27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 EKİM 1993 CUMARTESİ OLAYLAR VE GORUŞLER 21. yüzyılıneşiğindeTürkiye... özünde bilinen anamala poliûkalarla geçirdiğimiz bu on ydlık dönemde 5 başbakan, 3 cumhurbaşkaru gördük. Aynı uygulama önceANAP, sonra DYP-SHP koadisyon hükümetleri döneminde "yaşandı ve yaşanmakta. Değişen bir şeyyok; ne âyasette, ne iktisatta... Dr.EROLÇEVÎKÇE 2 1. yüzyılın eşiğinde yeni bir dünyaya doğru yol ahyonız. Üsteliİc küçülen bir dünyaya doğru yol ahyoruz. İnsanoğ- lu bugünkü dünyayı, ürete- rek kullanıma sunduğu, hatta evlerine kadar soktuğu cihazlar- la nasıl küçülttüyse, yannın dünyasını daha da küçültecektir. Newton'un 17. yüzyılda temellerini attığı sanayi toplumu artık erimekte- dir. Sanayi toplumunun sosyal, siya- sal, sırufsal yapısı da çatırdamaktadır. Toplumlar yeniden şekillenmenin sancısını çekmektedirler. Varolan dev- let yapılan, demokratik anlayışlar. kültür, sosyal yapılar sallanmaktadır. Bu gelişmeden Türkive de paymı al- maktadır. Ne yazık ki, sistem, bu geliş- meyi toplum kadar hızlı algılayama- maktadır. O nedenle de devlet ve bu bağlamda oluşturulmuş kurumlar toplumdaki gelişmelere. bu gelişmele- rin hızlanmasına ayakbağı olmakta- dır. Gerçi geriye dönüp şöyle bir baktı- ğımızda son 10 yıl içinde "enformas- yon", "entegrasyon", "transformas- yon", "globalleşıne", "küreseUeşme", "teknoloji" ve benzeri sözçükleri çok duyduk. özellikle Turgut Özal'ın 1983 yılında siyaset sahnesine başbakan olarak girmesiyle birlikte bu sözcükler sıkça söylendi durdu. Bununla da ka- lınmadı. günlük yaşamımıza pek çok "enstriiman" sokuldu. Bu enstrüman- lar sistemde yapısal bir değişikliğe ne- den olabilecek güçte hiçbir zaman olamadılar. Ancak sistemde zaman zaman da olsa bazı esintiler yaratabil- diler. Bunun en somut örnekleri ekono- mide yaşandı. Bu dönemde Türkiye- nin dünyaya açılmasına koşut (para- lel) olarak ekonomi, fıziksel bir değişi- me uğradı. Ancak bu fıziksel değişim ekonominin yaşamsal (biyolojik) ya- pısını fazla etkilemedi. Özünde bilinen anamalcı politika- larla geçirdiğimiz bu on yıllık dönem- de 5 başbakan, 3 cumhurbaşkanı gördük. Aynı uygulama önce ANAP, sonra DYP-SHP koalisyon hükümet- leri döneminde yaşandı ve yaşanmak- ta. Değişen bir şey yok; ne siyasette, ne iktisatta... Dün hanedan vardı, bugün İLK.SAN var, tSKİ var. 10 yıl boyunca hükümetlerin eko- nomi politikasırun temel amacı "enf- lasyonu düşürmek, büyümeyi makul bir düzeyde rutmak" olarak açıklanabilir. Bu öngörü, bir istek (arzu) ojmaktan öteye hiçbir zaman gitmemiştir. Özal'ın ilk yıllannda iktisadi slogan "istikrar içinde bûyüme"dir. Enflas- yon %20'nin altına düşürülecektir. Ne yazık ki %30'lara yakın olarak devra- lınan enflasyon her yıl artmış ve 1988'- den itibaren de %60-70 arasına otur- muştur. Yüzde 5 ile %5.9 arasında değişen büyüme beklentileri ise ayn bir istik- rarsızlık sergisi oldu. 1987'de yatınm- lar, 1990'da cari harcamalarla kışkırtı- lan tüketim sayesinde büyümenin %9'un üzerine kadar çıkanldığı yıllar oldu. Öteki yıllarda ise büyüme nüfus artışını karşılamaktan bile düşük kal- dı. 1991 'de suçlu Körfez kriziydi ve bu- lunan bu suçluyla birlikte iktidar da el değiştirdi. 1991 yılında yapılan seçim- lerde iktidar koİtuğuna bu kez DYP- SHP koalısyonu oturdu. Başbakan 30 yıldır "büdiğiıııiz'' DemireJ'dı. DYP-SHP koalisyonu ile birlikte iktisat politikasırun temel amacı da 'istikrar içinde büvüme"den. "ulusla- rarası entegrasyona imkan verecek bir ekonomik yapının oluşturulmasf'ndan 1992 programında "üretim ve ihracat faaliyetlerinin uzun donemli bir bakış açısıyla canlandırılmasına". 1993 programında da '"yatırım, üretim ve ih- racat faaliyetlerinin sağlıklı bir yaptda sürdürülmesi için istikrarlı bir makroe- konomik ortamın > aratılması"na doğ- ru şekilleniyor. Bu "yeni" yaklaşımın temelinde ANAP döneminde üretime gereken önemin verilmediği anlayışı yatıyordu. Koalisyon hükümeti 1992'de enflas- yon hedefıni tutturmasa da büyümede koyduğu hedefe göreceli olarak yak- laştı. O açıdan geçmiş hükümetlere oranla yapay bir "başarı" elde etti. Değişen başka bir şey ise hükümet- lerin enflasyon tanımı anlayışındaki farklılıklardan ortaya çıkü. önceleri toptan eşya fıyatlannın yıllık ortala- malanna göre tanımlanan enflasyon, sonralan göreceli olarak daha düşük seyreden 12 aylık veriler doğrultusun- da tanımlanır oldu. Olay tersine dö- nünce tekrar yıllık ortalamalara dö- nüldü. DYP-SHP koalisyonlannda ise bundan da vazgeçildi, GSMH def- latörü enflasyon olarak tanımlandı. Enflasyon ise nasıl tanımlanırsa ta- nımlansm. hükümetlere inat edercesi- ne tanımlann, hedeflerin dışında ve çok üstünde seyretmeye devam etti. Aynı dengesizlikleri maliye ve fı- nans politikalannda da tespit etmek mümkün. Bütçe dengeleri bir türlü tutturulamadı. 199 l'de Körfez bunalı- mından (krizinden) sağlanan hibeler ve 1992'de de muhasebe oyunlanyla, bütçe açıklan bastınlabildi. 1993'te bu baskılardan annan açık öngörülerin 3 katına doğru tırmanmaktadır. Benzer bir dunırn ödemeler dengesi açıklannda kendini göstermektedir. Görünen yüksek döviz rezervlerine karşın dış ticaret cari işlemler, toplam mal ve hizmetler dengesi büyük acık- lar vermektedir. 1993'ün ilk yansı iti- bariyle de sonuçlar çok kötüdür. Geçmiş dönemlerde, programlarda öngörülen iktisadi hedeflerin bir türlü tutturulamamış olması yanında. iç po- litika ve günlük yaşamımıza damgası- nı vuran terör olaylannda olduğu gibi, dış politika konusunda da hükümetler fazla bir başan sağlayamamışlardır. "Kürt reaUtesi" ya da "Adriyatik'ten Çin Denizi'ne kadar" gibi siyasal he- defler, slogan olmanın ötesine geçiril- memiştir. Sonuç olarak; dünya değişmekte, Türkiye değişmekte, Türk insanı de- ğişmekte, toplum değişim istemekte, ancak bu değişim isteğine yamt vere- cek siyasal yaklaşım ve kadro buluna- mamıştır. Varolan iktidar ise yıllardır süregelen yolsuzluk ve rüşvet batağı- nın içine batmıştır. Bir yılı biraz aşkın bir sürede İLKSAN ve İSKİ gibi rüş- vet batağma batmış bir iktidann Tür- kiye'nin değişimine önayak olacağını beklemek ise hayaldir. ARADABIR ALPAY KABACALI Universite mi, Tekke mi?8 Ekim 1993 günlü Cumhuriyet'te yer alan habere göre, Şan- lıurfa dakı Harran Üniversitesi öğretim yılına başlar başlamaz iki zata onur doktorası (Fahri llahiyat Doktoru unvanı) vermiş- tir. Bunlar, "30 yıldır Nurculuğun gelişmesinde büyük çaba harcadığı iddıa edilen Abdülkadir Badıllı ile halen Dıyanet Iş- leri Başkanlığı'nca kurulan Istanbul daki Haseki Eğitim Mer- kezi'nde fıkıh ve hadis dersleri veren eski Şanhurfa müftüsü Halil Gönenç"tir Diyanet Işleri Başkanlığı'nın Haseki'deki "Eğitim Merkezi" kurmasınınyasaldayanaklarınınnelerolduğunu. bunun öğre- timin Birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat) Yasası'na aykırı yönle- ri bulunup bulunmadığı, sözü geçen "Merkez"\n eğitim-öğre- tim program ve yöntemleri meraka değer.. Haberde "ıhtıyatlı" bir dH\e"Nurculuğun gelişmesine buyük çaba harcadığı iddia edilen" kişi diye anılan Abdülkadir Ba- dıllı'ya gelince.. Bu, bir 'iddia'üeği\, gerçek! Nurcuların yayınlarında bu kişiden övgüyle söz edilmekte- dir. Bu yayınlara dayanan Prof Dr. Şerü Mardin, Bedıuzza- man Said Nursi Olayı adlı kitabında Badıllı'ya üç sayia ayınyor (lletişim Yayınları. ist. 1992, s. 298-301). Badılh'nın Nurcuiuk yolunda ilerleyişine! bir bakalım: Badıllı. Doğu'daki göçebe aşiretlerin birindendir; ailesi aşi- ret reisı konumundadır. Koyünde İslami" eğitim almıstır Bu, "Kuran okumasımsağtayacak duzeyde Arapça yazım bıtgisi" anlarmna gelmektedir Bölgesinde devlet okulu yoktur. Günün birînde Urfayagider, oradaJkı 'Nurtalebesi"y\etanışır; Nur- culuğun kurucusu Said-i Nursi'nin tarıkatına gırmek ister. Kendisine Nursi'nin şeyh olmadığı, gruba katılmak için de "Bediüzzaman'm kitaolannı okuması gerektiği anlatılır. Söy lenenlere inanmaz; ısrarla Said-i Nursi ile tanışmak iste- diğini belirtir. Bunun birkoşu- lu vardır: Nursi'nin risalelerin- den bırini kopya etmesi gerek- mektedir. Risaleyi üç gunde Arap harfleriyle kopya eder ve Isparta'ya gidıp Nursi yi gör- meiznini alır Isparta'ya gider, iki yıl ka- dar Nursi'nin yanında kalarak "yazılarına çalışır.'' Daha son- ra Nursi'nin "kelamını yayma- da kullanılacak" bir teksir makinesi satın alır. Zıyaretle- rinden birinde, "Bediüzza- man"dan savcılıkça toplatıl- rnış risalelerinden birıni ister. Üstadı, bunların çok değerlj olduğunu, çünkü iman adına savaşa girdiklerini söyler: "Gazidirler" der. Nursi'ye gö- re bu risalelerın herbirinin değeri, o dönem için önemli bir para olan 100 liradır. Ama, "Sana 10 liraya bir tane vere- ceğim" diyerek parayı alır ve yanındakilerden birine uzatır. Prof. Mardin'e göre "Bu sah- ne, Risale-i Nur'un hangi zeki- ce yollardan satıldığının tipik birömeğidir.'' "Abdülkadir Badıllı'nın arı- nışı, (...) aşın tutkulu içenkten yoksundu. Buna rağmen bu örnek, belirli bir dini gruba uyelik tarzıyla ilgilı olup yüz- yıllardır değışmeden kalan bir örüntimün, Abdülkadir Ba- dıllı'nın bağlanış oyküsünde de sürdüğünü göstermekte- dir." "Hulusi ve Abdülkadir ör- neklerinde aranılan, bir lider- di. Bu iş ise kısmen ya yerleşik yolların ızlenmesıyle ya da Türkiye toplumunda Ortaçağ Avrupası'ndaki gezgınci keşi- şin izlediği yolların tespiti ka- dar basit olan bazı ipuçlarma dıkkat edilmesiyie gerçekleş- tirilebilirdi." Laik cumhuriyetin bilim ku- rumları olarak gormek ıstedi- ğimiz üniversitelerden birinin bu "simge'ye onur doktorası unvanını vermesi, hemen, de- mokratik rejime karsı darbe düzenleyen Kenan Evren'e Is- tanbul Unıversitesince onur- sal hukuk doktorluğu verilme- sini akla getiriyor Gerçekte bu son olay, görü- nüşü kurtaracak gerekçeler, kılıflar bile bulunmamış ve bu- lunamayacak, çok daha feci bir eylemdir Başka deyisle, laikliğe karşı bir meydan oku- madır. Sözü geçen kişilere onur doktorluğu verilmesini sağla- yan, bunu övüntüyle açıklaya- rak laik düzene ve bilime meydan okuyan Harran Üni- versitesi Rektörü. anlaşılan üniversitenin medrese ya da tekke, onur doktorluğu verme- nin rüus dağıtmak olmadığı- nı kavrayamamış! TARTIŞMA Olağanüstü rejimde idarenin denetimi ürkiye'de kanamaya devam eden yaralann başında. "olağanüstü rejim"hukukuve uygulaması gelmektedir. Bu yaada, bir spesifık sorun olarak, idarenin denetlenmesindeki hukuki bir zaafa işaretedilmektedir. Bilindigi gibi, 1982 Anayasasf nda. idarenin tasarruflanna karşı yargı yolunun açık olduğu genel kurah(md. 125/1) düzenlenmesine karşın, yasa ile, olağanüstü hallerde. sıkıyönetim, seferberlik ve sa\ aş hallerinde. "yûrütmenin durdurulabilmesi'" karan vcrıbnesınin "sınjrlanabileceği" hüküm altına alınarak (md. 125'Vl),birayncahklıalan varatılmıştır. 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası'na 14 Kasım 1980 tarih ve 2342 sayılı yasa ile eklenen hükme göre. "Sıkıyönetinı komutanlarına tanınan yetkilerin kuüanılmasına ilişin idari işlemler hakkında iptal davası açılamamaktadır", (ek madde, 3). 25 Ekim 1983 tarih ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Yasası (md. 33)'na göre ise, "Valilerin bu kanunun verdiği yetkileri kullanarak yapacaklan idari işlemlere karşı açılacak davalarda vürütmenin durdurulması kararı verilemez." Nihayet, lOTemmuz 1987 tarih ve 285 sayılı Olağanüstü Hal Bölge \ aliliği tbdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (md.7)ye göre, "Bu KHK ile Olağanüstü Hal Bölge talisine tanınan yetkilerin kullanılması ile ilgili idari işlemler hakkında iptal dav ası açılamaz" hükmü düzerüenmiştir. Bundan şu sonuç çıkartılabilır: Anayasaya göre, sıkıyönetim, olağanüstü halden daha ağır bir tehlike haline dayanmasına ve ikincisinin doğuracağı önlemlerin ilkıne göre daha hafıf olması gerekliliğine karşın. sıkıyönetim ve olağanüstü hal önlemleri örtüşmektedir. Aynca, idarenin işlemlerine karşı iptal davası açma yasağı, sıkıyönetim yasasından Olağanüstü Hal Yasası'na taşınmamasına karşın. Olağanüstü Hal Yasası'na dayarularak çıkartıldığı iddia edilen ve Bölge Valiliği'ni kuran KHK'ya yerleştırilmiştir. Bu durumda, hem alt normun üst norma uygun olması kurah ihlal edilmektedir, hem de evrensel insan hakları hukuku standartlanna ceşit biçimde idarenin yargısal denetime tabi olmasına getirilen istisna, açıkça sıkıyönetim rejiminden Olağanüstü Hal Bölge Valiliği adb kendine özgü rejime gecirilmiş olmaktadır. Bu çerçevede, her ne kadar anayasa (geçici md. 15) uvannca sıkıyönetim yasası (ek md. 3)'nın anayasaya aykınlığını (Anayasa Mahkemesi'nin geçici md. 15 ekseninde verdiği evrensel standartlan gözardı eden yetersiz hükmü de dikkate alındığında) ileri sürmede güçlükler varsa da, 285 sayılı KH K'nin bu eksende, hukuk-yargı ve siyaset çevrelerinde etkin biçimde sorgulanmasını engelleyecek bir veri yoktur. Yürürlükteki olağanüstü hal rejimi. şu haliyle, keyfidir ve bir hukuk rejimi değildir. Doç.Dr.M.Semih Gemalmaz İÜ Hukuk Fak. PENCERE Sovyetler Dağılınca... Şûrayı Devlet Reisı ünlü Kürt Sait Paşa'nın oğlu Şerif Paşa Jön Turkler"\ desteklermiş; ama, Ikinci Meşrutiyet'm ilanından sonra istediği Londra Büyükelçiliği'ne atanma- yınca Ittihatçılar'a karşı muhalefete geçmiş. Çokyakışıklı olduğundan Paşa'ya "Beau Şerif" (Bo Şerif- Güzel Şerif) derlermış; Sûleyman Nazff'ın kafası kızmış bir "risale" yayımlamış; adı: "BoşHerifl.." O günden sonra Şerif Paşa'nın adı "Boş Herif" kalmış... Şerif sözcüğü filmlerde çok geçer, Amerika'da seçimle saptanan görevlidir; ama, Mekke emirlerine de "şerif" de- nir ki, bunların içinde en meşhuru Hüseyin'dir. Babamın kuşağı, ingılızlerle bırlik olup Birinci Dünya Sa- vaşı'nda Türk askerını arkadan vuran Mekke Emiri Şerif Hüseyin'i lanetleanar, tekerlemeyi yinelerdi: Ne Şam 'ın şekeri, Ne Arabın yüzü... Ruslarla yüzyıllar boyu savaşa savaşa yaşamış olmanın getirdiğı özdeyışi de unutmazlardı: "Domuzdan post, Mos- kof'tandostolmaz..." Güneyde Araplar ve ingilizler, Kuzeyde Ruslar; Türkler arada sıkışmış kalmışlar. Bu nedenle 1917 Bolşevik ihtilali- ne Kemalistler çok sevinmışlerdir; Kurtuluş Savaşı, Musta- fa Kemal ile Lenin arasında işbirliğine dayanır. Çarlık Rusyası yıkılınca yerine kurulan Sovyetler, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra dostumuzdu, İkinci Dünya Sa- vaşı'ndan sonra iş değişti Neoldu? "Soğuk Savaş " başladı. Biz Amerikancı olduk; öyle bir "antikomünizm" illetine tutulduk ki sormayın!.. Ismet Paşa'nın söyledıği gibi "hava- da uçan kuşta komünizm tehlikesi gören"lerın egemenli- ğinde fıkır özgürlüğunden yoksunlaştıkça yoksunlaştık... Yıllar geçtı, "Soğuk Savaş"ıngerilimisürdü; bizdurmadan bağırdık: "- Kahrolsun komünizm!.." Moskof düşmanlığı hortlamış, antikomünizmle birleş- miş, doruğa tırmanmıştı; "Komünizme karşı panzehir" di- ye şeriatçılık baştacı edilmeye başlandı; din siyasete alet edildi, Mekke Şerifi Hüseyin'ın ihanetı unutulmuştu; Arap- ları bağrımıza bastık; Hac seferlerinin turizmınde ve ımam okullarının açılışındakı sayısal tırmanış nereye surüklendi- ğimizi vurguluyordu. Sonunda komünizm kahroldu!.. Peksevindik... ^ Ama sevıncimızin kursağımızda kalmasına kımse şaş- masın!.. Tansu Çiller şu satırlar yazılırken Amerıka'dadır. Gaze- telerimizde çarşaf çarşaf yazılarla, Beyaz Saray'da bizim Başbakan ın Clinton'dan neler isteyeceğı yazılıdır; bu yol- da hepimizin maşallahı ve umudu var: ama, diyelim ki Sa- yın Çiller söyledı, Bill kös dinledı... Neolacak?.. Çiller, önce Moskovaya gitti, ardından VVashıngton'a dogruyolaçıktı. Ama artık Moskova-VVashington arası Ankara-Washing- ton yolundan daha kısadır. Çünku "SoğukSavaş"bittı; "ko- münizm tehlikesi" de yıkıldı. Eğer ABD ile Rusya Federas- yonu, Ortadoğu'daki sorunlar konusunda anlaşırlarsa, Türkiye'ye bir mum yakıp olacakları seyretmek mi kala- cak?.. • Sovyetler keşke dağılmasaydı; komünizm yıkılmasaydı demek mi gerekiyor?.. Gerçi bunun gibi dileklerın "halam amcam olsaydı, bıyık- ları olurdu" gibi varsayımlardan öte bir değeri yoktur; ama, Sovyetleryıkıldıktan sonra Türkiye'nin içine düştüğü tuzak- lara baktıkça başka biçimde düşünmeye olanak yok... Ekonomi'ye Olan Katkımızı Çevre Dostluğumuzla Birleştirmek Âzmîndeyiz Günümüzde artık kuruluşlar, sadece ekonomiye olan katkıları ile yetinemiyorlar. Evvelce, iş sahası yaratmak, toplum'un ihtiyacı olanı üretmek, işletme sırası ve kar sonrası ödenen çeşitli vergiler, toplum'a olan katkılar bakımından yeterli sayılıyordu. Ama, dünyamızın bilinçsizce kirletilmesi, doğal güzelliklerin yitirilme tehlikesi ile karşı karşıya kalması ve insanların sağhklarını tehlikeye sokacak düzeylere varan çevre kirliliği, kuruluşların felsefesi kadar üretim koşullarına bir de "Çevre Dostu" olmak mecburiyetini kattı. Ülkemizin, alt-yapıdan başlayarak tüm yapılaşmasında büyük katkısı olan çimento sektöründe faaliyet gösteren Grubumuz, Türkiye'de çalışmalarına başladığı 1989 yılından itibaren, sahibi bulunduğu tüm çimento fabrikalarında, duman ve gürültü bakımından çevre sakinlerinin rahatsız olmamaları için, her önlemi almış ve çevre standartlarına uyum bakımından tespit edilen tüm koşulları yerine getirmiştir. Çevre konusunda olduğu kadar insan sağlığına Önem veren ve sosyal sorumluluğunu bilen bir grup olarak, gerektiğinde, ilgili yerel yönetimlerin öneri ve izinleri ile ve bu sahada yetkili universite ve bilim kuruluşlarından gelecek her türlü önerileri de, tüm olumlu ve etken önlemlerimize ilave olarak, hemen uygulayabileceğimizi sayın halkımıza duyurmak isteriz. Türkiye'nin toplam çimento ihtiyacının % ll'ni sağlayan ve aynı zamanda 2000 üzerinde ailenin geçim kaynağı olan fabrikalarımızda bugüne kadar yapılan toplam 248 milyon ABD Dolarlık yatırımın 25 milyon ABD Dolarlık bölümünün Çevre'nin Korunmasına harcandığını sayın vatandaşlarımıza duyurmaktan ve bunun gururunu sizlerle paylaşmaktan mutluluk duymaktayız. Saygılanmızla. G R O U P
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle