03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
'7 NİSAN 1997 PAZARTESİ CUMHURİYET -T5- SAYFA KULTUR 15 jCanan Beykal'ın çocuk ve savaş temasmı ele alan sergisi 16 nisana dek Atatürk Kültür Merkezi'nde sürüyor Bir küçüctik aslancık varmış...j Bir küçücük aslancık varmış j Çöllerde koşar oynarmtş 1 Babası onu çok severmiş ) Sen benim "canımsın " dermiş \ Bir gün aslan baba harpte vurulmuş \ Küçük aslanctk çölden kovulmuş •j Bu hikâyenin sonu çok hoştur '; Söylemem. söylemem hoştur. jAHU AINTMEN '• "Çocuklann yaşamuu korumak herke- sin görevklir. Yaşamak her çocuğun temel hakkıdırr Türkıve'nın de 1994 yılında im- ,za attığı Uluslararası Çocuk Haklan Sözleş- ';mesi'nın altıncı maddesıne doğrudan gön- jdenflede bulunan bir sergi, "Bir Küçücük Aslancık Varmış", Atatürk Kültür Merke- 'zi'nde izleyicisini. daha doğrusu 'kabhm- îcısmı' bekliyor. Geçen yıl Kare Sanat Gale- Irisi'nde "Bana Nercden Gcldtğjni Anlat" diye soran Canan Beykal. bu kez dünyanın dört bir yanında çeşıtlı dönemlerde savaşa kurban gitmiş çocuklar aracılığıyla yeni bir soru işareti yaratıyor: "•Çocuklan gercek- ten seviyor muyuz?'"Atatürk Kültür Merke- zi'nin önünde. çocuklar kâğıt mendil, teb- rik kartı satiyorlar. "KimsesJz çocuklar ya- ranna." Farkında olmaksızın Beykal'ın ser- gisıne ortaklık ediyorlar. Sergıyle yaşam "arasında bir köprü kuruyorlar. Sokak ço- cuklannin yalnızca İstanbul'daki sayılan- nın 6-10 bın arasında oldugu sanıhyor. Ya- vaş yavaş ölüyorlar Sokaklann acımasızlı- ğı, günlük yaşamın zorluklar bombardıma- nı çocukluklannı öldürdükçe. 'yaşamın çemberinden gecmiş' bırer küçük yetişkm oluvermiyorlar mı? Canan Beykal, "Bir Küçücük Aslancık Varmış" başîıklı sergisinde. yaşama hakkı elınden alınmış, kımi zaman 'birer küçük yetişkin" de olamadan toplu mezarlıklarda kayrHmus., yok olmuş. silinmiş çocuklan ele diıvor Sergisinde. Bınncı ve tkincı Dü- ya Sava^ı'nda, Vıetnam'da, Bosna"da, Ru- inda'da -uzağa da gıtmeye gerek yok- he- ..0" yanı başımızda. Güneydoğu'da 'bü- yüklerin' meselelennın yol açtığı savaşlar- da ölen, yaralanan çocuklar \ ar. Işıkh pano- lar içinde. donmuş fılm karelerinden sı\ ah- beyaz. silik görüntülenylc ızleyıcinin önün- de yatıyorlar. Aslındabırmezarlıktayız. Ge- leneksel bir galerı mekânı içinde bıze ula- şan bu görüntülen geleneksel sergı yöntem- lenyle. duvara asaıak sergılemek bir hata C anan Beykal, "Bir Küçücük Aslancık Varmış" başîıklı sergisinde, yaşama hakkı elinden alınmış, kimi zaman 'birer küçük yetişkin' de olamadan toplu mezarlıklarda kaybolmuş, yok olmuş, silinmiş çocuklan ele alıyor. Işıklı panolar içinde, donmuş fılm karelerinden siyah-beyaz, silik görüntüleriyle izleyicinin önünde yatıyorlar. Aslında bir mezarlıktayız. olurdu kuşkusuz. Yerde