20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 15NİSAN1991 Tarilıçiliğiıı Neresindeyiz? 200 kadar lise öğrencisinden sağlanan veriler şöylece özetlenebilir: Lise tarih kitaplan tamamen ezberciliğe yönelik ve gereksiz bilgilerle doldurulmuş. Konular, hikâye anlatılır gibi anlatılıyor. Olayların nedenlerine gereksiz ve anlamsız bilgilerle karşılık bulunuyor. Öğrenciler tarihi sevmiyor. Prof. Dr. SALİH ÖZBARAN DEÜ, Buca Eğitim Fak. "1930'lu yıllar. Türk tarihçiliğinde çoğul- cu bir dönem görüniimündedir. Romantik resmi tarib ten TTTC çevrelerinde ve orta öğ- retimde kullanılan tek tip tarib kitaplannda yer almışsa da yükseköğretim ve yayın dün- yasında pek etkin olaraamış, çoğu kez eleşti- rilere uğramıştır" diyor Zafer Toprak, yir- minci yüzyıldaki Türk tarihçiliğini gözden ge- çirirken (1). Ayru yıllardaki tarihçiliğin, Fran- sız Devrimi'nin kendi ortaçağma tepkisini an- dıran aydınlanmacı bir tutum taşıdığını söy- Ieyen Halil Berktay da "Atatürk'ün tarih te- zi paradoksal olarak Türklerin tarihinin laikleştirilmesi ve diinya tarihine daha fazla entegre edilmesi sonucunu vermiştir" biçimin- deki tanımlamasıyla 60 yıl Önce belirlenen amaçların oiumlu sonuçlarını vurguluyor (2). 15 Nisan 1931 tarihinde, Türk tarihi ile Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konuları in- celemek ve yaymak amacıyla kurulan, 3 Ekim 1935'te Türk Tarih Kurumu (TTK) adını alan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin (TTTC) ku- ruluşunun 60. yıldönümünde Türk tarihçili- ği ne durumdadır? Bu soruya kısaca yanıt ver- meye çalışacağım bu yazımda; 1983 yılında Başbakanlık'a bağlanarak oranın bir şubesi haline getirilen TTK'daki değişikliklere de- ğinmeden. Gözetim ve Denetim Altındaki Tarih Sık sık duyanz politikacılardan: "Bu konu- yu tarihçilere bırakalım" derler. Tarihçilerin ilgili konuyu tam aydınlığa çıkaracakları var- sayıhr. Yine de politikacılar, tarih dersi ver- mekten, tarih kitaplan yazmaktan kaçınmaz- lar. Bu onlar için suç değildir; tarihin doğası, geçmişle ilgili yargıda bulunmayı herkese ta- nır; tarih bilinci kendiliğinden oluşuverir bi- raz okuyan, güncel olaylarla biraz ilgilenen ki- şilerde. Toplumun tüm kesimlerinin üzerinde söz söyleme yetkisi ve hakkını bulduğu tarih -bu denli sözcüsü ve sahibi bulunan tarih- çok gariptir ve bir o kadar üzücüdür ki kendisinı resmi kurumlarımızda çoğu zaman denetim altında buluverir. Üniversite ve ortaöğretim hoşgörüyü unutur, demokrasiyi cendereye so- kar, tarih için kalıplar doker, tabular belirler. Geçmişi aydınlatmak üzere aranan bilgi kır- pmtılarının peşinden giden tarihçiyi ne kadar zorluklann beklediğini çok iyi bilir tarihçiler. Nesnelliği tüm kuralları ile işlettiklerini sanıp -üstelik devletin resmi belgelerine dayanarak- gerçeklerin son biçimlerini yakaladıklarını du- yuranlar da tarihin gelişim yollarını tıkamış sayılırlar. Tanınmış İngiliz tarihçi Christopher Hill'in vurguladığı üzere tarih "gerçekleşmiş olduğuna inandığımız geçmiş" in berısinde, "yazılanmızda kunnaya, yeniden kurmaya ça- lıştığımız geçmiş"tir. E.H. Carr buna, "Doğ- nılanmış olgular kümesi" diyor. Ancak "Bi- revsel vicdan ya da zekâ herhangi bir allerna- tif ideolojisi olmadığı zaman bile dogru oldu- ğu kesinlikle kabullenilmiş önermelere mey- dan okumaya" koyulan tarihçilik (3) örneğiyle Türkiye -özellikle resmi kurumlarında- ken- disini politikaaya, merkez düzenine, resmi ide- olojiye beğendirme çabası içinde görün- mektedir. Bazı özel girişimlerin çıkardığı dergilerde ve kitaplarda konu edilen tarih incelemeleri, ça- ğı yakalamaya çalışırken devlet bütçesiyle bes- lenen kururnlarımızda ve üniversitelerimizde (en azından büyük bir çoğunluğunda) üst ko- mutanın güdümünde yürütülen tarihçiliğimiz, TTTC'den 60 yıl sonra, bulunması gereken dü- zeyi yakalayamamıştır. Araştırmaların sonuç- lan olarak ortaya konulan yeni bilgilerin, geç- mişi daha iyi anlatabildiklerini sandığımız yeni verilerin, topluma, özellikle öğrenciye yansı- tılması görevini yüklenenJer tarafından çağ- daş bir anlayışla kavranamamış olması ya da kavranılması yolunda engellerin çıkarılması, tarihçiliğin çok ciddi bir sorunu olarak gün- demdedir. Gerek liselerde gerekse üniversite- lerde tarih öğretimine ilişkin son dört yıl içinde 160 öğrenciye sorduğum soruların yanıtları gerçekten can sıkıcı olarak belirdi: a) Liselerde belli bir kitaba, yükseköğretim- de çoğu zaman ders notlanna bağımlılık süruyor. b) Öğrencinin düşüncesi, onunla diyalog dışlanıyor; bir öğrencinin açıklamasında açık- ça belirtildiği üzere "Öğrenciye tarih sorusu sormak sanki onlara işkence etmekmiş gibi... Kaç yılında kimlerle gibi klasik soruların dı- şında sorulan sorulara yabancılar". c) Yükseköğretimde öğretim elemaru yeter- sizliği, ezbercilik, konularda merkezi yöneti- cilerin serüvenleri ve savaşlar egemenliği, oz- gurleşemeyen oğrenci, tarih dğretimini be- lirliyor. İzmir'in çeşitli liselerindeki 26 tarih oğret- meni ile Araştırma Görevlisi Yucel Kabapı- nar'ın yaptığı görüşmeler sonucunda, lise ta- rih kitaplarımn özgun düşünme, araştırma ve tartışmayı özendirmekten uzak bulundukları ortaya konmuştur. Aynı kentin 200 kadar lise öğrencisinden sağlanan veriler şöylece özetle- nebilir: Lise tarih kitaplan tamamen ezberci- liğe yonelik ve gereksiz bilgilerle doldurulmuş. Konular, hikâye anlatılır gibi anlatılıyor. Olay- ların nedenlerine gereksiz ve anlamsız bilgi- lerle karşılık bulunuyor. Öğrenciler tarihi sev- miyor. Elbette öğretmenlerin ders işleyiş yön- temleri de önemli. Ama onlar kitabı izlemek zorunda kalıyorlar. Dolayısıyla öğrenci olay- lara, olgulara kendi görüşünü, yorumunu ka- tamıyor. Tartışmıyoruz. Tarihçi demokrat olmalı Tarih ve Toplum dergisinde (Aralık 1990) çı- kan "Öğrenci Değerlendirmesiyle Tarih öğretimi" başhklı yaamı, Mete Tunçay şu bir- kaç cümlecikle sunmuştu: "Tarih derslerinin sevimsizligi, konulann özgür ve eleştirel bir yaklaşımla ele alınamaması, tarihin kendisi- ni de sevilmez kılmakta. Galiba her şey birbi- rine bağlı ve topluraumuz sağlıklı bir demok- rasiye kavuşmadıkça, böyle başa böyle tıraş olacak". Konulann bir tekelden çıkanldığı, yö- netici sınıfın anti demokratik tarih görüntü- sünün sorgulanmasının çok zor olduğu ülke- mizde, özellikje öğretimde, "böyle başa böy- le tıraş" daha ne kadar sürecek? Insan eylem- lerini -koşullanmadan ve çıkar düşünmeden- yansıtabilen, insanlann her türlü sevinç ve sız- lanmalarına ulaşabilen, demokratik düşunüp davranabilen tarihçiyi ne zaman yaratacağız? Var olanlann çok sınırlı sayılarmı nasıl çoğal- tacağız? Bilindiği üzere eski Yunan tarihçileri, insan- lann yaptıklarırun sönüp gitmemesi gereğine inanmıştı ve bunu "şanlı eylemler" ile simge- lemişti. Roma'da sayfalann egemeni "Romab" idi. Livius, dünyaya egemen olan bu sınıfın ba- şarısı peşindeydi. Ortaçağlarda tarihi, kutsal olanla olmayanın çizgileri belirlemişti; tarih- sel yargı düşüncesi yoktu. Yaygın inançların temel çıkarlarla uyum sağlaması yeterliydi. Rönesans'ın getirdiği mantık ve laik anlayış ta- rihçiliği de derinden etkiledi. Voltaire, kral ya da saltanat serüveninden çok "insan zihninin" tarihini yazmayı yeğledi. 19. yuzyıl büyuk de- ğişikliklerle goründu tarihçiye. Kaynakların tahlili onem kazandı; materyalist yaklaşım ye- ni boyutlar getirdi. Fransa'nın Annales Oku- lu ile tarih, yüzvılımızda konularını çeşitlen- dirdi. uzun dönemlerin niteliklerini belirleme- ye çalıştı. 1970'li yıllarda Toplum Tarihi'nin gelişmemiş konulannı vurgulayan E. Hobs- bawmşu konu başlıklarınısıraladı:Demografi ve akrabalık; kentleşme; sınıflar ve toplumsal sınıflar; düşünce yapıları, mantaliteler; top- lumlann dönüşümu, çağdaşlaşma, sanayileş- me; toplumsal hareketler, toplumsal protesto. Şüphesiz konular çoğaltılabilir. Ne var ki tarihçinin bu tür konulara yana- şabilmesi ve onları evrensel değer yargıları ve boyutlan içinde ele alabilmesi için yaşadığı dö- nemin değerlendirmesini yapması, yapabilme- si gerekir. Gunümüzde çağdaşlaşmanın, de- mokratikleşmenin önemini kavrayamayan, kavramasına izin verilmeyen bir tarihçinin anılan konulara el atması beklenemez. Tarih- çi, günün sorunlarını eşelediği ölçüde demok- rattır. Demokratça düşünen tarihçi de en az hata yapan tarihçidir. Çağdaş insan geçmişin- den, tarihten daha büyüktür, tarihçiden daha öndedir. Tarihçi ise insana, geçmişi en geniş boyutlarıyla gösterebildiği sürece çağdaştır. Bu yaklaşımlar içinde, TTTC'nin 60. yılın- da bir kez daha sormahyız: Tarihçiliğin nere- sindeyiz? (1) Z Toprak "Turkiye'de Çagdaş Tanhçılık (1908-1970)" TurViytdeSosyai BiBm Araşbnnalanıun GeMşirai (derl. S. Ata- uz). Ankara 1986. s. 433. (2) H. Berkta>, Cumhuriyet İdeolojisi ve Fual Köpruld. Is- lanbul 1983, S 53, 56. (3) C. Hıll, "Tarih Geçmiş Suçlara tlişkın Yalanlar mj de- mektir". "T»rih >e Toplanı" Şubaı 1990, s.10 OKURLARA. OKAY GÖı\K\SİN EVET/HAYIR OKTAY AKBAL İki Gözüm Ayşe 5 "Cezam tasdik edildikten sonra hapislik bana daha çok dokunmaya oaşladı. Beni asıl düşündüren, çıktıktan sonra karşılaşmaya mecbur olduğum rnüşkülartır. Çünkü ben ne bir gazetede eşek bir tahrir müdürünün, ne bir yazıhanede eşek bir amirin kumandası altına girebilirim. Mümkün olur- sa, yani mani olmazlarsa ecnebi memleketlerden birine gi- deceğim, daha doğrusu birçok ecnebi memleketi gezeceğim. Bir meteliksiz bu kabii seyahatleri yapabilmek usullerine aşi- naytm." On dört ay hapse mahkûm Sabahattin Ali, 28 Nisan 1933'te Konya Hapishanesi'nden Ayşe Sıtkı'ya böyle sesteniyor: "İki Gözüm Ayşe"... Sabahattin Ali'nin 1931 ile 1935 yılları boyunca gönderdiği mektuplar. Ayşe Sıtkı o yıllarda üniver- site öğrencisidir. Gerçek anlamda bir 'cumhuriyet kızı.' Ay- dınlık bir kafa taşıyan; çağını anlamak, özümsemek isteyen, okuyan yazan, Atatürk devriminin öncüsü bir genç kız. Sa- bahattin Ali'nin yaşamında yeri olan bir insan. Ayşe'yi ben, Sabahattin Ali'ye yazdığı bir iki mektupla ta- nıdım. Filiz Ali ile Atilla Özkjrımh'nın 'Sabahattin Ali' kitabın- da Ayşe'nin mektuplannı okurken düşünmüştüm; bu kadar anlayışlı, dostça mektupları yazan Ayşe kimdi, neredeydi? Ya- zarlar mektup yazmayı severler. Hele hapıshanede uzun yıl- larını geçirmek zorunda kalan yazarlar, kendilerine sevgiyle ilgilenen insanlara. özellikle kadınlara mektuplarla iç dünya- lannı açarlar. Böylece bir yaşama avuntusu, daha doğrusu gücü bulurlar. Ayşe, kendisine evlenme önensınde de bulunan genç ya- zara güzel öğütler veriyor, neredeyse yol gösteriyordu mek- tuplannda. O sıralarda Ayşe yırmi yaşlarındaydı. Ama yaşın- dan çok ileri bir olgunluktaydı. Sabahattin Ali'ye yazdığı mek- tuplar usta bir yazann kalemınden çıkmış gibi... Ben Ayşe'nin mektuplarını okuduktan sonra, 20 Nisan 1979'da şöyle yazmıştım: 'Ayşe'nin Sabahattin Ali'ye yazdığı mektupların birkaçını biliyorum. Ya Sabahattin Ali'nin Ayşe'ye yazdıkları... Onlar duruyor mu? Ayşe'nin bu mektupları sakladığını sanırım. O zaman hem yazınımıza hem yazann anısına sevgi ve saygı belirtisi olarak o mektupları ortaya çıkarıp kamuoyuna sun- ması gerekmez mi? Okur, Ayşe'yi, kişiliğini, yaşamın dalga- ları arasında ne olduğunu merak ediyor." Ayşe bu yazımı okuyunca bir mektup gönderdi. Sabahat- tin Ali'nin mektuplarının durduğunu söyledi. Aramızda ge- çen mektuplaşmalar sonunda Sabahattin Ali'nin Ayşe'ye bir- çok mektup gönderdiğini, hatta kendisine evlenme önerisi bile yaptığını öğrendim. Sabahattin Ali'nin sevdiği, evlenmek istediği kadınlar bir iki değildir, hemen her güzel, aydın ka- dın, yazarın yaşamını etkilemiştir. Ataol Yayınlan'nda çıkan "İki Gözüm Ayşe"de yer alan mek- tupların bir bölümünü gazetemizde okumuştunuz. $imdi Sa- bahattin Ali'nin beş yıl boyunca gönderdiği mektupların hep- sini bu kitapta bulacaksınız. Bir usta öykücünün yazdığı bu mektuplar bir yazınsal tat taşıyor. Gözlemler, ızlenimler bu- gün yazılmış gibi canlı ve güncel. Aynca 1930'larda hapis- hanelerdeki yaşamın kesitlerı de ilgiyle okunuyor. Ayşe Sıtkı, Nâzım Hikmet'le karşılaşmasını da şöyle anla- tıyor: "Sabahattin çok beğendiğimi ve sevdiğimi bildiği Nâ- zım Hikmet'le benı tanıştırmayı vaat etti. 1931 yılının yaz ay- larıydı sanıyorum, beni Nâzım Hikmet'in Kadıköy'deki evine götürdü. Girdiğımizde, siyatikten rahatsız olan Nâzım bir yer yatağında yatıyordu. Bizimle görüşmek için doğrulup otur- duğu zaman yatağın ıçinden çok guçlü ışıklar fışkırdığım san- dım. Gözlerı, bakışlan, yüzü ve vücodunun güçlü ifadesi ın- sanı büyülüyordu. Bıze çok ilgi gösterdi. Tarih bölümiinde okuduğumu öğrenince özellikle Fransız ihtilali üzerine so- rular yöneltti, Marat'yı sordu. Ben dilimın döndüğü kadar ce- vap verdim. Ama Nâzım'ın öylesine etkisindeydim kı çok düz- gün konuşamıyordum. O beğendı, yaşımı sordu, 20'sinde ol- duğumu öğrenince kendisinın o yaşlarını anımsar gibi göz- lerini kısarak 'çok genç, çok genç' diye iltifat etti." Ayşe Sıtkı, Sabahattin Ali için şöyle diyor: "Dostluğumuz daha çok mektuplarla sürdü. Sabahattin Ali'yle çok yakın- dan, çok görüşerek, konuşarak bir dostluk sürdüremedık. Çünkü o İstanbul'un dışındaydı daima, sürekli olarak hapıs- lere girip çıkıyordu. Buna rağmen Sabahattin benımle evlen- meyi çok istedi. Ancak ben ona kendimi o kadar yakın his- sediyordum ki bu yakınlığı evlenerek bozmak istemedim " Sabahattin Ali'nin kılapta yer alan 47 mektubunun her bı- ri hem belgesel bir önem taşıyor, hem de o dönemin gerçek- lerini yansıtan birer öykü. "İki Gözüm Ayşe", Sabahattin Ali yapıtları dizisınin ayrılmaz bir parçası olacak değerde. . ACI KAYBIMIZ Yakın dostlarım Ertuna Işık'ın oğlu, Cihat ve Erdinç Işık'ın yeğenleri CENK TOLGA IŞIK'ı genç yaşta kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Kederli ailesinin acılarını paylaşır, merhuma Tanrı'dan rahmet, ailesine ve sevenlerine başsağhğı dilerim. TURAN TANTOĞLU Ankara Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Dostlarım, arkadaşlarım ve müşterilerimin bayramını kutlar, sağlıklar dilerim. Şirinevler, Fizik Tedavı ve Rehabilitasyon Merkezi Tel: 557 57 00 / Oda No: 211 HADl OLCA AKADEMİ KİTAPEVİ GENEL MADEN İŞÇİLERİ SENDİKASININ BAYRAM MESAJI 1991 yılı, Türkiye işçi sınıfımızın ve emekçi halkımızın birlik-bütünlük içinde dayanışma yılıdır. İnsan hak ve özgürlüklerine dayalı toplum düzeni kurabilmek için mücadalemiz yoğun- laşarak devam edecek, karşımıza çıkarılan engefler birer birer aşıfacak, özlediğimiz mut- fu sona ulaşılacakiır. L *' ""•-'.*;*''"'>•-'.'' Bu duygu ve düşüncelerle Ramâzan Bay- ramınızı kutluyor, saygılar sunuyorum. ŞEMSİ DENİZER GENEL MADEN İŞÇİLERİ SENDİKASI GENEL BAŞKANI Fısıltı Gazetesine Prim P arlamentoda kabul edilerek yürürlüğe giren Terörle Mücadele Yasası'na eklenen maddelerle örîülü bir affın çıkarılması, 141-142-163. maddelerin kaldırılması genellikle olumlu karşılandı. Ancak hukukçular, gerek hukuk tekniği gerekse yasalar önünde eşitlik açıstndan yasanın eksikleri ve yanlışları olduğunu, yamalı bohça niteliğinin düzeltilmesi gerektiğini belirtiyoriar. Birçok toplumsal yaraya ilaç olabilecek, bazılarının düzeltilmesi açısından da umut veren bu gelişme içinde yine döndü dolaştı basın özgürlüğü, yurttaşlann haber alma özgürlüğü yara aldı. Terörle Mücadele Yasası'nın 6, 7 ve 8. maddeleh temel özellikleri ile basının haber verme hakkına yeni kısıtlamalar getirmektedir. Aynca hukukçular, bu maddelerin düzenledikleri suçlar bakımından ceza hukukunun temel kurallarına uygun olmadıklanndan belirsizlik yarattıklarını ve hangi eylemin, hangi haberin suç sayılacağı konusunda tereddüt yarattıklarını belirtmektedirler. Yasanın 6. maddesi, terörle mücadelede görev alanların açıklanması dolayısıyla kişilerin hedef gösterilmesini, terör örgütlerinin açıklamalarınm yayımlanmasını suç saymaktadır. Yasa, bu suçun işlenmesi durumunda gazete sahibinin ve yazı ışleri müdürünün çok yüksek para cezalarına çarptırılmasını öngörmektedir. Şimdi düşünelim; toplumu sarsan nitelikte bir terör eylemi olmuştur ve bunu bir örgüt üstlenmiştir. Yasaya göre bu bilgiyi yayımlamak yasaktır. Ne olacaktır? Gazetelerde terör eyleminin sanıklanyla ilgili hiçbir bilgi yer almayacağından, doğal olarak fısıltı gazetesi çalışmaya başlayacak ve bu yasa maddesiyle güdülen amaç tersine sonuçlar yaratacaktır. Toplumumuzda fısıltı gazetesinin zarar verici etkilerini çok yakın yıllarda yaşadık. Bu maddeyi yasaya koyanların ya bellekleri çok zayıf ya kavrayışları ya da amaçlan farklı... Yasanın 7. maddesiyle getirilen propaganda suçunun da tanımı son derece geniş tutulmuştur. "Devletin ülkesı ve milletıyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya yönelik propaganda"ya her türlü eleştiri girebilir; örneğin "sınırda biriken Iraklı Kürtler alınsın" diyene karşı da bu madde işletilebilir, tam tersi görüşü savunana karşı da... Bu suçun cezası da 100 milyon liradan başlamaktadır, aynca yazı işleh müdürlerine de 2 yıla kadar hapis cezası verilebilecektir. Yasadaki para cezaları sistemi daha önce Muzır Yasası'nda uygulanmaya çalışılmış ve değiştirilmiş sistemin benzehdir. Fark, ağır para cezalannın daha çok yayının sahibine verilmesidir. Bu değişiklik de doğal olarak çok yüksek para cezalarını ödemekte güçlük çekecek yayın sahibinin de yazı işleri müdürüyle birlikte hapis cezasının tehdidi altında bulunmasıdır. Sonuçta bu maddeler, basın özgürlüğü açısından, insanlann haber alma özgürlüğü açısından önemli bir .geriteme ve fısıltı gazetesine büyük bir prim niteliğindedir. Parlamento bu konu üstüne hızla eğilmeli ve gereken değişikliği zaman yitirmeden yapmalıdır. 1 TEŞEKKÜR 13.4.1991 günü aramızdan ayrılan onurlu, aydın insan, sevgili eşim, canım annemiz, anneannemiz HAJNİFE YlĞIZ'ın cenaze törenine katılan, acımızı paylaşan tüm akraba, dost ve arkadaşlarımıza teşekkür ederiz. NURİYAĞIZ. Gl LCAN YAĞIZ. GÜLtSTAN. TURAN. OMR VE YAĞIZ POYRAZ Gece Mavisi PARLIAMENT LJ [PARLIAMENT BODRUM YAT LIMANINDA KİRALIK DÜKKÂNLAR TEL: 346 92 98 / 346 79 41 1366 Yl_, ^E8o 109)1 S/-n K JRULLJ KARARINA GORE SlGARA SAĞUĞA ZARARUDIR MadeinUSA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle