Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ortak değerleri AB aile fotoğrafı... olduğuna işaret edilmesi oldukça sakıncalı. Bir Hristiyan kulübü olmadığını her fırsatta dile getiren AB’de Merkel de bu değerlere vurgu yapılmasını isteyenler arasında. Metnin üçüncü bölümünde küreselleşme, enerji güvenliği ve küresel ısınma gibi "gelecekteki zorluklardan" bahsedilmesi ancak bunun AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun ifadesiyle "AB’nin gelecekteki misyonunu tanımlaması" yönünde olması bekleniyor. Böylelikle, halen Nice Anlaşması çerçevesinde işleyen Birliğin kurumsal yapısının geleceğine dair anlamlı bir adım olması hedefleniyor. Birliğin ilerlemesi için gereksinim duyulan "siyasi irade"nin var olduğuna kanıt olacak şekilde son bölümde, AB Anayasası’na yapılacak referansın ne şekilde olacağı, ciddi bir tartışma yarattı. Hatırlanacağı üzere Fransa ve Hollanda’da 2005 yılında yapılan referandumlarla Anayasa’ya hayır denmesinin ardından bir yıl süreyle rafa kaldırılmış, 2006’nın ikinci yarısında ise Finlandiya’nın dönem başkanlığında hazırlık çalışmaları yapılmıştı. Ancak "Avrupa’nın kurtarıcısı" Merkel’in omuzlarına Anayasa’nın dayanılması zor ağırlığının yüklendiği Ocak ayından bu yana geçen sürede Merkel, bir yol haritası oluşturmakla tanımladığı misyonu gerçekleştirmenin imkânsızlığını acı deneyimlerle anlamış görünüyor. Mart ayının ilk haftasında bir daha AB Anayasası metninin referanduma götürülmesini engellemek için "anayasa" kelimesinin tamamen rafa kaldırılacağı söylenerek geri adım atılması, arapsaçına dönen AB Anayasası krizinde herhangi bir ilerleme kaydedilemediğini açıkça gösteriyor. Zira Almanya, metnin AB Anayasası’nın yeniden görüşülmesi sürecinin ne zaman sona ereceğinin açıklanması teklifinde bulunmuşken, Fransa ve Hollanda’nın itirazıyla bu taleplerinden vazgeçmek zorunda bırakılmıştı. Birliğin dış politikada en güçlü enstrümanı olan genişleme politikasına gelince, ilk günden beri genişlemeye büyük önem veren AB (Roma Anlaşması’nın 237. maddesi birliğe üye olmak isteyen tüm "Avrupa" ülkelerini kucaklasa da) hatırlanacağı gibi Bulgaristan ve Romanya’nın katılımıyla beşinci genişleme dalgası tamamlanınca, kendi evini temizlemek üzere anayasal krizi aşana kadar, yani en erken 2009 yılına kadar, genişleme politikasını askıya almıştı. Avrupa entegrasyon sürecinin eşsiz olduğu kadar karmaşık bir yapıya sahip olduğu, bölgesel politikadan sorumlu Komiser Danuta Hübner’in 50. yıla özel yaptığı konuşmada da dile getirildi. Dünyadaki en büyük demokrasiler topluluğu olan AB’nin, bu tarihi başarıyı kutlaması gerektiğini söyledi elbette Hübner. Ancak, daha fazla genişlemeden duyulan rahatsızlığa bakılırsa, yükselen C S TRATEJİ 17 anlamak mümkün. Ancak AB Komisyonu, birliğin en büyük problemleri arasında sayılan demokratik meşruiyet problemini aşabilmek için katılımcı bir demokrasi oluşturulması yoluyla AB vatandaşlarına yakınlaşmak istiyor. Aslına bakılırsa AB Anayasası, 1 milyon imza toplandığı takdirde vatandaşların Komisyon’a yasama önerisinde bulunmasını içeren hüküm aracılığıyla, birliği elit bir siyasi proje olmaktan çıkarmayı hedefliyordu. Küreselleşmenin getirdiği sorunlarla nasıl başa çıkacağı sorusuna yanıt ararken AB yalnızca ekonomik bir birlik mi olacak yoksa siyasal bütünleşmeyi tamamlayarak politik bir birlik olabilecek mi? Lizbon Stratejisi ile "2010 yılı itibariyle rekabetçi ve bilgiye dayalı dinamik bir Avrupa ekonomisi" hedeflenmişken, bugün Avrupa halkı önümüzdeki yıllarda refah düzeyinin artacağına olan inancını yitirmiş görünüyor. Brüksel’de Barroso, Almanya’da Merkel, küreselleşmenin etkin yönetimi için çalışırken, Dünya Ticaret Örgütü Doha Turu’ndaki pazarlıklarda Ticaretten Sorumlu AB Komiseri Peter Mandelson’un daha serbest bir ticaret için gösterdiği yoğun çaba, korumacı üye devletler nedeniyle sonuçsuz kaldı. Yine 2010’a kadar istihdamın yüzde 60’a çıkarılması hedeflenirken, Lizbon Stratejisi ile ortaya konan hedefin tutturulamayacağı şimdiden belli oldu. Önümüzdeki 25 yılda, aktif işgücüne katılanların oranının yüzde 7 azalacağı tahmin edilirken, 65 yaş üstü nüfusun yüzde 50 artması bekleniyor. Ya yaşlıların işe devam etmelerine izin verilecek, ya da göçmen işçi istihdam oranı artırılacak. Ancak Avrupa’da yükselen ayrımcılık, birliğin "birlik içinde çeşitlilik" içinde yaşamasını zorlaştırıyor. Avrupa’nın düşüşü karşısında ne yapacağını kestiremeyen bir birlik, bütünleşme çabalarını nasıl tamamlayacağını tanımlamak zorunda geç olmadan. Bugün, yalnızca 10 yıl önce Amsterdam Anlaşması’na ek olarak kabul ettikleri Sosyal Şart’ın ortaya koyduğu hedeflerden uzaklaşmalarını ne şekilde yorumlamak gerekiyor? Öte yandan enerjide dışa bağımlılığını azaltmak isterken, enerji kaynaklarında çeşitlilik sağlamanın yanı sıra küresel ısınmayla mücadelede yenilenebilir enerji kaynaklarının payının 2020’ye kadar yüzde 20’ye çıkarılmasında Mart ayının ilk haftasında gerçekleştirilen Bahar Zirvesi’nde uğranılan hayal kırıklığına ne demeli? Uluslararası güçlü bir aktör olmak, yalnızca Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nda tek sesli olmayı zorunlu kılmıyor, asıl sorun gelecekte nasıl bir birlik görmek istediklerine karar vermek zorunda olmaları hem de AB vatandaşları ile birlikte. Dipnotlar: 1 Siteyi ziyaret etmek isteyenler http://europa.eu/50/indexen.htm adresinden ulaşabilirler. 2 Yazının tamamına http://www.washingtonpost.com/wpdyn/content/article/2007/0 3/15/AR2007031500692.html adresinden ulaşılabilir. Birlik, AB Anayasası, küreselleşmenin getirdiği sorunlar, genişleme gibi konularda henüz köklü bir çözüm üretebilmiş değil. Dolaşım ve Avro bölgelerinde yaşanan ikincil tutum, üyeler arasında da bir sınıflandırma oluşturmuş durumda. "blues" çığlıklarına kulak tıkamak oldukça zor. Her ne kadar Almanya, Berlin Deklarasyonu’nun Brüksel jargonundan uzak Avrupalıların da anlayacağı bir dilde oluşturulacağını diğer üyelere anlatmaya çalıştıysa da farklı çıkarların bilediği talepler karşısında çaresiz kalındı. Bahar Zirvesi’nde "flexicurity" kavramının ivedilikle hayata geçirilmesi yönündeki taleplerle Sosyal Avrupa idealinden uzaklaşılması üzerine Fransa, Deklarasyon’da sosyal politikaya ağırlık verilmesi için baskı yaparken, Polonya ve Çek Cumhuriyeti, komünizmin Doğu Avrupa’da yarattığı baskının hatırlatılmasını istedi. BÜYÜNCE NE OLACAK? Washington Post gazetesi yazarı Paul Taylor, 15 Mart tarihli yazısında(2) 50 yaşına basan AB’nin "Büyüyünce ne olacaksın?" sorusuna hala net bir cevap veremediğini anlatıyor. "Daha derin entegrasyon" ile "daha fazla genişleme" politikaları arasındaki çatışmadan canı epeyce yanan AB, şimdi ne olacak sorusuna yanıt arıyor büyük bir gayretle. 19851994 yılları arasında AB Komisyonu başkanlığını yürüten Jacques Delors da kurumsal yapıda değişikliğe gidilmezse birliğin dağılabileceği fikrinde. Delors, hükümet ve devlet başkanlarının tartışmadan kaçarak gerçek problemler karşısında saklambaç oyunu oynamakla suçluyor AB’yi. Avrupa halkının, küreselleşmenin getirdiği problemlerden ve genişleme politikasından duyduğu rahatsızlığı, ulusal politikalara gösterdiği tepkiden