yaOyorlar, görüntü- len bulanık. Çünkü ancak kurban gittiklen savaşlarla anılan, adsız, tarihsiz, ölmemış- se bile akıbeti belirsız çocuklar onlar. Bir yıllık bir araştırma sürecinin, başta UNI- CEF olmak üzere çeşitli ülkelerde çocuk dernekleriyle kurulan iletışim ağmın sonu- cunda gerçekleştirilen "ffir Küçücük As- lanak Varmış" bir zamanlar bir yerlerde - belki gazetelerde. belki TV haberlerinde- mutlaka tanık olduğumuz, kimisi bellekle- nmıze de kazınmış görüntülerin, farklı bir kapsam, yani kısacası sanat çerçevesinde bir yeniden kurgusu. Beykal, bu fotoğrafla- n birer "Guennca" gibi değerlendıriyor. Çağdaş dünyanın bu çağdışı görünrülerin- de, ortak belleğimiz yazılı. Onlardan ken- dimizi okuyoruz. "Kr Küçücük Aslancık Varmış" sergi- sinde. başka bir 'bellek sanatçısTnın. Chris- tian Boftanski'nin enstalasyonlannı akla ge- tiren ışıklı panolann yanı sıra Canan Bey- kal'ın yetmışli yıllann son yansından itiba- ren sanatının belirleyici 'malzemesi* olan metinler de önemli bir yer tutuyor. Beykal. amaçladığı gibı, "bir doktor" soğukkanlı- lığıyla ortaya koyduğu sergısindeki metal levhalar üzerindeki metinlerde de çocukla- ra söz veriyor "Evimden, yurdumdan anl- rruşam. Annemi. babamı ve beni çok kötü dövdüler. Hayaümın en kötü günüydü. Et- rafimızda bir sürü asker ve cansız bedenJer vardı. Bu olaydan sonra uyuyamıyorum. Rüyamda beni sürekli kovalıyorlar" diyor Mostarlı bir çocuk. 13 yaşındaki Simon Srebnik'in 1945 yılında yaşadığı günden bir kesit: u _ ölütakM yapom veböylecc ha- yatta kaküm." 1980'li yıllarda gerçekleştirdiğı başka sergilerde de çocuklan ele alan Canan Bey- kal. bu görüntüler var oldukça ya da savaş- lar süregittıkçe 'bir cinayete ortaklık ettiği- mizi' düşünüyor: "Çocuklan sevryorum di- yenlerin hiçbirisi çocuklan sevmiyor. Dün- ya sevmiyor çocuğu. Çocuk seviByor obay- dı. herkes savaş karşıu olurdu." Çocuklan, 'ayn bir insan türü' olarak gördüğünü an- latıyor. "Bizebenziyorlarsaeğer.biziınkav- ramlanmız onlara öğretiküği içindir. Onlar büyüklerin kavranüannı bümiyorlar. yaşa- mıyoriar." Lnsanlann duyarlılıgına seslenen bir şiddet sunmak istediğini söylüyor: "Gö- rüntüJerini izlediğimiz savaşlara her bakış- ta bir dnaytte ortaklık etmekteyiz biz. Bu- nu meşruiaşürdığımız, kanıksadıgımız ve böyie sahnefcri izlcrken 'Şu ketçabı uzatsa- na' diy«bümemiz, bir cinayeti yaşadığımızı gösteriyor. Sanat hayatm icindekişkkkt ka- dar doğnıdarj bir etki getirmiyor belkL. A- ma sanat aracıhğıyia du> artıhğımıza sesle- nen şiddet nedeniyle izleyici doğrudan ola- ya kaölabiliyor. Hayatın içindey ken bu den- li kaülmıvoruz gördüklerimizc.Çünkü ora- lardadeğOiz." "Bir KüçücükAslanak Varmış" baslıgı- nı, Canan Beykal'ı, çocukluğunda annesin- den dinlediğmde ağlatan o bildik çocuk şar- kısından alıyor "Bu açıdan, benim için oto- biyografik bir yanı da var bu serginin" di- yor Beykal. "Çocukken dinlediğimde. bu şarkı bana mutsuzlukverirdL Bütün çocuk- lar da biliyorlar yenşkinlerin yalan söyledi- ğini_. Savaşsızbir dünyayı dusiemek son de- rece soyut birşey_ Bunungöstergeieri hiç ya- şannıadı. İşte bu şarkı onun için önemlL Pek çokçocuk da bu şarkıya bu > üzden aghvor." Canan Beykal" ın sergisi, bugüne dek çe- şitli sergilerinde tanık olduğumuz gibi yme ölüm kavramını bir 'leitmonT gibi önümü- ze sunuyor, sorguluyor Sergilerinde hep ar- kada kalmayı yeğleyen, benliğini gizleme uğraşı veren sanatçı, "Bir Küçücük Aslan- ak Vannıs."ta da benzer bir tavır ortaya ko- yuyor. Aşın duygusallığa çok kolayca ka- pılabıleceği bir alanda, bir 'üçüncü şahıs' gözlemciliğini. soğukkanlılığını elden bı- rakmıyor. "ÖKm, kendinden hep üçüncü şahısolarak sözedcr* diyenbiryazann söz- lerini dogTularcasına... Canan Beykal'ın Atatürk Kültür Merkezi'nde 16 nisana dek süren sergisini, çocuklan seven herkes. sa- vaşa karşı olan herkes görmelı. Gidersenız, Canan Beykal'ın VahitTuna ve MelihGör- gün'ün katkılanyla hazırladığı gazetesın- den edınmeyi de unutmayın. O görüntüler ve öyküler, belleklenmıze kazınmalı... tstanbul Barok'un kurucuso Leyla Pınar'ın denetiminde, üçüncü kez gerçekleştirüecek. Barok Haftası başhyor Kültür Servisi - tstanbul Ba- rok Haftası bu yıl 7-12 nisan ta- rihleri arasında. Utanbul Ba- rok'un kurucusu Leyla Pınar" ın denetiminde, üçüncü kez ger- çekleştirilecek. Bu yılki Barok Haftası'mn en önemli özelliği, 1697'de ya- zılmış 'L'Europe Galante" ope- rasının 300 yıl sonra, tüm per- deleriyle ılk kez Türkiye'de dünya prömiyerini yapacak ol- ması. 'L'Europe Galante' opera- sını Brüksel Kraliyet Kütüpha- nesi'nden çıkartan Leyla Pınar, sahne uygulamasını ve müzik yönetimini kendisi yaptı. 17. yüzyılda yazılan bu operanın sahneleri Fransa, lspanya, Ital- ya ve Türkiye'de geçıyor. Yapıt. Türk sahnesinde Suhan Süley- man, Hürrem Sultan (Roxan- ne), Zayde tiplemeleri yanında tüm bostancılann geçit marşıy- la çok zengın bir barok opera • Bu yılki Barok Haftasf nın en önemli özelliği, 1697'de yazılmış 'L'Europe Galante' operasının 300 yıl sonra, tüm perdeleriyle ilk kez Türkiye'de dünya prömiyerini yapacak olması. tstanbul Barok'un sanat yönetmeni Leyla Pınar, Türklerin de içinde olduğu bu zengin ve görkemli operanın galasmı 12 nisanda Yıldız Saray Tiyatrosu'nda gerçekleştirecek. haline dönüşüyor. 24 nisanda Brüksel Sbalon Barok Festiva- li'ne bu operayı sahnelemek üzere çağnlan Istanbul Ba- rok'un sanat yönetmeni Leyla Pınar, Türklenn de içinde oldu- ğu bu zengin ve görkemli ope- ranın galasını 12 nisanda Yıldız Saray Tiyatrosu'nda gerçekleş- tirecek. Barok Haftas; kapsamında y- er alacak diğer etkinlikler ise şö- le: 7 nisan pazartesi günü sa- at'20.00'de St. Michel Lise- si'nde açılış konserine Lynn Trepel Çağlar \e Nursel Öncül solist olarak katılacak. Müzik yönetimi \e org Leyla Pınar'a ait olacak. tstanbul Müzik Öğ- retmenleri Çoksesli Korosu'nun katılacağı konsenn koro şefı Ahmet OncüL Salı günü saat 19.00'da ise Dolmabahçe Sarayı 'nda düzen- lenecek klavsen resitaline solo klavsende Leyla Pmar katıla- cak. 10 nisan perşembe günü sa- at 20.00'de Dolmabahçe Sara- yı'nda lstanbul Barok'un kon- seri yer alacak. Solistler basta Kenan Dağaşan. soprano Çağ- nur Gürsan. 11 nisan cuma gü- nü saat 13.30'da St. Michel Li- sesi'nde 'Barok Müzik, Barok Keman, Alto veVîyolonsd' üze- rine bir seminer düzenlenecek. Seminerin konuşmacılan Jonat- han Talbot Sementha Montgo- mery, Tormod Dalen ve Leyla Pınar. 12 nisan cumartesı günü saat 20.00'de ise Yıldız Saray Tiyatrosu'nda'L'Europe Galan- te' operasının gala temsili ger- çekleştirilecek. Sanat ve müzik yönetmenliğinı Leyla Pınar'ın üstlendiği operanın solistleri Çağnur Gürsan, Şebnem Tün- ca>. Evren Ekşi Efe Ktşlab, Pat- rik Lange ve Kenan Dağaşan. Oda Orkestrası grup şeflen ise Jonathan Talbot, Sementha Montgomery ve Tormod Dalen. Dekor ve kostümün ABHusatve Songül Telek'a ait olduğu yapı- tın ışık düzenlemesini AK Pınar üstleniyor. Terorizmitı gaüibi yokCUMHUR CANBAZOĞLU Uzun yıllar ttalyan devlet televızyonu RAI'ye belgeseller, dıziler çeken 45 ya- şındaki Wüma Labate. ideolojiyi, poli- tikayı ve şartlanmayı işın içıne katmadan ttalya'dakı post-terorizm ortamım yalın bir dille anlatıyor 'Benim Kuşağım' (La Mia Generazione) adlı filminde. Laba- te'nin kuşağı on beş yıl önce meydanla- n, üniversite amfılerini, fabrikalan, ga- zete sayfalannı doldurmuş. ardından bir- denbire bir boşlukta kaybolmuş, genç kuşak tarafmdan unutulmuş sol görüşlü insanlar. Film de o günleri yaşamış in- sanlarca yazılmış. yönetilmiş ve oynan- mış... Benim Kuşağım, 30 yıl hapis yemiş Braccio (Cladio .Amendola) adlı politik suçlunun Sıcilya'daki cezaevinden Mila- no'ya zirhlı bir araçla nakledilmesiyle başlıyor. ttalya'nın güneyinden kuzeyi- ne doğru 24 saat sürecek bu yolculukta Braccio'ya jandarma subayı (Sîhio Or- landoı eşlık ediyor. Aslında psikolojik savaşı çok iyi bilen bir antiterör uzmanı olan jandarma subayının amacı, davaya ihanet etmek istemeyen Braccio'ya sıcak yaklaşıp onu devletle işbırliğine çek- mek... Labate o dönem milıtan düzeyinde di- renişe katılan Paolo Lapponi ve Andrea Leoni'yle birlıkte yazdığı filmde, önce- lıkle terorizmin özünde yatan anlamsız- lığı vurguluyor. Bu yıl yabancı film da- lında Italya'nm Oscar adayı olan Benim Kuşağım'da genç ttalyan sinemasının bugünlerde yaşadığı depresyonun tonu biraz fazla kaçsa da Labate'nin teronz- min luzıl yanını minimalist bir dille an- latmayı başarması. ortaya etkileyici bir film çıkartmış. Bir türlü Türkiye'de iz- leyemediğimiz Calopresti'nin 'La Se- conda Volta'sıyla (başrolde Nanni Mo- retti) birlikte terorizme objektif yakla- şabilen bu filmin, geçcn yıl 'Çizme'de en fazla tartışılan yapımlardan biri olduğu- nu da ekleyelim. Dönüşü olmayan yol MLRATÖZER Önceki gün 1974 yapımı 'Vlncent, François, Paul et les Autres - Ben, Sen ve Diğerleri" adlı filmini festival kapsamında izlediğimiz Fransız sinema ustası Claude Sautet'nin festivaldeki en eski. ama en ıyi filminiyse bugün izleyeceğiz: "Hayat Bağlan" (Les Choses de La Vie). Pierre. olgun ve yakışıklı bir mimardır. Karısı ve oğluyla birlikte yaşayan bu mimann, bir de sevgilisi vardır. yaşamını bu iki nokta arasında gidıp gelerek sürdürmektedir. Ama artık bir karar vermesi gerektiğini düşünür: önce sevgilisine bir mektup yazarak ailesine dönmeye karar verir. ancak yağmurlu bir günde hızla sürmekte olduğu arabasında bu karanndan döner \ e mektubu yırtıp sevgilisine kavuşma isteği depreşir. Ama kaygan zeminde geçirdiği kaza onu, bu karannı uygulamaktan sonsuza dek alıkoyar. Bizler de bu arada uzun bir genye dönüşle Pierre'in. kansı, sevgilisi ve dostlanyla yaşadığı günlerin bir özetini izleriz. Sautet, Paul Guimard'ın romanından uyarladığı filmiyle belki de hâlâ aşamadığı bir başyapıta ulaşıyor. Kusursuz bir "zamanlama duygusu"na sahip olan yönetmen. bunu yapıtına öylesine kaşanyla sindiriyor ki filmde hiçbir zaman hıçbir şekılde bir sarkma gözlemlenmiyor. Kurgusunun ustalık kokan özellikleri de "Hayat BaUan"nı başyapıt düzeyine taşıyan başlıca unsurlardan. Michel Piccoli, Romy Schneider ve Lea Massari'nin başmı çektiği oyuncu kadrosu ise abartısız kompozisyonlan ile filmin ana damarlanndan olmayı başanyor. 1994"te Mark Rydell tarafından yönetilen, Richard Gere, Sharon Stone ve Lonta Davidovich'in başrollerini paylaştıklan "Intersection Kesişme" adlı bir de Amerikan çevrimi yapılan film, üç insanın etrafmda gelişen öyküyü tüm gerçekliği, yaşanmışlığı ve derinliğiyle duyumsatıyor. "Hayat Bağlan"nın festivaldeki gösterimleri, Fransız sinemasının yaşayan en büyük ustalanndan Claude Sautet'nin insana dair gözlemlerinin ipuçlannı yakalamak için kaçmlmayacak -belki de son- fırsatlar... • 1S.BIBSURARASI l İSTABBül HlM FESTİVMİ B U C Ü N EMEK: Hayat Bağlan Ul2.00-l8.30). Hamsun (15.00), Şehvet ve Intikam |(21.30) FİTAŞ 1: Vurdumduy- Imaz Vaska (12.00-18.30), Mahvedici Melek (15.00- FÎTAŞ 3: Dırejan 1(12.00), Sıla Özlemi (15.00-21.30), KırÇiçeği FtTAŞ 5: Benim Kuşa- Iğım (12.00-18.30), Nenet- |te ile Boni (15.00-21.30) REKS: Bir Zamanlar Sa- I vaşçıydılar (12.00), Güzel Şey (15.00), Kısaltma (18.30), Unutulmuş- lar(21.30) Y A R I N EMEK: Yaz Öyküsü 1(12.00-18.30), Satıhk Ya- şam (15.00), Basquiat (21.30) FtTAŞ 1: Zafer Yolu (12.00-18.30), Bir Oda Hizmetçisinin Güncesi 1(15.00-21.30) FtTAŞ3: Işıklar Sönme- I sin (12.00). Sentetik Zevk- ler (15.00-21.30), Eşkıya FtTAŞ 5: Şehvet ve Inti- kam (12.00), Kardeşlerin |Başı Dertte (15.00-21.30), I Hamsun (18.30) REKS: Kaltaklar 1(12.00), Oyun Evine Hoş- geldiniz (15.00), Cennet Yolu (18.30), Robinson Crusoe (21.30) BUAŞAMADA ŞÜKRAN KURDAKUL Sya Gökalp'ten Günümüz Cumhupiyetçilepine Gördüğümüz "insan manzaralan" beklediği- mize öylesine ters düşüyor ki şaşkınlığın anafo- runa kapılmamak olası değil. Yıl 1979, Temmıız ayı. Moskova'dayız. Bakû'deyiz, Baykal Gölü yö- resindeyiz. Irkuts'tayız. Şaşırmamak olası değil, çünkü, kadını erke- ğiyle kimlik kararmasına uğramış insanlara ya- takiık ediyor Sovyetler Birliği'nin kentleri. Sanki, bizim 1950'li yıllartoplum sahnesine çı- kan "tûredi burjuvazi" ülke değiştirmiş, dil de- ğiştirmiş karşımızda! Kadının da erkeğin de takabildiği kadar altın, gösterebildiğince mücevher. Kendini sağlama bağladığı anlaşılan bu "Ye- ni Sınıf"\n ayırdına varmak için dürbün kullan- mak gerekmiyor. O geziden döner dönmez Cumhuriyet'te ya- yımladığım yazılarda sorduğum sorulardan biri de şuydu: - Neden böyle oldu? Aynı yıl, lstanbul'a gelen bir yazarla söyleşir- ken yineledim soruyu: - Neden böyle oldu? "Bakın" dedi bana, o savaş görmüş yazar "sosyalist bir ülkenin vatandaşı olmak başkadır, sosyalist olmak başka.." Şimdi de kabul edilebilir bulduğum bu yargı- nın başka ülkeler için de geçerli olduğunu dü- şünemez miyiz? Birden fazla siyasal partinin iktidara soyundu- ğu bir ülkenin vatandaşı olmak başka, demok- rat olmak başka. Padişahsız, hanedansız bir ülkenin vatanda- şı olmak başka, Cumhuriyetçi olmak başka. ••• Cumhuriyetimizin kurucuları da biliyorlardı bu gerçeği. Bildikleri için de "Tek Parti" gibi cum- huriyetin bize özgü kuramlannı yaratmaya ça- baladılar. Anımsayahm 1923-33 yıllannı. Zaman kazan- ma geleceğin güvencesi olarak görünmüyor mu bu on yıl boyunca. Eğitimde zaman kazanma, Osmanlı borçlan- nı ödemede zaman kazanma, ekonomıde za- man kazanma.. Zamandan beklenen, genç kuşağın cumhu- riyet okullarında egitim görerek işbaşı yapma- sı, teknikten yararlanma, ulusal endüstri.. Bu on yıl boyunca ıktidardakilerle zindandaki solcunun birlikte karşı olduğu iki güç var oysa. Emperyalizm. Ve iskolastik. Birincisinden dört yıl savaşarak kurtulmuşuz. Ikincisini tarih sahnesinden silecek silah bilim- sel bilgi. Bilimsel bilginin toplumsal gerçeklik kazanması, tabandaki insanın yaşamında olum- lu değişimler yaratması. - Öyleyse ne yapmalı? Gündemindeki soru bu, 1923 sonrasının. Usa inanmayı "Türkfîönesans/"nında, ba- ğımsızlığın da birincil ilkesi sayan Ziya Gökalp şöyle yanıt anyor bu yaşamsal soruya: "Türkiye'de büyük sanayiin teşekkülüne şid- detle ihtiyaç vardır. Memleketimizde büyük sa- nayiin teşekkülü ise asla bireylerin ve şirketle- rin teşebbüsüyle olamaz. Aksine, hükümetin, il meclislerinin, belediyelerin teşebbüsü ile mem- leketimizde her türlü sanayi kurulabilir. Devletimiz bu yola girmekle, ahlaki bir hizmet de yapmış olur. Zira vatanımızda spekülatörierden kurulu bir sınrfın teşekkülüne de engel olmuş olur. Avru- pa'da kapitalist denen zümrenin ne cani bir zümre olduğu banş konferansındaki ihtiraslan- nın meydana çıkması ile anlaşılmadı mı?" Sosyalist olmasa da, 1923'ün Cumhuriyetçi- leri böyle düşünüyordu. Günümüz Cumhuriyetçileri ne düşünüyor- lar?... Juan Carlos Caceres'in konseri buakşam Italyan Kültür Merkezi'nde IstanbuTda Lathı riizgârları • Bu akşam saat 19.00'da Italyan Kültür Merkezi Konser Salonu'nda gerçekleştirilecek olan konserde piyanist, şarkıcı, trombonist, besteci, söz yazan, sanat tarihçisi ve ressam Caceres, grubu ile birlikte Latin ve tango melodilerini yorumlayacak. Kültür Servisi - Yapı Kredi Kültür Sanat Yayın- cılık tarafından düzenle- nen, 'Yapı Kredi Pazartesi Konserteri'nin bu ayki ko- nuğu 'Juan Carlos Caceres Tango ve Latin Müziği Top- luhığu' olacak. Bu akşam saat 19.00'da ttalyan Kültür Merkezi Konser Salonu'nda gerçek- leştirilecek olan konserde piyanist, şarkıcı, trombo- nist, besteci, söz yazan, sa- nat tarihçisi ve ressam Ca- ceres, grubu ile birlikte La- tin ve tango melodilerini yorumlayacak. 1936 yılında Buenos Ai- res'de doğan, Güzel Sanat- lar Akademisi'nde sanat ta- rihi, resim ve klasik piyano eğitimi gören Caceres, mü- ziğetrambon çalarak başla- dı. Sanatçı, Buenos Ai- res'teki caz kulüplerinde yaptığı programlarda tango ile cazı yakınlaştırmaya ça- lışan bir müzik çizgisi izle- di. 1966'da Arjantin'de ya- pılan darbeden sonra, önce Ispanya'ya, daha sonra Fransa'ya yerleşerek 'Go- tan' adını verdiği ilk gru- bunu kurdu. Bu grup başta Paris olmak üzere Avru- pa'nın çeşitli ülkelerinde verdiği konserlerle Arjan- tin ve Güney Amerika mü- ziğinin tamnması için çaba gösterdi. Caceres bir dönem mü- ziğe ara vererek resimle uğ- raştı. 1989 yılında 'Tango- fon' adını verdiği yeni gru- buyla yeniden müziğe dön- dü ve pıyanoyla birlikte şar- kı söylemeye başladı. Caceres'in melodileri köklerini hem Milaon- ga'da, kalın ve yavaş sesli pampa şarkılannda. Afrika davullannda, hem de An- deluz flamenkolannda. Kü- ba ritimlerinde arayan tan- golarla doludur. Bu tangolannda birbirine kanşmış kültürel ve tarihi kan bağinı ve Arjantin'in yüzünü bulmak mümkün.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle