Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
kurşun atmadan seyredip sıra İsrail güçlerinin boşalttığı bölgelere gitmeye geldiğinde, zırhlı araçlarının üzerinden zafer işareti yapan askerlere sahip oluşu umarız Lübnan halkı üzerinde en az İsrail bombaları kadar yıkım yaratmış olsun. Ülkesi için savaşma azim ve iradesi bulunmayan bir orduya sahip olmanın acısı ile faturasını Lübnan’da görenlerin Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik tartışmaların temelsizliği ve haksızlığını algılamış olmalarını ummak ise bu savaştan alınması gerekli bir başka ders olmalı.. İsrail/Hizbullah savaşının dolaylı görünmekle birlikte doğrudan tarafı olan İran’a gelindiğinde Tahran’ın bu krizden ciddi bir yara almadan çıktığını söylemek olasıdır. Ancak görünürde İran kazanan taraf gibi görünmekle birlikte uzun vadede ortaya çıkacak gelişmeler Tahran’ın kayıp hanesine yazılmaya aday görünmektedir. Tahran, İsrail’in dezenformasyon taktikleri karşısında sessizliğini koruyarak kendisine yönelik tahrikleri soğukkanlılıkla karşılamış ve kısa vadede bu krizin kendisine bulaşmasını engellemiştir. İran’ın liderliğinde Irak’ın güneyini de içine alarak Umman denizine kadar uzanacak Şii bir eksenin, egemenliklerinin sonu olacağını gören Körfez ülkeleri aralarındaki tüm ayrışma ve anlaşmazlıklara karşın İsrail’i karşılarına alacak davranışlardan kaçınma ve rotalarını Atlantik hattından ayırmama konusunda ciddi bir ders aldıkları için Tahran’ın yayılmacı amaçları Lübnan savaşı ile yansımaları bir süre sonra ortaya çıkmaya başlayacak yaralar almış görünmektedir. ABD’nin daha şimdiden Hizbullah örneğini nükleer güç sahibi bir İran ile örtüştürerek yaklaşan tehdidin büyüklüğüne ilişkin psikolojik etkileşim harekatına başladığı düşünüldüğünde, Tahran’ın nükleer faaliyetleri konusunda BM kararlarına karşın geri adım atmaması halinde total bir izolasyona doğru yelken açma olasılığı Lübnan savaşının sonuçlarından birisi olmaya aday görünmektedir. Hele BM Barış Gücünün Lübnan’da konuşlanmasından sonra ister kendi doğalı içinde isterse bir takım provokasyonlar sonucu Hizbullah ile çok uluslu güç askerleri arasında mevzii de olsa çatışmalar yaşanırsa bu Tahran’ın bölgesel tüm iddialarından vazgeçmesi anlamını taşıyacağı gibi Hizbullah’ın da sonunun getirilmesi yolunun anahtarını oluşturacaktır. İran’ın devlet kültür ve geleneği ile güçlü diplomasisi bu tür tuzakları geçersiz kılacak yetenek ve deneyime sahip olsa da istenildiği takdirde Hizbullah ile Barış Gücü arasında bir çatışmayı tahrik ederek gerçekleştirmek günümüzün bilinen taktikleri içinde bütünü ile gözardı edilecek bir olasılık olarak görünmemektedir. Bu bağlamda İran’ın kazanım elde etmiş görüntüsünün bütünü ile tersine dönmesi olasılığı Lübnan’ın henüz kapanmamış hesap defterindeki yerini korumayı sürdürmektedir. Sedir ülkesi Lübnan’da sergilenen oyundaki figüranlardan birisi olan Suriye ise ateşkes kararının alınmasından sonra görece bir rahatlığa kavuşmuş olmalıdır. ABD ve İsrail’in hedefindeki Şam, Hizbullah’ın tahmin edilmeyen direnişinin bir sonucu olarak cephenin genişletilmek yerine bu aşamada daraltılması zorunluluğu ile karşılaşan Washington ve Tel Aviv’in bekleme odasına alınmış görünmektedir. Ancak Baas yönetimindeki Şam’ın bekleme odasındaki gözetiminin operasyonun ertelenmesine karşın çok uzun süreli olması beklenmemelidir. Şu aşamada görünen Şam’ın kaderinin biraz da Tahran’ın vereceği destek ve dayanışma ile Irak’taki gelişmelere bağlı olduğu yönündedir. ABD ve koalisyon güçlerinin Irak’taki güçlüklerinin direnişin yükselmesine koşut olarak artışı, Suriye Baas’ının Irak’taki Baas’çılara verdiği desteğin kesilmesi bağlamında Şam’ı yeniden C S TRATEJİ Savaş, sadece yetişkin sivillerin değil, çocukların da dünyasını karartıyor. 19 kullanımı gerekse ABD ile birlikte hareket ediyor oluşu nedeniyle bu olumsuzluktan payını almış bulunuyor. AKP iktidarının bu defa İsrail ile ilgili ihtiyatlı bir dil kullanması iki ülke arasında diplomatik bir gerginliğe neden olmasa da iki ülke arasındaki ilişkilerde kamuoyu baskısı nedeniyle bir soğumanın yaşanması kaçınılmaz gibi görünüyor. Lübnan savaşının, ABD’nin uzunca bir süredir yürürlüğe koyarak kayda değer bir mesafe aldığı GOP’un geleceğini doğrudan etkileyecek sonuçları Türkiye’yi de içine alacak gibi görünmekt edir. GOP’un gerçekleştirilmesinin zor bir kulvara girdiği şu günlerde İsrail’in yönlendirici ve yapıcı gücünün bölgede uğradığı erozyon Ankara ve Erbil’i, ABD açısından daha da önemli hale getirecek gelişmelere eşlik edebilecektir. İsrail’in bölgedeki yalnızlığının daha da artması, çevresindeki düşman kuşağın İran ve Suriye’nin orkestrasyonunda güçlenmesi Tel Aviv ve Washington nezdinde Türkiye’nin önem ve vazgeçilmezliğinin artması sonucunu doğurabilecek görünmektedir. 2007 Aralık sonuna kadar Kerkük’ün kaderini belirleyecek referandumun yaklaştığı şu günlerde Barzani yönetimine bağlı 4. Peşmerge Tümeninin Kerkük’e girerek konuşlanması ve ABD’nin bu gelişmeye tepkisizliği bir ön onay olarak algılandığında Ankara/Washington fayında kırılmaları tetikleyecek enerji birikiminin başladığı görülmektedir. Washington yönetiminin bugünlerde Türkiye’ye yönelik jestler dizesinin artma eğilimi gösteren önem nedeniyle karşılıksız olacağını ummak ise Ankara açısından ayrı bir yanılgı kaynağı olacaktır. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün PKK’yı silah bırakmaya çağırdığı ve bir anlamda muhatap aldığı açıklamasında ‘terör’ yerine ‘şiddet’ (violence) sözcüğünü kullanmayı seçişi ve ‘Kürt halkının sözde temsilcisi olduğunu ileri süren PKK’nın şiddete başvurarak Türkiye’deki Kürt kökenli Türk vatandaşlarının beklentilerinin ötelenmesine neden olduğuna’ yer verişi PKK’nın silah bırakmasını sağlama karşılığı Washington yönetiminin Ankara’dan siyasal açılımlarda bulunmasını istemeye hazırlandığını göstermektedir. AKP iktidarının 1 Mart tezkeresinde olduğu gibi Lübnan’a asker gönderme konusunda da ‘dereyi görmeden paçaları sıvama’sının, Gücün ‘görev konsepti’ ve ‘angajman kuralları’ ortaya çıktıkça yeni bir krize doğru seyretme olasılığı da yaşanan günlerin yaklaşan bir ayrı alçak basıncını işaret etmektedir. Bu arada üzerinde en çok durulması gereken olası bir tehlike ise Türkiye/İran ilişkilerini gerecek kimi bilgilerin sistematik bir biçimde basında yer almaya başlaması olmalıdır. ABD’nin Türkiye’den beklentilerinin ödülü olduğunu akla getiren Türk ordu ve askerine övgüler, Lübnan’daki Ermeni bir bakanın bile Türk askerini istediği ve nihayet Beyaz Saray’ın altı ayı aşkın bir bekletmeden sonra Ekim ayında kapılarını Başbakan Erdoğan’a waçma kararı gibi klasik sırt sıvazlama yöntemlerinin, masanın üzerine konulacak faturaların hazırlığı olduğunun bilincine varılmadığında yeni onur kırıklıklarına hazır olunmalıdır. Türkiye’nin önünde her şeye karşın yeni fırsat pencerelerinin açıldığı şu dönemde tek korkumuz, eldeki değerli kartların AKP’nin bir dönem daha iktidarı uğruna cömertçe harcanması ve dışarıdan ithal edilecek güce dayanılarak Türkiye’nin yönetilebileceği yanılgısının sürdürülmesidir. Postacı, kısa tarihinde AKP’nin kapısını ikinci defa çalmaktadır. Kutup yıldızı olmakla boşlukta kayarak kaybolan bir göktaşı olmak arasındaki seçim ise Erdoğan’ındır.. Lübnan savaşı Afganistan ve Irak’la birlikte değerlendirildiğinde; güçlü ekonomileri, teknolojileri ve orduları olan ülkelerin kendilerine hedef seçtikleri üçüncü ülkeleri yıkıma uğratabilecekleri, askeri yapılarını çökertebilecekleri ama işgal ederek teslim alamayacaklarını gösterdi. hedefe oturtabilecek bir gelişme olarak beklenmelidir. 300’ü çocuk olmak üzere 1000’den fazla sivilin yaşamını yitirmesi, Lübnan nüfusunun yaklaşık %25’inin göçmen durumuna düşmesi, başta Beyrut’un güney kesimleri olmak üzere Lübnan’daki pek çok yerleşim merkezi ve alt yapının tahrip edilmesi ile sonuçlanan savaştaki başaktör olan Hizbullaha gelindiğinde; yüzeyde kazanılmış gibi görünen başarı sanırız aysberg’in yalnızca su üzerindeki kesimini yansıtmaktadır. Beklenmeyen bir direniş sergileyen, İsrail ordusunun üstün teknoloji, ateş gücü ve mobilitesini zaafa uğratan, sahip olduğu füze arsenali ile dünyayı şaşırtan Hizbullah’ın asıl savaşı ateşkesten sonra başlayacaktır. İsrail’e teslim olmamanın yarattığı yüksek moralin bir süre sonra yaşamın sürdürülmesinde karşılaşılacak güçlükler nedeniyle çöküşe geçerek anonim bir suçlamaya dönüşme olasılığı Hizbullah’ın önündeki en büyük tehlike olarak belirmektedir. Bu sürecin, ABD/İsrail’in psikolojik harekatları ile hızlandırılacağı ve derinleştirileceği düşünüldüğündeki Lübnan’ın iç dinamikleri içinde yer alan Dürziler, Maronitler, Sünni Araplar da suçlama orkestrasına katılacaklardır Hizbullah’ın siyasi etkinliğinin düşme sürecine girmesi gündeme gelebilecek bunun sonucunda Hizbullah’ın silahlı kanadı marjinalleşmeye başlayabilecektir.Bu bağlamda Hizbullah’ın, ateşkes kararından hemen sonra uğranılan yıkımın giderilmesine ilişkin başlattığı çalışmalar örgütün de tehlikenin farkında olduğunu göstermesi bakımından ilginç bir örnek olmalıdır. Hizbullah ve Hizbullah üzerinden İran’ın, Lübnan’da gerçek savaşının daha yeni başladığı bir ortamda erken zafer şenliklerinin gerçeği yansıtmak yerine gerçeklerin saptırılması yönünde değerlendirilmesi ve güne dönük analizler yerine geleceğe dönük kestirimler yapılması daha rasyonel olacaktır. Lübnan savaşının doğrudan ve dolaylı taraflarına ilişkin analizimizin son durağında yer alan ülke ise elbette Türkiye.. Lübnan savaşının Türkiye’de yarattığı ilk ve görünür etki bir süredir yükseliş trendine giren antiamerikan ve antisemitik duyguların önünü daha da açtığı.. ABD’ye yönelik olumsuzlukların temelinde Washington’un PKK konusunda samimi olmadığı izlenimi edinilen politikalarına karşı antisemitizmin yükselmesinin daha çok dini eksenli oluşu, birbirinden ayrı nedenlere bağlı bu iki eğilimin kesişerek birlikte değerlendirildiği bir zemine kaymış gibi görünüyor. ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz destek ve Hizbullah’a askeri operasyonun önünü açarken Türkiye’nin Irak’ta PKK’ya karşı harekete geçmesini engellemesi ABD karşıtlığını daha da arttırırken İsrail’de, gerek Lübnan’da sergilediği orantısız güç