15 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

20 Melek KIRMACI TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası kirmaci@tusam.net 2007 ile birlikte Türkiye Ortadoğu’ya yöneldi… C S TRATEJİ bir gerçek. Bu nedenle AB’ye uyum sürecinde tamamlanması talep edilen reformların tamamlanıp tamamlanmayacağı aslına bakılırsa pek kimsenin umurunda değil şu sıralar. Hükümet, "Kopenhag Kriterleri’ni Ankara Kriterleri yapar, yolumuza devam ederiz" diyerek gururumuzu okşamaya çalışıyorsa da reform sürecinin devam ettiğine ilişkin ortada somut bir başarı yok. Mart ayı sonu itibariyle dört faslın müzakereye açılabileceği yönünde beklentilerin yüksek olmasına karşın bu fasılların müzakereye ne zaman açılacağına dair herhangi kesin bir tarih henüz verilmiş değil. İç politikada ise 10 Ocak’ta Dışişleri Bakanlığı ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği yetkilileri ile Başmüzakereci Ali Babacan’ın gerçekleştirdiği toplantı sonucunda, 2007–2013 dönemini kapsayacak şekilde oluşturulacak yıllık planlar ile her kurumun ne yapması gerektiği konusunda çıkarılacak yol haritasının 31 Ocak’ta kamuoyuna duyurulacağı ilan edilmişti. Ne yazık ki daha sonra 31 Ocak, 31 Mart olarak değiştirildi. Oysa Türkiye’nin en geç 2014 yılına kadar AB’ye hazır olacağını söyleyen Başmüzakereci Ali Babacan, "Bizim onların müzakereleri açıp, kapamasını bekleyecek vaktimiz yok" diyerek Türkiye’nin reform sürecini, belli ki dışarıdan bir baskı olmaksızın tamamlayabileceğini AB’ye göstermek istemişti. Ne var ki geçen Aralık’ta Liderler Zirvesi’nin hemen öncesinde Kıbrıs Rum gemilerine limanların açılması hususunda hükümetin AB yetkililerince ne olduğu pek de anlaşılmayan teklifinin kayıtsızlıkla karşılanmasının yarattığı sıkıntının ardından, seçimlerin de yaklaşmasıyla AB projesi hükümetin de gündeminin alt sıralarına düşmüş görünüyor. Şubat ayında gerçekleştirdiği Brüksel ziyaretinin ardından Babacan, "Eğer AB konusunda üyelik tarihi yoksa biz de bundan sonra AB’nin dikte edeceği konuları dikkate almayız" diyerek iç politikada AB’ye rest çektiği mesajını vermeye çalışıyor aslında. Çünkü AB’nin bundan böyle hiçbir aday ülkeye tarih vermeyeceği gerçeği zaten biliniyor. 2006 Genişleme Strateji Belgesi’nde, üç C stratejisi kapsamında bundan böyle daha da katı bir genişleme politikası yürütüleceği ve bu yüzden de hiçbir aday ülkeye önceden üyelik tarihi verilmeyeceği resmen ilan edilmişti. İşte bu yüzden Başmüzakereci Ali Babacan’ın haklı ama geç kalmış çıkışının iç politikaya yönelik bir adım olduğu görüşü daha ağır basıyor. Seçimler yaklaştıkça AB ile ilişkiler, gündemin daha da alt sıralarına düşmeye devam edecek gibi görünüyor. Aslına bakılırsa Brüksel koridorlarında söylenenler ile Türkiye’de işitilenler arasındaki fark oldukça önemli. Şubat ayındaki sert çıkışa karşın Mart ayında Brüksel’deki basın toplantısında Babacan’ın "Bugün için (Kopenhag Kriterlerini Ankara Kriterleri yapalım) demekten çok uzağız. Şu anda süreç ilerliyor. Gerektiği zaman bunu söyleriz" yönündeki açıklaması daha yumuşak ifadeler içeriyor. AB ile ilişkilerde herhangi bir sürpriz beklenmediğinden belki de Türkiye, AB ile fiilen durmuş müzakere sürecini göz ardı ediyor. Benzer şekilde Avrupa Anayasası konusunda oldukça sıkıntılı günler yaşayan AB de Türkiye’yi tartışmak istemiyor. Hal böyle olunca ne hükümet AB sürecinde yerine getirilmesi istenen reformları gerçekleştirmek konusunda üzerinde herhangi bir baskı hissediyor ne de AB Kıbrıslı Türklerin izolasyonuna son verilmesi amacıyla Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nü onaylamak konusunda kendini sorumlu hissediyor. Ancak tüm AB süreci, Kıbrıs sorununa düğümlenmiş gibi gözükse de Türkiye’den gerçekleştirmesi istenen reformlar hayata geçirilmedikçe hükümetin, "sadece kayıtlara geçirmek amacıyla" yaptığı girişimleri kaçınılmaz olarak sonuçsuz kalacak. 20 06 yılı Aralık ayında yapılan AB Liderler Zirvesi’nden çıkan kararla büyük bir hayal kırıklığına uğrayan Türkiye için, AB serüveni önemini yitirmiş görünüyor. Birlik düzeyinde yapılan tartışmalar, Türkiye’de belli belirsiz imgelere dönüşürken işitilenler, uğultudan öteye geçemiyor. Geçen Kasım ve Aralık aylarında her gün AB tartışılırken, şimdi o günler sanki yıllar öncesine aitmiş hissi yaratıyor. Yeni yılla birlikte AB gündemi, neredeyse bir bıçak gibi kesildi. Şimdi ise ne AB ne de Türkiye birbirlerinin adını duymak istiyor. Kimileri "Türkiye için AB macerası bitti" derken kimileri de "Türkiye, patinaj yapıyor" diyerek yorumluyor gelinen noktayı. Başmüzakereci Ali Babacan, "17 Aralık’taki sonuç, Türkiye için yeni bir başlangıç olacaktır, ama asla ve asla bir hayal kırıklığı olmayacaktır" dese de yaşanan hayal kırıklığı oldukça açık. Ne var ki AB ile ilişkilerdeki gerileme, yalnızca Türkiye’nin uğradığı hayal kırıklığından kaynaklanmıyor elbette. Hatırlanacağı üzere 14–15 Aralık Liderler Zirvesi’nden çıkan kararla sekiz müzakere başlığı askıya alınmış, böylelikle müzakereler fiilen durmuştu. Yine anayasal krizin iyileşmenin ancak Türkiye’nin göstereceği iradeye bir kördüğüme dönüşmesi üzerine Birlik üyeleri, yeni bağlı olduğunu bir kez daha yinelemiş oldu. bir genişlemeye hazır olmadıkları gerekçesiyle kriz çözülene kadar hiçbir yeni üyeyi kabul edemeyeceklerini, AB Komisyonu’nun yayımladığı ÜKÜMET VE SEÇİMLER 2006 Genişleme Strateji Belgesi ile duyurmuşlardı. Görülüyor ki, 17 Aralık’tan sonra Türkiye’nin İşte bu yüzden Komisyon, Türkiye’ye AB’ye katılım konusu ne AB’de ne de Türkiye’de yükümlülüklerini yerine getirmesi için herhangi bir "popüler". Zira Türk kamuoyunun AB üyeliğine takvim belirlemediği gibi Türkiye’nin Ek Protokol’ü verdiği desteğin büyük ölçüde azaldığı açıkça bilinen tüm üyeleri kapsayacak şekilde genişletmesi hususunda atacağı adımlar için ayrı raporlar Babacan hazırlamak yerine durumu olağan İlerleme Raporları ile değerlendireceğini söylemişti. AB, böylelikle Türkiye’yi bir süre için en azından 2009 yılına kadar gündeminden çıkarma isteğini gerçekleştirmiş oldu. Belki de bu nedenle Türkiye, özellikle 301. madde başta olmak üzere reform sürecinin hızlandırılmasına ilişkin ne AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ne de Genişlemeden Sorumlu Komiser Olli Rehn tarafından açık bir baskı görmüyor. Benzer şekilde yine Türkiye ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında yaşanan petrol krizi boyunca Komisyon, soruna taraf olmaktan özellikle kaçınarak GKRY’nin egemen bir devlet olarak karasularında petrol arama hakkına sahip olduğunu söylemekle yetindi. Komisyon’dan bir yetkilinin "Şimdilerde kimse Kıbrıs sorununu duymak ve konuşmak istemiyor" yönündeki açıklaması ise Kıbrıs meselesine bir kere bulaşmış ancak bu durumdan nasıl kurtulacağını bilemeyen Komisyon’un yılgınlığını gösteriyor adeta. Anlaşılan o ki, önümüzdeki iki yıl boyunca Türkiye’nin AB sürecine ilişkin herhangi bir ilerleme sağlanması zaten beklenmiyor ve AB, Türkiye konusuyla daha fazla uğraşmak istemiyor. Yine de Komisyon, Türkiye’nin reform sürecine kararlılıkla devam etmesinin adaylıktan kaynaklanan yükümlülükleri çerçevesinde zorunlu olduğunu belirterek önümüzdeki iki yıl boyunca Türkiye’nin reform sürecini tamamlamasının ne kadar önemli olduğunu sıklıkla anımsatıyor. Zira AB Dönem Başkanı Almanya’nın Şansölyesi Angela Merkel, Atina’da yayımlanan Kathimerini Gazetesi’ne verdiği demecinde "AB’nin, Türkiye’nin üyeliği konusunda daha önce varılan anlaşmaları uyguladığını" söyledi. Böylelikle Merkel, ilişkilerde olası bir AB gündemden düştü Hem Türkiye hem AB birbirinden bıkmış bir görüntü veriyor. Seçim sürecine giren hükümet de AB’ye kolayca rest çekebiliyor. H
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear