26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

yapılacak yapı ve tesislerin özel mülkiyete konu arazilere rastlaması durumunda bu arazilerin kamulaştırma bedelleri" ni karşılama koşuluyla kendi yatırım alanına katma yetkisi de var. Yani tasarı yasalaşırsa kıyıdaki tarla sahibi köylülerin, arsa sahibi kentlilerin elinden bu taşınmazları kamulaştırma yoluyla ve zorla alınabilecektir. Türkiye planlama açısından yetki yasalarıyla parçalanmıştır. Planlamayla oluşan rantın topluma, kamuya dönüşü sağlanmadığı için planlama rant ekonomisinin denetiminde ve yönetiminde gerçekleştirilmektedir. Bu nedenle planlama ülke kalkınmasının ve toplumsal gelişmenin aracı olmak yerine ülkenin pazarlanmasının aracına dönüşmektedir. Bu açıdan baktığımızda Kıyı Yasası taslağında "yatırımcı"nın tanımlanması kıyılardaki ve çevresindeki alanların pazarlanmasını hem kolaylaştıracak hem de resmileştirecektir. Çünkü yeni Tapu Yasası'nda yabancı gerçek kişiler ancak uygulama imar planı veya mevzi imar planı içindeki yerleri satın alma hakkına sahiptirler. Bu da nerede uygulama imar planı veya mevzi imar planı yapılıyorsa oranın yabancılara satılır hale getirilmesi demektir. Ancak burada bir gerçeği belirtmekte yarar görüyorum. Planlama açısından bu durum sadece Türkiye'ye özgü değildir. En gelişmiş Avrupa ülkelerinde de aynıdır. Örneğin Fransız bilim insanı H. LABORIT İnsan ve Kent kitabında "Baş uygulayımcının, kent mimarının (Şehir Plancısı H.Ü.) en küçük bir karar gücü yoktur elbet. Tasarımları, gerek uzam içindeki yeriyle, gerek yapıma harcanacak para açısından, 'parayı verenler'in isteklerine boyun eğmek zorundadır. Bayındırlık Bakanlığı'nda çalışan mühendisler de parasal ve siyasal güçlerin boyunduruğundadır, ayrıca siyasal erk de parasal gücün dile getirilmesinden başka bir şey değildir" diyor. Görüldüğü üzere Türkiye'ye demokrasi ihraç edeceği (!) söylenen Avrupa Birliği'nin gelişmiş ülkelerinde de planlama bir rant ve pazarlama aracı olarak kullanılmaktadır. Halkın malı olma, koruma ve planlama birlikteliği kırıldığında kıyıların başına neler gelecek? Birinci sınıf tarım arazilerimizin, kıyılardaki zeytinliklerimizin, Toprak İskan'ın dağıttığı arazilerin başına ne geldiyse kıyılarımızın başına da aynı şeyler gelecek. Yani kıyılarımız da tarım topraklarımız gibi karış karış yok olacak. Oluyor da zaten. 1982'de çıkan turizm koruma bölgeleri ve tahsis alanları oluşturulmasına yönelik yasayla en güzel koylarımızı otellerle doldurduk. İspanya kıyıları Franko faşist yönetimi zamanında betonlaştırıldı. Daha sonra kıyılardaki yapılar yıkılarak İspanya turizmi kendini yenilemeye çalıştı. Bu gerçekler bilindiği halde onlardan ders çıkarılmadı, çıkarılmıyor. İki örnek vermek istiyorum size. Birincisi Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü'ne (TİGEM) ait Dalaman işletmesi, ikincisi ise Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü arazisi. Dalaman Devlet Üretme Çiftliği'nin yaklaşık 17 bin dekarlık kısmı Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın başvurusu üzerine 22.10.2004 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Kültür ve Turizm Koruma ve Geliştirme Bölgesi kapsamına alındı. Yine Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 16.01.2006 tarihli ve 3599 sayılı yazısı üzerine, Bakanlar Kurulunca 16.01.2006'da bölgenin sınırları genişletilerek, 37 bin 399 dekarlık Dalaman Devlet Üretme Çiftliği'nin tamamı turizm kapsamına alındı. Bu çiftlik Dalaman havaalanı bitişiğinde ve deniz kenarında. Kruvaziyer Liman yapımına da açılabilir konumda. Bu örneği vermemin nedeni şu: Kültür ve Turizm Bakanlığı bir bölgeyi planlarken ancak bir yıl sonrasını görerek mi planlıyor? Yoksa plan her zaman üzerinde yaz/boz tahtası gibi oynanacak bir belge mi? Oysa planla, plan kapsamına alınan özel mülkiyetteki tüm araziler turizm yasasına göre kamulaştırılabiliyor. Sonra da yerli ve yabancı yatırımcılara devredilebiliyor. Yeni taslak yasalaşırsa bu çiftliği alacak yatırımcıya "su alanı" ında yani deniz içinde de yapı yapma izni verilecek. Akdeniz'de yaklaşık 4 kilometrelik sahil şeridine sahip olan Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü Türkiye'nin en verimli tarım arazilerinden biri. Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun kararıyla burası 9 Ekim 2000 tarihinde birinci derece doğal sit alanı ilan edilmiş. Ancak Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'na 28 Şubat 2006'da bir yazı yazan bakan KOÇ, enstitüye ait alanın Bakanlığı'nca turizm amaçlı değerlendirilmesinin düşünüldüğünü belirtiyor. Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürü (TAGEM) Lütfi Tahtacıoğlu'nun imzasıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı'na gönderilen cevap yazısında: "Burası sit alanı olduğu için talebiniz uygun bulunmamıştır" deniliyor. Bildiğiniz gibi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı. Bakanlığın bir birimi korumaya çalışıyor, diğer birimi planlayıp turizme açmak ve satmak istiyor. Bu bir çelişkiden öte bir şey değil midir? Eğer Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü'nün bu arazisi turizme tahsis edilir ise Tapu Kanunu'nda yapılan son değişikliğe göre burası da Dalaman Devlet Üretme Çiftliği gibi yabancı şirketlere satılabilecek hale gelecek. Hem de bir tek yatırımcıya örneğin Ofer'e veya El Maktum'a tahsis edilebilecek. Toprak geri alınabilir birşey mi, Yoksa elden çıktı mı, gitti gider mi? Mülkiyeti devredilen toprağın geri alınması için savaşlarla yeniden elde edilmesi bile yeterli sayılmamaktadır günümüzde. Kıbrıs'taki toprak sorunu bunun açık örneğidir. Bu nedenle yabancılara satılan toprakların bir daha geri alınması neredeyse imkansız gibidir. Ayrıca toprak doğru koruma ve kullanma kararları ile iyi planlamadığınız sürece ya betonlaşarak, ya da erezyonla elinizden çıktı mı iş bitti, toprak gitti demektir. Piyasa adına kamuya doğru ulusun haklarına, halkın çıkarına yönelen bir abanma var. Direnç giderek azalıyor mu? Ne yapmalıyız ? Bu abanma küreselleşme ile başlamış. Küreselleşme ise günümüzün yeni bir kavramı değil. Günümüzden beş yüz yıl önceye dayanıyor. Kristof Klomb seyir defterinde "kurtarıcı" adını verdiği Bahama Adaları'ndan birinde karaya çıktığında karşılaştıkları yerli halkın onlara dostça davrandıklarını yazıyor. Ancak aradan yirmi yıl geçtikten sonra adanın yerki halkı "dünyanın en iyi ve en nazik insanları" Tainoların çoğu bulaşıcı hastalıklardan ölmüş. Karayip Adalarının diğer yerli halkları ise köleleştirilmişler. Yani küreselleşmenin, piyasanın, sermaye birikiminin mayasında dostluk, barış, kardeşlik, özgürlük ve eşitlik yok. Küreselleşmenin, emperyalizmin tarihine baktığımızda da önceleri susan, baş eğen uluslar, halklar, belli bir dönem sonra bilinçlenip, bir kurtuluşu mutlaka örgütlemişler. Bu ingiliz sömürgecilerine karşı Hindistan'da böyle olmuş. Anadolu'da emperyalizme karşı kutsal isyan, Anadolu ihtilali kurtuluş savaşına böyle denüşmüş. Vietnam halkı Amerika Birleşik Devletlerini böyle mağlup etmiş. Yapmamız gereken şu: Önce dün söylediklerimizi, yazdıklarımızı halkımıza hatırlatmalıyız. Çünkü rüzgar tersine dönmüştür. C S TRATEJİ 19 Örneğin dün devlet kasaplık mı yapacak deyip, Et Balık Kurumunu özelleştirenlere bizler karşı çıktık. Birçok kombinanın arazileri arsa şekline getirilip satıldı. Şimdi ise Et Balık yeniden kamulaştırılıyor. Dün turizmcilerin, emlakçıların yabancılara karşı sesleri çıkmıyordu. Bugün yabancılar kayıt dışı turizm ve emlakçılık yapıyor diye bağırıyorlar. Çok yakında gecekondu sahiplerinin çığlıklarını duymak istemeyen yapı sektörünün küçük ve orta boy girişimcileri de bağırmaya başlayacak. LABORIT 19601971 yıllarının Fransa'sını anlatırken; "Son on yıl içinde, örneğin, Paris'in 13.bölgesi gibi kimi esenliğe aykırı mahallelerin yıkılışına, buralarda oturanların dış mahallelere itilişine, eski kulübelerin yerine orta sınıf için toplu konutların dikilişine tanık olduk... "Bu evrim kuşkusuz, en yüce insanlık maskesi altında oluşuyor ve konut alışverişlerini çekip çevirenler, bankalar, serbest uğraşlarla tecimsel uğraşlar gibi konut yapılacak alanlardaki "Kıyı Yasası’nı değiştiren taslak düzenlemeler yürürlüğe girerse Türkiye denizleriyle, gölleriyle, akarsularıyla birlikte satılabilecek bir mal haline gelecek…" değişiklikle yakından ilgili kesimler bu işten kar sağlıyorsa, bu, kuşkusuz sağlığa ve esenliğe aykırı bir yeri hoşça yaşanacak bir alana dönüştürmenin ödülü olmaktadır: ama kimse çıkıp kimin hoşça yaşayacağını ve mallarına el konmasa da, alınıp başka yerlere taşınan insancıkların bu konuda ne düşündüklerini sormamaktadır." diyor. Şimdi ise Paris sokaklarında öğrenciler, işçiler birlikte yürüyorlar. IMF'nin yasalarını geri çektiriyorlar. İşte kentsel dönüşüm projelerinin uygulandığı İstanbul'da, Ankara'da kendilerine hiçbir şey sorulmayanlar, AB sürecinde topraklarından koparılıp atılacak olanlar, IMF yasalarıyla toprakları endüstri bölgeleri, turizm bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri diye kamulaştırılıp, ellerinden alınanlar dün olduğu gibi teslimiyetçi olmayacaklar. Yapmamız gereken küresel saldırıda mülksüzleştirilenlerle, yoksullaştırılanlarla, emeğinin karşılığını alamayan emekçi kesimle safları sıklaştırmak. Fotoğraflar: Necati SAVAŞ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear