13 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CÜMHURİYET 15 ARAUK 1994 PERŞEMBE r 14 KULTUR Ömer Asım Aksoy Ömer A. Aksoy ödülleri ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Dil Derneği ve Aksoy Ailesinin ortaklaşa dûzenledikleri "Omer Asım Aksoy Ödülleri" nin ilki, yayınlanmış roman dalında verilecek. 63. Dil Bayramı olan 23 Eylül 1995 tarihinde verilecek olan ödülün amacı, Ömer Asım Aksoy'un Türkçe konusundaki düşüncelerini ve savaşımııu yaygınlaştırmak olarak açıklandı. Dil Derneği tarafindan dûn yapılan açıklamayla, bu yıf ilki düzenlenen Ömer Asım Aksoy yayımlanmış roman yanşmasının koşullan açıklandı. Gelecek yıllarda kapsamı genişletilecek olan yanşmanın koşullan, şöyle sıralanıyor: -Ödüle, 1 Ocak-31 Arahk 1994 tarihleri arasında yayınlanmış bir roman aday gösterilebilir. Ödüle son başvunı tarihi 31 Mayıs 1995tir. -Ödül verilecek yapıtta, Dil Derneği'nin amacına uygunluk, di) özgünlüğü, dilin yaratıcı olanaklannı kullanmadaki başan yanında, yapıtın sanat değeri ûzennde durulur. - Ödüle aday olan yapıttan 6 tanesi, yazann kendisi ya da izin belgesi ile büiikte yayınevince Dil Derneği'e gönderiîir (ya da elden verilir.) - Ödül, tek bir romana verilir, bölüştürülemez. - Ödül, Aksoy Ailesinin parasal katkısı ile Dfl Derneği'nce 40 milyon lira olarak belirknmiştir. Aynca yazara bir belge ve plaket 26 Eylül 1995'teki Dil Bayramı'nda snulacakür. - Seçıci kurul, Prof. Dr. Tahsin Yücel. Konur Ertop, Emin Özdemir, Şemsettin Ünlü, Ayb Baraz'dan oluşmaktadır. - Ödüle Dil Derneği Yönetim Kurulu üyeleri ile seçici kurul üveleri adav olamaz. Balede Yeni Renkler-1 / Erdal Uğurlu'nun koreografisi 'Vesaire' 6 AtgözKildeiTiıi at!'.••RRANAEVCİM Hemen hemen her sezon lstanbul Devlet Balesi sanatçılan bir 'üç bale' prvgramı hazırlarlar. Bu çeşıt yapımlar, özellikle üç perdelik büyûk eserler gıbı bûtçeyipek sarsmadığından ve zayıfre- pertuvarla sezonu geçistirmekten hoş- lanmayan bale sanatçılarına ve kore- ograflara daha çok temsil verme şansı yarattığmdan tercih konusudur. Aynca, küçûk kadrolan, küçük sahneleri ve kü- çük bütçeleriyle ideal bir turne malze- mesi oluştururlar. Ne yazık ki, yetersiz tanıtım yüzünden yalnızca 'üç bak'ola- rak duyurulan bu çalışmalar, seyirciye hep aynı balelerin yinelenmesiymış gibı gelir. 1994 yılının ılk aylannda topluluk repertuvarına katılan yeni 'üç bale', böyle bir kargaşahgı önlemek ve göste- rinin niteliği hakhnda daha çok ıpucu vermek amaayla Balede Yeni Renkler olarak adlandmlmış. Gerek henüz ko- reograf kadrosununa ahnmamış genç bale sanatçılanmn yaratnğı eserler ol- ması bahmından gerekse esh klasikle- rin yinelenmesi yerine yenüiğe ve ara- yışa dönük çalışmalar olması bahmın- dan Balede Yeni Renkkrbu çalışmala- nı uygun ve ilgi çekici bir üst başlık. Tiyatro'dan Baleye... Bu gösterı kapsammda sergilenen üç koreografıden birincisi Erdal Uğurhı'ya ait. Sanat yaşamına Anka- ra Devlet Opera ve Balesi'nde başla- yan bu sanatçı, ilk koreografi dene- mesinı bu topluluk tarafindan 1985 yılında bir Bursa turnesinde sergile- nen 'Drvertismanlar'ın arasındakı 10 dakikahk süreyı değeriendırerek baş- lamış. Algero'nun müziği ile dans edilen bu eserın adı Yenilgi. Erdal Uğurlu, daha sonra Günaha Son Çağ- n fîlminden esinlenilerek gerçekleşti- rilen Isasi (Isa ve asi sözcüklennden türetilmiş) ile bu alandakı çalışmala- nnı sürdürmüş. Bu ikıncı çalışmayı. ilende daha da geliştirmeyı, özellikle Maria Magdalena'ya yeni bakış açı- lannı işlemeyı düşünüyor. Öğrencilik yıllannda Ankara Devlet Konservatu- van'nın tiyatro bölümünden bale bö- lümüne geçmış olan bu genç koreog- raf için tıyatro eserlenne koreografi yapmak da ilginç bir fırsat oluştur- muş. lstanbul Devlet Tiyatrosu'nun sergılediği Macbeth ve The God/Fi- nal'ın. Ferhan Şensoy ve Ortaoyuncu- lar'ın sergilediği Köhne Btzans Ope- rası adlı operetin ve lstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin Danimarka'yı fet- hederek sansasyonlar yarattığı Turan- dotoperasının koreografileri Erdal Uğurlu'ya ait. Puygu AykaJ'dan etküenmiş 1993 yılının son aylannda, Atatürk Kültür Merkezı'nın bale salotıundaki duyuru panosuna lstanbul Devlet Ba- lesi sanatçılanndan koreografi çalış- malan yapmak isteyenler ıçin bir çağ- n asılmış. Erdal Uğurlu'nun Balede •Yıllanmı verdiğim klasik balenin bana ilk işimde yardım etmesini istedim. Bence bu neo-klasik tarzda bir çalışma oldu. Ileride 'postmodern' ve 'underground' tarzı işler yapmak istiyorum. •Koreografiler yaptıkça, kendi tarzımı daha iyi bulacağıma inanıyorum. Bu işte klasik bale kalıplannı bozarak çalışmak bana çok keyifli geldi. Klasik balede dansçılar aslında son derece olağandışı pozlarda, üstelik epey acı çekerek dans ederler. Bu tuhaf görünümün nasıl olup da 'estetik' hale dönüştüğünü sorgulamaya çalıştım. Yeni Renkler kapsamındakı koreogra- ğişık insan kişiliklerinden yola çıka- rak^aratılmış. "Günlük yaşamımızda. öroeğin bir taksi şoförüyle veya postacıyla iletişim kurarken benimsediğinıiz kalıplaşmış tavırlar vardır. Bence aynı durum, sahnedeki konumumuzda da geçerli. Belli ortamlarda. belli gözlükler kulla- nıyoruz. Bunlan çıkardığımızda her şey olağan dışı ve garip görünüyor. Kuüandığımız gözlükler, kişiliğimizle de ilgUi. 1930'lu yıllarda deniz kıyısın- daki bir piknik, 19. vüzyıtöa bir aris- tokrasi balosu Vesaire... Bu birbirin- den zaman ve mekân olarak çok farklı ortamlarda bile değişme>en ya da bir- birine benzeyen insan kişiliği kalıplan var. EUer üstünde taşuıan ve dokunul- ması tabu haline gelmiş bir kadın ya da bir şeyleri arayan, iyi niyetti bir ka- dın ya da ortama hırçınca karşı çıkan, dolayısıyla yenilmeyi bir yaşam biçimi haline getirmiş başka bir kadın_ Zor- lııklar içinde yaşamış, dikkadi ve sağ- lam basnıayı öğrenmiş bir kadın_ Bu değişik kişiliklerin arasındakı davra- fisi Vesaire, işte bu çağrıya yönelik çalışmalardan biri. Birbuçuk ay kadar düşünme ve tasarlama aşamasından geçtikten sonra Vfesaire'nin yaratılma- sı 20 günlük prova süresinde tamam- lanmış. Bu eserın bir tiyatro veya operadan bağımsız olarak Erdal Uğurlu'nun lstanbul'da gerçekleştir- diği ilk koreografi olması bakımından önemlı bir yen var. Erdal Uğurlu, ilk baş rolünü Ankara Devlet Balesi'nde Duygu AykaTın tnsancık adlı koreog- rafısınde dans ettiğinı ve onun kişıli- ğınden çok etkilendiğini anlatı- yor: "Duygu Aykal, birtakım kalıplan kıramadığımı, bunun yaşamıma da- yansıdığını söylemişti. Aslında çok da haklı değildi. çünkü ben düşünüyor ve sorguluyordum." Her şeye rağmen. Duygu Âykal'ın şu sözlennı hıç unut- mamış: "Atgözlüklerini at!" Yıllar sonra gerçekleştırdıği Vesaire'de kul- lanılan kara gözlükler, sevgılı Duygu Aykal'm bu uyansına bir gönderme. Aynı zamanda, insan ihşkileri ve de- Erdal Uğuriu nış farkianndan doğan çok gizJi çekiş- meler. her şeje rağmen var olan karş»- lıklı bağtılık ve sevgL. Bütün bu tiple- meleri kullanırken asunda dansçı ar- kadaşlanmın kendi yaradıuşiaruıdan hareket ettinı. Zaten onlara çok söz hakla tanıdım. Odenek olmadan dekor ve kostûm Orneğin, bazı hareketleri kendi bedenlerine nasıl yakıştırıyorlarsa öyle yorumladılar. Aynı durum, er- kek arkadaşların tip'lemelerinde de geçerii. Biz erkek dansçılar, genel- likle prova yapmaya kızlardan da- ha az istekliyizdir. Bu yüzden hare- ketleri pek hissetmeden, kalıplaş- mış bir şekilde dans ederiz. Aklımız çoğu zaman başka bir yerdedir. Er- keklerin koreografisinde de çıkış noktam bu oldu. Bir de bunun kar- şıtı, daha özenli, daha duyarlı er- kekler vardır. Hepsini kullanmaya çalıştım. Kimseyi olduğundan fark- lı davranmaya zorlamadığım için Eğer siz de kara gözlüklerinizi çıkarmaya ve biraz şaşınp biraz gülmeye hazırsanız, İDB'nin 1995 programım koUayın. provalar çok zevkü geçti." Bu program kapsamında gerçekleş- tirılen koreografiler, ıdarenın "Mas- raf çıkmasın" talimatına uygun ola- rak, dekor ve kostum odeneğı olmak- sızın yaratılrruş. Bu doğrultuda, kos- tüm tasanmı, taytlann ve gözlüklerin masraflan Erdal Uğurlu'ya ait. Yal- nızca kullanılan aristokrat ceketleri, Osman Şengezer'den ızın alınarak es- kı opera eserlerinden depoda kalanla- nn değerlendırilmesıyle elde edilmiş. Işık çahşmalarını da Metin Koç- rürk'le bırlıkte, kullanılan sahnenin kısıtlı olanaklan çerçevesınde gerçek- leştırmişler. Duygusal ve acımasız gözlükler Vesaire'de Vıvaldi'nın 'Dört Mev- sim'inden bazı bölümler kullanılmış. Bu eserden birbırlerine tamamen kar- şıt olarak seçılmış çok yavaş ve çok hızlı bölümler, başlangıçtakı rüzgâr ve dalga efektleriyle ve fınaldekı yağ- mur sesiyle son derece doğal bir bü- tün oluşturuyor. Aynca, Ayfer Zeren ve Serap Meriç'ın dans ettiğı bölüm- de, hiç müzik kullanılmamış. Onun yerine, sahnenin arka planında sırtüs- tü yatan diğer dansçılar, ellenyle yere vurarak, gıttıkçe yoğunlaşan bir ritım veriyorlar. Vıvaldi'nın rahatça akan müziğının devamında gelen bu bek- lenmedik değişiklik, Vesaire'nın ba- şından sonuna egemen olan 'bir ara- daki karşıtlıklar' temasına yeni bir boyut kazandınyor. Sessizliği doldurarak yükselen bu ritmın nabız atışlannı çağnştıran ger- gınliği ile dansın ritmın içinden ge- çen, yuvarlanan, kıvnlan yumuşaklı- ğı... Bir çelişki, ancak bu kadar şıırsel ve duyarlı anlatılabilır. Klasik bale adımlannın hınzırca eğınlıp büküldü- ğü, hatta aralara günlük yaşamdan ka- ba saba hareketler serpıştınlerek hı- civlı ığnelı bir anlatıma büründüğü bu eserde, Erdal Uğurlu'nun hem duygu- sal hem de acımasız gözlüklerinı nasıl bir arada kullandığina şaşıyor insan. Kendisinin koreograf Ashley Pa- ge'den etkilendiğini iddia edenler, belki de en çok bu alışılmadık bakış açısındakı benzerlık yüzünden böyle düşünüyorlar. Bir etkılenme söz ko- nusu olsa bile, sanatçılann bırbirlerin- den esinlenmesının bir tabu haline getirilmesinin nedenini sorgulamak gerekiyor. Uğurlu'nun, dansçılanyla çok uyumlu bir iş çikardığı açık. Bu durumda, ızJedığı filmlerden bırlıkte çahştıği koreograflara kadar çeşıtlı et- kıler altında kalmış olması, yaratıcıh- gının doğal bir parçasını oluşturuyor. Eserin kostümünde de ikı farklı dev- nn birbirine aykın stilteri şaşırticı bir rahatlıkla bir araya getirilmış. Kısaca şu mesajı duyar gibi oluyorsunuz: Si- ze daha kım bilir ne muziplikler ya- panm; kızmak ısteseniz de gülümser, kendi tepkinize kendinız şaşarsınız! 4 Kannaş]k karakterleri severim'Kültür Servisi- 34 yaşındaki, Ermeni asıllı Kanadalı yönetmen Atom Egoyaa son günlerde adından çok sözettînyor. Egoyan, 1985'te çe- virdiği ılk uzun metrajlı filminden (Next of Kın) sonra festivallerde de gösterime gıren beş film daha çekti. Yönetmen, fılmlerinde özellikle ki- şısel dünyasına sadık kaldı, insanla- nn özel hayatlannı, ne\Totik karak- terlerini, aıle içi ilişkilerıni mizahı da gözardı etmeden, neredeyse bi- lımsel bir yöntemle beyazperdeye yansıttı. Egoyan'ın sineması zaman zaman çok duygusal, zaman zaman da çok akılcı özellikler taşıyor. Ego- yan'ın striptiz yapılan bir gece kulü- bünde gelişen olaylan anlattığı son filmi "Exotica", geçen Cannes Film Festivali'nde büyükilgi gördü ve Uluslararası Eleştıri Ödülü kazandı. Atom Egoyan ile Fransız Premiere dergısınde Gerard Delorme ve Eric Libiot'nun yaptığı söyieşiden bö- lümler sunuyoruz: - Gerçekten Esotka adh bir gece kulübü var mı? Hayır. Fılmde gördüklennız yal- nızca dekordu. Benim egzotik ola- rak adlandırdığım şey insanın gün- lük yaşamında ön plana çıkmayan özelliklerini kapsıyor. Bunu mekan- la da sınırlı tutabilirsiniz. Filmin gerçekleri çok dikkatlice kuruldu. - Egzotik hayvanlar fikri nereden çıkü? Hayvanat bahçeleri her zaman il- gimi çeknüştir. Bunu çok absürd bu- lurum. Kafesler, akvaryumlar... Bu hayvanlarla ilgılenırsenız onlar sıze egzotik görünür. Eğer ilgi göster- mezseniz hayvanat bahçelennin, bir jungle'dan farkı kalmaz. Filmin ak- varyumlarında da, kahramanlann başma gelen bu. Herşey tesadüfe bı- rakılmış. Dışarda neler olduğu bılin- miyor. - Bu filmde de kahramanlarınız farklı ve sürekli aynı durumlarla karşı karşıya kahyorlar. Bunlann ne- deni de filmin sonunda anlaşıfayor. Bence dramatik anlatım, her za- man ıçinde gizlenmiş birşeyler ba- nndırmalı. Kişileri tanımlamak için iki yol var: Ilkinde, neden eylemlen oluşturur. tkıncisınde eylemlen ne- denden önce görürüz. Ben kesinlikle ikincı yolu kullanınm. Karmaşık ka- rakterleri severim. Onlann mutlaka gizli kalmış köşeleri vardır. İşte, ka- rakterlerdeki bu gizli kalmış köşele- ri çıkanp yansıtmak benım çok ho- şuma hoşuma gidiyor. Tehlike, bu durumlann daha önceden sezilmesı. Benim filmlerime alışık olanlar açıklama beklemek zorunda olduk- lannı bilirler. Bu da oyunun bir par- çasıdır. - Para ve seksle fazla UgOenmiyor gibi görünüyorsunuz— Araya mesafe koymak zorunda- yım. Okul formasıyla danseden bir kız imajı çok kendıne özgüdür. Bu imajı kötüye kullanamazsınız, cinsel olarak farklı şekillerde yorumlaya- mazsınız. "The Adjuster" cinsel olarak en çok kirletılen filmim oldu. Çünkü karakterlerime karşı bire bir sorumluluk hissetmiyordum. Onlar- la cinsel bir ilişki kurabilırdim. Bu filmde farklı bır durum sözkonusu. Üzerinde okul formasıyla danseden bir kız gördüğümde korktum. Bu filmi çekmek istemedim. Cınsellik konusuna çok hassas yaklaştım. Iki kişınrn seviştıği sahne belkı de ken- dimi gerçekten özgür hissettiğim tek sahne. Ben her zaman çok ihtiyatlı ve içe kapalı oldum. Seyircinin de bu Lolita fantazisını paylaşmasını istemedim. Filmin konusu da bu de- ğildi zaten. - Anlaşıunaz kahramanlan yücel- tiyorsunuz... Evet, buna bayılıyorum. Durumu altüst etmek için halkın beklentile- riyle oynamak en büyük zevkim. - -Filmlerinizde "absürd" bir anla- nm gözleniyor_ Cannes'da beni "Genç David Lynch!" diye tanıttılar. Aman tan- nm! Onun çalışmalannı çok beğeni- rim, ondan çok etkilendim ama ara- mızda çok büyük fark var. - Kanada dışında da fihn çekecek misiniz? Evet. Ben zaten yerimde dura- raam. Ancak Hollywood'dan söze- dersiniz, durum değişir. Orada film çekebileceğimden pek emin deği- lim. Inanmadığım bir film çekmek için Amerika'ya gidecek değilim. Para beni ilgilendirmiyor. Çektiğim filmler konusunda çok hassasım. Filmlerimi hep istediğim gibi çek- tim. Bu özgürlüğü kaybetmeme neden olacak herhangi birşey yap- mayacağım. Tuba İnal'ın heykel sergisi yann Galeri Nev'de açılıyor Çıkış noktası, yaşamla ilgili algılan ZEYNEPRONA Heykel, özellikle de büyük boyutlu heykel; mermer olsun, tunç döküm olsun. zor bir uğraş. Malzemeyi ara- yıp bulmak, şanslıysan "atölye" de- nen bir çalışma mekânına sahip ol- mak. Malzemeyi dönüştürmek, gene şanslıysan sergileyecek ortamı bula- bilmek. Çoğu kez satamamak, satıla- mayanı depolamak: Yaklaşık 1.5-2 ton ağırlığuıdaki yapıtı bır yerden bır yere taşıtıp durmak. Heykelcinin sanatı gerçekten zor- dur. flerleyen teknolojinin, geliştiğı varsayılan kültür ve sanat ortamının, ona yüzyıllar boyunca pek katkısı ol- mamıştır. Çünkü eskiden olduğu gibı. o, örneğin bir mermeri yontmak için gene kendi bedensel gücüne güven- mek zorundadır. Üstelik artık ona, bu büyük boyutlu yapıtları ısmarlayan sanat koruyuculan ya da sanatsever- ler de yoktur. Çoğu İcez "atölye" diye. en akla gelmez mekânlarda, en ılkel koşullarda kütleye can verır. Süreç uzun, malıyet yüksektır. Biz izleyicı olarak sanatçının elinde canlanmış bır taş parçasına bakarken çoğu kez bun- lan düşünmeyiz. Ama her yapıtın, ya- ratıcısı için uzun ve zorlu bir serüveni vardır. Belki de birçok genç sanatçıyı heykele yönelmekten alıkoyan bu ne- denlerdir. Neden seramik değil de heykel? Tuba Inal (d.1960. lstanbul), genç heykel sanatçıianmız arasında bu so- runlan göğüslemeye çalışan bir hey- kel tutkunu. Tutkunu diyorum, çünkü Tuba'nın eğitımi seramik dalında. 1980-82 arasında lstanbul Devlet Tat- biki Güzel Sanatlar Yüksek Oku- lu'nda. Bugün geleneksel seramik alanındaki en önemli ustalardan biri olan Turgut Tuna'nın yanında öğren- miş seramik yapmayı. Kendısıne, "Neden seramik değü'de heykel?" di- ye sorulduğunda. "Seramik bana iste- diğim özgürlüğü tammıyordu. Sanat- sal anlatım özgüıiüğüm teknik sorun- larla sürekli denetim altına alınıyor, kıs7tlanıyordum. En azından ben böy- le hissertim. Fleykelin ham maddesiyle çauşu-ken benim elimde olmayan tek- nik sorunlar yoktu. Her şey bana bağ- lıydı" diye yanıtlıyor. Tuba'nın sera- niikten taşa geçişi doğal bir süreç iz- lemış. Sanatçının 1983'te açtığı ilk seramik sergisinde de ana teması fı- gür. Bunlar yaklaşık 20-85 cm yük- sekliğinde, anatomik özellikleri usta- ca işlenmış, yumuşak hatlı, kapalı or- ganik figürler. Aynı form anlayışını pişmiş toprakla da deneyen sanatçı. ilk taş (granit) heykelini, 1985 sonun- •Tuba, Adapazan siyahı başta olmak üzere Yatağan beyazı, Burdur pembesi ile Afyon ve kaplanpostu mermerlerini işliyor. Mermer ya da tunç döküm büyük boyutlu heykellerinin yanı sıra tunç ve gümüş kaplama heykelcikler de üretiyor. Tek ya da çok figürden oluşan bu küçük heykelleri, kimi yerde sanatçının daha hafifletilmiş ince uzun mermer heykellerinin yalın ve zarif biçim anlayışının bir uzantısı gibi. da fotoğraf sanatçısı Ersin Alok'un yüreklendirmesiyle yapmış. Tuba'nın bu ilk heykelleri de küçük boyutlu. Ama figür bir önceki kapanık organik formlardan uzaklaşmış, keskin hatlı; bir anlamda stilize edilmiş. Bu, 10. kişisel sergisi Tuba, heykel tekniklerini 1980- 87 arasında, çeşitli ustalann mermer, tor- na ve döküm atölyelerinde öğrenmiş; ilk heykel çalışmalannı da 1985-88 arasında, Güzel Sanatlar Akademi- sı'nde Rudolf Belling'in öğrencısı olan ve soyut çalışan Ismail Hakkı Öcal'la yapmış. 1983'teki ilk sergi- sinden sonra sanatçı, dokuz kişisel sergi açmış. 30'un üzerinde karma sergiye katılmış. Bu, 10. kişisel sergi- si. Tuba İnal'ın hareket noktası insan. tnsanın yaşam içinde yaşadığı korku- Iar, kaygılar, baskılar, sevinçler ve acılar...Sanatçı bunlan aktarmaya ça- lışıyor insan imgesiyle. Çıkış noktası, yaşamla ilgili algılan. Ele aidığı duy- gulan yoğun yaşıyor. Bu nedenle de sonuç. çoğu kez ilk taslaklardan uzaklaşabılıyor. Tuba bır anlamda - uzun süren sürece karşın- anlık duy- gulannı yansıtıyor. Bu süreç içinde biçım, o duygulara göre önceden ta- sarlanmadık boyutlara ulaşabiliyor. Sanatçı için bir başka önemli nokta da, aynntıdan çok biçim üzerinde yo- ğunlaşmak; maJzemenın doğal yapısı- nı koruyarak, izleyiciye "bitmemiş- Bk" duygusunu yaşatmak. Figür - smır ilişkileri Bu bağlamda Tuba son derece eko- nomik çalışıyor. Kütleyi, ancak aktar- mak istedıgı duygulan aktaracak ka- dar yontuyor, kütlenin asal biçimini korumaya çalışıyor. Bu nedenle de ki- mi kez insan imgesını, taş bloğun bir, iki ya da dört yüzüne zemınden dışan fırlayacakmışçasına derin yontarak biçimi bozmamaya çalışıyor. Tuba, Adapazan siyahı başta olmak üzere Yatağan beyazı, Burdur pembe- si ile Afyon ve kaplanpostu mermer- lerini işliyor. Mermer ya da tunç dö- küm büyük boyutlu heykellennin ya- nı sıra tunç ve gümüş kaplama hey- kelcikler de üretiyor. Tek ya da çok figürden oluşan bu küçük heykelleri, kimi yerde sanatçının daha hafifletil- miş ince uzun mermer heykellerinin yalın ve zarif biçim anlayışının bir uzantısı gibi. Tuba 1992- 93'te Vakko Sanat Ga- lerisi'nde açtığı sergiye "Figürler ve Sunrlar" adını vermış. Bu sergide yer alan tunç ve gümüş kaplama heykel- ciklerinde figürleri, "duygulan sim- geleyen smırlar" olarak tanımladığı öğelerle bütünleştirmış. Sanatçı, ls- tanbul Galeri Nev'de 16 Aralık 1994- 3 Ocak 1995 tarihlen arasında izlene- bilecek bu sergisinde gene figür - sı- nır ilişkilerini ırdeliyor. Ama bu kez tunç değil, mermerle. Yükseklikleri yaklaşık 45-180 cm arasında değişen bu figürlerden küçük boyutlu olanlar, fıgürden yaklaşık 20 cm daha yüksek sınırlayıcı öğelerle bütünleştirilebıl- miş. Büyük boyutlular ise -sınırlayıcı öğelerle 250 cm'ye yükseleceğı için- sergi mekânını zorluyor. Bu nedenle de sanatçı ıçin "asbnda yanm kal- nnş" olarak sergileniyor. Tuba'nın bu sergisınin bir özellıği de, ilk kez ger- çekleştırdiği kabartma levhalan. Sa- natçı bu yapıtlannda ımgeyi murcla- yarak (yani mermeri yaralayarak) oluşturduğu zemin üstüne kabartma olarak vermış ve dokusal farklılığı vurgulayabilmek ıçin imgeyi cilala- mış. Bizleri dokunmaya çağıran ve ken- dine özgü yaşamlan olduğunu hısset- tiren bu varlıklar. Tuba'nın ınsana ve malzemeye olan duyarlılığı ile toz- toprak içinde yaratılmış. 'Sinemada : Umıtulmayan Yüzlep'. • Kültür Servisi -' Sinemamızda ; Unutulmayan Yüzler' toplantılan ^ Tank Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde sürüyor. Yann saat 18.00'de yönetmen ve sinema _ yazarlan Şener Şen üzerine İconuşacak. Toplantıya Yavuz ' Turgul, Atilla Dorsay, Sevin Okyay ve tbrahim Sadri katılacak. Yann aynı zamanda 15.30 ve 19.00'da Nesli Çölgeçen'in yönettiği, başrollerini Şener Şen ve Erdal Özyağcılar'ın paylaştığı "Züğürt Ağa" adlı film ,-,' gösterilecek. ,, Tapık Sipahi'nin sergisi 81/2'de • Kültür Servisi - Tank Sipahi'nin yağlıboyu resim sergisi Harbiye'deki Cafe 8 1/2'de sürüyor. 6. kişisel sergisini açan sanatçı. 1981 'den bu yana resim yapıyor. Resimlerinde genellikle canh renkler, figür, çiçekler ve portrelere yer veren sanatçının sergisi 19 aralığa dek görülebilecek. Ölümsüz bir Kavka kuşu' Kültür Senisi - İki ayda bir yayımlanan kültür sanat dergisi Hişt'in yeni sayısında 'Ölümsüz bir Kavka kuşu' ve Ahmet Onlü imzalı 'Prag'lı Hayalet' başlıklı yazılarla Kafka bir kez daha anıhyor. Dergide Mustafa Alagöz imzalı 'Duyarsızlık/Kendiliğinden Bir Yaşam' başlıklı yazıda giderek derinleşen insan duyarsızlıgından söz ediliyor. Atilla Akar ise 'Bir iletişim aracı olarak burçlar" yazısında astrolojinin insandaki varoluş arayışına bir bir cevap vermesi nedeniyle sosyal bir^ayıhm gücü olduğunu anlatıyor. Dergide, Serpil D. Tunçer'in çevirisiyle Joyce Garol Oates'in 'Iki Kapj' adlı öyküsü ve Belma Ulutaş, Ruben Dairo, Alp Tamer ve Burçak Özüdil'in şiirleri de okunabilir. Hülya Düzenli Koç'un sepgisi • Kültür Servisi - Ressam Hülya Düzenli Koç'un resimleri bugünden başlayarak Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfi'nda sergilenecek. sanatçının son çalışmalannın da yer alacağı sergi 9 ocak tarihine dekaçıkkalacak.(534 95 50) Kocaelii.nesim yanışması sergisi ; • Kültür Servisi - Kocaeli Devlet Güzel Sanatlar Müzesi'nin nüvesini oluşturmak amacıyla düzenlenen 1. resim yanşması . sonuçlandı. 79 sanatçının 94 eserle katıldığı yanşmada 1 Mahmut Bozkurt (Dionysos), Hasan Kıran (Kireç Kuyusunda Kaval Sesleri) ve Bahri Genç (kendi portresi) üç eşit ödül . almaya değer bulunurken Hakan Pehlivan, Aysel Ula§ ve •' .Î Muhammet Şengöz de • mansiyonla ödüllendirildi. ödül • alan ve sergilenmeye değer * bulunan eserler Sabancı Kültür Merkezi'nde sergileniyor. • Münih'te Kanuni Sultan Süleyman Konfepansı • MÜNİH(AA)-Kanuni Sultan ' Süleyman'ın 500. doğum yılı dolayısıyla Münih'te bir konferans düzenlendi. Türk- * ; Alman Dostluk Derneği, Yakındoğu Tarih ve Kültür ve Türkoloji Enstitüsü, tslam Kültür ve Sanarı Severler Derneği ile Türkiye'nin Münih Başkonsolosluğu'nun da desteklediği konferansa konuşmacı olarak katılan Hamburg Üniversitesi profesörleri Dr. Petra Kappert, Dr. Claus-Peter Hease ile Münster Üniversitesi profesörlerinden Dr. Jurg Meyer Zur Kappelen, Sultan Süleyman'ın devlet adamlığı ve hükümdarlığı dışında üzerinde fazla durulmamış olan sanat ve şair yönlerini anlattıiar. Arme'nin filmi mahkemelik • BONN (AA) - Alman yazar Bernd Spaeth, Arnold Schvvarzenegger'in hamile kalan bir erkeği oynadığı 'Junior' (Ufaklık) filminin yapımcılan aleyhine davâ açacağıru açıkladı. Bernt Spaeth, yayımladığı açıklamada, Ufaklık filmindeki birçok sahnenin. 'Stitches' isimli kitabından aşınldığını ileri sürerek Los Angeles'taki avukatlanndan filmin yapımcılan ve Universal Pictures aleyhine dava açmalannı istediğini belirtti. Spaeth, "Avukatlar halen filmin Almanya'da ve ABD'de gösterime girmesini önlemek için girişimde bulunup bulunmamamız gerektiğini araştınyorlar" dedi. Arnold Schwarzenegger'in yanı sıra Danny de Vito ve Emma Thompson'ın oynadığı Junior filmi, Schvvarzenegger'in oynadığı karakterin hamile kalması ile sonuçlanan çalışmalar yürüten üç bilim adamını l
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle