05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 11 KASIM 1990 52 Vıl Öncesi ve Soıırası, HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU "Sayın Bayanlar, Baylar, Genç Lniversiteli- ler, Hepimizin bir tek vücut ve bir tek kalp halin- de Atatiirk'iin yasıru tuttuğumuz şu dakikalar- da, sizlere o büyük Adamın hayat ve menkıbe- lerinden (olaganüstü yaşantılarından) bahsede- cek degilim. Bunlan yaşlılar yaşadı, gençler can- dan duydu, çocuklar ezberiedi. O'nun baştan ba- şa zaferle dolu olan hayatı, O'nun eseri olan Cumhuriyet gibi, hepimizin varlığında yer tut- muştur. Bu yer, gelecek nesillcre intikal ede ede ebediyete (sonsuza) kadar böyle kalacaktır. "Arkadaşlanm, Büyük miiletimize has (özgii) olan vasıfların birisi de onun vakarlı sükûnet ve temkinidir (ağırbaşlılığıdır). Bu temkin, meia- net (dayanç) ve sogukkanlılıgın en azametli mi- salini (yüce örnegini), bize şimdi acısıyla agla- dığımız o büyük Türk evladı verdi: Atatürk Ci- han Harbi (Birinci Dünya Savaşı) sonunda Türkiye'nin uğradığı büyük baksızlık ve felâket karşısında, her Türk gibi en büyük acıyı duydu; fakat bir an bile şaşırmadı ve bugünkü büyük eserini başardı. "Türk halkı ve Türk gençliği de O'nun üfûlu (ölümü) karşısında acılann en zalimini hissetti, kan ağladı; fakat şaşırmadı, vekar ve temkinini bozmadı. Gençliğin üç giinden beri akıttığı her damla gözyaşında, yalnız leessur degil, Atatürk'- ün yarattıgı esere olan bağldıgın ve kendine ema- net edilen eseri muhafaza hususunda yapraış ol- dugu yeminin yeni bir bürhanı (kanıtı) saklıdır. "Arkadaşlar; bu matem gününde bilhassa do- kunmak islediğim bir noktaya gelmiş bulunuyo- rum; Atatürk'ün Türk içtimai bünyesinde, Türk- ün sosyal hayatında gerçekleştirraiş olduğu de- gişiklik o kadar büyük, o kadar derin ve köklü- dür ki bizler bunu ifade ederken; 'Atatürk yeni bir milkt yarattı' diyoruz. İlk bakışta mübala- gaJı (abartmalı) gorünen bu söz, bakikatte ge- rek dış görünüş bakunından gerek öz bakımın- dan çok yerindedir. "Atatürk, vaktiyle en kudretli sultanların.. binde birine dokunmaya cesaret edemedikleri, daha dogrusu dokunmayı duşiinmedikleri mii- esseseleri bir hamlede yıktı ve bizi mutecanis bir millet haline'koydu. Bugün her Türk ferdi aynı medeni kıyafeti taşır, aynı mekteplere gider ve aynı mahkemeler huzurunda hakkını arar. 'Atatürk yeni bir millet yarattı' ifadesini, yal- nız müesseseler ve dış görünüş bakımından de- gil, bir de öz ve ruh bakımından mülalâa eder- sek (incelersek, ele alırsak) şunu söylemek lazım gelir: O büyük adam her şeyden önce millette mevcut olan benlik ve nefse güveni yeniden mey- dana çıkardı, onu terbiye etti, kımetlendirdi ve şuurlu bir hale koydu. "Atatürk'ün memkkette yapttğı inkdaplardan biri de karakter, seciye inkılabıdır. Çünkü ar- kadaşlar, bir insan maddi varlıkların yttksek şa- hikalarına (doruklarına) erişmiş olsa bile, e in- sanda sağlam ve sarsılmaz bir karakter ve seci- ye yoksa, böyle bir kimse, en aciz insanlardan daha aciz, ama en cahil insandan daba tehlike- lidir. Şu halde medeni insan olabilmenin başta gelen şartlarından birisi, sağlam bir karakter sa- hibi olmaktır. Millet işlerinde sağlam bir karak- ter, entrika ve bayağı menfaatlere uzak kalmakta ve milletin umumi menfaatlerine saygı göster- mekte tecelli eder (ortaya çıkar). "Bugünkü duslurumuz ve umdemiz (Ukemiz), umumi menfaatin fert menfaatine (kamu yara- nnın bireysel çıkardan) üstün olmasıdır. Şayet bugün, veya ileride bu umdeyi çiğnemeye teşeb- büs edenler çıkarsa, Türk Gençliği onlara müsa- ade etmez. Onlan çigner, ezer ve geçer. Işte Türk tnkılabı'nın (Devrimi'nin) yarattığı karakterli ve doğru gençlik, istikbalin (geleceğin) en sağlam dayanagı ve Cumhuriyeün kudretli muhafızıdır. "Atatürk: 'Dünyada her kavmin mevcudiye- ti, kıymeti, hak-kı hürriyet ve istiklali, malik ol- duğu veya yapacagı medeni eserlerle mütenasip- tir. Medeni eser vücuda getirmek kabiliyeünden mahrum olan kavimler hürriyet ve istiklallerin- den tecrit olunmaya mahkûmdur.' demişti. Me- deni eserlerin fikirle, çalışraa ve bilgi ile meyda- na getirilebilecegini herkesten i>i takdir eden Atatürk, bizlere bu büyük mefkûre (ülkü) ve ilim ocağını (yani üniversiteyi) hediye etti. Burada ca- lışan ve burada yetişen gençlik, yurda muhtelif sahalarda biigi, enerji, ruh. iman (inanç) ve nur (ışık) saçacak olan gençliktir. Burada çalışan ve yetişen gençlik, Atatürk'ün dediği ve beklediği medeni eserleri vücuda geürecek olan gençlik- tir. "Mensup oldugu milletin derin ve keskin ze- kâsından erain olan Atatürk: 'Tek bir şeye ihti- yacımız vardır: Çalışkan olmak. Servet ve onun netice-i tabiiyesi olan refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkanlann hakkıdır' demişti. "Sözlerimi bitirirken, aziz ölünün ruhu önün- de eğiliyorum ve olgun üniversite gençliğinin his- siyatına tercüman olarak diyorum ki: Aziz Ata- türk! Sen bize en ağır ve en müşkül şartlar al- tında çalışma nünıunesi verdin; yorulmak bilmez bir çalışmamn timsali (simgesi) oldun. Senin ev- lalların olan bizler de çalısacağız. Durmadan, bıkmadan, yorulmadan çalışacağız. Sana ve Türk milletine layık olduğumuzu gösterecek, aç- tığın medeniyet şehrâhında (uygarlığın yüce yo- lunda) durmadan yürüyeceğiz. Bu yolculukta da- yanağımız büyük Türk milleti ve ilham kayna- ğımız senin sönmez ışığın olacaktır." • * • Yukarki satırlar Atatürk'ün ölümünün üçün- cü giinü, 12 Kasım 1938 saat 15'te İstanbul Üni- versitesi merkez binasının alt holünü ve bahçe- nin bir bölümünü dolduran öğrencilere yapmış olduğum konuşmanın metninden alınmıştır: (Metnin tümü Üniversite Konferansları Serisi'- nin 1938 tarihli cildindedir.) O tarihten bu yana yarım yüzyıl artı iki yıl geçmiş. Üniversitede, la- iklik devriminin en büyük yapıtı olan Yurttaş- lar Yasası'nın (Medeni Kanun'un) sistematik ve uygulamalı biçimde öğretildiği Medeni Hukuk ve ek görev olarak da Türk Devrim Tarihi kür- süsünde doçent olarak çalışıyordum. O zaman- lar "asır" dediğimiz yüzyıl, "yarım asır" dedi- ğimiz yarım yüzyıl gibi kavramlar, daha doğru- su birimler, bana çok uzun zaman aralıkları gi- bi gelirdi. Şimdi ise bunlar kısaldı kısaldı, öyle ki içinde yaşadığımız 20. yüzyıl, hemen hemen boydan boya, bütün tarihsel, toplumsal ve tek- nik olaylanyla birlikte, gözümün önünde serili duruyor. Bütün bu olayların içinde, rektör Prof. Cemil BirsePin 11 Kasım 1938 akşamı görevlen- dirmesi üzerine ivedi olarak o gece hazırlayıp er- tesi sabah üniversitede yaptığım konuşma benim için, kendi değerlendirmeme göre bir onur bel- gesidir. Çünkü o gün; Atatürk ilkelerine nasıl bağlıysam, bugün de daha bilinçli, daha inançlı olarak o kadar bağlıyım; Türkiye'nin de ancak bu ilkeler doğrultusunda çağdaş, uygar toplum- lar arasında yaraştığı yere ulaşacağına inanıyo- rum; tıpkı Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın ilk gun- lerinde, bir lise öğrencisi olarak Mustafa Kemal Paşa'nın bu vatanı düşmandan kurtaracağına kesinlikle inandığım gibi. Bu ilk inancımda na- sıl aldanmamışsam, ikinci inancımda da aldan- madığımı bildiğim için O'nun ilkelerini, özellikle laiklik ilkesini hiç yılmadan, bıkıp usanmadan yıllardan beri hem üniversitedeki derslerimde hem de bu sütunlarda savunmayı sürdürdüm, yaşadığım sürece de sürdüreceğim. • • * 52 yıl önceki konuşmamda bireylerin özben- liğinin (karakterinin) sağlam olmasından söz et- mişim. Şimdi bu konuda çürük olan kimi yetki- lileri gördükçe irkiliyorum. Kamu yararının özel çıkarlardan üstün oldu- ğunu vurgulamışım. Bunun tersine bir uygula- maya Türk gençliğinin izin vermeyeceğini belirt- mişim. 52 yıl önce nasıl düşünebilirdim ki, çı- kar çevreleri, dost gorünen yabancılarla da bir- leşerek Türk gençliğinin bir bölümünü bugün- kü duruma getirecekler. O tarihte "irtica" aklımm köşesinden geçmez- di. O nedenle, konuşmamda şeriatçılıktan ve h- lamcılıktan söz açmayı gerekli görrnemişim. Bu- gün kız erkek bir kısım gençlerin İslamcı mili- tan olarak toplumda yer aldığını gördükçe, yıl- lar yılı kendi çıkarları için bu durumu hazırla- yanlara lanet etmekten başka elimden bir şey gel- miyor. Yine de umutsuz değilim, çünkü Türki- ye'nin her yerinde Atatürk ilkelerine candan bağlı genç yaşh insanlardan oluşan büyük bir po- tansiyelin bulunduğunu görüyorum. Eğer dev- rimci ve solcu aydınlar; aralarındaki küçük gö- rüş aynlıklarını bir yana itip ülkemizi şimdiye değin ayakta tutan Atatürk ilkeleri doğrultusun- da birleşip bunlan canla başla savunurlarsa, ir- tica canavarı hiçbir zaman başarıya ulaşamaz; devlet, bugün oldu&u gibi irticaa göz yumsa bi- le. * * • Yazımı bitirirken bir noktayı daha vurgula- mak isterim: Başa aldığım konuşma metni bun- dan 52 yıl önce benim Türkçe değil, Osmanlıca konuştuğumu gösteriyor. Şimdiki yaşım o tarih- tekinin neredeyse üç katına ulaşacak. Eğer bu- giin elimden geldiğince öztürkçe yazmaya çalı- şıyorsam, bunu da Atatürk'ün bizlere aşıladığı milliyetçilik ruhuna ve O'nun dil devrimine borç- luyum. Ata'nın aramızdan ayrıhşının 52. yüında bü- tün gerçek aydınlarımıza yeniden başsağlığı di- lerken, O'na yakışır olmanın tam bilincinde olanların, birlik içinde laiklik savaşımım sürdür- melerini dilerim. PENCERE EVET/HAY1R OKT^YAKBAL Azeriler Türkçe mi Konuşur? Azerbaycan Başbakanı Hasan Hasanof la konuşurken İz- mir'de karşılaştığı ilginç bir olayı anlattı. Olay mı, durum mu, acayip bir konuşma mı, ne derseniz deyin. Hasanof, izmir havaalanında karşıtanırken genç bir gazeteci yanına sokul- muş, şu soruyu sormuş: "Türkçeyi nerden öğrendiniz?" Hasanof şaşırmış: "Ben Azeriyim" demiş. "Azeriler Türkçe mi konuşur?" Öteki gazeteciler bu toy delikanlıyı hemen oradan uzak- laştırmıslar. Azeriler Türkçe mı konuşur? . _ Bilgisizliğin bu kadarı da olurmuş demek? Viyana'dan As- ya'nın en uzak köşesine Türk dili konuşarak gidebilir, derdi- nizi anlatabilirsiniz diyen Alman bilgininin, yaşıyorsa kulak- tarı çınlasın, ölmüş ise toprağı bol olsun! Azerbaycanlılann Türk soyundan geldiklerini bilmeyen bir delikanh -muhakkak belirli öğrenimlerden geçmistir- Azerbaycan Başbakanına 'Siz Türkçeyi nerden öğrendiniz?' diye sorabildiğine göre genç- lerimize verdiğimiz öğrenimin niteliğini varın siz düşünün! Bu ilginç olayı yazsam mı yazmasam mı derken Başba- kan Akbulut'un bir sözünü okudum Melih Aşık'ın Milliyet'te- ki köşesinde. Bay Akbulut, ülkemize gelen Azeri heyetinden bir milletvekilinin konuşmasını dinledikten sonra şöyle demiş: "Bir Azerbaycanlının Türkçe konuşması beni çok duygu- landırdı." İzmirli genç gazeteci ile TC Başbakanı arasında bir ben- zerlik, bir yakınlık yok mu? Biri şaşmış Hasanof'un Türkçe konuşmasına, aynı şaşkınlığı Başbakan Akbulut da yasamış. Vay canına, demek Azeriler Türkçe biliyorlar, konuşuyorlar! Sakallı Celâl'in sözüdür sanırım: "Bunca cehaiet ancak öğ- renimle mümkündür". Avukatlıktan parlamentoya gelen; bakan, Meclis başkanı, parti lideri, en sonra da Başbakan kottuğuna oturan kişi Azer- baycanlılann Türkçe konuştuklannı duyunca şaşkınlıktan şas- kınlığa düşerse. gerisini siz düşünün!.. Bakü'de Türk Kitapları adlı bir satış yeri /ar. Kapısında Türk bayrağı boyanmış. Onünden bir kaç kez geçip gittik. Ne gü- zel dedim, Türkiye yazınının yapıtları burada sergileniyor, sa- tılıyor. İlk fırsatta kitabevini görmek istedim. Ama bir de öğ- rendim ki bu yerde yalnızca, ama yalnızca tutucu yayınlar bulunuyormuş. Çağdaş yazımmızın önenli kişileri ve yapıt- ları burada yer almamış. Bu kitabevini actıran Türk girişim- ciler 'yok' saymış gerçek Türk yazınını... Her türlü yazın de- ğerinden yoksun kıtaplarla tıkabasa doldurmuşlar orasını... Gidip de ne yapacaktım? Azeriler derler ki; "Siz, bizlerle hiç ilgilenmediniz, meyda- nı Türk-İslam sentezcilerine, ırkçılık, turancılık hayalleri ku- ranlara bıraktınız. Krtaplarımızı onlar alıp basıyor. Dergilerinde bize yer veriyor. Siz ise bizden uzakta duruyorsunuz. Hepi- mizi Türkiye'deki sağcıların yanında sanıyorsunuz. Oysa bu düşünceniz çok yanlış"... Azeriler yakında Latin abc'sini benimseyecekler. Zaten 1926'da bizden iki yıl önce Latin harfleriyje dergiler, kitaplar yayımlanmış. Yalnız Azerbaycan'da değil, Özbekistan'da da... Ama Stalin yönetimi Türk soyundan geler halkların yaşadığı ülkelere Kiril abc'sini zorla kabul ettirmiş. Niyet apaçık orta- da!.. Türkleri birbirinden ayırmak; düşüncede, anlayışta be- raberlik kurmalarını önlemek... Azerbaycan, Latin abc'sini kısa sürede benimseyip Kiril abc'sinden kendini kurtaracaktır. O zaman Azerilerle, Ozbek- lerle, öbür Türk halklarıyla daha içten, daha yakından ilişki- ler kurmak olanağı doğacak. Onların yayınları ülkemizde sa- tılacak, bizim gazete, dergi ve kitaplanmız Bakü'de, Taşkerrt'te yayılma, okunma olanağına kavuşacak... Türk soyundan ge- len halklarla yakın ilişki kurmayı istemek ırkçı turancı bir tu- tum değildir. Türk dilini konuşan insanların birbirini daha ya- kından anlamalannı, sevmeierini sağlamanın yoludur. Ben Azeri, Özbek dostlarımıza, kardeşlerimize Türkiye halkının ne denli sevgi duyduğunu biliyorum. Orların da bize karşı eş duvgular beslediklerini bilmeliyiz. Yokluğuna ahşamadığımız demokrasi ve insan hakları sav\mucusu değenı labimiz KANBER KAPLAN'ı ölümünün birinci yılında rahmet ve şükranla anıyoruz. Ruhu şad olsun. HÜSEYİN KAPLAN İş Bankası Tüketici Kredisi ile îstedikleriniz, hayalleriniz... Hepsi sizin olabilir. Otomobil, konut, bilgisayar, buzdolabı, müzik seti, televizyon, bisiklet, bulaşık makinesi, tatil... İş Bankası Tüketici Kredisi ile ihtiyaçlarınız karşılanır, hayalleriniz gerçekleşir. Elektronik hizmet veren İş Bankası şubelerinden birine gelin. İş Bankası Tüketici Kredisi alın. tstediklerinizi alın. TÜRKİYE İŞ BANKASI Dik Yaşadı, Ayakta Öldü... Eve geç geldim. Gece. Yörgunluk. Sabahattin Kudret Aksal'ın "Geceye Bakmak" şiirindeki gibi çevrem: "Küçük vinçleri eşyalarımızın Çekerler masamızı, iskemlemizi, bardağımızı Odamızın birlkmiş güneşi Geceyle saklı bir yere." Zırrrr. Telefon. Gazeteden Suat: — Abi, iyi bir haber vermek için telefon etmiyorum, Kerim •Korcan, sizlere ömür.. Eşyanın küçük vinçleri büyüdüler, ağırlaştılar; masayı, is- kemleyi, bardağı, kitapları, perdeleri ve beni karanlık kuyu- ya çekiyorlar. Ödada birikmiş güneş de gitti. Tam gece. • Kerim Korcan yetmişinde yaşam kavgası veren bir yazar- dı. Kitaplarından gayrı gelir kaynağı yoktu. 12 Eylül'den son- ra tam sıkıntıya düştü. Kemerini sıka sıka yaşamaya başla- dı. Faşizm rap rap gelmiş, yasaklarını koymuş. 1938 Donan- ma Davası'ndan hükümlü Kerim, kırk yıl sonra yine kuşatılı- yor. Artık kim basar kitaplarını? Bir yıl, iki yıl, beş yıl. Karanlık dağılmıyor Korcan'ın ekme- ğine, zeytinine, peynirine göz dikmiş 12 Eylül, yazarı evinde sıkboğaz ediyor. Bir gün çıkageldi Kerim, elinde bir roman, adı "Ateşten Köp- rü." Ne yapmalı? — Ver bana, dedim, okuyayım. Yayıncıya başvursan uzun yol. Daha yayımlanmadan ro- man bu köşede gündeme girdi. Kısa bir süre sonra Ateşten Köprü yayımlandı; ama, birkaç gün geçti, geçmedi; bir ga- zete haberi çıktr. "Kerim Korcan'ın 'Ateşten Köprü' adlı roma- nı Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı'nca toplatılmıştır." Eyvah.. Kaş yaparken göz çıkarmak buna denir. Adapazarlı Kerim Korcan 1938'de 20 yaşındayken 'Donan- ma Davas/'ndan tutuklanmış, 10 yıl hapis yatmıştı. 1957'de Türkiye'ye demokrasinin geldiğini sandı; Dr. Hikmet Kıvılcım- lı'rvn Vatan İçin Partisi'ne girdi; 1957'de ikinci kez tutuklandı; . bu kez 2 yıl yattı. Aradan bir ömür boyu zaman geçmiş, yi- ne tutuklanmasın... Yoksul saat tamircisinin oğ- lu hiç mi gün görmeyecek? II- kokul dördüncü sınıftan ayrıl- mış, berber çıraklığı, doğrama- cı kalfalığı yapmıştı; kendi ken- disini yetiştirmiş, yazarlıkla ya- şamını sürdürmeye başlamış- tı. Ne istiyorduk, niçin yakası- nı bırakmıyorduk Korcan'ın? Bu kez dostumun başını belaya ben soKmuştum. Sorgu, kovuşturma, savcı, bilirkişi, yargı, derken Kerim Korcan aklandı. 12 Eylül faşizminin karanlı- ğından alacalı bir ortama geçi- liyordu. Korcan'ın kitapları ye- niden basılmaya başladı. Sos- yal Demokrat Parti yerel seçim- lerde kazanınca belediyeler kültür eylemlerine ön ayak ol- dular. Kerim Korcan artık kültür şenliklerine çağnlıyor, gittiği her yerde sevilip sayıldıkça gözlerinde mutluluk ışığı parlı- yor, yeniden soluklanma döne- mini yaşıyordu. Telefondaki se- si daha umutlu ve gür çıkıyor- du: — Bak, sana iyi haberim var! Yok edilmek istenen yoksul saatçinin oğlu, 2000 yılına doğ- ru dirilmişti. Bir gün yine telefon etti: — iştahım kesildi. Sesi bozuktu; acele telaş hastaneye yatırdık. • Kerim Korcan gûrbüz, tıknaz yapıtı, aklanmış sarı saçlı, açık renk gözlü, göçmen kılıklı, sos- yalist demokrat, devrimci, sağ- lam, inanmış, yürekli, halk adamı. Cüdam değil.. Adam! Dik yaşadı, ayakta öldü. ina- nıyorum ki Azrail'i buyur eder- ken Guevara gibi konuş- muştur: Hoş geldin, sefalar getirdin. İLAN FOÇA SULH HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Esas No: 1990/13 Davacı Nesrin Dölek tarafın- dan davalı Mesut Üstünel aley- hine mahkememizde açılan ala- cak davasının yapılan açık du- ruşmasında verüen ara karan ge- reğince; Davalı İstanbul Kadıköy 105 Evler karşısı Yenisahra mahaBcsi Yavuz Sultan Selım caddesi Akay Sok. No: 2 adresinde mu- kim MESUT ÜSTÜNEL bttrün aramalara rağmen bulunmamış ve kendisine davetiye tebliğ edil- memiştir. Yukanda isim ve adresi yazüı bulunan davanın duruşmasının bırakıldıgı 27.11.1990 günü saat 10.30'da hakimligimizde haar bulunması veya kendisini bir ve- kille temsil ettirmesi, ibraz etmek istediği delilleri de var ise duruş- ma gününe kadar ibraz etmesi, aksi takdirde duruşmalannın yokluğunda yapılacağı davetiye yerine kain olmak üzeTe ilanen tebliğ olunur. Basın 38107 l.T.U. şebekemi kaybettim. Hükumsüzdür. ERCÜMENT TÜRK ÎETT kartımı kaybettim. Hükumsüzdür. METtN GÜLŞEN İETT kartımı kaybettim. Hükumsüzdür. KAYA ÇETİN Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükumsüzdür. SA YNVR OKUMUŞ • vı öğrenmek ' isterseniz... PK.45 Beyoglu İST NİŞANTAŞ1 RESÎAURANT Düğün Salonlon Nraeli-Ytaekli R«r 1476239/147 7» 40 S*loniaruuz kltaalı v*
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle