Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET2 19 AĞUSTOS1993 PERŞEMBE
KULTUR
Ölümünün 57.yılında Endülüs'ün ölümsüz sesi Federico Garcia Lorca
Geçmişi 'yaşayan geleneğe' dönüştürmekti amaa
NEYİRE GÜLIŞIK
Eğer Madrid'c yolunuz düşer
de geniş Castellana Bulvan'-
ndan Pinar sokağma sapıp. za-
rif vıllalann arasından "Kavak-
lrtepe"yı ağır apr tırmanırsanız
bir kasım akşamında, gıde gide
geniş ağaçlıklı bir bahçe ıçinde.
!9lO"lardan kalma. sade görü-
nüşlü. ahşap nefti balkonlu.
pencereleri tahta pancurlu, üç
katlı bir >apıya vanrsmız.
Aslında bir kış akşamı ya. bir
ilkbahar sabahı da olabilir el-
bette; çe\resinde çamlan, akas-
yalan, defnelerivİe binavı hep
öyle vakarh, görmüş geçirmiş.
biraz yüksekten kenti sevre dal-
mış bulursunuz; ama v ine de en
iyisi "ölmüş yaprakların yüreğe
korku saldığı'" mevsımde, eski
fenerlerin loş ışığında görmek-
tir onu.
O zaman. yan aydınlıkta. bi-
nanın tuğla kaplı cephesinde şu
dizeleri seçerek duralarsınız.
"Gülün aradığı
bilim değildi, ne de gölge:
tenle diişün sınırmda
aradığı başka şeydi"
Ve eğer lıse sıralannda, sıkıcı
tarih ya da fizık kitaplannın
arasında gizhden gizlıve Federi-
co Garcia Lorca'run şiırlennı
ezberlemiş, bir kuşaktansanız,
birden nereden esiverdıği belır-
siz bir güçlü Endülüs rüzgan
sarsar sizi dennden: Şaınn usta-
lık \ e sevgn le seçılmış o dört di-
zesi, benzersız sesleri ve ımge-
leriyle bütün şıirlenni birden
çağnştınvenr belleğınize.
(Yok eğer geçmışınizde öyle
bir anı bulunmuyorsa. yaak
doğrusu: Yine de bu büyük, bu
evrensel İspanyol şairinin dize-
lerini özümsemek için hiç kimse
asla geç kalmış sayılmaz!)
Iİspanyol yazınının
"Giimüş Çağ"ı
İspanyol Bilimsel Araştırmalar
Kurumu'nca yakın yıllarda restore
edilerek bir uluslararası kültür mer-
kezine dönüştürülmüş bulunan o
bina bir zamanlann ün!ü Residen-
cia"sı, Lorca, Dali, Bunuel, Alberti,
Gerardo Diego, Juan Ramon, Jime-
nez, Lnamuno. Antonio Machado
gibi ünlü şanatçı ve >azarlann bu-
luşma yeriydi. Bir zamanlar... 20'li
ve 30'lu yıllar: Boğa güreşçilerinin
şiir yazdığı, şairlerin resim ve beste
yaptığı, Madrid"in siyasal calkanü-
lara inat yaratıcı, esinleyici. çokyön-
lü bir kültür merkezi oluşturduğu;
sanki yaklaşan fırünayı sezinlemiş
de acelesi varmış gibi. o verimli çev-
rede herkesin. tüm sanatcılann bir-
birleriyle yanşırcasına peşpeşe ola-
ğanüstü yapıtlar verdiği dönem.
ispanyol yazınının "•Gümüş Çağı".
Sonra iç savaş gelmiş, bırdenbire
"şölen sona ermiş"ti.
Binadan içeriye girecek olursanız
her şeyi-her biri kendi dramını ya-
şamış olan- o olağanüstü insanlann
bıraktığı gibi bulursunuz: Salonun
baş köşesinde Federico Garcia Lor-
ca"nın piyanosu yerli yerinde dur-
maktadır. Ünlü "27 Kuşağı" sa-
natçılannın sevdiği müzikler beste-
lenmiş, çalınmıştır tuşlannda...
Sonra iç savaş gelmiş, o insanlan
darmadağın etmişür: Kimi Alberti
gibi sürgünde yaşamış, kimi Una-
muno gibi ev hapsinde ölmüştür.
1932"de kurduğu ve kendini bir kut-
sal görev duygusuyla adadığı gezgin
üniversite tiyatrosu "La Barraca"
ile.okıyametinarifesindehâlâİspan-
ya"nın tozlu köy yollannı arşınlaya-
rak ulusal yazının klasik başyapı-
tlannı halka tanıtma derdinde olan
Federico Garcia Lorca ise. kanlı kar-
Süsme ve Olüm
V
Akşamüstü saat beşte
Alcşamüstü saat tam beşte.
Ak çarşaf getırdı bir çocuk
akşamiıstü saaı beşte.
Hazırlannuş bir sepet alçı
akşamüstü saat beşte.
ölümdü gensı. hep ölum
akşamüstü saat beşte.
Pamukîan yel aldı gittı
akşamüstü saat beşte.
Oksıt bıllur ve nikel ekti
akşamüstü saat beşte
Çarpışıyor güvercın ve pars
akşamüstü saat beşte
Çan sesleri başlar öıeden
akşamüstü saat beşıe
Arsenık ve duman çanlan
akşanrustıi saat beşıe.
Köşelerde sessiz kümeler
akşamüstü saat beşte.
Ve keyifli. kimsesız boga'
akşamüstü w ı beşte.
Bastınnca vağan kar ten
akşamüstü saat beşte
önulünce alan ıyotla
akşamüstü saat beşte
ölüm yumurıa koydu yaraya
akşamüstü saat beşte
Akşamüstü saat beşte.
Akşamusıü saat tam beşte.
Böğürürdö boğa alnında
akşamüstü saat beşte.
Ev can çekişmeyle parlardı
akşamustu saat beşte.
Uzaktan kangren geliyor
akşamusıü saat beşte
Yesıl kasıkta zambak boru
akşamüstü saat beşte.
Yanan bir güneştı yaralar
akşamüstü saat beşte,
halk pencereleri kırardı
akşamüstü saat beşte.
akşamüstü saal beşte.
Ah o korkunç beşi akşamın!
Beşi gösterirdi saatler'
Akşam gölgesınin beşıru!
(Çe>. Sait Maden)
Doşek. tekerlekh bir labut
akşamüstü saat beşte.
Kulaânda kemik. flüı sesi
akşamüstü saat beşıe.
Lorca'nın, 11 Ağustos 1934'te ünlü boğa güreşcisi Ignacio Sanchez Mejias'ın ölümü üzerine yazdığı ve dostu Lopez Juhez'e adadığı ünlü Ağıt'ı için Salvador Dali'nin yaptığı iUüstrasyon.
deş kavgasımn ilk kurbanlanndan
olmuştur.
Lorca'nın görünürde -ama yalnız
göninürde- hıç de ölümcül bir an-
lamiçermeyenodizeleriyle"Residen-
cia"nın derhal çağnşurdığj olgu, şa-
irin trajik ölümüdür: İdeolog olma-
yan. siyasal propaganda yapmayan,
ancak devrimci ruhlu, idealist bir
şair olan ve Cumhuriyet hükümeüni
desteklediği herkesçe bilinen Federi-
co Garcia Lorca, üç yıla yakın süre-
cek iç savaşın daha ilk ayı tamam-
lanırken tutuklanmış ve sorgusuz-
mahkemesiz. 1936 yılının 18 Ağus-
tos günü şafak sökerken, doğduğu
toprak olan Granada yakınlannda
Viznar'da kurşuna dizilmiştir.
Öldüğünde daha kırkında bile
yoktu. Bernarda Alba'nm Evi'ni yeni
tamamlamıştı ve -aralannda Yerma
ve Kanlı Düğün piyesleri ülkemizde
çok iyi tanınan- çeşitli tiyatro yapı-
tlanyla -hepsi dilimize kazandınl-
miş bulunan (Sait Maden. Lorca-
Bütün Şürleri, Cem Yaymevi, İstan-
bul 1974)- çok sayıda şiir bırakü: Öl-
dürmeye hiçbir faşizmin gücü yet-
meyecek yapıtlar.
I"Neden
yaziyorum ki?"
II. Cumhuriyet'in kargaşalı or-
tamında, siyasal gerilim parlamen-
toda. sokakta, ülke genelinde
tırmanır. şiddet olaylan günbegün
ariarken, hep öyle genç. tutkulu,
umutlu kalmışü Lorca: Gidişin ne-
reye olduğunu anlamadığından de-
ğil. herhalde. başka çaresi ol-
madığından:
"Kimi zaman, dünyada olup biten-
leri gördükçe 'Neden yazıyonım kif
diye soruyorum kendi kendime. Ama
Ve Sonra
Dehlizler ki
zamanın yarattığı,
yokolur gider.
(geriye kalan : •*
yalnız çöldür).
Yürek ki
arzunun pınan,
yokolur gider.
(geriye kalan
yalnız çöldür).
Şafağın aldanmacası
ve öpüşler
yokolur gider.
Geriye kalan
çöldür yalnız.
Bir çöl ki
dalga dalga.
çahşmak gerek, mutl^ka çalışmak
gerek. Çalışmak ve hak edene
yardımcı olmak. Ara sıra boş bir
çaba olduğu aklunızdan geçse bile,
yine de çaltşmak gerek. Karşı çıkma-
nın bir yolu olarak çalışmak. Çünkii
her sabah, binbir çeşit haksızlık ve
yoksullukla dolu bir dünyaya gözleri-
ni açttğında insanın içinden avaz avaz
şöyle haykırmak geliyor: Karşı çıkı-
yonrnı! Karşı çıkıyorum! Karşı çıkı-
yonım!"
Her insani değerin silindiği. hatta
tehlikeli görüldüğü iç savaş ortamı-
nda. böylesi bir toplumsal biltnç ve
sanatçı sorumluluğu bir şairin
yazgısını çizmeye yetti de arttı bile.
Ölümüyle mitoslaşan Federico
Garcü Lorca. Gırnatah ydı: Doğ-
du^,. oy olan Fuente Vaqueros'taki
evi bugün müzeye dönüştürülmüş-
tür. Şair başhca esin kaynağı olan
yurdu Endülüs'ü. kendi deyişiyle
"ağıt Endülüsû"nü doğası. insani.
özgün dünya görüşü, çingeneleri.
gelenekleri. müziği, kükürel akkat-
manındaki derin Arap izleri, akıl sır
ermez gizemiyle her düzeyde yo-
rumlamış, destanlaştırmış, ölüm-
süzleştirmiştir:
"Gırnata gizemlerin, olanaksız
diye bilinen. ama yine de olan şeylerin
havasını taşır. \ arolmayan. ama etki
yapan. ya da varobnadıklarından
ötürii etkileyen. sonuıt varlığuu )iti-
rip, kokusunu yoğonlaştırarak sür-
düren şeylerin."
İspanya'nın yıldızlaşmış ve -aynı
önemdeki başka büyük şairleri bi-
raz da haksızca gölgede bırakarak-
yurtdışında belki en çok tanınmış
çağdaş şairidir Lorca: Yöresellikle
evrenselliği uzlaştırmak gibi, pek az
şairin üstesinden gelebildiği çetin bir
işi acaba nasıl böylesine başarabil-
miştir?
Bu soruya değişik yanıüar verile-
bilir; ilk akla geleni G.Benumeya
gibi, tılsırm "Gırnatah karakterleri-
nin eşsiz ve büyüleyici tutkusalbğı-
nda aramak:
Gırnata'da. Gnnatah'run ruhun-
da dolaşmak yanardağlar arasında
gezinmeyebenzer.
Çevrenizde hep sönmüş ya da
sönmüş gibi gözüken volkanlar
vardır, derken bakarsmız, içlerin-
den biri patlayıverir... Garcia Lor-
ca'nın gjzi de su katılmadık bir Gı-
rnatah olmasıdır."
Halk geleneklerinden esm ve
kuwet alışı genelde Lorca'run
şiirsel anlatımının "doğallığı"
ve 'Şaluüığı" kanısını yaygın-
laştırmıştır. Ovsa bunlar hayli
tartışma götüren, yüzeysel sayı-
labilecek tanılardır. Bir çıİcış
noktası değil, yıllann, hatia
yüzyıllann birikiminden damı-
tılmış. özgün ve bireşimsel bir
vanş noktası. ustalıklı bir ku-
sursuzluk ara>ışı olarak nite-
lenmeleri daha doğru olur.
Kendi de aynı Fıkirdedir:
"Şairlik bana Tanrrnm -ya
da Şeytan'ın- lütfu, ama aynı za-
manda tekniğinün, çabamın
ürünü; şiir denen şeyin ne anla-
ma geldiğinin mutlak bilincine
ulaşmamdan kaynaklanıyor."
Lorca'nın sanatırun, insani
-Ispanya'ya ömründe ayak
basmamış yabanalann bile-
böylesıne yüreğinden vuruşu
bir yandan Endülüs'ün derin
halk sanatının kendine özgü
gerçekliğini devralışıysa. öte
yandan o öğeleri çağının A\TU-
pa öncü şiinnin ilke ve gereksi-
nımleri\le yorumlayıp biçim-
lendirişidir.
I"27 Kuşağı"nın
verimli ortamı
l Aslında Lorca çok geniş bir
alana ve zaman dilimine yayıl-
mış birçok yazınsal geleneğin
mırasını kişisel duyarlığıyla ye-
niden değerlendiriyordu. O
ulusal kültür geçmışine sahip
çıkma çabasını. daha 1928'de
gençlere yazın eğitimi ve zevki
vermek amacıyla yayımladığı
"El Gallo" dergisinin progra-
mında açıklamıştı.
Kendisi lirik şiirde olsun. ü-
yatroda olsun. ömrünü, gecmi-
şı geçerli yönleriyle algılayarak
yeniden \aratma\a ve tipik Is-
panvol "yaşamcıİığı"na uygun
bir "yaşayan gelenek" meyda-
na getirmeye adamıştı. O geçmiş,
Endülüs'ün eski Arap şairlerinden
ve XV-XVI. yüzyılın "Cancionero"-
lanndan başlıyor, klasik >azarlar-
dan, çağdaş Antonio Machado ve
Juan Ramon Jimenez aracılığıyla
algılanan Gustavo Adolfo Becquer
gibi romantik-sembolist şairlere de-
ğin vanyordu. Zaten Lorca, ülke
yazınına >epyenı bir soluk getiren
"27 Kuşağı"aın bir üyesi olarak o il-
kelerin ve uygulamalann sürekli
tartışıldığı bir bağlamın şairiydi.
IGörmtüsüyle
tanınan Lorca
1927 yılında klasik şair Gongora"-
nın üç>r
üzüncü yıhnı kutlama
amacıyla öbekleşen ve aralannda
XX. yüzyıl İspanyol şiirinin en bü-
yük adlan olan V'icente Aleixandre,
Damaso AJonso. Gerardo Diego, Ra-
fael Alberti ve Cemuda'nın bulun-
duğu o şaırler, bir yandan İspanyol
yazınının klasiklerinden esinlenir-
ken, bir yandan da çağdaş Avrupa
etkilerine açılarak XX. yüzyıl İspan-
yol lirik şiirine evrensel bir boyut ka-
zandırmışlardır.
Şairliği, bizde İspanyol eleştir-
menlerin yakındıklan gibi, daha çok
çingene dünyasını yansıtan"flamen-
co" görüntüsüyle tanınan Lorca, se-
vilmek için okurda duyarlıktan baş-
ka bır hazırlık gerektirmeyen. ama
yüzeysel bir şiirselliğin ötesinde an-
İaşılmayı ve değerlendirilmeyi de
hak eden bir yazar.
Ama günümüzde ders kitap-
lannın sıkıntısından uzaklaşmak is-
teyen çocuklar ya da gerçegın kı-
skaandan sıvışmak isteyen yetişkin-
ler şiire sığınmıyorlar artık: Başı yok
ki sonu olsun sevginin...
ÇEVIRI BIR SANAT MI?(2)
Çevirmen ölçüyükaçınnca, okurun da keyfi kaçar
TUNA ERDEM
1969 yılından ben bilimadamlan
çevıri yapabilen bilgısayar program-
lan üretmek için çahşıyorlardı, sonuç-
ta ortaya bir cümlenin olası tüm
karşılıklannı sıralayabilen program-
lan çıktı. Elbette bu olasıhklardan
hangisinin kullamlabileceğini anla-
mak için >ine de bir "insan'a gereksi-
nim var.
Bilgisayara, iki dilin tüm sözcükleri
ve deyimlerinin yanı sıra evrensel bir
ansıklopedı bile">oiklense: bir bilgisa-
yann, okuduğunu anlama. bundan
zevk alma ve yonımlama becerisi bu-
lunmadığı için yan anlamlan ve este-
tik güzellikleri kavrayıp cevırmesı
olası değil. Yine de bu yenı teknolojt
özellikle terimsel ağırhklı metinlenn
çevrilmesinde kullanılıyor. Ortaya
çıkan cümlelerde ne söylendiği anlaşı-
lsa bile . bu cümleler yanlış olmanın
ötesinde "gülünç" olabıliyor: " Bu var
biz mak çok mesgul durum" gibi.
Cümle yapılannı düzeltmeji bilen
daha akillı programlar bile sonuçta
bir makinenin elinden çıktığı anlaşılan
kuru cümleler sunuyor insanlara.
Başansız da olsa bütün bu çabalar-
dan çeviri adına çıkan önemli sonuç-
lar var Öm I klc. her ık: dılın g^Tck
yapısal u/eilıklcnnc gcrck sözcuk da-
ğarcığına tümüyle egemen olmanın iyi
bir çeviri yapmaya yetmeyece|i yani
çe^rinin teknik bir uğraş olmadıgı
Ikincisi birebir çevirinin sadık bir çevi-
ri sayılamayacağı. son olarak da kötü
çevirilerin birebir çevirme ve amaç dili
bozma açısından bilgısayar çevırileri-
ne benzerliği. îşte bazı çeviri kitaplar-
dan örnekler:
. Postacının anlattığı çingene ile ilgi-
li öykü bile, tıpkı sözcükleri o denli sı-
radan olan ki diyor gibi göründükleri
şe>i demelerine olanak olmayan kut-
lama telgrafı gibi. beceriksizce bir
okundurma. kaba bir dürtüş gibi gö-
rünmüştü.
. Ne zaman bır müzikli kutu görse
olduğu gibi yine onu daha önce gör-
düğü duygusuna kapıhrdı.
. Yavaş yavaş, birşey dediğinde
kendisi de yeniden söylediğinde gö-
rünmeye başbyordu.
. Şu bir gercek ki, her ikimiz de bitip
tükenmiştik, ancak sinirlerimiz yeteri
kadar gergin bir durumda, her ikimiz
de birbirimizin varlığına gereksinim
duyuyor ve birarada bulunduğumuz
için de dinlenmemiz olanaklı olmu-
yordu.
.Yapmayı kurduğum şey (hazırlık
yapıp Londradan en iyi donanımı
edinmiştim), az rastlanan cinslerin ve
sapınçlılann bulunduğu yörelere gidip
doğru dürüst diziler oluşturmaktı.
Yani bir yere gidip canımm çektiği ka-
dar kalmak ve derme yapıp fotoğraf-
lannı çekmekti istediğim.
. Geçen gün toplumsal smıflama ru-
hunun ortadan kalktığı üzerine bir
yaa okudum. Bir de bana sorsalar.
bol bol anlatacaklanm olurdu.
. Yukarda sözünü ettiğim günün er-
tesi, dosdoğru Avustralya'ya onlarla
birlikte gitmeyeceğimi söyledim.
. Zeki erkekler böylesine olduklan
için kendilerini hor görüyorlardı her-
halde.
. Daha ileri gitmem. Ama bu hoşu-
na giderse uzunlamasına çekebilir. Bir
şpk etkisi yapmak daha iyi.
Böylesi yanlışlar, hem Türkçe bılgi-
sinin eksikliği hem de kaynak metne
bağlı kalmayı; kaynak dilin yapısına
bağlı kalmakla kanştırmaktan kay-
naklanı>or. Bu tür "yapısal bağlılık"
anlayışlı çeviriler öylesine çoğaldı kı.
Türkçe"nin yapısı da artık bozulmaya
başladı. Sözgehmi, İngilizce'de fııll'er
eenellikle cümlenin ortasında yer aldı-
ğı ve öyle çevrildiği için dilbilgisı ku-
rallanna göre "sadece öznenin bilinme-
diği ya da gizlenmek istcndiği dunım-
larda kullanılan devrik cümle" artık
her durumda kullamlır oldu. Türkçe'-
de insanın bir adı bir de soyadından
söz edilirdi ama çevirmenler sık sık
İngilizce'den doğrudan çevirdiklerin-
den u
küçük adın ne" gibi söyleyişler de
günlük konuşma dilimizde yerlerini
aldılar. Televiz>on fümlerinde yeni
tanışan kışiler birbirine "memraın ol-
dum" diyeceklerine. doğrudan çeviri
sonucu "nasdsınız" diye sorduklann-
dan artık bu kalıp günlük kullanıma
bile girdi. Dilimizde yabancı sözcükle-
rin artışı da çoğu zaman. çevinnen-
lerin sözlükte karşıhğını bulamadığı
yenı bir sözcüğü olduğu gibi bırak-
masmdan kaynaklanıyor Çevirmen
ler sözcük dağarcığımızı geliştirme so-
rumluluklannı yüklenmeyince," fast-
food", 'In-otrt". "flat sqnare" gibi kav-
ramlar Türkçe'de kullanılmaya başllı-
yor.
Başka bir sonın ise, öztürkçe tartı-
GORUŞLER:
MEHMET FLAT: Çeviri anlayı-
şlan kaynak dile ya da erek dile ağırlık
verilmesıne göre ikiye aynlır gibi gö-
ninse de, uygulamada çok daha çeşit-
lıdir. Bu anlayış çeşitliliği, "Çeviri bir
teknik midir, yoksa sanat mıdır?"
tartışmasına da ışık tutar. Örnek vere-
rek konuşursak. Can Yücel bir yapıt-
tan yola çıkıp yenı bir yapıt üretir.
Yaptığı lş yalnız dil açısından değil,
içerik açısından da sanat nıteliklidir.
Sabahatrin Eyüboğlu, "Bu sanatçı
1 ürkçe yazsaydı, bunu nasıl yazardı?"
sorusundan uzaklasmamak adına dil-
den uzaklaşmavı bile göze alabıhr. Sa-
natçılıgj dil ağırlıklıdır. Nundlah Ataç
kendi üslubunu, çevirdiği yazann üs-
lııbuna kesinlıkte yenik düşürmez. açı-
kça dırenır. Murat Belge, Faulkner ya
da Joyce çevirirken bir üslup aktana-
sıdır, kaynak dildeki ûslubu erek dile
aktarmaya çahşır. Nazun Hikmet,
Tolstoy'un "Savaş ve Banş"ını çevirir-
ken yazann uzun tümcelerini, başı so-
nuna uymayan zamanlamalanyla ol-
duğu gibi çevirmiş, ama birlikte çalış-
tığı arkadaşı, bu aksaklıklan sonra-
dan düzeltmişür. Demek ki kaynak
dildeki metni, olduğu gibi. aksak-
lıklanna kadar. erek dile aktarmak is-
teyen bir anlayış da var. Bu anlayışta
teknik sanaon iyice üstüne çıkıyor.
Başka ömekler de verilebilir. Diyece-
ğim, çeviri anlayışlan sanıldığmdan
çok daha çeşitlidir.
VURDANUR SALMAN: Yazın
çevirisi çok üst düzey bir yazın etkinli-
ği. Yazına çok aşina olmayı. çok iyi
bir okur olmayı, çok iyi bir yorum-
layıcı olmayı, dile teknik ve bilimsel
düzeyde hakim olmayı gerektinyor.
Çeviri hem bir teknik, hem bir zanaat
ve giderek de bir sanat olarak kabul
edilebilir. Şiir çevirisi gibi yazınsallığın
üst düzeyde olduğu her çeviride bir ya-
zarlık yeteneği gerekiyor. Çevirmen
çok özgür değildir, eninde sonunda
bir iletkendir. Yazann ütreşimlerini.
yan anlamlannı ne ölçüde kendi diline
iletebildiği, yazın çevinsinin getirdiği
binbir koşulu nasıl harmanladığıdır
önemli olan.
VEDAT GÜNYOL: Çeviri bir sa-
nattır. Her ülkede çeviri ustalan
vardır.Çevin ögrenilen bir sanattır.
Belli bıryetenek. uzmanlık ister. Bizde
roman türünde Atilla Tokatiı, şiirde
de Ce\at Çapan büyük başan ka-
zanmışlardır. Sabahattin Eyüboğlu-
nun Arthur Rimbaud'danyaptığı "Sar-
hoş Gemi" çevirisi hala örnek duru-
mundadır. Çeviride her iki dile de ege-
men olmak gerekir. Çeviride ustalaş-
mak diye bir olgu vardır. Örneğin Al-
dous Hux)ey'in tüm yapıtlannı
Fransızca'ya bir tek çevirmen çevir-
miştir. Şiir çevirisinde Orhan V'eB, Ca-
hit Sıtkı şairliklerinden gelen büyük
yetenekle usta durumuna gelmiştir.
Ben çeviri yaparken, yabancı dilde ya-
pılmış çeviriden de yararlanınm. Ör-
neğin Camus'nün "Yabancı"sını çevi-
rirken yapıtın îngilizce'sini de karşıma
aldım. Çeviride özgün metne elden
geldiğince sadık kalmak lazım ama
Türkçe" nin karşılayamadığı durum-
larda iş çevirmenin ustalığma kalır.
AHMET CEMAL: Edebiyat çevi-
nsi kesinlikle yaratıcılık gereküriyor.
Bu yaratıalık, yazannkinden daha az
değil, çünkü başka bir dilde o yazan
yeniden var edıyorsunuz. Edebiyat çe-
vinsinin geçmiş deneyim ve tekniğin
değerlendirilmesi açısından öğretilebi-
lir bir yanı vardır. Bu sınınn ötesinde
tıpkı yazarlık gibi yetenek gerektiri-
>or. Edebiyat çevirisine kesinlikle sa-
nat denilebılir. Zaten Türkiye dışında-
ki çeviri tarihinde eninde sonunda bir
sanat olduğuna karar verilmiştir.
şmalannın çevırilere yansıtılması. Ya-
bancı yazarlar bizim kendi dilimizle il-
gili tartışmalara katılmış oluyorlar
böylelikle. Cevat Çapan, dilde özleş-
meyı bilinçli olarak benimsemeyen ki-
şilerin'moda" olduğu için bunu kul-
landığını öte yandan "diğer" sözcü-
âünden kurtulamadıklannı söylü-
yor. "Yeni kavramlara bulunacak
karşdıklann deneme, makale gibi yazı
tfirlerinde kuilanılması daha doğru ama
edebi bir çoiride henüz oturmamış yeni
bir sözcüğün kullanümaması daha doğ-
ru olur." Oysa birçok roman veya
öykü çevırisinde, sapınçlılar, ölçüm-
eü, alışkılar, kuğurdayan gibi sözcük-
terle karşılaşabiliyoruz ya da devlet
hazinesinden "devlet gömüsü" olarak
söz edilebiliyor. Vedat Gûnyol, "akıl
yerine us kullanılabiliyor rahat rahat
ama akillı yerine uslu diyemeyiz. Çün-
kü uslu, bizde uysal. kendi halinde an-
bunında kullanıyor" dıyerek öztürkçe
kullanımmda aşınya kaçmamak ge-
rektığini belirtiyor ve çeviride her şeyin
başının ölçü olduğunu vurguluyor.
Olçü kaçtığında olan okuyucuya
oluyor ve keyifle okuyabıleceği bir
yapıtta daha önce hiç duymadığı söz-
cüklerle karşılaşan okuyucu, oku-
maktan soguyor. Çevirmen de ya yeni
bir sözcüğü aynen bırakıp, dildeki ya-
bancı sözcük sayısını arttırmak ya da
okura "yabancı" yeni sözcükler türet-
mek açmazıyla karşı karşıya kalıyor.
SÜRECEK