Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cumhuriyet Strateji 13 Ekim 2008/224 açıncısı olduğunu unuttuğumuz, kısaca Ulusal Program olarak adlandırılan yeni “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı” açıklandı. Programın amacı AB ile uyum sürecinde yapılacakların bir programa bağlanmasıdır. Bugüne kadar ki Ulusal Programlar’ın hiçbiri tam olarak uygulanamamıştır. Zaten AB ile Türkiye ilişkileri her iki taraf için de söz verildiği halde yapılmayan icraatlarla doludur. Bir arada bulunmaktan pek hoşlanmayan ama bunu açıkça dile getiremediği için bahanelerin arkasına saklanan iki arkadaş gibi, ilişkileri her zaman sürüncemede bırakma durumu vardır. Türkiye yapmayacağı, yapamayacağı taahhütlerde bulunur, AB ise isteklerine her geçen gün yenilerini ekler. Kimilerine göre sihirli bir değnek gibi bütün sorunları çözecek olan AB, kimilerine göre ise tehlikeli, bölücü ve tek derdi Türkiye’yi bölmek parçalamak olan bir oluşumdur. Avrupa’nın genel yapısı ve Türkiye’nin özel şartları düşünüldüğünde iki görüşün de oldukça abartılı olduğunu söylemek gerekir. Çünkü süreç dikkatle incelendiğinde yaratılan bu durumun her iki tarafın ortak hatalarından oluştuğu görülmektedir. K Orhan PEHLİVANLI TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası opehlivanli@tusam.net AB ile ‘üyelik oyunu’ AB üyeleri Türkiye’nin tam üyeliği konusunda bir ‘birlik’ sergileyemezken, Ankara’nın önüne şimdilik siyasi ölçütleri getiriyorlar. Türkiye’de ise tek parti hükümeti olmasına karşın açıkladığı hiçbir ulusal programı tam olarak uygulayamadığı gibi, ekonomisi AB ekonomik ölçütlerinin yakınından dahi geçmiyor. farklılıklarından bahsetmek mümkün değildir. Hatta Başbakanın baskın ve otoriter karakterinden dolayı tek sesli olarak bile kabul edilebilecek bir hükümet kadrosu işbaşındadır. O zaman en büyük hedef olarak ortaya konan AB hedefinde kararlılıkla adımlar atıldığından bahsedebilmemiz gerekir ki bu mümkün değildir. Sadece Ulusal Programa koyarak bu kararlılığı gösterdiğini söylemek pek gerçekçi bir yaklaşım değildir. AB uyum yasaları olarak adlandırılan yasalara baktığımızda işbaşındaki hükümetin istemediği yasaları uzunca süredir bekleterek kendi tabanına ve görüşlerine uygun ve oy potansiyeli yaratabilecek adımları kararlılıkla attığını görebiliyoruz. Sendikalar yasası, çevre kirliliği ile mücadele yasası, memurlara sendika hakkı, Kyoto Protokolü’nün imzalanması, yolsuzlukla mücadele yasası ve benzeri yasaları AB’nin acil isteklerine rağmen bekletmeye devam eden hükümet, yabancılara mal satışı yasasını Anayasa Mahkemesi kararına rağmen tekrar yasalaştırmıştır. Bu tavırda ister istemez amaç ve yöntem konusunda şüpheler uyandırmaktadır. Rehn, Babacan ve Barroso... Ulusal programların hiçbiri tam ÖLÇÜTLER TEK DEĞİL Bütün çıkarılan yasa ve düzenlemelerin siyasi olarak uygulanamamdı… kriterlere uyumu amaçlaması Avrupa ST R A T E J İ c 21 İKİLİ UYGULAMA Türkiye’nin adaylık sürecinde ve AB tam üyelik müzakerelerinde hep AB’nin Türkiye’ye karşı diğer aday ülkelerden farklı uygulamalarından bahsedildi. Bu farklılık kimi zaman “çifte standart” kimi zaman “ikiyüzlülük” olarak adlandırıldı. Çifte standardın ve diğer adaylardan farklı muamelelerin olduğu herkes tarafından kabul edilir. Nüfusun kalabalık olması, kültürler arası fark, Avrupalı insanların zihinlerindeki önyargılar ve çok konuşulan din farklıklarından dolayı bu çifte standardın oluştuğu geniş bir çevre tarafından, son derece haklı olarak, dile getirilmektedir. Ancak Türkiye tek umut ve çıkar yol olarak, kendisine hiç bir şekilde umut vermeyen, AB’yi kabul ederek bütün kozları karşı tarafa en başında teslim etmiştir. Bu yanlış politikanın sonucu olarak “Müzakere” sadece sürecin adı olarak kalmıştır. Süreçte istekler, dayatmalar, yapılanlar, yapılamayanlar ve keyfi uygulamalar vardır. Her yeni istekle birlikte AB’yi suçlamak yerine bu cesaretin kaynağına bakılırsa sorunun özü anlaşılmış olacaktır. Sonuçta birliğe katılmak isteyen ve bu katılımı onaylamak için ortaya şartlar koyan iki aktörden oluşan bir oyun vardır. Genellikle AB’nin isteklerine yönelttiğimiz eleştirileri biraz da Türkiye’nin bu oyunda ki ciddiyetine yöneltmeliyiz. AB’nin isteklerini ilahi emir gibi kabul etmek AB’ye yeni ve sınırsız istek hakkı vermiştir. AB’de bu hakkı kullanmakta herhangi bir tereddüt göstermemiştir. Bu süreci adına uygun olarak “müzakere”ye dönüştürmek Türkiye açısından çok önemlidir. Üyelik müzakerelerine başlandığı günden beri Türkiye’de hükümet edenler aynı kadrolardır ve bir istikrardan bahsedilebilir. Ortada bir koalisyon hükümeti bulunmadığına göre yönetim kadrosunda büyük görüş Birliği’nin özünde ekonomik birliktelik olduğunun gözden kaçırılmasının sonucudur. Siyasi birlikteliğini kendi içinde bile sağlayamamış olan AB’ye siyasi uyum sağlamak için bu kadar uğraş verilirken açık ve net olan ekonomik kriterlerin hiç dillendirilmemesi garip bir çelişki yaratmaktadır. Kopenhag Kriterleri’nin en azından adını sokaktaki çocuk bile ezberlemişken Maastricht Kriterleri’ni uzmanlar dışında kimsenin bilmemesi çok şeyi açıklamaktadır. 2007’de bile enflasyonda 8,8 ve uzun dönem faiz oranlarında 18,3 ile AB ortalamasının 3 misli yüksek olan performanslarla kriterlerin yanına bile yaklaşamamış 2008’de bu oranların daha da artacağı görülmekteyken ciddi bir programın olmaması düşündürücüdür. AB’ye girmekle amaçlanan modernleşme ve refah artışının asıl aracı olan ekonomi ikinci plana atılmıştır. Hâlbuki fakir ama modern, insan haklarına saygılı, müreffeh bir toplum örneği tarihte var olmamıştır. Bu nedenle eğer bu uyum yasaları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için çıkarılıyor ise ekonomik kriterleri yerine getirebilmek ve bu yolla insanların refah düzeylerini artırabilmek için adımların atılması gerekmektedir. Ancak bu yönde atılmış herhangi bir adım görülmemekle birlikte yolsuzlukla savaş ve sıkı mali politikalardan her geçen gün tavizler verilmektedir. Dünyada baş gösteren ekonomik krize yönelik herhangi bir önleyici tedbir alınmamakta ve görünen sıkıntılar konusunda çözüm önerileri bile sunulmamaktadır. ÇÖZÜM TARTIŞMALI AB’nin de Türkiye’ye bakış açısı net olmamakla birlikte, üye devletler Türkiye’nin üyeliği hakkında ortak bir tavır alabilmiş değildir. Zaten önemli hiçbir meselede birlikte olamamış ve birlikte karar verememiş olan Avrupa Birliği Türkiye konusunda da çok farklı seslerin bulunduğu parçalanmış bir “Birlik”tir. Türkiye açısından önemli olan alternatifler yaratarak AB’ye mahkum olmadığını göstermek, kendi hassasiyetleri ve değişmez niteliklerini koruyarak süreci ilerletmektir. RusyaGürcistan savaşından sonra ortaya çıkan yeni düzende önemi artan Türkiye pozisyonunu iyi kullanabilirse çok kazançlı çıkacaktır. Ancak siyasi otorite iç kavgaları ve günlük çıkar ilişkilerini bir kenara bırakıp gerekli adımları atmalıdır. Türkiye medya, muhalefet iktidar kavgalarını bir kenara bırakarak çözüm yolları üretmeli ve uygulamaya koymalıdır. Avrupa’nın en genç ve dinamik nüfusuna sahip olmanın avantajını kullanmalı ve büyüme teorilerini üretime dayalı yönlendirmelidir. Enerji koridorlarındaki kilit nokta olma özelliğini ve önemini kullanarak dış politikasını şekillendirmelidir. Burada en büyük görev kuşkusuz hükümete düşmektedir, enerjisini gündem yaratmaya değil Türkiye’nin gündemine katkı sağlamaya harcamalıdır. İç siyasi çekişmeler taraflardan hiç birine uzun vadeli çıkar sağlamamıştır ve sağlamayacaktır.