Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cumhuriyet Strateji 27 Ekim 2008/226 ST R A T E J İ c 15 politikalarında görülebilir. Çin zaten her zaman istikrarlı dış politika değerlerini sürdürüp diğer ülkelerin iç işlerine karışmamayı kendine adet edinmiştir. Her ne kadar bu tutumun onun kendi içindeki azınlık (Doğu Türkistan ve Tibet) sorunlarından kaynaklandığı iddiası doğrulanabilirse de dış politikada istikrar ve diğer ülkelerin hassasiyetlerine saygı duymak her zaman için fayda sağlayacak sonuçlar verir. Zira bu iki kural evrensel değerlere örnektirler. Bugün Rusya’yı yeni aktif dış politikasında motive eden en önemli faktörlerden birinin de uzun zamandır halkın ve yönetimin içinde bulunduğu aşağılanma ve saygı duyulmama hisleri olduğu bilinmektedir.(3) Bu yüzdendir ki Rusya yavaş ve fakat emin adımlarla gücünü yeniden toplamış ve kendisini kuşatan ABD ve AB’nin NATO güçlerine karşı direnme yoluna gitmiştir. ABD kendi dış politikalarını diğer ülkelerin değerlerine, hassasiyetlerine ve beklentilerine rağmen, söylemde küresel fakat eylemde bireysel yönde şekillendirme girişimlerinin cezasını ağır ödemektedir. Maalesef aynı zamanda da tüm dünyaya bu bedeli ödetmektedir. Aynı noktadan hareketle yarın için Rusya, Çin ve ya başka bir güç de kendi kararlarından etkilenen ülkelerin de çıkarlarını gözetmeksizin politikalarını şekillendirme yoluna gittiğinde uzun vadede olumlu sonuçlar alamayacaktır denebilir. Zira İngilizce’de “consent” olarak geçen terimin belirttiği gibi, başka ulusların ve kendi halklarının rızasını almadan hareket eden güçlerin, kısa süre sonra bu güçlerinin tartışmaya açıldığı deneyimlerle sabittir. Belki de tüm bu süreçlerden geri kalan en büyük yıkıntı kendi içlerinde yüzyıllardan bugünlere getirilmiş değerleri taşıyan “demokrasi”, “bağımsızlık”, “işbirliği” ,”insan hakları” gibi kavramların içlerinin boşaltılmasıdır. Yine tecrübeyle sabittir ki bu kavramların içleri boşaltıldığında yerlerini doldurmak için talip olanlar ancak radikal eğilimler olmakta ve maalesef taraftar bulmaları da kolay olmaktadır. Bireyleri ve toplumları radikalleşmeye itmemek herkesin sorumluluğudur, ama öncelikle “kutup” olarak nitelendirilen dünya liderliği taliplerinin. Dipnotlar: 1Fukuyama, Francis. "Russia and a new democratic realism" Financial Times, September 2 2008 2Mahbubani, Kishore "The west is strategically wrong on Georgia" Financial Times, August 20 2008 3Blank, Stephen J. "Towards a new Russia Policy" Strategic Studies Institute, US Army War College: February 2008. düşeni elbette alıyorlar. Ahlaki yönü yeterince sorgulanmayan bir düzensiz düzenin bir kutbundan diğerine sürükleniyorlar. Bu kaotik statüko devletleri ileriyi göremedikleri bir sis bulutunun içinde günü kurtarmaya yönelik kararlar almaya itiyor, diğer ülkelerle tüm evrenin ortak çıkarlarını güden karar alma mekanizmalarını işletmeleri gerekirken, kaos ortamının yarattığı korku ortamı ve tehdidi kestirememe hissi onları bu yönde adım atmaktan alıkoyuyor. Güven yerine korku, işbirliği yerine bencillik, geleceği yaratmak yerine bugün ayakta kalmak söz sahibi oluyor. Sonrasında yapılan kaçınılmaz hataların kökeni aranırken de kimsenin aklına ahlak sorgusu yapmak gelmiyor. Her düzeyde her adımımızın belirleyicisi olan “iyi”, “kötü”, “doğru”, “yanlış”, “güzel” ,”çirkin” gibi kavramlarken, kitleler adına karar verilirken bu kavramların başlı başına ahlaki kavramlar olması dahi ahlakı hesaba katmayı akla getirmiyor. Tarih tekerrür etmek zorunda kalıyor. Her ne kadar doğası gereği nesnelliği içinde barındıran ahlaki yaklaşımı teoriye dökmek güçse de, bugünün kimilerince tek kalemde “küresel”, başkalarınca “tek kutuplu” ya da “çok kutuplu” dünyasına bu gözle bakmak ve dile getirilenleri örnekleyerek açıklığa kavuşturmak daha da mümkündür sanıyorum. Bu doğrultuda sözü edilebilecek belki de en güzel örnek Amerika’nın uzunca süredir çırpınıp en sonunda içine düştüğü, bunu kabul edip adeta dünyanın gözleri önünde her gün defalarca Nobel ödüllü profesörleri, maliye bakanları, IMF ve ülke yöneticilerince aracılığıyla günah çıkardığı kriz sürecidir. Düne kadar sınırlı birkaç sivil örgütü ve akademisyenin dışında pek de kimselerin aklına gelmeyen gelir ve hak eşitsizliği konuları gündemin merkezine oturuvermiştir. Bush yönetimine yöneltilen eleştirilerin büyük çoğunluğu ahlaki temellidir. Açlık, fakirlik, eşitsizlik yeni olgular olmamalarına rağmen ancak sonuçları dünyanın zengin azınlığını da vurunca dillendirilir olmuşlardır. Düne karşı milli devlet varlıklarını korumak için çırpınanları çağın gerisinde kalmakla suçlayan düşünce bugün zararı karşılamak adına devleti kutsamak noktasına gelebilmiştir. Fakat ne ki kaygılar hala tek yanlıdır, günü kurtarmak telaşıyla dillendirilmektedir. Her ne kadar dün küçümsenip kalın uluslararası ilişkiler kitaplarında minik Güney Osetya’daki çatışma, Rusya’nın ‘11 Eylül’ü kabul ediliyor. Sovyetlerin çöküşü, Çin’in çıkışı, Putin sonrası Rusya’nın toparlanışı son 20 yılın anımsattıkları. Bu gelişmeler yaşanırken insana özgü değerler, yalnızca hırs ve ihtiras içeren dayatmaların paravanı olarak kullanılıyor. kutucuklar içinde tanımı verilen “sürdürülebilir küreselleşme” gibi kavramlar bugün yöneticilere reçete olarak sunuluyorsa da temel kaygılar tek yanlı olmaktan kurtulamamıştır. Hala bu dünyanın “diğerleri” vardır ve onlara ne olduğu o kadar da önemli değildir. yeniden agresif diye nitelenen Rusyasına dönüşüverince işler değişti. İşin belki de daha da çetrefilli olan diğer kısmı Rusya’nın, ABD’nin nicelerdir ana kâbusu olan Çin ile girdiği sıkı ittifak ve bunun ürünü olan ŞİÖ’dür. Zira Soğuk Savaş zamanında düşmanı belli olan ABD’nin işi çok daha kolaydı, bugünse cepheler bir değil çoktur. İşin ilginç yanı ise 11 Eylül sonrasında ABD’nin düşman kotasının zaten “İslam”la doldurulmuş olmasıdır. ABD’nin tüm bu noktalardaki tutumu ekonomidekinden farklı olmamakla beraber insani anlamda stratejik olmaktan çok uzaktır. Joseph Nye’ın yumuşak gücü ile Sovyetler Birliği’ni dağıtan Amerikası artık bu tarz bir güçle anılmaktan çok uzak bir noktadadır. Şüphesiz ki ABD’yi bu duruma getiren hatalar Rusya ve Çin tarafından dikkatle takip edilmiş olup yansımaları dış KUTUP KARGAŞASI Jeopolitik dengeler sorunsalına gelindiğinde de benzer yönde bir tablo karşılıyor bizi. Yine düne kadar dünyanın biricik kutbu olan Kuzey Amerika bugün bazı yabancılarla kutbunu paylaşmak durumunda kalmanın sıkıntısını çekiyor. ABD’nin gözünde Putin öncesi dönemde Batı yanlısı sevecen bir devlet olan Rusya, Putin’le beraber siyaset değiştirip petrol fiyatlarının bir anda artmasının da verdiği konjonktürel güçle iç yapılanmasını yenileyip bugünün Putin