severmiş
) Sen benim "canımsın " dermiş
\ Bir gün aslan baba harpte vurulmuş
\ Küçük aslanctk çölden kovulmuş
•j Bu hikâyenin sonu çok hoştur
'; Söylemem. söylemem hoştur.
jAHU AINTMEN
'• "Çocuklann yaşamuu korumak herke-
sin görevklir. Yaşamak her çocuğun temel
hakkıdırr Türkıve'nın de 1994 yılında im-
,za attığı Uluslararası Çocuk Haklan Sözleş-
';mesi'nın altıncı maddesıne doğrudan gön-
jdenflede bulunan bir sergi, "Bir Küçücük
Aslancık Varmış", Atatürk Kültür Merke-
'zi'nde izleyicisini. daha doğrusu 'kabhm-
îcısmı' bekliyor. Geçen yıl Kare Sanat Gale-
Irisi'nde "Bana Nercden Gcldtğjni Anlat"
diye soran Canan Beykal. bu kez dünyanın
dört bir yanında çeşıtlı dönemlerde savaşa
kurban gitmiş çocuklar aracılığıyla yeni bir
soru işareti yaratıyor: "•Çocuklan gercek-
ten seviyor muyuz?'"Atatürk Kültür Merke-
zi'nin önünde. çocuklar kâğıt mendil, teb-
rik kartı satiyorlar. "KimsesJz çocuklar ya-
ranna." Farkında olmaksızın Beykal'ın ser-
gisıne ortaklık ediyorlar. Sergıyle yaşam
"arasında bir köprü kuruyorlar. Sokak ço-
cuklannin yalnızca İstanbul'daki sayılan-
nın 6-10 bın arasında oldugu sanıhyor. Ya-
vaş yavaş ölüyorlar Sokaklann acımasızlı-
ğı, günlük yaşamın zorluklar bombardıma-
nı çocukluklannı öldürdükçe. 'yaşamın
çemberinden gecmiş' bırer küçük yetişkm
oluvermiyorlar mı?
Canan Beykal, "Bir Küçücük Aslancık
Varmış" başîıklı sergisinde. yaşama hakkı
elınden alınmış, kımi zaman 'birer küçük
yetişkin" de olamadan toplu mezarlıklarda
kayrHmus., yok olmuş. silinmiş çocuklan
ele diıvor Sergisinde. Bınncı ve tkincı Dü-
ya Sava^ı'nda, Vıetnam'da, Bosna"da, Ru-
inda'da -uzağa da gıtmeye gerek yok- he-
..0" yanı başımızda. Güneydoğu'da 'bü-
yüklerin' meselelennın yol açtığı savaşlar-
da ölen, yaralanan çocuklar \ ar. Işıkh pano-
lar içinde. donmuş fılm karelerinden sı\ ah-
beyaz. silik görüntülenylc ızleyıcinin önün-
de yatıyorlar. Aslındabırmezarlıktayız. Ge-
leneksel bir galerı mekânı içinde bıze ula-
şan bu görüntülen geleneksel sergı yöntem-
lenyle. duvara asaıak sergılemek bir hata
C
anan Beykal, "Bir Küçücük Aslancık Varmış" başîıklı sergisinde, yaşama
hakkı elinden alınmış, kimi zaman 'birer küçük yetişkin' de olamadan toplu
mezarlıklarda kaybolmuş, yok olmuş, silinmiş çocuklan ele alıyor. Işıklı
panolar içinde, donmuş fılm karelerinden siyah-beyaz, silik görüntüleriyle
izleyicinin önünde yatıyorlar. Aslında bir mezarlıktayız.
olurdu kuşkusuz. Yerde yaOyorlar, görüntü-
len bulanık. Çünkü ancak kurban gittiklen
savaşlarla anılan, adsız, tarihsiz, ölmemış-
se bile akıbeti belirsız çocuklar onlar. Bir
yıllık bir araştırma sürecinin, başta UNI-
CEF olmak üzere çeşitli ülkelerde çocuk
dernekleriyle kurulan iletışim ağmın sonu-
cunda gerçekleştirilen "ffir Küçücük As-
lanak Varmış" bir zamanlar bir yerlerde -
belki gazetelerde. belki TV haberlerinde-
mutlaka tanık olduğumuz, kimisi bellekle-
nmıze de kazınmış görüntülerin, farklı bir
kapsam, yani kısacası sanat çerçevesinde
bir yeniden kurgusu. Beykal, bu fotoğrafla-
n birer "Guennca" gibi değerlendıriyor.
Çağdaş dünyanın bu çağdışı görünrülerin-
de, ortak belleğimiz yazılı. Onlardan ken-
dimizi okuyoruz.
"Kr Küçücük Aslancık Varmış" sergi-
sinde. başka bir 'bellek sanatçısTnın. Chris-
tian Boftanski'nin enstalasyonlannı akla ge-
tiren ışıklı panolann yanı sıra Canan Bey-
kal'ın yetmışli yıllann son yansından itiba-
ren sanatının belirleyici 'malzemesi* olan
metinler de önemli bir yer tutuyor. Beykal.
amaçladığı gibı, "bir doktor" soğukkanlı-
lığıyla ortaya koyduğu sergısindeki metal
levhalar üzerindeki metinlerde de çocukla-
ra söz veriyor "Evimden, yurdumdan anl-
rruşam. Annemi. babamı ve beni çok kötü
dövdüler. Hayaümın en kötü günüydü. Et-
rafimızda bir sürü asker ve cansız bedenJer
vardı. Bu olaydan sonra uyuyamıyorum.
Rüyamda beni sürekli kovalıyorlar" diyor
Mostarlı bir çocuk. 13 yaşındaki Simon
Srebnik'in 1945 yılında yaşadığı günden
bir kesit:
u
_ ölütakM yapom veböylecc ha-
yatta kaküm."
1980'li yıllarda gerçekleştirdiğı başka
sergilerde de çocuklan ele alan Canan Bey-
kal. bu görüntüler var oldukça ya da savaş-
lar süregittıkçe 'bir cinayete ortaklık ettiği-
mizi' düşünüyor: "Çocuklan sevryorum di-
yenlerin hiçbirisi çocuklan sevmiyor. Dün-
ya sevmiyor çocuğu. Çocuk seviByor obay-
dı. herkes savaş karşıu olurdu." Çocuklan,
'ayn bir insan türü' olarak gördüğünü an-
latıyor. "Bizebenziyorlarsaeğer.biziınkav-
ramlanmız onlara öğretiküği içindir. Onlar
büyüklerin kavranüannı bümiyorlar. yaşa-
mıyoriar." Lnsanlann duyarlılıgına seslenen
bir şiddet sunmak istediğini söylüyor: "Gö-
rüntüJerini izlediğimiz savaşlara her bakış-
ta bir dnaytte ortaklık etmekteyiz biz. Bu-
nu meşruiaşürdığımız, kanıksadıgımız ve
böyie sahnefcri izlcrken 'Şu ketçabı uzatsa-
na' diy«bümemiz, bir cinayeti yaşadığımızı
gösteriyor. Sanat hayatm icindekişkkkt ka-
dar doğnıdarj bir etki getirmiyor belkL. A-
ma sanat aracıhğıyia du> artıhğımıza sesle-
nen şiddet nedeniyle izleyici doğrudan ola-
ya kaölabiliyor. Hayatın içindey ken bu den-
li kaülmıvoruz gördüklerimizc.Çünkü ora-
lardadeğOiz."
"Bir KüçücükAslanak Varmış" baslıgı-
nı, Canan Beykal'ı, çocukluğunda annesin-
den dinlediğmde ağlatan o bildik çocuk şar-
kısından alıyor "Bu açıdan, benim için oto-
biyografik bir yanı da var bu serginin" di-
yor Beykal. "Çocukken dinlediğimde. bu
şarkı bana mutsuzlukverirdL Bütün çocuk-
lar da biliyorlar yenşkinlerin yalan söyledi-
ğini_. Savaşsızbir dünyayı dusiemek son de-
rece soyut birşey_ Bunungöstergeieri hiç ya-
şannıadı. İşte bu şarkı onun için önemlL Pek
çokçocuk da bu şarkıya bu > üzden aghvor."
Canan Beykal" ın sergisi, bugüne dek çe-
şitli sergilerinde tanık olduğumuz gibi yme
ölüm kavramını bir 'leitmonT gibi önümü-
ze sunuyor, sorguluyor Sergilerinde hep ar-
kada kalmayı yeğleyen, benliğini gizleme
uğraşı veren sanatçı, "Bir Küçücük Aslan-
ak Vannıs."ta da benzer bir tavır ortaya ko-
yuyor. Aşın duygusallığa çok kolayca ka-
pılabıleceği bir alanda, bir 'üçüncü şahıs'
gözlemciliğini. soğukkanlılığını elden bı-
rakmıyor. "ÖKm, kendinden hep üçüncü
şahısolarak sözedcr* diyenbiryazann söz-
lerini dogTularcasına... Canan Beykal'ın
Atatürk Kültür Merkezi'nde 16 nisana dek
süren sergisini, çocuklan seven herkes. sa-
vaşa karşı olan herkes görmelı. Gidersenız,
Canan Beykal'ın VahitTuna ve MelihGör-
gün'ün katkılanyla hazırladığı gazetesın-
den edınmeyi de unutmayın. O görüntüler
ve öyküler, belleklenmıze kazınmalı...
tstanbul Barok'un kurucuso
Leyla Pınar'ın denetiminde,
üçüncü kez gerçekleştirüecek.
Barok Haftası başhyor
Kültür Servisi - tstanbul Ba-
rok Haftası bu yıl 7-12 nisan ta-
rihleri arasında. Utanbul Ba-
rok'un kurucusu Leyla Pınar" ın
denetiminde, üçüncü kez ger-
çekleştirilecek.
Bu yılki Barok Haftası'mn
en önemli özelliği, 1697'de ya-
zılmış 'L'Europe Galante" ope-
rasının 300 yıl sonra, tüm per-
deleriyle ılk kez Türkiye'de
dünya prömiyerini yapacak ol-
ması. 'L'Europe Galante' opera-
sını Brüksel Kraliyet Kütüpha-
nesi'nden çıkartan Leyla Pınar,
sahne uygulamasını ve müzik
yönetimini kendisi yaptı. 17.
yüzyılda yazılan bu operanın
sahneleri Fransa, lspanya, Ital-
ya ve Türkiye'de geçıyor. Yapıt.
Türk sahnesinde Suhan Süley-
man, Hürrem Sultan (Roxan-
ne), Zayde tiplemeleri yanında
tüm bostancılann geçit marşıy-
la çok zengın bir barok opera
• Bu yılki Barok Haftasf nın en önemli özelliği,
1697'de yazılmış 'L'Europe Galante' operasının 300
yıl sonra, tüm perdeleriyle ilk kez Türkiye'de dünya
prömiyerini yapacak olması. tstanbul Barok'un
sanat yönetmeni Leyla Pınar, Türklerin de içinde
olduğu bu zengin ve görkemli operanın galasmı 12
nisanda Yıldız Saray Tiyatrosu'nda gerçekleştirecek.
haline dönüşüyor. 24 nisanda
Brüksel Sbalon Barok Festiva-
li'ne bu operayı sahnelemek
üzere çağnlan Istanbul Ba-
rok'un sanat yönetmeni Leyla
Pınar, Türklenn de içinde oldu-
ğu bu zengin ve görkemli ope-
ranın galasını 12 nisanda Yıldız
Saray Tiyatrosu'nda gerçekleş-
tirecek.
Barok Haftas; kapsamında y-
er alacak diğer etkinlikler ise
şö- le: 7 nisan pazartesi günü sa-
at'20.00'de St. Michel Lise-
si'nde açılış konserine Lynn
Trepel Çağlar \e Nursel Öncül
solist olarak katılacak. Müzik
yönetimi \e org Leyla Pınar'a
ait olacak. tstanbul Müzik Öğ-
retmenleri Çoksesli Korosu'nun
katılacağı konsenn koro şefı
Ahmet OncüL
Salı günü saat 19.00'da ise
Dolmabahçe Sarayı 'nda düzen-
lenecek klavsen resitaline solo
klavsende Leyla Pmar katıla-
cak. 10 nisan perşembe günü sa-
at 20.00'de Dolmabahçe Sara-
yı'nda lstanbul Barok'un kon-
seri yer alacak. Solistler basta
Kenan Dağaşan. soprano Çağ-
nur Gürsan. 11 nisan cuma gü-
nü saat 13.30'da St. Michel Li-
sesi'nde 'Barok Müzik, Barok
Keman, Alto veVîyolonsd' üze-
rine bir seminer düzenlenecek.
Seminerin konuşmacılan Jonat-
han Talbot Sementha Montgo-
mery, Tormod Dalen ve Leyla
Pınar. 12 nisan cumartesı günü
saat 20.00'de ise Yıldız Saray
Tiyatrosu'nda'L'Europe Galan-
te' operasının gala temsili ger-
çekleştirilecek. Sanat ve müzik
yönetmenliğinı Leyla Pınar'ın
üstlendiği operanın solistleri
Çağnur Gürsan, Şebnem Tün-
ca>. Evren Ekşi Efe Ktşlab, Pat-
rik Lange ve Kenan Dağaşan.
Oda Orkestrası grup şeflen ise
Jonathan Talbot, Sementha
Montgomery ve Tormod Dalen.
Dekor ve kostümün ABHusatve
Songül Telek'a ait olduğu yapı-
tın ışık düzenlemesini AK Pınar
üstleniyor.
Terorizmitı gaüibi yokCUMHUR CANBAZOĞLU
Uzun yıllar ttalyan devlet televızyonu
RAI'ye belgeseller, dıziler çeken 45 ya-
şındaki Wüma Labate. ideolojiyi, poli-
tikayı ve şartlanmayı işın içıne katmadan
ttalya'dakı post-terorizm ortamım yalın
bir dille anlatıyor 'Benim Kuşağım' (La
Mia Generazione) adlı filminde. Laba-
te'nin kuşağı on beş yıl önce meydanla-
n, üniversite amfılerini, fabrikalan, ga-
zete sayfalannı doldurmuş. ardından bir-
denbire bir boşlukta kaybolmuş, genç
kuşak tarafmdan unutulmuş sol görüşlü
insanlar. Film de o günleri yaşamış in-
sanlarca yazılmış. yönetilmiş ve oynan-
mış...
Benim Kuşağım, 30 yıl hapis yemiş
Braccio (Cladio .Amendola) adlı politik
suçlunun Sıcilya'daki cezaevinden Mila-
no'ya zirhlı bir araçla nakledilmesiyle
başlıyor. ttalya'nın güneyinden kuzeyi-
ne doğru 24 saat sürecek bu yolculukta
Braccio'ya jandarma subayı (Sîhio Or-
landoı eşlık ediyor. Aslında psikolojik
savaşı çok iyi bilen bir antiterör uzmanı
olan jandarma subayının amacı, davaya
ihanet etmek istemeyen Braccio'ya sıcak
yaklaşıp onu devletle işbırliğine çek-
mek...
Labate o dönem milıtan düzeyinde di-
renişe katılan Paolo Lapponi ve Andrea
Leoni'yle birlıkte yazdığı filmde, önce-
lıkle terorizmin özünde yatan anlamsız-
lığı vurguluyor. Bu yıl yabancı film da-
lında Italya'nm Oscar adayı olan Benim
Kuşağım'da genç ttalyan sinemasının
bugünlerde yaşadığı depresyonun tonu
biraz fazla kaçsa da Labate'nin teronz-
min luzıl yanını minimalist bir dille an-
latmayı başarması. ortaya etkileyici bir
film çıkartmış. Bir türlü Türkiye'de iz-
leyemediğimiz Calopresti'nin 'La Se-
conda Volta'sıyla (başrolde Nanni Mo-
retti) birlikte terorizme objektif yakla-
şabilen bu filmin, geçcn yıl 'Çizme'de en
fazla tartışılan yapımlardan biri olduğu-
nu da ekleyelim.
Dönüşü olmayan yol
MLRATÖZER
Önceki gün 1974 yapımı
'Vlncent, François, Paul et les
Autres - Ben, Sen ve Diğerleri"
adlı filmini festival
kapsamında izlediğimiz
Fransız sinema ustası Claude
Sautet'nin festivaldeki en eski.
ama en ıyi filminiyse bugün
izleyeceğiz: "Hayat Bağlan"
(Les Choses de La Vie).
Pierre. olgun ve yakışıklı bir
mimardır. Karısı ve oğluyla
birlikte yaşayan bu mimann,
bir de sevgilisi vardır.
yaşamını bu iki nokta arasında
gidıp gelerek sürdürmektedir.
Ama artık bir karar vermesi
gerektiğini düşünür: önce
sevgilisine bir mektup yazarak
ailesine dönmeye karar verir.
ancak yağmurlu bir günde
hızla sürmekte olduğu
arabasında bu karanndan
döner \ e mektubu yırtıp
sevgilisine kavuşma isteği
depreşir. Ama kaygan zeminde
geçirdiği kaza onu, bu karannı
uygulamaktan sonsuza dek
alıkoyar. Bizler de bu arada
uzun bir genye dönüşle
Pierre'in. kansı, sevgilisi ve
dostlanyla yaşadığı günlerin
bir özetini izleriz.
Sautet, Paul Guimard'ın
romanından uyarladığı
filmiyle belki de hâlâ
aşamadığı bir başyapıta
ulaşıyor. Kusursuz bir
"zamanlama duygusu"na
sahip olan yönetmen. bunu
yapıtına öylesine kaşanyla
sindiriyor ki filmde hiçbir
zaman hıçbir şekılde bir
sarkma gözlemlenmiyor.
Kurgusunun ustalık kokan
özellikleri de "Hayat
BaUan"nı başyapıt düzeyine
taşıyan başlıca unsurlardan.
Michel Piccoli, Romy
Schneider ve Lea Massari'nin
başmı çektiği oyuncu kadrosu
ise abartısız kompozisyonlan
ile filmin ana damarlanndan
olmayı başanyor. 1994"te
Mark Rydell tarafından
yönetilen, Richard Gere,
Sharon Stone ve Lonta
Davidovich'in başrollerini
paylaştıklan "Intersection
Kesişme" adlı bir de Amerikan
çevrimi yapılan film, üç
insanın etrafmda gelişen
öyküyü tüm gerçekliği,
yaşanmışlığı ve derinliğiyle
duyumsatıyor. "Hayat
Bağlan"nın festivaldeki
gösterimleri, Fransız
sinemasının yaşayan en büyük
ustalanndan Claude Sautet'nin
insana dair gözlemlerinin
ipuçlannı yakalamak için
kaçmlmayacak -belki de son-
fırsatlar...
• 1S.BIBSURARASI
l İSTABBül
HlM FESTİVMİ
B U C Ü N
EMEK: Hayat Bağlan
Ul2.00-l8.30). Hamsun
(15.00), Şehvet ve Intikam
|(21.30)
FİTAŞ 1: Vurdumduy-
Imaz Vaska (12.00-18.30),
Mahvedici Melek (15.00-
FÎTAŞ 3: Dırejan
1(12.00), Sıla Özlemi
(15.00-21.30), KırÇiçeği
FtTAŞ 5: Benim Kuşa-
Iğım (12.00-18.30), Nenet-
|te ile Boni (15.00-21.30)
REKS: Bir Zamanlar Sa-
I vaşçıydılar (12.00), Güzel
Şey (15.00), Kısaltma
(18.30), Unutulmuş-
lar(21.30)
Y A R I N
EMEK: Yaz Öyküsü
1(12.00-18.30), Satıhk Ya-
şam (15.00), Basquiat
(21.30)
FtTAŞ 1: Zafer Yolu
(12.00-18.30), Bir Oda
Hizmetçisinin Güncesi
1(15.00-21.30)
FtTAŞ3: Işıklar Sönme-
I sin (12.00). Sentetik Zevk-
ler (15.00-21.30), Eşkıya
FtTAŞ 5: Şehvet ve Inti-
kam (12.00), Kardeşlerin
|Başı Dertte (15.00-21.30),
I Hamsun (18.30)
REKS: Kaltaklar
1(12.00), Oyun Evine Hoş-
geldiniz (15.00), Cennet
Yolu (18.30), Robinson
Crusoe (21.30)
BUAŞAMADA
ŞÜKRAN KURDAKUL
Sya Gökalp'ten Günümüz
Cumhupiyetçilepine
Gördüğümüz "insan manzaralan" beklediği-
mize öylesine ters düşüyor ki şaşkınlığın anafo-
runa kapılmamak olası değil.
Yıl 1979, Temmıız ayı.
Moskova'dayız. Bakû'deyiz, Baykal Gölü yö-
resindeyiz. Irkuts'tayız.
Şaşırmamak olası değil, çünkü, kadını erke-
ğiyle kimlik kararmasına uğramış insanlara ya-
takiık ediyor Sovyetler Birliği'nin kentleri.
Sanki, bizim 1950'li yıllartoplum sahnesine çı-
kan "tûredi burjuvazi" ülke değiştirmiş, dil de-
ğiştirmiş karşımızda!
Kadının da erkeğin de takabildiği kadar altın,
gösterebildiğince mücevher.
Kendini sağlama bağladığı anlaşılan bu "Ye-
ni Sınıf"\n ayırdına varmak için dürbün kullan-
mak gerekmiyor.
O geziden döner dönmez Cumhuriyet'te ya-
yımladığım yazılarda sorduğum sorulardan biri
de şuydu:
- Neden böyle oldu?
Aynı yıl, lstanbul'a gelen bir yazarla söyleşir-
ken yineledim soruyu:
- Neden böyle oldu?
"Bakın" dedi bana, o savaş görmüş yazar
"sosyalist bir ülkenin vatandaşı olmak başkadır,
sosyalist olmak başka.."
Şimdi de kabul edilebilir bulduğum bu yargı-
nın başka ülkeler için de geçerli olduğunu dü-
şünemez miyiz?
Birden fazla siyasal partinin iktidara soyundu-
ğu bir ülkenin vatandaşı olmak başka, demok-
rat olmak başka.
Padişahsız, hanedansız bir ülkenin vatanda-
şı olmak başka, Cumhuriyetçi olmak başka.
•••
Cumhuriyetimizin kurucuları da biliyorlardı bu
gerçeği. Bildikleri için de "Tek Parti" gibi cum-
huriyetin bize özgü kuramlannı yaratmaya ça-
baladılar.
Anımsayahm 1923-33 yıllannı. Zaman kazan-
ma geleceğin güvencesi olarak görünmüyor mu
bu on yıl boyunca.
Eğitimde zaman kazanma, Osmanlı borçlan-
nı ödemede zaman kazanma, ekonomıde za-
man kazanma..
Zamandan beklenen, genç kuşağın cumhu-
riyet okullarında egitim görerek işbaşı yapma-
sı, teknikten yararlanma, ulusal endüstri..
Bu on yıl boyunca ıktidardakilerle zindandaki
solcunun birlikte karşı olduğu iki güç var oysa.
Emperyalizm.
Ve iskolastik.
Birincisinden dört yıl savaşarak kurtulmuşuz.
Ikincisini tarih sahnesinden silecek silah bilim-
sel bilgi. Bilimsel bilginin toplumsal gerçeklik
kazanması, tabandaki insanın yaşamında olum-
lu değişimler yaratması.
- Öyleyse ne yapmalı?
Gündemindeki soru bu, 1923 sonrasının.
Usa inanmayı "Türkfîönesans/"nında, ba-
ğımsızlığın da birincil ilkesi sayan Ziya Gökalp
şöyle yanıt anyor bu yaşamsal soruya:
"Türkiye'de büyük sanayiin teşekkülüne şid-
detle ihtiyaç vardır. Memleketimizde büyük sa-
nayiin teşekkülü ise asla bireylerin ve şirketle-
rin teşebbüsüyle olamaz. Aksine, hükümetin, il
meclislerinin, belediyelerin teşebbüsü ile mem-
leketimizde her türlü sanayi kurulabilir.
Devletimiz bu yola girmekle, ahlaki bir hizmet
de yapmış olur.
Zira vatanımızda spekülatörierden kurulu bir
sınrfın teşekkülüne de engel olmuş olur. Avru-
pa'da kapitalist denen zümrenin ne cani bir
zümre olduğu banş konferansındaki ihtiraslan-
nın meydana çıkması ile anlaşılmadı mı?"
Sosyalist olmasa da, 1923'ün Cumhuriyetçi-
leri böyle düşünüyordu.
Günümüz Cumhuriyetçileri ne düşünüyor-
lar?...
Juan Carlos Caceres'in konseri
buakşam Italyan Kültür Merkezi'nde
IstanbuTda
Lathı riizgârları
• Bu akşam saat 19.00'da Italyan Kültür Merkezi
Konser Salonu'nda gerçekleştirilecek olan
konserde piyanist, şarkıcı, trombonist, besteci, söz
yazan, sanat tarihçisi ve ressam Caceres, grubu ile
birlikte Latin ve tango melodilerini yorumlayacak.
Kültür Servisi - Yapı
Kredi Kültür Sanat Yayın-
cılık tarafından düzenle-
nen, 'Yapı Kredi Pazartesi
Konserteri'nin bu ayki ko-
nuğu 'Juan Carlos Caceres
Tango ve Latin Müziği Top-
luhığu' olacak.
Bu akşam saat 19.00'da
ttalyan Kültür Merkezi
Konser Salonu'nda gerçek-
leştirilecek olan konserde
piyanist, şarkıcı, trombo-
nist, besteci, söz yazan, sa-
nat tarihçisi ve ressam Ca-
ceres, grubu ile birlikte La-
tin ve tango melodilerini
yorumlayacak.
1936 yılında Buenos Ai-
res'de doğan, Güzel Sanat-
lar Akademisi'nde sanat ta-
rihi, resim ve klasik piyano
eğitimi gören Caceres, mü-
ziğetrambon çalarak başla-
dı.
Sanatçı, Buenos Ai-
res'teki caz kulüplerinde
yaptığı programlarda tango
ile cazı yakınlaştırmaya ça-
lışan bir müzik çizgisi izle-
di.
1966'da Arjantin'de ya-
pılan darbeden sonra, önce
Ispanya'ya, daha sonra
Fransa'ya yerleşerek 'Go-
tan' adını verdiği ilk gru-
bunu kurdu. Bu grup başta
Paris olmak üzere Avru-
pa'nın çeşitli ülkelerinde
verdiği konserlerle Arjan-
tin ve Güney Amerika mü-
ziğinin tamnması için çaba
gösterdi.
Caceres bir dönem mü-
ziğe ara vererek resimle uğ-
raştı. 1989 yılında 'Tango-
fon' adını verdiği yeni gru-
buyla yeniden müziğe dön-
dü ve pıyanoyla birlikte şar-
kı söylemeye başladı.
Caceres'in melodileri
köklerini hem Milaon-
ga'da, kalın ve yavaş sesli
pampa şarkılannda. Afrika
davullannda, hem de An-
deluz flamenkolannda. Kü-
ba ritimlerinde arayan tan-
golarla doludur.
Bu tangolannda birbirine
kanşmış kültürel ve tarihi
kan bağinı ve Arjantin'in
yüzünü bulmak mümkün.