27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 TEMMUZ1994 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 15 GUNDEMDEKIKONU ONATKUTLAR YabandjiBerlin Festivali'nin merkez binası bende her zaman Babü Kulesi ile Nu- hun Gemisi arasında bir izlenim bırakmıştır. Ünlü Kurfursterdam'ın üstûndeki bu yayvan ve geniş binanın üç katını işgal eder festival merkezi. Arkadaki pencereler Berlin'in en az film festivali kadar ünlü hayvanat bahçesine bakar. Bir sigara içmek için pencerelerden birine yaklaştığınızda birkaç metre ilerinizde dolaşan bir çift gergedan ya da bir zebra sürüsü ile karşılaşabilirsiniz. Arada sırada uzaktan canı sıkılmış aslanın kükre- meleri yükselir. Binanın ikinci katı kafeterya ve basın merkezidir. Kafe- teryada dünyanın dört köşesinden gelmiş sinemaalar, gazeteciler, oyun- cular, dağıtımcılar oturur sohbet ederler, Türklerin işlettiği büfelerden aldıklan yiyecek ve içecekkri tüketir- ler. Oldukça Ukel ve yetersiz film Basın merkezinin telefonlannda ise aynı anda yirmi otuz dilden haber ge- çen gazetecilerin sesleri yükselir. Birkaç yıl önceydi. Iki gösteri arası- nda kafeteryada bir dostumla kahve içerken yanıma temiz yüzlü bir genç yaklaşü. O yüzden ve kılık kıyafetten beklenmeyen bir Anadolu köylüsü ağzıyla "Abey sen gazataasm, bemm filmime neden bakmıyon, benimle ne- den röportac yapmıyon" diye hafıf yol- lu çıkıştı. Ne kendisinden haberim vardı, ne de fılminden. Çok küçükken Almanya'ya geldiğini öğrendiğim bu Anadolu gencini nazik bir biçimde başımdan savdım. Ne zaman bir sohbette ya da gazete-dergi sütununda biri cumhuriyet dönemi Türk aydınlanna hücum etse, onlan Batı taklitçiliği, kendi geçmiş değerlerine ilgisizlik, halka yabancılık, JacobinlikJe suçlasa hemen o kişinin ya su kaülmamış yobaz bir şeriatçı ya da bir "yabandji" olduğuna hükmediyorum. Ama o ısrarhydı. Birkaç saat sonra üst kattaki film pazan gösterirnlerinin yapıldığı küçük salonlardan birinin önünden geçerken yakaladı beni. "Abe! İçeride filmim gdsteriliyo. Şuna bi bak" dedi. Çaresiz girdim. İçinde, yoksul Anadolu köylerinden birinde geçen, bol dokunaklı sahneler bulu- nan oldukça ilkel ve yetersiz bir fîlm- di. Bir ara perdede, yüzyıl başı Os- manlı mahalle mekteplerini andıran bir sahne başladı. Kavuklu sanklı hoca, hasıra dız çökmüş, Kuran hafi- zlayan çocuklan ucu çivili uzun so- pası ile dürtüklüyor, içlerinden birini de falakaya çekiyordu. Arkamda otu- ran genç yönetmen, yanındaki bir başka Türİc'e "Abe, bu sahoeyi ben çektim anuna gene de her görüşte ağ- lanm..." diyordu. 'Nefîlizleryetiştiriyor bu ûlke' Genç yönetmen müthiş bir iş yapüğma, baa "ük"leri gerçekleştir- diğine, sinema sanatına önemli katkı- lar getirdiğine inaruyordu. Ve çok şaşınyordu; niçin bizler, "bu geri ze- kalı Türk aydınlarT, onun yapıüyla ilgjlenmiyorduk? Akşamüstü bu amaçla beni yeniden bulunca mümkün olduğu kadar sakin görünmeye çalışarak ona bir tavsiye- de bulundum: "Tfirkiye'de bir arkadaşınıza yazın. Size ilkokol veya ortaokul okuma ki- taplanndan birinde yer alan Ömer Sejfertin'i Falaka adlı öyküsünü yol- lasın. Ya da en iyisi Ömer Seyfettin külliyatuu göodersin. Onlan okuyun, yapüklannızuı ve düşündûklerinizin orijinal olup olmadığma karar verin. Yüzyıl kadar bir gecikmeniz var... Bu arayı kapatmaya çauşm..." Çocuğun büyük bir suçu yoktu. Elinde olmayan nedenlerden dolayı obir"Yabandji"idi. Tek suçu, oldukça yabancı bir kül- türe katkıda bulunduğuna inanması, kendine sonsuz ve kuşkusuz bir güve- ni olmasıydı. Bu nedenle Türkiye'de sanatın, edebiyatın yüzlerce yıllık serüveni ile tanışmak için en küçük bir çaba harcamıyor, kendi yaşadığı ve miş her Türk genci karşısında büyük bir heyecana kapılır, hele "genç filiz- ler" dediği bu çocuklardan biri ya- bana ülkelerde eğıülip Türkiye'ye geri dönmüşse coşkusu artardı. Antonioni'yi hiç duydunuz mu? Birlikte merakla, bu yeni "filiz"le tanışmak üzere odasına gittim. Kol- tukta genç, k-umral, orta boylu biri oturuyordu. Oldukça havalı, elimi sıkü. Ismini öğrendim: Babür. Babür Bey, Amerika'dan dönmüştü. Bir çümlede kullandığı beş sözcükten üçü İngilizce, ikisi de Almanca idi. Sine- mayla ilgileniyordu. Ve bütün amacı dünya pazarlanna çıkacak Türk film- leri yapmaktı. Biz ölümlülere yukandan bakan bir Olimposlu edasıyla yapacağı sine- mayı anlatır ve Yapı Kredi'in bu işe para yatınp yatırmayacağını anlama- ya çalışırken bir ara durdu, bana Hangi düzeyde olursa olsun müzik eğitımi, kulağı duyarlı kılar. Mehmed Kemal'in kulaklan çınlasın. Divanyolu'ndaki bahçeli lo- kantada o yıllarda pek moda olan "öğle rakısı" niyetiyle oturuyomz. Masada yazar-çizerler, akademisyen- ler, sanatçılar. Birden bir müzik başladı. Radyo- dan mı bir kasetçalardan mı bilinmez, son derece kalitesiz bir grup tarafı- ndan icra edilen bir fasıl. Garsonu çağınp biraz kısmasını rica ettim. O da gitti kapattı. Masada oturan aka- demisyen dostlardan biri isyan etti: "İşte yaşamboyu Barı'yı taktidin sono- cu... Biam kendi müziğimize taham- mül bOe edemiyorsun..." Şöyle bir bakıp gülümsedim: "Hakhsın" dedim. Banatakazaedendostum, Istanbul'- unyabancı okullanndaokuduktanso- nar Amerika'ya gitmiş, yıllarca orada yaşamıştı. Bu müakle en küçük bir il- anlattığı her şeyi eşsiz sanıyor, genel- leştirebıliyordu. "İki yabandjiii... kalpter birieşme- ş Eski bir şarkı. Sevim Burak'ın tadı- na doyulmaz metinlerinden birinin satırlan arasından çıkarak kulaklan- na kadar geliyor. 196O'lı yıllann başlannda, Paris dö- nüşü Doğan Kardeş'te çalışıyorum. Bir yandan Vedat Nedim Tör ve Mus- tafa Baydar'la birhkte o keyifli çocuk dergisini çıkanyorum, bir yandan da Meydan dergisine sinema yazılan yazıyorum. O yıllarda büyük Italyan yönetmenler lstanbullu sinemasever- leri büyülüyor. Visconti'nın Şenso'su, Beyaz Georferi, ya da Antooiom'nin La Notte'si, L'Ectisse'si sinemalarda uzun kuyruklar oluşturuyor. Yaşına karşın ufak tefek ve dinç yapısı üe pire gibi hareketli biri olan Vedat Nedim Tör, bir akşamüstü he- yecanla odama girdi: "Kırtlar" dedi. "Kutlar, bak sen de beyecanlanacaksın.. Ne (ilizler yetişti- riyor bu ülke... Odama gel!.." CumhuriyetTürkiyesi ideallerineiç- tenlikle bağlı olan bu insan, iyi yetiş- bakü... "Bilmem hiç duydunuz mu" dedi. "Michelangek) Antonioni adında bir rejisör vardır. Filmleri herhalde göste- riunedi burada. O der ki..." "Vaaa! Hiç duynıadım... Kusura bakmayın şu anda çok yoğun işim var. Sonra konuşuruz..." 'Yabancı olduk şimdi...' O sırada Türkiye'de Antonioni ko- nusunda ciddi incelemeler yayımlanı- yor, yönetmenin filmleri neredeyse günü gününe izleniyordu. Ama bir "yabandji"den bütün bunlan bilmesi beklenemezdi. "Yabancı olduk şimdi... Yazık birbi- rimize..." Sevim Burak'ın metninden yükse- len kozmopolit şarkı giderek arabesk bir ton kazanıyor. Ve ahyor beni götü- rüyor gene altmışlı yıllann ortalan- na... Divanyolu'nda bir lokantaya. Birkaç yazımda kısaca anlatmış-ol- malıyım. İlk gençlik yıllanmdaki Klasik Türk Müziği tutkusunu ve Dr. Emin Kılıçkale'nin Mevlevi Dergahı"- ndd usul. makam, nota öğrenişimi. gisi olmamıştı ve şimdi beni "Batı tak- litçüiğj," "geçmiş değerlere ilgisizM lik- le suçluyordu. Çünkü o da bir "yabandp" idi. Kendi ülkesini bir Amerikalı "pione- er" gibi yeniden keşfediyor, Marco Pdo gibi heyecanlaruyordu. Son zamanlarda ilginç bir alı- şkanlık edindim. Ne zaman bir soh- bette ya da gazete-dergi sütununda biri cumhuriyet dönemi Türk aydı- nlanna hücum etse, onlan Batı taküt- çiliği, kendi geçmiş değerlerine ilgisiz- lik, halka yabancılık, Jacobin'likle suçlasa hemen o kişinin ya su katı- lmamış yobaz bir şeriatçı yada bir"ya- bandji" olduğuna hükmediyorum. Ve ne yazık ki hemen hemen hiç yanılmıyorum. Bir yobazın tüm bir laik cumhuri- yet rejimi gibi onun aydınlannı da ka- ralaması, suçlaması kabul edilebilir olmasa bile anlaşılabilir bir şey. Elbette kabul edilebilir detdl. Kabuledilemez. çünkü onlann "geç- miş küitür" diye övündükleri ne varsa bütün bu birikimin envanterini çıka- ran, araştırmasını yapan, koruyan onanm uzmanlan, istisnasız (evet is- Yaşayan Beyoğhı'nun tenunuzsaym Kûltür Servisi - Beyoğlu Güzel- leştirme ve Koruma E>erneği'nce yayımlanan aylık dergj "Yaşayan Beyoğhrnun temmuz sayısı çıkü. Derginin "Bir Portre" bölümünde Aylin Güzelbeyoglu yer ahyor. "Ne- reden Nereye" köşesinde ise Beyoğ- lu'nun sevilen lokantalanndan "Haa Bate" konu ediliyor. Ann Göktürk'ün kaleme aldığı yazıda, Türk mutfağının fast-faod'a karşı direnişine değiniliyor. "Kapıkapı" bölümünün konuğu ise "Pera Sa- natMCTkezJ". Yazıda, 1991 yjlında açılan merkezin kuruluş öyküsü ve etkinlikleri hakkında İjilgi verili- yor. Pera Sanat Merkezi'nde mû- zikten tezhibe, minyatüre, tiyatro ve baleye, güzel konuşmadan res- me uzanan geniş bir yelpazede eği- tim verildiği belirtiliyor. Yaşayan Beyoğlu dergisinin rö- portaj konuğu ise ünlü tiyatrocu Zeki Alasya. Alasya, Beyoğlu, ti- yatronun son durumu ve teteyiz- yon çalışrnalan hakkında kendisi- ne yöneltilen sorulan yanıtlıyor. Zeki Alasya, bir soru üzerine Be- yoğlu'nu kurtarmanın tek yolunun "ortak kfltür" yaratmakta oldu- ğunu belirtiyor. "PeDcere" köşesinde ise "Beyof- kı Pasajbtn" inceleniyor. Murat Bdge imzasını taşıyan yazıda, ara- lannda Tünel Pasajı, Suriye Pasajı, Narmanh Han, Panayia Kilisesi Geçidi'nin de bulunduğu eski pa- sajlar anlaulıyor. Dergide yer alan diğer yazılar- daysa "Yofcuhık" bölümünde yer alan "Beyoğhı Pub Bar" ve "Kak- üs" tanıtılıyor. Araştırma bölü- münde ise Nalan Karsan'ın yazdıgı "Yüksek KaMırmdan Nağmefer" bulunuyor. Tozzi'nin 'KapalıGözlerle' yapıtını sinemaya uyarlayan Archibugi: 'Benimyazgınıınromanı'Kühûr Servisi - Fran- cesca Archibugi, yalnı- zca üç fılmle, İtalyan si- nemasını büyük ölçüde boyunduruğu aluna alan alcak gönüllü ger- çekçiliğin en açık sözlü ve en önemli temsilci- lerinden biri haline gel- di. Archibugi, 'hem sıra- dan bem de dikkate de- ğer' olma özelliğini taşıyan karakterlerin yer aldığı öyküleriyle, düş kmkhklanna ben- liğinin benzersizliğine sığınarak tepki göste- ren bir kuşağın sözcü- lüğünü üsûeniyor. Sa- natcı, "Mignon e Parti- U - Mignon Gitti" (1987), «Verso Sera - AkşamaDoğrun (1990) ve "D Grande Cocome- ro - Büyük Kabak" (1992) fılmleriyle ya- şamın bu denli kar- maşık ve zor olacağını hayal bile etmeyen bir kuşak adına konuşuyor. Roma do- ğumlu, otuz yaşlanndaki (yaşı kişisel bir sır) yönetmenin kendi açısından her şeyin yolunda gittiği şjmdiki zaman- dan, en azından yönetmen olarak 'biun- meyen bir alan' olan gecmişe yönelmesi- ne şaşmamak gerek. Archibugi'nin şu anda üzerinde çalıştığı 'Con Gli Occhi Chiusi - Kapalı Gözlerie' adlı film, Pi- randeüo ve Moravia'nın hayranlık duy- duğu Toskanalı yazar Federigo Tozzi'- nin romanından aynı adla sinemaya Francesca Archibagi, 'Con Gli Occhi Chiusi' (Kapalı Gözlerie) filminin çekimkri so-asuıda aktanlmış. Tozzi'nin 1913 yılında Romanı sinemaya aktanrken olaylar yazdığı ve Birinci Dünya Savaşf ndan örgüsünü ve karaİcterleri değiştirmedi- sonra yayımlanan romanda bir aşk öyr ğini söyleyen Archibugi, "Bu fibne bir küsü İconu ediliyor. Tozzi'nin roman- deney olarak yaklaşüm. Amacım yeni lanndan birini sinemaya aktarmanın ideali olduğunu belirten Archjbugi. 'Toskana'dan ender olarak çıkan, İtalya bir fırsat denemek ve şimdiye kadar yaptıklarımın ötesine gecmekti" diyor. Roma'da bir sinema okulundan me- dışma adım atmamış olan yazarm za- zun olan Archibugi, kariyerine kısa manımn edebiyat akımlanna hiç de ya- fılmler ve belgeseller çekerek başladı. bancı olmamasını' son derece şaşırücı İlk filmi'Mignon e Partita'ona 1987 yı- buluyor ve "Con Gli Occhi Chiusi be- nim yazgmun romanı" diyor. lında San Sebastian Film Festivali'nde en iyi film ödülümî kazandırdı. tisnasız) laik cumhuriyet aydınlandır. Hashacip'tcn Merdmek Ahmet'e, Dede Korfcut'tan Evliya Çelebi'ye, Piri Reis'e, Ahmet Yesevi'den Şeyh Galib'e, FuzuU'den Nedim'e, Yımus'- tan Merlana'ya tüm büyük şair, dü- şünür, yazarlar üstüne yapılmış ince- lemeler, araştırmalar ne varsa "ta- mamı" laik cumhuriyet aydınlannın eseridir. Suçlayanlar yine aydınlar Selçuklu ve Osmanlı Türk-İslam uygarlıklanna ait sanat tarihini ılgı- lendiren ne varsa onlan araştıran, bu- lan, koruyan, değerlendiren mimarhk tarihçilerinin, mimarlann, sanat ta- rihçilerinin, restoratörlerin, uzman- lann, müzecilerin "tamamı" laik Türk aydınlandır. Meragalı Abdülkadir'den Tamburi Cemil Bey'e tüm büyük müzisyenleri: Levni'den ve Siyahkalem'dcn Hamdul- lah Efendi'ye tüm büyük ressam ve hattatlan araştıran, tanıyan, tanıtan bilim adamlan ve uzmanlar arasında bana bir tane şeriatçı sayabilir misi- niz? Bütün bunlan bilmez mi şeriatçılar? Bilmez olurlar mı? Hem de noktasına virgülüne kadar bilirler. Ama işlerine gelmediği için tam tersini söylerler. "Batı takütçiliği'' imiş. Hangi taklitçilik? Yahya Kemal'den Nizmı Hikmet'ten, Orhan Veli'ye, Necatigire Cemal Süreya'ya Türk şii- ri mi taklit, yoksa Yakup Kadri'den, Ahmet Hamdi Tanpmar'dan, Saba- hatrjn Ali'dcn Orhan Kemal ve Yaşar Kemal'e, Latife Tekin'e Türk romanı mı? Sait Faik mi taklit, Vüs'at O. Be- ner mi Yusuf ArJgan mı kim? Sevgili Anday bir okunı için Şeyh Galib'in ünlü şiirini bir kez daha ya- zarken ben de onunla birlikte bir İcez daha yürekten "Hoş geMin eya berid-i canan" diyorum ve aynı şiirin lezzetini alıyorum. Sevgili "yabandji" dostlanmız: Boşuna kimlik bunalımı çekmeyin. Oturun, biraz ilgilenin bu ülkenin geçmiş ve bugünkü uygarlığı, kültürü ile bu topraklann yetiştirdiği yazarlan okuyun, şairleri okuyun; tiyatrosunu, sinemasını tanıyın; yapı taşlanna ve mimarlarma dikkat edin, biraz alçakgönüllü olun. Ya yobazlar? Ama beni asıl şaşırtan, cumhuriyet aydmlannı suçlayanlann bir bölümü- nün gene aydınlar oluşudur. Araştınyorum ve çoğunlukla bun- lar "yabandji" aydınlar çıkıyor. Cum- huriyet dönemi aydınlannı yüzeysel- likle suçlayanlar, devletin kapıİculu olmakla suçlayanlar, onlan resmi ta- rihin çanak yalayıcılan olarak gören- ler, halka uzaklık, tepeden inmecilik, Jacobinhkle karalayanlar hep bu ya- bandjiler. Ayncalıklı, halktan kopuk ailelerin el bebek gül bebek büyütülmüş, ya- bancı okullarda okutulmuş, yabancı ülkelere gönderilmiş, günlük ya- şamlannda da sıradan halk insanı ile hiçbir ilgisi bulunmayan, fıldişi kule- lerinde yaşayan kişiler bunlar. Olağanüstü yoiculuk Asıl kimlik bunalımını onlar yaşı- yorlar. Ben kimlik bunalımı yaşamıyorum. Türk insanını tanımak için Suudi Arabistan, tran ya da Amerika'nın araştırma parasına ihtiyacım yok. Onlann raporlan ile tanımıyorum kendimi ve halkımı. Ben kendi insanımı Yaban'da. Çamhca'daki Eniştemiz'de. Mai ve Si- yah'ta, Yeşil Gece'de, Kuyucaklı Yu- suf ta, Huzur'da, Ortadirek'te, Mur- taza'da. Medar-ı Maişet Motonı- nda, Memleketimizden İnsan Man- zaralan'nda buluyorum ve hiç de yadırgamıyorum. Üstelik bana son derece sıcak ve yakm gelen o olağanüstü edebiyat dünyasında Mimar Sinan'ı da bulu- yorum, Itri'yi de Yunus Emre'yi de Karacaoğlan'ı da. Gecmiş-gelecek, doğu-batı, laik- Islama ikilemleri o olağanüstü dün- yada vız gelir tıns gider. Hatta orada o yobazlan da buluyo- rum. "Nur Baba"da. "Vurun Kahpeye"- de, "Yeşü Gece"de. "Yabandji''leri bile. Bu nedenle, sevgili "yabandji" dost- lanmız: Boşuna kimlik bunalımı çek- meyin. Oturun, biraz ilgilenin bu ül- kenin geçmiş ve bugünkü uygarlığı, kültürü ile'bu topraklann yetiştirdiği yazarlan okuyun, şairleri okuyun; ti- yatrosunu, sinemasım tanıyın; yapı taşlanna ve mimarlanna dikkat edin, biraz alçakgönüllü olun; Anadolu in- sanının avucu yere bakar, ona yerden yağar rahmet; bir bozkır çiftçisi gibi bekleyin, karar vermek için acele et- meyin... ve... ve ne olur; her olur ol- maz yerde ve zamanda yaşanılası bir ülke için yaşamını adamış insanlara sövmek densizliğini terk edin. Unutmayın bu "iki kapıiı handa" siz de yolcusunuz, biz de. Ve bu olağanüstü yolculuğa bir an önce çıkın. Yirmi yıl, otuz yıl gecikmiş olsanız bile. "Siyaset gûnfcn gelip çafmadan!.." PENALH MEMET BAYDUR Acının Tadı Biber yemeyi sever misiniz? Yeşil biber, dolmalık bi- ber, kırmızı biber, pul biber, arnavutbiberi, karabiber. Aslında karabiberi bu listeye katmamak gerekiyor. Be- nim sözünü etmek istediğim, Latince adı capsicu olan, o familyadan gelen biberler. Onların da acı olanları. Ülke- mizde Doğu ve Güneydoğu mutfağının kullandığı, seve- nin çok sevdiği, sevmeyeninse yiyenlere dehşet ve hay- retle bakmasına yol açan biberden söz ediyorum. Ben kendimi bildim bileli çok severim biberi. Aile için- de sevenler vardır, ama ağzına koymayanlar da vardır. Yaşlandıkça biber kültürüm gelişti. Şimdi acı çarliston ile kurutulmuş arnavutbiberinin farkını biliyorum. Saksı- da yetiştirip salataya kattığım süs biberinin acısı ile acı sivri biberin acısı da farklıdır elbette. Peru'da yetişen küçük ve tombul rocotonun derin izler bırakan acısı ile tabasko sosunun iştah açıcı tadı aynı değildir elbette. Yalnızca altın, gümüş için değil, baharat için de çıkmış Kolomb, Hindistan'ın keşfine. Oralara gidecek ve adı sanı duyulmadık baharatlar getirecek Ispanya'ya- Ters tarafa gittiği için, HindistanyerineKaraibAdalan'naçık- mış ya ilkin, işte biberle (sahici biberle) Avrupalının ta- nışması o zaman olmuş. Kolomb'un seyir defterinde bir- çok egzotik baharatın yanı sıra bu çok acı, kırmızı, şiş- man biberlerden söz açılan satırlar var. Bu 'meyve', Ko- lomb'un gemisinden dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış ve insanların damak tadını tümüyle değiştirmiş. Çok çe- şitli ve bol miktarda acı biber kullanan ülkelere (örneğin Hindistan'a) bile Kolomb'dan sonra yayılmış acı biber. Hintli yazar Amal Naj'ın biberler üstüne yazdığı nefis kitaptan öğrendiğime göre, dünyanın en acı biberi Mek- sika'nın Yucatan bölgesinde yetişiyormuş. Beş-on bin yıldan bu yana! Naj, bu biberin Maya mutfağında ve ayinlerinde kullanıldığını yazıyor. Gerçekte biber, yalnızca Latin Amerika folklorunda değil, Afrika, Asya kocakarı ilaçlarında da önemli bir yer tutmaktadır. Yenilen meyve ve sebzelerin içinde, ısırdığımız za- man yanıt veren, bizi dişleyen tek yiyecek maddesi bi- berdir. Gözleri yaşartır, kulaklan uğuldatır, terdöktürür, kızartır, bozartır yiyeni, yine de sevenler onsuz oturmaz- lar sofraya. Biberin zevk veren bir yönü olduğunu söy- lersek çizmeyi aşmış olmayız. Inkalar, ülkelerini istila eden Ispanyolları geçici olarak kör etmek için büyük biber yığınları yakarlarmış. Maya- larsa kocalarım aldatan kadınların cinsel organlanna acı kırmızı biber sürerlermiş. Ingilizler, Bahamasömür- gelerinde isyan eden kölelerin gözlerine sürerlermiş aynı biberleri. Irak'ın Kuveyt'i istila ettiği kısa savaşta, Iraklı askerlerin esir aldıklan Kuveytlilere acı biberlerle benzeri işkenceler yaptığını okuduk gazetelerden. Sir John Parkinson, taa 1640 yılında yazdığı başeseri Botanik Tiyatroda (Theatricum Botanıca) köpeklerin acı biberden nefret ettiğini yazıyor. Çocukluğumdan biliyo- rum, hindiler de pek sevmiyorlar acı biberi. Bahçede gezinen bir hindinin önüne, saksıda yetişen çok acı süs biberlerinden birini atmıştık pencereden. Hindi biberi yedi afiyetle, sonra bütün gün başını iki yana sallayarak dolaştı öbür dostlarının şaşkın bakışları altında. Acı biberin yemeklerde kullanılması, sekiz bin yıl ön- celere gidiyor. Meksikalılar, acı biber olmazsa sofraya oturmayan insanlar. Sevgili Yavuz Gör anlatmıştı, Mek- siko şehrinde bir yemek var ki unutulur gibi değil: Acı ve büyükçe bir biberin içine küçük ve daha acı biberler dol- durup dolma haline getiriliyor, fırında pişirildikten sonra acı biber eşliğinde yeniliyor. Yucatan bölgesinin insanları bütün acı biberlere gü- lümseyerek bakan insanlar. Dünyanın en acı biberi ora- da yetişiyor ya, habanero dedikleri bu biberden bir sos yapıyorlar: Xnipek. Xnipek, Maya dilinde köpek burnu demek. Bu biberi yerseniz başınıza gelecekleri haber veriyor. Yukarıda sözünü ettiğim Perunun rocoto biberi ise orada yaşayan birçok insan tarafından bile fazla 'acı' bulunuyor. Bu biberle yıllarca önce iki Gaziantepli arka- daşı pes ettirmiştim Paris'te. Bana sorarsanız iki tür acı biber vardır yeryüzünde: Latin Amerika acıları ve Hindistan acıları. Türkiye'de kullanılan biberlerin hepsi Latin Amerika acı biberlerine yakındır, nedense Hint acılarına hiç benzemezler. Naj, biberler kitabında Hintli aşçıların açı biberle yemek pi- şirmeye bir simyacı edasıyla başladıklarını yazıyor. Yemek ne olursa olsun (et, pilav, tavuk, sebze fark et- miyor) önce kızgın yağın içine bir miktar acı biber atılı- yor, sonra yenilecek diğer önemsiz maddeler katılıyor, onlar pişerken kaşıklar dolusu aynı biberin tozu, sonra, ezilerek püre haline getirilmişi katılıyor tencereye. Aynı biberin üç değişik haliyle pişiyor yemekler. Hintliler bi- berin tadından çok, acılığını üstün tutuyorlar. Latin Amerika mutfağında ise biberin lezzeti, sertliği kadar önemli oysa. Bizim Doğu ve Güneydoğu mutfa- ğında olduğu gibi. Tayland, Çin ve Japon mutfağı da bi- berlere üç farklı tavırla yaklaşıyor. Bunların içinde be- nim en sevdiğim acı, Japonların yeşil hardalı 'wasabi- dir. Bunun dışında Japon mutfağında acı biber pek çok- tur, ama Japonya dünyanın en sıkı iki acı biberini de ye- tiştirir: Santaka ile hontaka. Uzaya giden Amerikalı astronotların bazıları yanları- na tabasko sosu almışlardır, ama bence bu konuda en baba astronot (Vladimir Komarov'dan sonra elbette) 1992 yılında uzaya giden Amerikalı William Lenolr'dır Bu kahraman insan, uzay aracına bir de jalapeno biberi almıştır. Bu da, acısı ciddi bir Latin Amerika biberidir. Bilim adamlan, biberin bağımlılık yarattığını söylüyor- lar. Nikotin, kokain, esrar, alkol gibi. Bence haklılar. Yamnda 'şahsi biberleriyle' yolculuğa çıkan çok insan tanıdım ben. Gördüğünüz gibi biber; çok derin, çok kar- maşık bir konu. Yüzyıllardır insanlar nedenini bilmeden bu acı meyveyi; soğuk algınlığı, grip ve solunum hasta- lıklarının tedavisinde kullanmışlar. Derken 1930'lu yıllar- da bir Macar bilim adamı, Albert Szent-Györgyf, karısı- nın pişirdiği acılı yemekleri incelerken biberin çok zen- gin bir C vitamini kaynağı olduğunu bulmuş. Bu beyaz kristalimsi maddeyi keşfettiği için de, 1937 yılında Nobel Ödülü'nü almış. Time dergisinin o yıl "Paprika Ödülii" dediği! Biber üstüne belki bir başka yazı yazmak gereki- yor, can sıkıntısını azaltmak için. Karşı'mn haziran-temmuz ı sayısı çıktı KARŞI Kiilnır Servisi - Edebiyat, sanat ve düşün dergisi Karşı'nın haziran-temmuz sayısı çıktı. öner Yağa, Kayıhan Keskinok, Gaeton Picon, Refıka Bezirci. Muzafîer Durak, MuzafTer Buyrukçu. Gülseren Engin. MuzafTer Uyguner. Tamer K. Bilgın. Tuğrul Asi Balkar'ın yazılannın, Mehmet Kıyat, Zindzi Mandela, Timuçin Ozyürekli. Özgen Seçkin. Ece Aykız, Kaya Özkuş, Serpil Durak Tuncer ve Ahmet Ada'nın şiirlerinin yer aldığı derginin bu sayıdaki öykücüleri ise Nafize öztok. Burhan Günel. Berna Kutlar ve Hatice Güler. Burhan Günel'in yönettiği Karşı dergisinin azışmaadresi: P.K. 371,06423 lay-Ankara.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle