Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 12 ARALIK 1990
ÎJııiversite •
Gözleri Mahmur*
Fransız Devrimi, 'bilim"e saygı duyduğu., değer verdiği için "devrim'
oldu. Devrim aydınlığa açılır, karşıdevrim ise karanlığa sığınır. 200
yıl önce "devrim" Fransa'yı aydınlatıyordu. 10 yıl önce
"karşıdevrim" bizim üniversitemizi kararttı. Üniversite,
Kutupyıldızı'dır ya da deniz feneri. Karanrsa toplum da yolunu
şaşınr.
HÜSNÜ A. GÖKSEL
Geçen hafta "ögretim Üyeleri DernegT'nden
bir çağn aldım. Yeni ders yüının başlaması ne-
deniyle düzenlenen, "Ötretim Üyeleri Dayanış-
ma Gecesi"nde bir konuşma yapmam isteniyor-
du. Toplanü büytlk bir otelin büyük bir salonun-
da yapılacaktı. Hangi konuda ve ne kadar ko-
nuşabileceğimi sorduğumda, istediğim konuda,
istediğim kadar konuşabileceğim söylendi. Bu sı-
nırsızlığın verdiği rahatlıkla bilim adamlanna ya-
pacağım konuşmayı, "Üniversitenin Sonımlu-
lugu, Yetkisi, Giicii, Bilim Adamının Misyonu"
başhğı altında toplayabileceğim kanısına vara-
rak hazırlandım.
Denilen saatte roplantı salonuna gittiğimde
durumu sandığımdan ba?ka boyuüarda buldum.
Masalarda öğretim üyeleri, aile topluluklan ola-
rak oturmu$Tardı. KimiJerinin küçük yaşlarda-
ki çocuklan da gelmişti. Müzik çalıyordu. Yet-
kililer, nerede konuşmak istediğimi sordular.
Ben de ayıu somyu onlara sordum. Dans pisti-
nin ortasıflda konuşabileceğinu söylediler. Şa-
ka olarak zeybek oynamayı bilmediğimi söyle-
dim. Sonunda otel yetkilisi bir kürsü getirip ca-
zın önüne koydu. Yemeğin ortasında konuşmaya
çağnldım. Caz sustu, çatal bıçak gûrültüleri ma-
salarda karşıbklı kadeh kaldıranlann uğultula-
n arasında ortaya çıktım. Nedense beni alkışla-
dılar. Metin dışı olarak sözlerime şöyle başladim:
"Alkışlannıza teşekkürederim. Doğrusu ko-
nuşmama nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Al-
iuşlannu bana sizlere teşekkiir ederek söze baş-
lama fırsatı verdi. Ancak ben buraya Nasrettin
Hoca hikâyeteri aniatmaya geimedim. Konuşma-
ma, bilim adamlanndao oluşan böyle seçkin bir
topluluga konuşmanın heyecanını duyuyonım
tiimcesi ile başlamam beklenirdi. Fakat hiç öy-
le heyecan falan duyduğum yok. Heyecansız bir
toplumun heyecansız bir bireyiyim. Ölii topra-
gı serpilmiş hepimizin üstüne."
Hazırladığım konuşmanın tamammın bu or-
tamda sıkıcı ve anlamsız kalacağı kanısına var-
dığım için özet bir konuşma yaptım. Konuşmam
arasında da yer yer masalarda söyleşiler sürdü.
O kadar ki konuşmamı bir yerde keserek biraz
önce aynı masada oturduğumuz Maliye Baka-
nı'na arka arkaya üç kez "Sayın Bakan!" diye
uyarıda bulundum. Ancak üçüncüsünde duyup
döndüğünde de "benim bunca söylediklerim si-
zin bütçede şu ödeneği koyup şu ödeneği kes-
meniz kadar önemli" demek zonında kaldım.
Özetlemek zorunda
kaldıgım konuşmam
Orada özetlemek zonında kaldığım konuşma
metninin tümü şöyle idi:
"Dernek ve kulüp sözcükleri Fransız Devrimi!
ni çağnştınr bende. Derneğinizin bu toplantıstn-
da konuşmam istenince yine Fransız Devrimi'ni
düşündüm. Fransız Devrimi diyoruz ama bu as-
lında Fransa'da başlayıp süregelen insaıılık dev-
rimidir. Devrün-karşıdevrnn gel-gitleri ile günü-
müze dayanan insanlık devrimi. Elbet ki bu bü-
yük devrimin başından "Fransız" sözcüğünü çı-
karıp atamayız. Fransız "Entelijensiası" giyoti-
ne baş koyarak yazdırdı ülkesinin adını o büyük
devrimin başına.
Fransız Devrimi ile Fransız bilim adamlan ara-
sında karşüıkü etkileşim olmuştur. Devrim Pa-
ris'te 50 üyeli "bilim akademisi"ni buldu. Bilim,
bu akademinin dar çemberi içine sıkışrnış kal-
mıştı. Devrim bu çemberi parçaladı, bilime öz-
güriük tanıdı. Bu özgürlük içinde serpiliverdi bi-
lim. Kimya, fızik, matematik, tanm ürünlerini
veriyordu. Bilim aydınlığı devrimle el ele gidiyor-
du. Bugün lise kitaplannda adlanru gördüğümüz
birçok Fransız bilim adamı o dönemin yıldızla-
ndır. Devrim, bilim adamlanna görev de veriyor-
du. tkinci yılda bir yarkurul (komisyon) ölçü bi-
rimlerini düzene sokmakla görevlendirildi. O za-
mana değjn Fransa'da 800 ağulık ölçüsü vardı.
Bu yarkurul önce Ekvator'un dörtte birinin on
milyonda birini uzunluk ölçü birimi olarak sap-
tamakta metrik sistemi kurdu. Buradan ağırûk
ve hacim ölçülerine geçildi. Uçlü, yedili, on ikili
sistemler yerine onluk sistem kabul edildi.
Üçüncii yılda Fransız Enstitüsü kuruldu. Ki-
lise eğitimiııe karşı olarak poüteknik okulu, mes-
lek oknOan, konservatnvar açtkfa. tki yüz yıl önce
olnyor bunlar. Ve biz Od yüz yıl sonra hftlfi imam
hatip okaltanmn sayısını hesapbunakla nğraşı-
yor. Cebeci'deki konservatuvar binasını, o canım
akustik çalışma odalaruu beton duvarlaria bö-
lüp belediye binası yapıyoruz. Tepkimiz ne oln-
yor bunun karşısında? AydiB olarak, sanatçı ola-
rak,ttniverstteögretim üyesl olarak tepkimiz ne
oluyor? O konservfttavar ki cnmhnriyetin daha
ilk yıllanoda Atatfirk'ün işareti ile oygıriığa açı-
lan bir pencere olarak Musikl MnalUm Mektebi
adı ile kurulmuştu. Kapısında beklediğimiz Av-
nıpa Topluluğu'nda, konservatuvan belediye bi-
nası yapan başka bir ülke var mıdır bilmem?
Fransız Devrimi, "bilim"e saygı duyduğu, de-
ğer verdiği için "devrim" oldu. Devrim aydınlı-
ğa açılır, karşıdevrim ise karanlığa sığınır. 200 yıl
önce "devrün" Fransa'yı aydınlatıyordu, 10 yıl
önce "karşıdevrim" bizim üniversitçmizi kararto.
Üniversite, Kutupyıldızı'dtr ya da deniz feneri...
Karanrsa toplum da yolunu şaşınr.
Tüzüğünüze göre derneğinizin amaçlan ara-
sında "bilimsel çalışma" ve "bilimi yayma" var.
Zor sizin işiniz. Bilim gerçeği arar. Gerçeği gör-
mek, bulmak, kabul etmek, yaymak kolay rru o
kadar? Bilim adamımn önce kendisinin gerçeği
benimsemesi, gerçeği özümsemesi gerekir. Ste-
fan Zweig, Nietzsche üzerine yazdığı biyografi-
de "bilimde 'körlük' yanılgı degil 'korkaklık'ür"
diyor ve ekliyor: "Bilim adamımn korkaklıkla,
ürkeklikie ya da saygıdan ötürii gerçeği gönne-
meye hakkı yoktur." Edward Gibbon da 200 yıl
önce yazdığı Roma Imparatorluğu'nun Çöküş
Tarihi'nde "Akıl ve gerçegin insanlar arasında el-
verişli bir kabnl görmesine çok seyrek
rastlandıgına" dikkati çekiyor. Işte bunun için
derneğinizin işi zor diyorum.
Dernek sözcüğü bende Fransız Devrimi'ni çağ-
nştınr demiştim. Devrimin pişirildiği, kotanldığı
yerlerdir "derneklerT Robespierre, Mirabeau,
Marat, Danton, Saint Just, Babeuf fırtınalan ve
daha birçoklan oralardan esti. Ve giyotine gitti-
ler teker teker ya da hep birlikte, Marat giyotine
çıkma onuruna erişemedi, hançerlendi çünkü.
Onu hançerleyen Charlotte Corday çıktı giyoti-
ne.
Devrimin neresinde idi bilim adamlan? Fildi-
şi kulelerinin içine mi saklanmışlardı? Hayır,
inançlan doğrultusunda devrimin içinde idiler.
Başta Lavoisier olmak uzere kaç bilim adamı gi-
yotine çıktı. O Lavoisier ki "devrim" sözcüğü-
nün 20 Şubat 1773'te yani devründen daha 16 yıl
önce ilk kez onun kaleminden kâğıda döküldü-
ğü söylenir. Nitekim devrimin iki yüzüncü yılın-
da Panteon'un ölümsüzleri arasına katılan üç ün-
lüden ikisi bilim adamı idi: Abbee Gregoire ve
Condorcet.
Bilim adamı, toplnmunun sızısını iliklerinde
duyan insandır. Ben düşündüm. Ögrencfligimi de
sayarsam, ömrümttn eDi yüını üniversite çansı al-
tında geçiren biri olarak kendime sordum, aca-
ba öyle miyim dlye?
Hayır!
Çıkar, yaranma?..
Eğer öyle olsaydım, Türkiye bugünkü duru-
ma düşer miydi? Eğer toplumun sızısını içimde,
iliklerimde duysaydım Fildişi Kule'nin içine sak-
lanır mıydım? Başımı dışan bile çıkaramadım o
Fildişi Kule'min penceresinden. Korktum... Göz-
lerimi, kulaklanmı, agzımı kapadun. Toplum
benden ışık beklerken yolunu aydınlatmamı is-
terken ışığımı söndürüp sinmesevdim, Türkiye
böyle mi olurdu? lç politikada yüzsüzlük, kur-
nazlık, yalanahk temeline oturan ülke mi olur-
du Türkiye? Dış politika "Broadway Şov"u, ne
Broadway*i "Fblies Berg^res Şov"una döndürebilir
miydi? Bugün itilip kakılmaktan kurtulmaya ça-
lışır mıydım zamanında kükremesini bilseydim?
Bütün kunımlan, bütün makamlan, temel or-
ganlan ile işgal altına girer miydi Türkiye? Ben
sahip çıksaydım üniversiteme ve ben sahip çık-
saydım cumhuriyetime başkalan sahip çıkabilir
miydi?
Ama kimi kez çıkar'un için, kimi kez yaran-
mak için kimi kez korkumdan neler yapmadım!..
Ben değil miyim çeviriyi kendim yazmışım gi-
bi piyasaya süren. Asistanlanmın yazılanna bi-
rinci ad olarak kendi adımı koyan ben değil mi-
yim? Öğrencilerin ders notlanmı almalan için ilk
birlcaç derse girip sonrasım asistanlanma bıra-
kan ben değil miyim? Ben değil miyim yetenekli
olanlara engel çıkarıp dalkavuklara prim veren?
Anayasayı bu duruma getiren ben değil miyim?
Fidan gibi öğrencilerim kurşunlanırken arka ka-
pıdan kaçan ben değil miyim? Üniversite çatısı
altında bir günü bile geçmemiş, o özgürlük ha-
vasını bir kez bile ciğerlerine çekmemiş orgene-
ralleri üniversite kampusunun kapısında karşı-
layabilmek için cüppemi savura savura koşan ben
değil miyim? Ve ben değil miyim hukuku besle-
mek yerine adam asmak zanneden cehaletin
omuzlanna kendi sırtımdan çıkardığun profesör-
lük cüppesini koyan?
Aklım başıma neden sonra geldi. Arkama ba-
kıp ayak izlerimi görünce utanıyorum, huzurum
kaçıyor. Bu pişmanhkla cüppemi giyip Anrtgö-
müt'e gittim. Atatürk'ten af diledim. Artık O-
nun izinde olacağımı söyledim. Bana inanmadı.
Yüzüme bile bakmadı. Affetmedi beni.
Ben de sizlerden özür diliyorum. Affedin be-
ni, umanm yemeğinizin tadını kaçırmadım. Afi-
yet olsun!"
Ben sanmış!
Benden sonra Maliye Bakanı'ndan bir konuş-
ma istediler. Kendisinin de bir "akademisyen" ol-
duğunu belirttikten sonra "Ben poliükaya gir-
dikten sonra demokrasinin ne olduğunu
öğrendim" gibi bir tümce kullandı. Yadırgadun.
Ben olsam demokrasiyi öğrendikten sonra poli-
tikaya girerdim. Ama neyse beni ilgilendirmez.
Bu onun kendi sorunu. Beni ilgilendiren, orada
bulunan öğretim üyelerinin en yaşlısı olarak üni-
versitenin tüm suçlanru yüklenmiş görünmemin
yanlış anlaşılması oldu. Çünkü bakan, orgene-
rali üniversite kampusunun kapısında karşılaya-
nın gerçekten ben olduğumu sanmış. Gönlümü
almak için olacak, "Hüsnü Göksel üzülmesin,
o zamanın sartlan bunu gerektiriyordu. Onun ye-
rinde ben de olsaydım aynı şeyi yapardım" dedi.
Bu yazımı, bana sadece bilmediklerimi değil,
biliyorum zannettiklerimi de öğreten sevgili Ser-
ver Tanilli'ye sunuyorum.
(•) Bu başlıjı koyarlcen kendisinden izin almadığım için Me-
lisa Gürpınar'dan Ozür dileyneic...
ARADABIR
NEVZAT ERDEMİR îzmirBarosu
Avukatlarından
Savaşa Bin Kez Hayır!
1982 Anayasası toplumun ve toplumsal gelişmenin çok çok
gerisinde. Ne var ki ülkede uygulanan yönetim biçiminin 82
Anayasası ile de bir bağlantısı bulunmamaktadır. Türkiye'de
anayasa ve hukuk kurallarını gözardı eden, yasama ve yü-
rütme erklerini tek elde toplayan, yargı erkini de ele geçir-
me girişimlerini hızla sürdüren tekçi ve tekelci bir yönetim
anlayışı egemen. Bu yönetim anlayışına "Fıili Başkanlık
Sistemi" diyen muhalefet de yanılmakta. Çünkü başkanlık
sisteminde devlet başkanı sorumsuz değıldir. Başkanlık sis-
teminin de kendine özgü ilke ve kuralları vardır.
Ülkemizde siyasal iktidarı elinde bulunduranlar kendileri-
hi anayasa ve hukuk kuralları ve yargı kararları ile bağlı say-
mamaktadırlar. Türkiye'de fiilen uygulanan tekçi ve tekelci yö-
netim anlayışına siyasal terminolojide "Hanedanlık" adı ve-
rilmektedir. Tekçi yönetimlerde yasama, yürütme ve yargı erk-
leri tek kişinin ya da belli bir zûmrenin (ya da ailenin) elinde
toplanır. Devlet ya da parti yönetiminde belli bir yere gelme-
nin önkoşulu, baştaki kişi ya da zümreye akraba olmak, ya
da bağsız koşulsuz boyun eğmekten (biat etmekten) geçer.
Bu tanıma uygun olarak Türkiye'de devlet başkanı,
TBMM'de tarafsızlık andı etmesinin hemen ardından bir si-
yasal partinin delegelerini Çankaya'nın doruğuna çağırmış,
partinin genel başkanlığma kimi seçmeleri gerektiği hakkın-
da buyruk vermiş, hatta parti genel başkanı seçiminden ön-
ce başbakanı ve bakanlar kurulunu bizzat seçip atamak su-
retiyte, anayasanın cumhurbaşkanının tarafsız olmasını ön-
gören kurallarını umursamamıştır.
Devlet başkanı, anayasada yazılı görev ve yetkilerine ek
olarak: Başbakaniık, ANAPönderliği, bakanlık, (bakanlardan
alınan peşin istifa mektupları ve beyaza "açığa" imzalar yo-
lu ile) yasama yetkisi (yasa gücünde karamame ve beyaza
imzalar ile) vs. yetkileri fiilen tekelinde topladığı gibi anaya-
sal yetkiler de yansız olarak kullanılmamakta, yüksek yargı
organları üyelerinin seçiminde bilgi birikimi, hukuka bağlı-
lık, derteyim ve yetenek yerine belli bir siyasal görüşe yakın
olma esas alınmaktadır.
Uygulamanın hukuka aykırı olduğunu söyleyenlere Özal1
ın yanıtı hazır: "Ben değişik başkanım, ben Cumhuriyetin
başkanıyım, bana alışın." Son günlerde aykınlıklan halkın
gözünden kaçırmak, alıştırma için çok tehlikeli bir yol sınan-
makta: Sahneye şürülen yeni senaryoda, gündemde artık sa-
vaş var! Seçim sisteminin haksızlığı, devlet parasının hovar-
daca harcanması, hanedanlık tartışmaları ve benzeri eleşti-
rileri ikinci plana itme, gündemi belirleme gibi kaygılarla Ata-
türk'ün "Yurtta banş, dünyada barış" ilkesi terk olunmuş, hat-
ta barış istemek suç sayılır olmaya başlamıstır!
İktidarın etkili ve yetkilileri içte ve dışta gerilim politikası
uygulamakta. Bunlar bir yandan "savaşın çılgınlık" olduğun-
dan söz ederken öbür yandan "Savaşa hayır" diyenlerin ya-
kasına yapışmakta, 15/16 yaşındaki yavrular okullardan atıl-
makta, hapishaneyi boytamakta. Yîne bu iktidar sahipleri, Or-
tadoğu haritasının yeniden çiziminde söz sahibi oiabilmek
için (!) "dinamik" politika izlediklerini savlamakta, açıkça sa-
vaş çığırtkanlığı yapılmakta, Musul ve Kerkük masalları or-
talıkta dolaşmaktadır. Siyasai iktidar ülkeyi bir savaşın, sa-
vaş tehlikesinin eşiğine getirmiştir. İzlenen gerilim politika-
sının Türkiye'ye parasal faturası, zararı çok büyük. Türkiye1
nin Ortadogu'da çıkması olası bir savaşa katılmasında hiç-
bir ulusal yararı yoktur ve olamaz.
ABD'ye yaranmak, GNN'de poz vermek için hiç kimsenin
bu güzelim ülkeyi savaşa ve savaş tehlikesinin içine sürük-
temeye hakkı yoktur. Siyasal iktidar geleneksel barışçı dış po-
litikayı terk etmekle çok büyük yanlış yapmıştır. Dış politika
alanındaki bu yanlışlık, iç politikanın bir yansımasıdır. Türki-
ye, demokrasiyi tüm kurum ve kuralları ile yasama gecire-
memenin sıkıntılarını çekmektedir. Seçim sistemimiz, azın-
lığın çoğunluğu yönetmesine ve giderek tahakkümüne ola-
nak sağlayacak nıteliktedir.
Kuveyt sorunu, iki Arap devletini ve Arap halkını ilgilendi-
ren bir sorundur. Bu sorun Araplar arasında çözümlenmeli,
Türkiye sorunun barışçı yoldan çözümüne katkıda bulunmalı,
Musul ve Kerkük masallarının el altından piyasaya sürülme-
sinden vazgeçilmelidir. Malk deyimi ile "Dimyata pirince gi-
derken evdekı bulgurdan olmak da var."
Türkiye'ye petroi bekçiliği ünıforması sipariş edenler, ül-
kemize petroi bekçiliği görevinı reva görenler bir gün gele-
cek, Atatürk'ün dediği gibi "Geldikleri gibi gıdeceklerl" An-
cak biz, komşumuz Irak ile birlikte yaşamaya devam ede-
ceğiz.
Kitap ve Egttiııı Üzerine
Yıllardır sürdürülen yanlış politikalar ve çarpık eğitim
anlayışlarıyla varsıl olmak, insan olmanın üstüne çıktı. Bunun
sonucu olarak da çocukiarımız artık okuyup öğrenme, bilgi
edinme yerine test tekniğini kazanmaya bakıyor. Eş deyişle
düşünen gençük yerine robotlar ordusu oluşuyor.
SAMİ GÜRTÜRK Emekli Felsefe öğretmeni
Bir süre önceki kitap fuan üzerine söy-
leşmekte yarar görüyorum.
Kitap fuannda okuru kitapla yazarla bu-
luşturmak çok güzel ve çok yararlı bir giri-
şim. Yaşımın geçkin, sağlığımın elverişsiz ol-
masına bakmadan oturmakta olduğum Si-
lifke'den fuardaki imza günlerine katıldım..
Hem de beş gün üst üste. Bu yüzden benim
izlenimlerim daha değişik olmalı diye dü-
şünüyor ve bu nedenle de gözJemlerimi di-
le getirmek istiyorum. Daha açığı, söz ko-
nusu olayı bir taşralı gözüyle anlatmak is-
tiyorum.
Olumlu girişim
lstanbul'un Tepebaşı denilen, eskiden ti-
yatrosuyla ünlü semtinde kocaman bir ya-
pı. Kitap fuan bunun zemin katında düzen-
lenmiş, tam 116 yayınevi, kuruluş sığdırıl-
mış bu kata. Fuara katılan yayıncılann her
birine birer küçük bölme verilmiş. Stant (en
kısa zamanda bu tür sözcüklerin karşılık-
lannı bulmazsak gün gelir Türkçe diye ba-
ğımsız bir dil kalmaz ortada) adı verilen bu
bölmeler, sergilenmiş kitaplarla dolu ve süs-
lü. Kitap merakhlan bu bölümler (stantlar)
arasında geziyor, ilgilendiği kitaplara bakı-
yor, kanştınyor, kimileyin de oradaki gö-
revlilerden bilgi almaya çalışıyor.
Fuarın çeşitli özellikleri var: Çoğu yayı-
nevi yüzde elliye varan oranlarda indirim
yapmış. Bu, belki de fuann en çekici yanı
idi. Hemen hemen her yayınevi şu ya da bu
yazan konuk etmiş (görevlendirmiş) stan-
dında, onlara kitap imzalatıyor. Ve böyle-
ce okur, yazardan imzalı kitap almanın
mutluluğunu tadarken yazar onurlanıyor,
yayınevi de satış sevinci duyuyor. Yayınevi
kazanırken toplum da kazanıyor, çünkü
okuyan ve okunan sayısı artıyor.
Fuarda başka etkinlikler de gözlendi.
'tdam cinayettir!" "Savaşa hayır" kampan-
yalan gibi. "Kadın eserleri kütüphanesi"
için çabalar, kadın-erkek eşitliği için ayn bir
bölüm, ilginç girişimler olarak sergilendi.
Fuar yöneticileri, her yıl bir yazın izleği
(teması) işlemeyi amaçlamış. Bu bağlamda
1990'ın ana izleği "Şür ve İnsan" idi. Dün-
yaca ünlü yabancı ozanlann ve bu arada
Nâzım Hikmet'in son eşi Vera Tulyakova-
nm çağnlmış olmaları bu nedenle idi. Ge-
lebilen konuklarla şür üzerine çeşitli söyle-
şiler düzenlendi. Bu söyleşilerden biri de ün-
lü ve içten ve duyarlı şairimiz Cahit Külebi
ile yapılacaktı. Ancak sevgili Külebi, o gün-
lerdeki zorunlu meşguliyeti olduğunu bil-
direrek gelemeyince, yöneticüerle anlaşarak
Antalya Lisesi'nden öğrencisi, yazuı eri Sa-
mi Karaören'e vermişler konuşma görevini.
En güzel seçimi yaptıklannı, adaşım Kara-
ören'i dinleyince anladım.
Yazarlar, ilişkiler
Kanımca, okurlar bakımından fuann en
ilginç yeri fuar yöneticilerince yazar arkadaş-
lara aynlan bölümdü. Yazarlar Sendikası
bizler için yapının girişinin sağ köşesinde bir
yer ayırtmış. Oraya bitiştirilmiş okul sıra-
lanna benzer masalar konmuştu, uzunla-
masına, her gün 10-15 yazar, program ge-
regince, geliyor, altına bir sandalye çekerek
öteki yazar arkadaşlarla dirsek dirseğe otu-
ruyor. Fuarda görevli gençler, arkamızda-
ki duvara adlanmız yazılı birer karton ya-
pıştınyor. Okur adaylan o kanonlara ba-
karak bizleri tanıyor, öğreniyorlar. Her ar-
kadaş yazdığı kitaplan önündeki masa üze-
rine seriyor. Kasaba pazarlarında köylü ka-
dınların işlemeli yün çoraplan, yerlere çö-
melip sergiledikleri gibL (Benim bu benzet-
memi, bir ara yakınımda oturan Prof. Dr.
Cahit Tanyol şöyle onayladı ya da düzeltti:
'Ben kendimi daha çok görücüye çıkmış ge-
linlik kıza benzetiyorum.')
Bu ve benzeri söyleşilerle sendika bölü-
mündeki zamanımızı renklendirmeye çalış-
tık. Yazarlardan kimileri yıllann dostu ola-
rak orada yeniden bir araya gelmenin sevin-
cini yaşadı. Kimileri de adını duyup kendi-
sine henüz rastgelemediği yazarları orada
tanımanın mutluluğunu tattı. Bense sendi-
kanın çok uzağında yaşayan bir üyesi oldu-
ğum için orada pek çok yeni dost kazanma-
nın hazzını duydum. Hele karşılıklı olarak
birbirimize imzalı kitap vermenin çok ayn
bir tadı vardı.
Ya fuan gezenler... Söylendigine göre 145
bin kişi gelip görmüş kitaplar evrenini. Bu-
nun yüzde 85'i öğrenciymiş. Geri kalanın
çoğu da gençlerdi. Bu gerçek, insanı ilerisi
için umutlandınyor. Çok sayıda kitabı ilk
kez orada gören çocuklann bakışlan çok şey
söylüyordu insana. Orta yaşhlar, kucağı ço-
cuklu analar, yürümekte zorluk çeken yaş-
lılar da geldi, gezdi fuan. Hele bir bayan
gördüm, yüzü kınş kınştı. Gözleri çok zor
görüyor olmahydı. Elinde kocaman bir bü-
yüteç vardı. Her standın önünde duruyor,
büyüteci gözleri hizasuıa getiriyor, kitaplan
seçmeye çahşıyordu. Daha da ilginci, kemik-
leri erimekte olan bir genç geldi bizleri zi-
yarete. Küçüle küçüle elli santime inmiş, bir
çocuk görünümündeki bu deCkanlı da ki-
tap fuannı görmek istemiş. Bir yakınınin
kucağında, yan yatmış olarak fuan gezmiş
oldu. Üstelik güler yüzle. Kutladı bizleri te-
ker teker.
Anlaşıldı ki okurlar daha çok ünlenmiş, ad
yapmış yazarlann kitaplannı satın alıyor.
Geçen yıl Uğur Mumcu'nun okurları kuy-
ruk oluşturmuştu. Bu yıl ise aynı yerde, ön-
cekinden daha da uzun bir kuyruk görül-
dü llhan Selçuk'un önünde. (Her ikisinin
de Cumhuriyet gazetesi köşe yazan oluşu
aynca düşündürücü.) Bu durumu gören Ve-
dat Günyol "llhan geldi, biz artık dükkânı
kapasak iyi olur" diye espri yaptı. Prof.
Emre Kongar ise bir avuntu koydu ortaya:
"llhan Selcuk için oluşan kuyruktan biz de
yararlamyoruz, arkadaşlar. Bakın onun için
bekleşenler hiç değilse bizim kitaplann da
kapaklannı görüyorlar!' Çok sevdiğim Meh-
met Başaran, bu olaya bir başka açıdan
baktı. "Sami Bey, llhan Selçuk'un kitapla-
nnı bunca okuyan olduğuna göre neden
halkımız hâlâ uykuda" diye sordu. Batı, kaç
yüz yılda uyandı, diye yanıtlayacaktım ki
araya sözler girdi.
Egitimdeki yanlışlık...
Yeterince kitap satıldı mı? Sanmjyorum.
Kimi yayıncüar "Kasamız bayram etti" de-
seler de istenen ve beklenen ölçüde kitap sa-
tılmadı. Neden? önce kitaplann maliyetleri
ve bu yüzden de fiyatlan yüksek. Eğreti ik-
tidann kitaba ve okumaya karşı tutumu ola-
ym baş sorumlusu. Dahası, yıllardır sürdü-
rülen yanlış politikalar ve çarpık eğitim an-
layışlarıyla varsıl olmak, insan olmanın üs-
tüne çıktı. Bunun sonucu olarak da çocuk-
iarımız artık okuyup öğrenme, bilgi edin-
me yerine test tekniğini kazanmaya bakıyor.
Eş deyişle düşünen gençük yerine robotlar
ordusu oluşuyor. Kitap, robotun ne işine ya-
rar? Olayın bir başka yanı da şu: Dünya-
nın her yanında, genetlikle orta kesim (di-
rek) okur kitabı. Türkiye'de ise eridi bu
kesim.
Bütün bu acı gerçeklere karşın derim ki;
fuar temel amacına ulaşmakta. Çünkü okur
ve okur adayları ile yazarlar ve kitaplar ta-
nışıp yaklaştılar. Gönül ister ki benzeri fu-
arlar büyücek kentlerimizde de açılsın.
PENCERE
12'nci Gün!..
İLAN
T.C.
MERStN
3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
Sayı: 1989/1029
Davacı Tacim Beydilli tarafından davalı Meryem Bçydilli aleyhi-
ne açılan şıddetli geçimsizlik nedenıyle boşanma davasının duruşması
sonunda:
Mahkememizin 1989/1029 esas, 1990/776 sayılı ve 2.10.1990 ta-
rihli karan ile Kayseri ili, Sarız ilçesi, Küçük Kabaktepe Mah. 032/01
cilt, 22 sayfa, 15 kütük nüfusa kayıtlı bulunan Kalender oğlu, Gülis-
tan'dan olma, 21.4.1937 d.'lu Tacim Beydilli ile Ali kızı, Hatice'den
olma, 5.5.1941 d.'lu Meryem Beydilli'nin M.K.'nun 134. maddesi
geregince şiddetli geçirasizlik nedeniyle boşanmalarına, karar kesin-
leşinceye kadar dava tarihi olan 1.12.1989 tarihinden ıtibaren aylık
50.000 TL tedbir nafakasının davacıdan alınıp davalıya verilmesine,
temyizi kabil olmak üzere verilen karar davacının adresi tespit edile-
mediğinden ilan yapılmasına karar verilmiş olmakla;
Davalı Meryem Beydilli'nin iş bu ilanın yayımlandığı tarihten iti-
baren 15 gün sonra ilanen tebliğ yapıldıgı sayılarak bu süreden son-
ra 15 günlük yasal temyiz süresi başlayacağından, temyiz süresi
içerisinde davalı larafından ternyiz edilmediği takdirde temyiz ecme-
mis sayılacağı ve kararın kesinleşeceğl hususu kararın tebligi yerine
kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur.
Basın: 49260
İLAN
MERStN 3. ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ
1989/1043-528
Davacı Mersin Belediyesi tarafından davalılar Ali Durukan vs. aley-
hine açılan tescil davasının sonunda:
Mahkememizin 1989/1043 esas, 1990/528 sayılı ve 26.6.1990 ta-
rihli karan ile; davahlardan Seyfettin Erdem adına açılan davanın,
davalının hissesinin ferağını davacı idareye verdiğinden herhangi bir
karar ittihazına yer olmadığına, diğer davalılar Ali Durukan, Huse-
yin Aksu, Nazmi Kıldan, Ahmet Erdoğan, Halil Daşdemir, Ali Öz-
türk ve Yakup Hasırcı aleyhine açılan davanın kabulü ile Mersin,
Arpaçsakarlar koyünde kâin, 2 pafta, 59 parsel sayılı taşınmazda ka-
yıtlı 41.620 m:
miktarındaki adı geçen davalılann hisselerinin 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 17. maddesi geregince Göneykent
toplu konut sahası yeri olarak davacı Mersin Belediyesi adına tapu-
ya tesciline dair Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar davalı-
lann adresi tespit edilemediğinden ilanen yapılmasına karar verilmiş
olmakla;
Davalılar Ali Durukan, Hüseyin Aksu, Nazmi Kıldan, Ahmet Er-
doğan, Halil Daşdemir, Ali Öztürk ve Yakup Hasırcı'nın işbu ilanın
yayımlandığı tarihten itibaren 15 gün sonra ilanen tebliğ yapıldıgı sa-
yılarak bu süreden sonra 15 günlük yasal temyiz süresi başlayaca-
ğından, temyiz süresi içerisinde davalılar tarafından temyiz edilmediğı
takdirde temyiz etmemiş sayılacağı ve kararın kesinlejeceği hususu
kararın tebliği yerine kalm olmak üzere ilanen tebliğ olunur.
Basın: 49264
Bugün 12'inci gün!..
Her takvim yaprağını kopanrken Zonguldak'ı anımsayın!..
Madenci grevinde birinci gün, madenci grevinde 2'nci gün,
madenci grevinde 3'üncü gün...
Madenci grevinde 12'nci gün bugün...
Genel Maden-İş Sendikası Teşkilatlandırma Sekreteri Ali
Akgün için Zonguldak ilinin anlamı:
"Emeğin başkenîi!.."
Gerçekten Zonguldak'ın Türkiye'de 'özel' bir yeri var. Bu
özellik birdenbire oluşmadığı, kuşaktan kuşağa aktarılan bir
mirasın katman katman istifiyle yükseldi; yeraltında ve yer
üstünde birbirine eklenen söylencelerle büyüdü; ocaklarda
alınteriyie kan ayırt edilemez biçimde harmanlaştı; yaşanan
gerçek öyküler dedelerden torunlara aktarıldı; ocaklarda
ölümlerle doğumlar birbirine karıştı; kaç yıl geçti aradan? Za-
man eşref zamanına dönüştü; grizu yeraltında değil, topra-
ğın üstünde yoğunlaştı.
Bir kibrit çaksan önce parlayacak, göz açıp kapayıncaya
kadar patlayacaktı.
Kibriti çakmak Özal'a nasipmiş...
•
Zonguldak üzerine herkes hesap yapıyor; bu arada olaya
soğuk bakan, duygusuzluğun kör gözüyle madenci grevini
izleyip umursamazlık taklidi yapanlar da var:
—Bırakın yürüsünler, bir süre sonra bıkacak ve yorulacak-
iardır, kamuoyunun ilgisi de azalıp tükenecektir...
Yanlış hesap bul..
Çünkü Zonguldak grevi 'grev' sözcüğünü aşan bir anlam
kazandı; bir halk hareketine dönüştü. Türkiye'de artık her-
kes Zonguldak grevine grev' diye bakmıyor; hak arayan in-
sanlarm eylemi, hakkını aramakta yılgınlaşan kıtlelerin gö-
zünde yanan umut ıştğı gibidir; baskılarla sindirilmiş bir top-
lumun dikkati Zonguldak'tadır; herkes olacakları izliyor...
Toplum ya da halk veya kamuoyunda kimi zaman bir kah-
raman aranır; kimi zaman bu kahraman bir tek kişidir; kimi
zaman bir bölüktûr, bir taburdur; kimi zaman bir öncü örgüt-
tür; kimi zaman bir kenttir. Kentlerin bayraklaştığı dönemler
de yaşanmıştır.
Türkiye'nin gözü Zonguldak'ta...
Zonguldak'ın yenilgisi bütün ülkede demokrasinin, hakkın,
emeğin yenilgisi sayılacaktır; ama maden işçisi davasını ka-
zanırsa, bu sonuç, ne bir işçinin, ne bir sendikanın ne de bir
bölgenin zaferi olacaktır; bütün ülke ve tüm halk payını ala-
caktır yengiden...
Zonguldak'ta işçi yürüyor...
Emekçinin uzun yürüyüşü kaç kilometre sürecek? Yüz, bin,
beş bin, on bin? Belki de yüz bin? Belki de hiç durmayacak
bir yürüyüş bul.. Ülkeyi 'yabancı sermaye için ucuz emek cen-
netfne dönüstürmekle Türkiye'nin sorunlanna çözüm yolu bu-
lacaklarını söyleyen iktidarın doruğuna iflasın gönderini di-
kecek eylem, Zonguldak'tan Ankara'ya uzanıp Çankaya'nın
kapısına dayanacak...
Bugün 12'nci gün...
Yann 1a..
Yarından sonra 14...
Zonguldak grevini hiç unutmayalım, emekçi eyleminin gün-
lerini sayalım. 12 Eylüf'den beri balyoz harekâtıyla sindiril-
miş bir halkın demokrasiye dönük yüzündeki bu uyanış, Türk-
iye'yi çağdaşlaştıracak gerçek gücün kıpırdanması demek...
12'nci gün bugün...
Yaşamının en güzel günlerinde aramızdan
ayrılan
SİBEL ALKIŞLAR'ı
(ÖZELÇI)
özlemle anıyoruz.
BtLKENT ÜNİVERSİTESİ
MFBF ARAŞTIRMA GÖREVLİLERİ
ALO YILBAŞI
Noel afaçlarımızı gerçek yıldızlar süslüyor.
Içki almasanız bile oksijen sarhoş ediyor.
Şu sesi bitmeyen senfoni.
BURASI ALTINOLUK'ta
BENT OTEL
25 kişilik bir grup olu^turursanız oteli sizin için kapatınz.
Eğlenceden yemeklere her şey sizin istediğiniz gibi olacak.
Tel: 142 30 03
GAYRİMENKULÜN AÇIK ARTTIRMA
İLANI
SUSURLUK İCRA MEMURLUĞUNDAN
Dosya No: 1990/98. T.
Satılmasına karar verilen gavrimenkulün cinsi, kıymeti, adedi, ev-
safı: Tapunun 16/10/1981 tarih, sahife: 1348, pafta: 6, parsel: 1391'de
kayıtlı, Susuriuk Ömerköy bucagı, Köyiçi mevkiinde kain, iki adet
giriş kapılı, altı ahır, üstte saglı sollu 3'er oda, 2 mutfak, 2 banyo
ve tuvaletten mütesckkil, tavan kireç badanah, taban kısmen moza-
ik ve beton, duvarlar plastik badanaJı, üstO ahsap çatı, Marsilya tip
kremit kaph, elektrik ve suyu mevcut, kuIJaıum alanı 150 m-"yi geç-
meyen, 460 m
1
miktannda ve 30.000.000.— TL kıymetindeki gayri-
menkul. (Borçlu Güner Meşe'ye an.)
Satış sartlan:
1—Saüs 18/1/1991 günü saat 14.45'ten 15.00"e kadar Susuriuk lcra
Dairesi'nde açık arttırma suretiyle yapüacakür. Bu arttınnada tah-
min edilen kıymetin *b75'inı ve rüçhanlı alacaklılar varsa alacaklan
mecmuunu ve satış masraflannı geçmek sartı ile ihale olunur. Böyle
bir bedelle alıa çıkmazsa en çok arttıranın taahhüdü baki kalmak
şartiyle 28/1/1991 günü aynı yerde saat l'de ikinci arttırmaya çıka-
nlacaktır. Bu arttırmada da rüçbanlı alacaklılann alacagnu ve satış
masraflannı gecmesi şartiyle en çok arttırana ihale olunur ve muham-
men kıymetinin %A0'ıtu.
2—Arttırmaya iştirak edeceklerin, tahmin edilen kıymetin %20'si
nispetinde pey akçesi veya bu miktar kadar milli bir bankanın temi-
nat mektubunu venneleri lâamdır. Sauş peşin para iledir, alıcı iste-
diğinde 20 günü geçmemek üzere mehil venlebilir. Deüaliyeresmi ihak
pulu, tapu harç ve masraflan alıcıya aittir. Birikmiş vergüer satış be-
delinden ödenir.
3—Ipotek sahibi alacakhlarla diğer ilgililerin (+) bu gayrünenkul
uzerindeki haJdannj hususiyle faiz ve masrafa dair olan iddialannı
dayanağı belgeler ile on beş gün içinde dairernize bildirmeleri lazur-
dır; aksi takdirde haklan tapu sicili ile sabit olmadıkça paylaşma-
dan hariç bırakılacaklardır.
4—Saaş bedeli hemen veya verilen mühlet içinde odenmezse lcra
ve tflas Kanunu'nun 133. maddesi geregince ihale feshedilir. tki iha-
le arasındaki farktan ve %30 faizden alıcı ve kefilleri mesul tutula-
cak ve hiçbir hükme hacet kalmadan kendilerinden tahsil edilecektir.
5—Şartname, ilan tarihinden itibaren herkesin görebümesi için da-
irede açık olup masrafı verildiğı takdirde isteyen alıcıya bir örnejj
gönderilebilir.
6—Satısa iştirak edenlerin şartnameyi görmüş ve münderecatını ka-
bul etmiş sayılacaklan, başkaca bilgi almak isteyenlerin 1990/98 T.
sayılı dosya numarasıyta memurluğunıuza başvurmalan ilan olunur.
30.11.1990
(lc.lf.K. 126)
(+) llgililer tabiriue ittifak hakkı sahipleri de dahildir.
VönetnıeUk Örnek No: 27. Not: K. D. Vergisi alıcıya aittir.
Basın: 49258
HUKUKSUZ DEMOKRASİ
MalitÇelenk
3. baıı 5.000lira(KDV içinde)
Çağdaf Yaymhrı Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-lstanbul
Ödemeli gönderilmez.