28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

22 Dr. C. Akça ATAÇ TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası caatac@tusam.net Yandaşlıktan, karşıtlığa… C S TRATEJİ kuvvetli bir iş adamı lobisi mevcuttu. Ayrıca 1990’lar Avusturya’nın Habsburgların mirasına sahip çıkmaya karar verdiği bir dönemdi ve çoğunluğa göre bunun yolu da AB içersinde bir etki alanı yaratmaktan geçiyordu. AB içersinde pek çok ülkenin kendine diğer üye ülkelere bahşedilmemiş özel AB misyonları biçtiğini ve iç kamuoyundaki AB desteğinin düşmemesi için bu misyonları sürekli olarak vurguladığını biliyoruz. Örneğin Fransa kendisini, üye ve aday ülkeleri medeniyet yolunda eğitmek ve AB’yi kurtarmakla yükümlü bir "pedagog devlet" olarak yansıtır. Avusturya da Batı ve Doğu Avrupa’yı birleştirmek görevini üstlenen bir köprü olduğunu düşünür. Tarihî Orta Avrupa’yı (Midtleuropa) doğuya doğru, ileri de Balkanları da içerecek şekilde genişleterek AB içinde yeniden hayata geçirmenin kendi görevleri olduğunu düşünen Avusturya’nın politik eliti, genişlemeye karşı şüpheci yaklaşan halkı da ikna etmiştir. 1 Mayıs 2004 tarihindeki büyük genişleme patlamasının dışında kalan Bulgaristan ve Romanya’nın ardından şimdi de Hırvatistan’ın tam üye olması için Viyana’nın verdiği destek işte bu "tarihî" misyon ve tabii ki Avusturyalı yatırımcıların yaptığı baskı ile açıklanabilir. Türkiye ile müzakerelerin başlamasına, ancak aynı anda Hırvatistan ile de katılım müzakerelerinin başlaması şartı ile "evet" diyen Avusturya, 17 Aralık 2004’ten itibaren de aralıksız bir şekilde bu iki ülkenin katılım süreçlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini savundu. Nitekim Türkiye’nin duraklayacağı, Hırvatistan’ın tam yol devam edeceği anlaşıldığında, süreçlerin birbirinden ayrıldığını ilk açıklayan da Plassnik oldu. Böylece Hırvatistan’a üyelik yolunda tanınacak kolaylık ve avantajları, adil olmak adına aynı anda Türkiye’ye de tanıma zorunluluğu ortadan kalktı. Bulgaristan, katılım müzakereleri boyunca en çok üyelik sürecinin Romanya’nınkinden ayrılmasından korkuyordu. Böyle bir durum gerçekleşseydi, kendisi için "yeni bir dönem," "yeni koşullar" ve "yeni bir tür üyelik" olacağını biliyordu. Hırvatistan’ın gerisinde tek başına kalan Türkiye için de artık rahatlıkla "imtiyazlı ortaklığa" kayacak "yeni bir üyelik tanımı" söz konusu olacak. Hırvatistan’ın üyelik sürecini yöneten AB içinse süreçte çekinilecek bir şey kalmadı. "Hukuken Türkiye’ye de aynı koşulları sunmamız gerekir mi?" sorusunun gölgesinden kurtulan üye ülkeler, Hırvatistan’a serbest dolaşım ve yapısal fonların kullanımı ile ilgili tüm kolaylıkları artık rahatlıkla sunabilecekler. A B’ye üye ülkeler, dönem başkanı oldukları 6 ay boyunca, diğer üye ülkelere, AB kurumlarına ve aday ülkelere karşı "adil olma" sorumlulukları gereği, çözüm bekleyen veya aniden ortaya çıkan hassas konulara, ulusal görüşlerini bir kenara bırakarak –bu görüşlerin tam tersi de olsa AB düzeyinde, uzlaşmacı bir tutumla yaklaşma eğiliminde olmuşlardır. Finlandiya’nın Kıbrıs konusunda ve hemen ardından Türkiye’nin katılım müzakerelerinin sekteye uğramasını engelleme adına gösterdiği iyi niyetli ama yetersiz çabalarını da bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Aynı şekilde, 1 Ocak 2007’den itibaren dönem başkanlığı protokolüne uygun hareket etmesi ve "ahde vefa" ilkesini kollaması gerekecek Almanya’nın, dönem başkanlığını devralmasından önce kalan kısa süreyi iyi (!) değerlendirmek amacıyla, Türkiye’ye yönelik engelleme girişimlerine Aralık ayı boyunca hız vermiş olması da bu çerçevede anlamlıdır. Dönem başkanlığının yükünü Haziran ayının sonunda omuzlarından atması ile birlikte, Türkiye’nin tam üyeliğine karşı yürüttüğü politikalara hiç şüphesiz kaldığı yerden devam edecektir. Türkiye’nin katılım müzakerelerinin yavaş yavaş imtiyazlı ortaklığa doğru kaydırılması konusunda son derece etkin bir mücadele sürdüren Avusturya da bu hususta dönem başkanlığı süresince geri adım atmak zorunda kalmış, ancak başkanlığı Finlandiya’ya devretmesi ile birlikte düşmanca söylemini daha da sivrilterek yeniden benimsemişti. Ne yazık ki AB içerisinde Almanya, Fransa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan ile birlikte Türkiye karşıtlığının bayraktarlığını yapan Avusturya, düşmanca söylemi ile AB kurumları içersinde giderek daha etkili olmaya başladı. AB’nin İlerleme Raporu sonrası, Türkiye ile müzakerelerin geleceği ile ilgili alacağı bağlayıcı kararın 1415 Aralık’ta yapılan AB Konseyi toplantısı yerine öncelikle 1112 Aralık’ta dışişleri bakanları düzeyinde toplanan Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nde görüşülmesinde, Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik’in oynadığı büyük rol biliniyor. Yine Komisyon’un tavsiye kararının "yeteri kadar sert olmadığı" yönünde kulis yapan ülkelerin başında Avusturya geliyor. Hatta "Komisyon tavsiye kararı bildirerek, Konsey’in karar alma kapasitesine gereksiz bir baskı uygulamış" oldu diyen de, bağlayıcı kararın tavsiye kararından daha olumsuz çıkması için var gücüyle çalışan da hep Plassnik… Son ikiüç yıldır, TürkiyeAB ilişkilerinin çok kötü yönetildiği bir süreci yaşıyoruz. Her zamankinden çok daha kapsamlı ve rafine uygulamalara gereksinim duyulan bu süreçte, on Avusturya’da değişen Türk algısı 2004 yılına kadar Türkiye’yi destekleyen belgelerde, imzaları bulunan üç Avusturyalı politikacı Schüssel, Waldner ve Plassnik’in tavırları, günümüzde tamamen değişmiş durumda. Şimdi Avusturya, Türkiye’yi ‘imtiyazlı ortaklığa’ zorlayanların başında geliyor. yıllarca biriktirdiğimiz kazanım ve haklarımız yetkin olmayan siyasa yapıcılarının elinde eridi gitti. Emin adımlarla, Avrupa’da Sırbistan kadar bile itibar göremeyeceğimiz karanlık bir noktaya doğru ilerliyoruz. Avrupa ülkeleri, Türkiye Cumhuriyeti’ne hiçbir zaman bu kadar yabancılaşmamışlardı. Biz bile artık ülkemizin sergilediği bazı görüntülere inanamazken üye ülkelerdeki Türkiye algılaması da bu doğrultuda çok çarpıcı Schüssel bir şekilde değişti. Bunun en belirgin örneğini de Avusturya’da görüyoruz. Viyana 2004 yılına kadar, AB’ye üye ülkeler arasındaki "Türkiye’yi destekleme" uzlaşısının uyumlu bir unsuru iken, geçen iki yıl içersinde sert muhalefet kanadına kayarak uzlaşıyı bozan tarafa dâhil oldu. Bu tutum değişikliğini anlayabilmek için de öncelikle Waldner Avusturya’daki AB ve Türkiye algılamalarındaki değişikliğe bakmak gerekiyor. AVUSTURYA VE AB GENİŞLEMESİ 1990’ların sonunda ortaya konan ve AB’nin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişlemesi perspektifinin hükümet düzeyinde en büyük destekçilerinden biri oldu Avusturya. Bu bağlamda, AB’nin genişlemesini en çok isteyen üye ülkelerin başında geliyordu. Bu ülkelerdeki yabancı yatırımların çok büyük bir kısmının Avusturyalı sermaye sahipleri tarafından gerçekleştirilmesi nedeniyle genişleme lehine çok
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear