18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

16 B D C S endi içerisinde azınK lık haklarını sadece Maastricht Antlaşması’nda "kültürel çeşitlilikler" olarak belirleyen AB, üye olmak isteyen devletlere kendileri için bağlayıcılığı olmayan Kopenhag Kriterleri’ni zorunlu koşuyorlar. "Topluluk" azınlığından "birlik" azınlığına zınlıklar konusuna verilen önemin artması, ekonomik nitelikte bir bütünleşme hareketi olan AB’nin siyasi bütünleşmeye doğru evrilmesi niyetiyle doğrudan ilişkilidir. Derinleşen AB, ulusal politikaları uluslarüstü platformda uyumlaştırmaya çalışırken ulaştığı siyasi edinimi genişleme sürecinde sürdürebilmek için de üye adaylarına ekonomik kriterlerin yanında birtakım siyasi kriterler getirecekti. Maastricht Zirvesi sonrasında "Topluluk", "Birlik" adını alarak siyasi bütünleşmenin ilk adımını ve hemen ardından da Kopenhag Zirvesi ile AB’ye katılmaya aday ülkelere yönelik siyasi kriterleri belirlemek suretiyle ikinci adımını atmıştır. Atılan ilk adım AB’nin derinleşmesi, ikinci adım ise birliğin genişlemesi anlamına geliyordu. Aday ülkelerin büyük kısmının eski Doğu Bloku ülkeleri olması ve buralardaki etnik problemlerin bölgesel tehdit yaratması, AB’nin muhtemel ye TRATEJİ irlik yeni katılımcılara Kopenhag Kiriterleri’ni kendi içinde ise Maastricht Antlaşmasını uyguluyor AB’nin azınlık anlayışı Gözde KILIÇ YAŞIN TUSAMBalkan Araştırmaları Masası [email protected] evletlerarası ilişkilerde kendisine önemli bir yer edinen azınlıklar konusu, aslında ardılı olması gereken "insan hakları" kavramının ortaya çıkışından bile daha eskiye dayanmaktadır. Nitekim, 1648 Westphalia Antlaşması’nda devletler, dindaşlarını, onların kendi devletleriyle olan çatışmalarda desteklememeyi taahhüt ediyorlardı. Bu da azınlıkların eski çağlardan beri siyasi amaçlarla ve devletlerin iç işlerine müdahale amacıyla kullanılabilen bir tür diplomasi aracı olduğunu ortaya koyuyor. Azınlıkların, uluslararası camiada tüm dünyayı ilgilendirecek ölçüde en uzun süre gündemde kaldığı dönem herhalde Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllardır. Bu dönemde çok uluslu imparatorluklar parçalanmış, ortaya çıkan yeni devletler savaşın galipleriyle imzaladıkları antlaşmalarla topraklarında yaşayan azınlıklara bazı hak ve hürriyetleri tanıyacaklarını kabul etmişlerdi. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında insan haklarının yaygınlaşması sürecinde, azınlıkların da herkes gibi bu evrensel insan haklarından yararlanabileceği düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Yani azınlık hakları, insan hakları içinde eritilebilecek bir konu olarak görülmüştür. Hatta, 1950’de dönemin BM Genel Sekreteri, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki azınlık haklarına ilişkin taahhütlerin hukuki geçerliliği konusundaki özel raporda, insan haklarının korunmasına ilişkin çalışmaların azınlıkların korunmasını da sağlayacağını, bu nedenle azınlıklara özel haklar tanınmasının gerekli olmadığını vurgulamıştır. Nitekim bu yıllar, savaş yaralarının sarıldığı ve ekonomik buhranların dünyayı etkisi altına aldığı bir dönemdi. İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda ise Soğuk Savaş’ın ortaya çıkardığı siyasi konjonktür, azınlıklar konusunu daha az ilgi görür hale getirmiştir. Soğuk Savaş’la birlikte çift kutuplu dünyada daha önemli görülen müttefiklik unsuru sona erer ermez de, azınlıklar konusu dünya gündeminde kendisine tekrar esaslı bir yer bulmuştur. Azınlıklar meselesi, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi platformların ardından 1993’ten itibaren Avrupa Birliği (AB) nezdinde de daha sık biçimde gündeme gelir olmuştur. A ni üyeleri için "azınlık haklarına saygı" ilkesini ön koşul olarak belirlemesinde büyük etken olmuştur. Böylece "Üçüncü Dalga" demokrasileri, demokratik dönüşüm esnasında yaşadıkları sosyoekonomik dönüşümde azınlıkların haklarını da dikkate almak durumunda kalmış olacaklardı. Türkiye de azınlık hakları konusunda bu ülkelerden ve bazı AB üyesi ülkeden dahi hem tarih hem de nitelik bakımından daha ileride olmasına rağmen aynı kriterlere tabi tutulmuştur. AB, azınlıklar konusuna ilk defa Maastricht Antlaşması’nda İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya İlişkin Sözleşme’ye ve üye devletlerin ortak anayasal geleneklerine atıf yaparak (m.6) ve "kültürel çeşitliliklere saygı" (m.128/1) çerçevesinde oldukça dolaylı biçimde değinmişse de konuyu gerçek anlamda Kopenhag Kriterleri çerçevesinde ele almıştır. Maastricht Antlaşması AB üyesi ülkeler için bağlayıcı iken Kopenhag Kriterleri şartlarını sadece yeni üye olacaklar için zorunlu kılacaktır. Bu durumda, azınlık haklarına saygı, aday ülkeler için gündemde tutulacak ancak üye ülkeler için geçerli ve bağlayıcı olmayacaktır. Böylece, AB aslında azınlıklar ve azınlık haklarını, üçüncü ülkeler ile sürdürülecek dış ilişkiler çerçevesinde dikkate almış, ancak bu konudaki ulusal politikalara biçim vermemiş olacaktır. AB’nin uygulaması çifte standart mı? şımıza çıkan azınlık haklarına derinleşme sürecinde üye devletlerde de azınlık grupları bulunmasına rağmenyer verilmemesi ise AB’nin çifte standart uygulamakla suçlanmasına sebep olmaktadır. AB’nin azınlıklar konusuna yaklaşımı bakımından ortaya çıkan ilk sorun yarattığı çifte standart, ikinci ise tanım ve kapsam belirlemede görülen ciddi eksikliktir. Kopenhag Kriterleri çerçevesinde dahi üzerinde uzlaşmaya varılabilmiş bir azınlık tanımı bulunmamaktadır. Dolayısıyla, AB’nin azınlıklar ve azınlık hakları ile ilgili AB’yi temsil edebilecek yerleşmiş bir yaklaşımı ve değişmez bir tutumu bulunmamaktadır. Bunun en büyük sebebi AB’ye üye devletlerin azınlıklarla ilgili hükümlere kendilerine uymayacak bir anlam yüklenmesine izin vermek istememiş, dahası bundan kaçmış olmalarıdır. Kendi azınlık politikalarını etkileyebilecek ve bir gün kendileri açısından da bağlayıcılık yaratacak bir düzenleme yapmaktan kaçınmaları ayrı bir belirsizlik yaratmıştır. Bu anlamda AB yaklaşımı, azınlık haklarını düzenleyen ancak azınlık tanımı yapamadıkları için konuyu boşlukta bırakan diğer uluslararası düzenlemeleri aşamamış olmaktadır. Bundan ötürü, bölünme kaygısı ile susmayı tercih eden dünya devletlerinin Avrupa yakasındakilerini bünyesinde bulunduran AB’nin de, azınlıkların korunması konusunu yeterli ve tatmin edici düzeyde, hakkaniyetli ve dürüstçe ele alması mümkün görünmemektedir. Azınlığın TürkYunan tarafı B üyeliğinin ön şartlarını belirleyen Kopenhag Kriterleri’nin Türkiye’de en çok konuşulan maddesi de yine azınlık hakları ile ilgili olandı. Kriterler arasında açıkça anılmasa da, ülkede yapılan tartışmalardan ve ilerleme raporlarından, AB sürecinde "Azınlık Hakları" kavramının Türkiye’de kabul edilen sınırlarında bir genişleme gerektirdiği anlaşılmaktadır. Bir yandan azınlık olarak tanınan gruplarda bir yandan da azınlıklara tanınan haklarda genişleme söz konusu olmuştur. Türkiye’deki anlayış değişiminin biraz da içeriden/tabandan gelen baskılarla şekillendiği görülmekteyse de, bir kurum olarak AB’den gelen yönlendirmenin ve zorlamanın da etkisi tartışılmaz boyuttadır. AB’ye üye olma yolunda ve AB üyeliğini sağlamak adına yapılan uyum çalışmalarından birisi olan azınlıklar ve azınlık hakları kavramlarının yeniden ele alınışı A B bütünleşmesinde genişleme sürecinin ön koşulu olarak kar A AB’nin dönemsorumlusu İngiltere’nin temsilcisi Jack Strov ile AB dış ilişkiler ssorumlusu Solana son dışişleri bakanları toplantısında. ?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear