Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23ŞUBAT1996CUMA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 13
YENt BAŞLAYANLAR... YE Nt B A Ş L AYA N L A R . . . YE NI B A Ş L AY A N L A R
Yarım yüzyıDık yeralü destanı
Ikinci Dûnya Savaşı'nda yeraltma
sığınan ve banş imzalanmasına karşın,
savaşın sürdügüne ikna edilerek
yeraltında yaşamaya devam eden bir
grup insanın öyküsü "Underground."
Emir Kusturica'nın Cannes 95 Altın
Palmiye Ödülü'nü alan bu son
filtninde başrolleri Miki Manojlovic,
Lazar Ristovski, Mirjana Jokovic.
Slavko Stimac ve Ernst Stötzner
paylaşıyor. Savaş, uyanık insanlar için
birgeçim kapisı olabiliyor.
Belgrad'daki Alman
bombardımanından yararlanmak
isteyen Marko da arkadaşı Blaky ile
birlikte bir yandan silah ticareti
yaparken bir yandan da Alman
konvoylannı yağmalayarak halk
arasında kahraman olarak ün yapan iki
arkadaştır. işbilir birgirişimci olan
Marko, bununla yetinmeyince bir grup
kaçağı yeraltında bir mahzene
götürerek orada silah ve diğer
maddelenn ımalıne başlar. Kârlı bir
oyundur bu Marko ıçın ve savaş
bitmesine rağmen çeşitli sahte
yayınlarla ve efektlerle içerdekıleri
savaşın sürdügüne ikna eder yıllar
boyunca. Bu arada. arkadaşı Blaky'nin
çoİc sevdiği ve evlenmek istediği güzel
oyuncu Natalya'yı baştan çıkarnıayı da
ihmal etrnez. 15 yıl boyunca, yukarıda
Tito'lu. arabalı ve telefonlu bir yaşam
sürerken yeraltındaki tutsaklar
aralannda bir tankın da bulundugu
gelişmiş silahlar imal etmeyi
sürdürürler. Ta ki Natalja sarhoş olup
da Blaky'ye Marko ile olan ilişkilerini
anlatana kadar. Çıkan kanşıklıkta
tankın topu ateşlenir ve yeralti
hapishanesi yeryüzüne açılır...
Yaşam umudunun, kahkahanın ve
mutluluğun, başka yerlerdekinden çok
daha güçlü oldugu bir ülkede
dogdugunu söyleyen yönetmen
Kustunca, Underground'da, yer
üstündeki dünyanın ve günlük
yaşamdaki gerçekJerin tüm
renklıliğiyle yansıtıldığını söylüyor.
Aşağıdakı dünya ıse yalanlann soluk,
sahte renkleri içinde görülür. Bu iki
dünyanın iletişımi ise Kusturica'ya
göre çökme ve acı üzerine kurulu
değerlerin karşılaşmasıdır: "Onlar,
kendilerine gülüyoriar. bize gülüyorlar
ve sonunda bir araya geldiklerinde,
birbirierine gülüyoriar."
Kustunca'ya ikinci kez Altın Palmiye
Ödülü kazandıran "Underground"
Emir Kustunca / İki Altın Palmiye'li yönetmen
Emir Kustunca, 1954'te Saraybosna'da dogdu ve yap-
tığı fılmlerle daha lise yıllannda ödüller toplamaya baş-
ladı. Lısedekı bu erken deneyimı onu PAMU Fılm Oku-
lu'na kadar götürdü. Buradakı üçüncü yılında çevırdıği fil-
mı "Guenuca", 1977 Karlovy-Vary Öğrenci Filmleri Fes-
tıvali'nde binncilik ödülü kazandırdı.
Bır yıl sonra Kustunca, Saraybosna televizyonunda ça-
lışmak üzere geri döndü ve burada ilk filmı "Brides Are
Coming"i çevirdi. Bu kısa fılm, cinsel tabulan ele alışın-
dakı açıklık dolayısıyla çeşitlı tartışmalara yol açtı ve bu
tartışmalar sonrasında yasaklandı. Ama. yönetmenın ıkın-
ci kısa filmı "Buffet Trtanic"le göz doldurması uzun sür-
medı. Nobel Ödüllü Yugoslav yazarİvoAndriç'ın bıröy-
küsünden yola çıkılarak yapılan bu fılmle, Kustunca, Ulu-
sal Televızyon Festıvali'nde en lyı yönetmen ödülü aldı.
Yugoslav gençlığının 1956'da ilk defa Batı pop kültüriinü
tanımalannıanlatan •'DoJh BeU'iAıumsıyormusun?"yö-
netmene 1981 Venedik Fılm Festivalı'nde Altın Aslan
Ödülü getırdi. Kusrurica, başansmı 1985'te Cannes'da Al-
tın Palmiye kazanan filmı "Babam İş Gezisinde'" ıle sür-
dürdü. Filmin dünya çapındaki tıcan başarısına ek olarak,
en iyi yabancı film Oscar'ma aday göstenlmesi genç yö-
netmenı uluslararası şöhrete ulaştırdı. "ÇingenelerZama-
nı' ıle en ryı yönetmen ödülünü aldığı 1989 Cannes Fılm
Festivalı yönetmenin bu şöhretini pekiştirdi.
Colombia Ünıversıtesi'nden aldığı teklıf üzerine Kus-
tunca, Nevv York'a gıttı. Öğrencılennden bınnın ona gös-
terdığı senaryo ilk ıngılızce seslendırılmış filmı "Arizona
Rüvası"na kaynak oluşturdu. Johnny Depp, Faye Dunavvay
ve Jerry Lewis"in başrollerde oynadığı va Alaska ve An-
zona"da açık arazide çekılen bu film Berlin Fılm Festıva-
lı'nde Gûmüş Ayı ve Jün Özel Ödülü'nü kazandı.
Ingiliz, Fransız yapımcılar ve Belgrat
televizyonu işbırliği ile yapılmış ve
Cannes'da Avrupa bayrağı ıle
yanşmıştı. Filmdeki tüm yaratıcı
öğeler ise Yugoslav. Kusrurica, kendini
bir Yugoslav olarak tanımlıyor ve
filmde de birleşik Yugosla\7a özlemini
açıkça ifade ediyor. Bosnalı bir
yönetmen olan Kusturica'nın Bosna
milliyetçiliğini savunmak yerine
Yugoslav olduğunu vurgulaması
tepkiyle karşılanmıştı. Kustunca, bu
filmiyle bu tavnnı sorgulayanlara yanıt
vermeye çalışıyor. Uluslararası film
piyasasına on yıl önce ilk kez
girdigınde Yugoslav bir yönetmen
olarak tanınmıştı Kustunca. Şimdi de
milliyetçiliğin belirlediği sınırlan
tanımıyor ve "Ben Yugoslav doğdıun ve
Yugoslav öleceghn" diyor.
Kustunca, Blaky 'nin öfkesinin, eski
Yugoslavya'yı yansıttığını, bunun
nedeninin de 1945 yılında bitmeyen
savaş olduğunu belirtiyor ve Tito'yu
bütün felaketlerin sorumlusu olarak
görenlerin hâlâ yeraltında yasadıklannı
söylüyor: "Dünyanın Balkanlar'daki
sonınlara yaklaşımı beni
öfkelendiriyor. Filmim. buna vcrilmiş
politik değil sanatsal bir yanıt Olası
oldugu kadar duygusaJ ve düriist
darvranmaya çalışüm; bir filmin hedefi
de bu olmaJj."
Bosna -Hersek'te süren savaşın
Markolannı yalnızca yerel çıkarcılar
olarak değil, kendi imgelerinı
parlatmak isteyen Batılılar olarak
göniyor Kustunca."Benim kuliandığun
dü, saf manügın dili" diyen yönetmen,
Saraybosna'ya dönerse
öldürülebileceğini söylüyor.
Film eleştirmenlerine göre,
Underground'un özgünlüğü Kafka
tarafından yeniden yazilmış bır "AJis
HarikaJar Di\annda"yı, ya da Lovts
Carrol tarafından yeniden kaleme
alınmış "Dava"yı anımsatıyor. Film,
açgözlülük ve ıhanetın zorlu
romantizmi ile renklenmiş kara bir aşk
hikâyesini anlatıyor. Bu, cehennemi,
hiç bitmeyen savaş kuruntusu, süreklı
neşe unsuru ile çevreleniyor. Humor,
Kusturica'nın savaş yaralannı
iyileştirmek için değılse bıle,
hafîfletmek için kullandıgı bir
merhem.
Filmdeki dıyaloglann birinde "Ne
kadar güzel yalan söylüyorsun" sözü
geçer. Balkan tanhınde yanm yüzyılı
kapsayan bu destan süresınce, hiçbir
karakter hiçbir şeyden ders almaz. Her
karede tuzaklar yer alır. Zaman. hatta
gözyaşlan bile güvenilmezdır.
Kusturica'nın büyülü alegorisınde yedi
ölürncül günah, en önemli erdemlerin
yerini alır.
Underground, örgüsü ile dört
karakterin yaşamIannı biraraya
getiriyor. Şair ve vurguncu Marko,
kansı Natalja, en yakın arkadaşı,
pervasız direnişçi Blacky, kardeşi,
hayvanat bahçesinde bekçilik yapan,
filmin tek masurri karakteri kekeme
Ivan. Balkanlarda huzursuz geçen bu
yanm yüzyıl boyunca bu
kahramanlann kanun tanımaz
maceralan büyük küçük yalanlaria
sürüp gidiyor. Kusrurica, onlar
hakkında "Jvan dışında hepsi yalancı"
tanımını yapıyor.
Meksikahlar Hyi adam'hğa terfi etliDesperado, "Meksika'da geçen, ghar
çantasında silahlarla dolasan, bu esmer,
müzisyen kahramanL" filmlerden. "El
Mariachi" fılrmnın devamı nıtelığinde-
ki bu filmde Antonio Banderas,adsız bir
müzisyeni canlandınyor ve bu kez Mek-
sikalı uyuşrurucu babalannın sonuncu-
su Bucho'yu izlerken birdenbire kendi-
ni karanlık yeraltı dünyasında buluyor.
En yakın arkadaşı ve güzel kitapçı dük-
kânı sahıbinin yardımıyla Mariachi Buc-
ho'nun peşine düşer ve mücadele baş-
lar...
Duygusallık ve mizah ve bol miktar-
da patlama ve heyecan... Desperado, ti-
pik bir aksiyon fîlmi. Ama vvesternler
izleyerek büyüyen yönetmen Rodriguez,
genellikle kötü adam olan Meksikalıla-
n bu kez iyi adam rolünde başrole yer-
leştirmiş ve " Biraz esmer,gjzemli ve ina-
mlmaz gözlere sahip" bir dilberle, Latin
bir kahramanın sürüklediği bir aksiyon
fîlmi çıkmış ortaya.
Yönetmen Rodriguez'e göre Mariac-
hi, "Şimdi, bir zamanlar şarkısını söyle-
diği se>leri >aşıyor." Mariachi 'yi canlan-
dıran Banderas"a göre ise "Mariachi ve
kim oimak istediği konusunda bir karsjt-
lık var. Hem melek, hem şeytan. Ama ay-
ru zamanda hayalperest. Böyle bir insa-
nın böyle bir kaderi olması Ügi çekki."
Mariachi'nin tek umut ışığı kendisini
bu zorlu yaşamdan kurtulmayı teklif
eden "Biraz esmer, gizemü ve inanıhnaz
gözlere sahip" güzel Carolına. Mariachi
için çok önemli vahşi bir kadın ve bir
âşık. Caroline'ı canlandıran Salma Ha-
yek. Carolina için "Biradada,hayal dün-
yasında yaşıyor'" diyor, "Karaktemiezıt-
lık içindeki acımasız diinyasını kanşöra-
rak." Kimsenin kitap okumadığı bir ka-
sabada açtığı kitapçı-cafesinde, kitaplar
Carolina'm dünyasını oluşturuyor. Ma-
riachi 'yi ise kaden olarak göniyor ve be-
yaz atlı prensi olarak karşılıyor.
Ünlü senarist ve yönetmen Quentin
Tarantino nun da bir sahnede kamyonet
şöoforü oiarak göründüğü filmin yönet-
meni Robert Rodriguez, "Bedhead" fil-
miyle Atlanta Film ve Video Yanşması,
Marin Country Film Festivali, 11. Gele-
neksel Edison Black Maria Film Festi-
vali ve Charlotte Film Festivali'nde çe-
şitli ödüller almış bir yönetmen. Pek çok
kısa fılm ve video fîlmi için de ödüller
alan Rodriguez, 1994 yılında "Foıır Ro-
oms" filmini yazdı, Tarantino, RocloveU
ve Anders gibi yönetmenlerle birlikte
yönetti. Yönetmenin, senaryosunu Ta-
rantino'nun yazdığı filmi "From Dusk
Till Dawn" filmi de halen Amerika sine-
malannda gösterimde.
Başroldeki Antonio Banderas ise
30'dan fazla filmde rol aldıktan sonra
1992 yılında "Mambo Kings" filminde
Armand Assante ile oynamış ve bu film-
le başan merdivenlerini tınnanmaya baş-
lamıştı. Banderas'ı Hollywood'un ara-
nan yıldızlanndan biri haline getiren
filmler ise: Jeremy Irons, Glenn Close
ve VVinona Ryder ile birlikte rol aldığı
"Ruhlar Evi"^ "Of Love And Shadovvs",
"Miami Rhapsody", "Philadelphia",
"Vampirie Görüşme" ve"Suikast Çem-
berf".
Antonio Banderas'ın rol ortağı ise Sal-
ma Hayek. Meksikalı oyuncu, "Tere-
sa"daki rolüyle 1989 Emmy Ödülü'nü
kazandı. Çeşitli televizyon dizilerinde
rol alan Hayek, "Düriist Oyun" ve
"From Dusk Tiu Dawn" gibi fılmlerde
de rol alıyor.
Beyazcanıın dayanılmaz çeldciliği
Joyce Marnard'ın aynı adlı
romanından Back Henry
tarafından sinemaya uyarlanan
filmin yönetmenı Gus van Sant.
Başrollerde Nicole Kidman ve
Matt Dülon'ın oynadığı film,
günün birinde ünlü bir TV
yıldızi olmayı hayal eden bir
kasaba kjzının öyküsünü
anlatı>or. Nicole Kidman
kasaba kızı Suzanne Stone,
Matt D'llon ise onun küçük
yaşta gönlünü kaptınp
evlendiği, ama sonradan pişman
oldugu kocası Larry Morento
rolünde.. Suzanne. babası ve bir
video kamera ile geldığı günden
beri bir TV yıldızı olma hayali
ile yaşamaktadır. Ama genç
kızlık döneminde büyük bir
hata yapar ve Italyan
lokantasında çalışan Larry'le
genç yaşta evlenir. Laary'nin
isteği kansının dizinin dibinde
oturması ve bol bol çocuk
yapmasıdır. Oysa Suzanne.
önce yerel bir kanalda hava
durumunu sunarak ekrenda boy
gösterir. ardından da kasaba
gençlerinin yaşama biçımiyle
ilgili bır belgesel yapma işini
üstlenir. Bu belgeselde
kendisine üç genç yardım
edecektiı. ,\ma bu ortaklık.
kasabanın huzurunu kaçınr.
Suzanne'nın ekiptekı
gençlerden Jimmy ile yatmaya
başlaması da bardağı taşıran son
damla olur... Bir yandan kariyer
yapma hırsı içindeki kadınlann
karşılaştıklan durumu
anlatırken bır yandan da
insanlann televizyon tutkusunu
anlatan bu film için yönetmen
Gus Van Sant şu sözleri
kullanıyor: "EğlendiricL, bıçak
gibi keskin, buzJu çay gibi
scrinlctici bir övkü."
KEDI GOZU
VECDİ SAYAR
Asuman'a Mektup
Mektubum epey gecıkti, kusuruma bakma. Doğur-
muş olmalısın son birkaç gün içinde (haberlerini Han-
dan'dan alıyorum elbette). Şu sıralar minıkler dolabın
içinde uyukluyor olmalı; henüz gözleri açılmamıştır. Bil-
sen nasıl meraklanıyorum. Kaç kardeşler? Babalanna
mı benziyorlar, yoksa sana mı? Cumhuriyet'in Sanat
Servisi'nin bilgısayartannın üstünde cirit atmaya baş-
larlar yakında. Bana bir fotoğraflarını göndersene.
Sana yazmakta gecikmemin nedenini bıliyorsun. Pa-
ris'e bir küttür seferi düzenlendi geçenlerde. Yüze ya-
kın sanatçı, çeşitli etkinliklere katıldı "Expolangues Fu-
an "nda. Tabii, bizım de başımı kaşıyacak vaktimız kal-
madı. Bugün de başka bir etkinlik var. Bırazdan ondan
da söz ederiz. Ama biliyorum, esas Paris gecelerinden
söz açmamı bekliyorsun. Göçmen bir kedinın, iş dışın-
daki zamanını nasıl geçirdiğini merak ediyorsun.
Seni düş kınklığına uğratma pahasına anlatıyorum.
Ayıptır söylemesi üdo'yu da görmedım, Mulen-Ruj'u
da. Peki, nasıl geçiyor uzun kış geceleri dersen.. tabii
ki, sinema salonlarında! Sokaklara taşan kuyruklarda
bekleyip o ölçüleri mütevazı. ama projeksiyonu mü-
kemmel salonlardafilmizlemenin keyfinı hiçbir şeye de-
ğişmem. Sinemanın seyircisi ile bağını hâlâ koruduğu-
nu görmekten güzel ne olabilır?
Tabii, kendi kendine olmuyor bu. Devletin ve yerel yö-
netimin sinema alanına desteğı hiç azalmadan sürü-
yor. Iktidar degışse de temel polıtikalarda en ufak bir
değişiklik yok. Bızler böyle şeylere alışkın olmadığımız
için şasınyoruz elbette. Fransa, sinema külturünün mer-
kezi olma özelliğını hiçbir zaman kaybetmeyecege ben-
zer. Yeni kampanyalarla seyircinm ilgısi sürekli ayakta
tutuluyor. Işte, haftaya yeni bir kampanya başlıyor. 18
franklık -yani normal sinema biletinin yarısı fıyatına- bır
biletle 18 saat süresince diledigi kadar film izleyebile-
cek Parisliler. Beledıyenın bu girışımi Parislı sokak ke-
dilerini mutfu etmeye yetiyor da arttyor bile.
Ya, sinemaya gitmedığın geceler. dıye soracak olur-
san onun da yanrtını verebilirım. Bılıyorum, pek ayıpla-
yacaksın, ama evde oturup televizyon seyrediyorum.
Televizyon dediysem, Türkiye'dekilere hiç mı hiç ben-
zemiyor buradakiler. Bırdefa, Franazlar beş kanalla na-
sıl yetinıyorlar anlayabılmiş değılim. Nerede Turkıye'de-
ki zenginlik? Hele, hiç anlayamadığım, özel kanallarla
devlet kanallannı birbirinden ayırmanın zorluğu. Nere-
de bizdeki o gazino programları, o muhteşem "reality
s/7ow"lar... Bunlar hâlâ televizyonu birkültüriletım ara-
cı sanıyorlar.
Hele bir beşinci kanal var kı -akşamlan bir kültür sa-
nat kanalına (Arte) dönüşüyor- kim seyredıyor anlaya-
bilmiş değilim. Sankı bız kediler için özel oiarak hazır-
lanmış bir kanal. Tematık akşamlarm (bütün bır gece,
birbiri ile ilintili, birbirini tamamlayan programlara ayn-
lıyor) keyfine doyum olmuyor. Geçenlerde "Gerçeküs-
tücûlük" işlendi bütün gece. Breton'dan Dali'ye, us-
talar üstüne belgeseller ve Bunuel'den bır başyapıt:
"Altın Çağ". Kolaysa bırakıp sokağa çıkın da göreyım
sizi.
Fransa'da kültür politikasının temel unsunj resmi ku-
ruluşlar, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları arasın-
daki uyumlu işbirliği. Az gelişmiş ülkelerden gelen ke-
diler, bu işbirliğını kıskançlıkla izlemesin de ne yapsın?
Neyse ki, Türkler arasında da bu anlayış yeşermeye
başladı son zamanlarda. En güzel örnek, bugün Pa-
ris'te "Musee de l'homme"da (ınsanlığın tüm kültürel
birikimini yansıtan bir Uygarlıklar Müzesi) açılan "Türk
evi". Müzedekı Türk eserlerınin topluca sergilenmesi-
ne olanak verecek biçımde oluşturulmuş, dış kesrt)eri
ve iç mekânlan Me gerçek boyutlarda bir Türk evi. için-
de bir kedı eksik, ama ne yapalım, her şey tamam ol-
sun diye kendimizi müzeye kapatacak halimiz yok ya!
Bir mimar-işadamımız, Hüseyin Öztürk ve eşinin
çabalan ile ortaya çıkan "Türk evi", özel kesimin kül-
tür alanına yapabileceği katkılann güzel bır örneginı
oluşturuyor. Öztürk ailesi, projeyı tasarlamakla kalma-
mış, tüm maddi olanaklannı seferber etmişler hayata
geçirmek için. Müzenin bir Türk evi kurma nıyetını, Bu-
yükelçi Tanşuğ Bleda'dan öğrenır ögrenmez, konuyu
Hüseyin Öztürk'e aktaran ve müzeye azımsanmayacak
katkılarda bulunan Semra Özal da Parıs'egeldı açılış-
ta bulunmak için. Tunzm Bakanı Irfan Gürpınar da bu-
rada. Fransa'da Türkiye'ye yönelik ilginın gıderek art-
masından çok memnun. Özel sektörün turizm alanına
katkısının yeni bir örneği olarak alkışlıyor Öztürk aıle-
sinin çabalannı. Keşke, Öztürk'ü izleyen başka işa-
damlan da çıksa ve günün birinde Paris'te bir kültür
merkezi oluşturma hayalimizi birlikte gerçeğe dönüş-
türsek...
Tabii, Türklerin Paris'teki kültürel etkinliklerı, yalnız-
ca resmi ve özel sektörün çabalan ile sınırlı kalmıyor.
SivH toplum kuruluşlannın çabalarını da unutmamak
gerek. ELELE, ATT ve Anadolu Kültür Merkezi gibi der-
nekler-sayılan çok daha fazla elbette, en etkın olanla-
n saydım yalnızca- Türkiye'den getirdiklen ya da Fran-
sa'da yaşayan sanatçılarla etkmlikler düzenliyorlar, sı-
nırlı olanaklar içersinde. Konserler, sergiler, konferans-
lar birbirini izliyor. Bu etkinliklerin en önemli tarafı da
"resmi" bir damga taşımadıklan için izleyiciler tarafın-
dan benimsenme şanslannın daha fazla olması. Dev-
letin, sivil toplum kuruluşlannın çalışmalarına destek
vermesi gerektiğini söylüyor buradaki kediler.
Kedi sözü deyip geçmeyin, bazen devletin gücün-
den daha etkili olabilir bir kedinin hatın. Yunanıstan, Pa-
ris'teki UNESCO Büyükelçiliği'ne "Z"nin (Ölümsüz) ya-
zan Vasili Vassilikos'u atamış. Neden acaba?
Bilkent Senfoni
Orkestrası konserleri
Kültür Servisi - Bilkent
Senfoni Orkestrası. 27 şu-
bat salı günü saat 20.00 'de
şubat ayı özel konseri ile sa-
natseverlerle bir kez daha
birlikte olacak.
tsveçli şef Karl Anton
Rickenbacher'in yönetece-
ği konsere, solist olarak ün-
lü devlet sanatçısı Türk pi-
yanist Ayşegül Sanca katı-
lacak. Beethoven'ın "Eg-
montUvertürü" ve "5. Sen-
foni"si ile Schumann'ın
"Piyano Konçertosu"nun
seslendirıleceğı bu özel
konserin biletleri 150 bin
TLden satışa sunulacak.
Konser, orkestranın o gün-
lerde, Beethoven'ın "Eg-
mont Uvertürü" ve "5. Sen-
foni"sinindeyeralacağ] ilk
CD'sinin çıkışına rastlama-
sı yönünden de ayn bir an-
lam taşıyor.
1953 yılında Paris Ulu-
sal Konservatuvan'ndan bi-
rincilikle mezun olan Ayşe-
gül Sanca. 1959'da katıldı-
ğı "Uluslararası Margueri-
te Long-Jacques Thibaud
Yanşması''nda "Prix de VTJ-
le Paris" Ödülü'nü aldı. Sa-
nca'nın, aynca Macaristan
Devlet Senfoni Orkestrası
eşliğınde Cemal Reşit
Rey'in "Kâtibim" çeşitle-
melerini. Cumhurbaşkan-
lığı Senfoni Orkestrası ile
seslendirdığı Beethoven'ın
3 ve 4 no'lu piyano konçe:"-
tolannı, Schubert, Rach-
maninoff ve Grieg'ın eser-
lerini içeren plaklan da bu-
lunmaktadır. Bilkent Sen-
foni Orkestrası'nın daimi
konuk şefi olan ünlü sanat-
çı Rickenbacher'ın ise ge-
niş kapsamlı disk çalışma-
lan arasında Londra Filar-
moni. Berlın Rudfunk-Sen-
foni, Bavyera Radyo Sen-
foni, Bamberg Senfoni ve
Budapeşte Senfoni orkest-
ralan ile gerçekleştirdiğı
Beethoven, Brahms, Bruck-
ner, Grieg, Hartmann (Can-
nes Klasik Odulü 1994),
Himdemith, Humperdinck,
Mahler, Messiacn (Diapo-
son D'Ordrc L'Annee
1994J, Milhaud iDisc Bü-
yük Odülü), Nicolai, Spohr
Richard Strauss v e VVagner
gibi bestecılenn eserleri sa-
yılabilir. Bilkent Konser
Salonu'nda gerçekleştiri le-
cek konserin biletleri 26 ve
27 şubat tarihlerinde Bil-
kent MSSF Gışesi. Çizgi
Kırtasiye, ODTÜ Alışvenş
Merkezi, Inforium Kıtabe-
vi ve Çarşı Çankava Mağa-
zası'ndan sağlanabılır.